Ana Sayfa / Yazarlar / Tanrının Mührü / Mehmet Ali Bulut 

Tanrının Mührü / Mehmet Ali Bulut 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bir santimetre karelik bir tuval düşünün. Sadece üç ana unsur kullanacaksınız. Bu unsurlar, spiral, daire ve üçgendir. Bu üç şekli kullanarak biri diğerine asla benzemeyen sayısız formlar oluşturacaksınız.

Mümkün mü?

Asla! Ama tanrı sanatında mümkün.

Başparmağınızın ucunu inceleyin. Bu üç şekilden birini bulacaksınız. Bu şekiller öyle dizayn edilmiş ki asla bir başkasının parmağının ucundaki şekle benzemez. O yüzden de okuryazar olmayanlara imza yerine parmak bastırırlar.

Çünkü bugün çok iyi biliyoruz ki, parmağımızın ucunda kimliğimizi taşıyoruz. Elimizdeki çizgilerin fonksiyonu bununla da kalmaz. Bu çizgiler bizim kimliğimizi yansıttığı gibi ruhumuzdaki manalara, yeteneklerimize, zihni ve fikri kapasitemize başımıza gelebilecek olaylara da işaret ederler.

Tabii bu evrensel bir lisandır.

Su her dilde başka başka harflerle ifade edilir. Türkçe’de Su, Arapça’da Ma, Farsça’da Ab, İngilizce’de Water, Almanca’da Wasser… diye telafuz edilir. Ama her dilde başka başka seslerle telafuz edilen sunun Trafik’teki sembolü bir musluktur. Hangi ülkeden olursanız olun hangi dili konuşuyor olursanız olun, yol boyunca Musluk işaretini gördünüz mü, ileride bir çeşme bulunduğunu anlarsınız.

Trafikteki diğer işaretler de böyle.

Keza boş zamanlarımızda can sıkıntısıyla yaptığımız karalamalar, çizdiğimiz birçok anlamsız şekillerin de bir dili var. Her psikolog bu karalamalardan hareketle ruhumuzun derinliklerine varacak bir yol bulabilir.

Tıpkı bunu gibi elimizdeki, avucumuzdaki, alnımızdaki çizgiler de evrensel bir dildir. Okumasını bilenlere bizi anlatırlar.

Bu dilin tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. En eski medeniyetlerde bile el çizgilerinin okunup anlamlandırıldığı bilinmektedir. Çünkü tanrının dili işaretler ve çizgilerdir.

İnsanlığın ortak malı olan bu ilim, islam dünyasında da çok ciddi beyinlerin birçok büyük insanın alakasını çekmiş, bu uğurda ciddi çabalar sergilemişlerdir.

İslam dünyasında bu ilimle en çok ve en yoğun şekilde meşgul olmuş olan alim Muhyiddin İbnü’l-Arabi’dir. İbnü’l-Arabi, bu konuya başlı başına ele alıp el avuç içindeki çizgilerden hareketle kişilerin özelliklerini ve kabiliyetlerini anlatmıştır.

Bu mevzuya ciddi olarak eğilen diğer bir bilgin ise Ünlü müfessir ve kelamcı Fahreddin Razi’dir. Asıl alanı tefsir olan ve aynı zamanda büyük bir doktor olan Fahreddin Razi, yazdığı El-Kisa eseriyle bizde “kıyafetname” diye bilinen ilmin temellerini atmış ve bu konudaki tecrübe ve bilgilerini aktarmıştır.

Fahreddin El-Razi, Firase kelimesini, “dış görünüş ve şekillerden yola çıkarak, insanın ahlakını, karakterini, mizaç ve huyunu anlama sanatı” diye tarih eder.

“Mizaç, ister nefsin kendisi, isterse fiilleri itibariyle nefsin bir aleti kabul edilsin, her iki durumda da dış yapı özellikleri doğrudan doğruya nefsi kabiliyetlerimi ve nelere kabiliyetli olduğumuzu gösterir. Daha doğrusu mizaç, nefs ve dış yapının müşterek bir fonksiyonudur. Yani kısaca bedeni şekillerimiz, dış görünüşümüz, el ve ayaklarımızın biçimi, avuçlarımızın içinde yer alan çizgiler, nefsi kabiliyetlerimizin aynalarıdır.

Bu ilim muhakkak ki çok üstün bir ilimdir. Bu ilmin, üstünlüğü ve meşruiyyeti, Kitap (Kur’an-ı Kerim), Sünnet (Hz. Peygamberin söz ve uygulamaları) ve akıl ile de sabittir.

Kur’an-ı Kerim’de “Bunda mütevessimin (Bir şeyi işaretlerden kavrayıp anlayanlar) için ibretler vardır” (Hicr suresi, 15. Ayet) buyurulur. Bir başka ayette ise, “(Sadakaya muhtaç olup da istemeye çekinenleri) Siz yüzlerinden tanırsınız” (Bakara suresi 273. ayet) denilir.

Fetih Suresi’nde (29. ayet) ise “Siz, yüzlerindeki simalarından (yüzlerindeki işaretlerden) onların secde ehli olduğunu anlarsınız” buyurulur.

Yine Kur’an-ı Kerim’de “Siz bizim sizi diriltemeyeceğimizi mi sanıyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Biz sizin parmak uçlarınızı bile yeniden düzenlemeye muktediriz” buyurulur ki, bu ayet çok ciddi bir şekilde bizi parmak uçları konusunda dikkate davet eder.

Çok daha müthiş çok daha net bir ayet daha…

O gün ağızlarınızı mühürleriz. Dünyada iken ne yaptığınızı, ömrünüzü nasıl tükettiğinizi ellerinizden ve ayaklarınızdan öğreniriz. Elleriniz konuşur, ayaklarınız yaptıklarınızla ilgili şehadet eder”

Bir başka ayette ise Cenab-ı Hak, kişinin yapısının onun karakterini sergileyen en ciddi belge olduğunu gösterdiğini şu ayetle kullarına ders veriyor.

(Ey Muhammed, de ki:) “Her insan kendi şekline göre iş işler.” Yani kişinin ne işler yapacağını onun yüzündeki işaretlerden, yapısından ellerinin içindeki çizgilerden anlamak mümkündür.

Firase’nin, yani işaret ve şekillerden hareket ederek insanın özündeki anlamları yakalamanın örnekleri Hz. Peygamberin sünnetinde de yeri vardır. Hz. Peygamber, bir gün bir kabileyi gezerken, bir çocuğun yüzüne bakıp, “Siz akraba evliliği yapıyorsunuz. Kanınızı tazaleyin (Yani dışarıdan evlenin)” buyurur.

Yine Peygamberimiz şöyle buyurur:

Mümin, Allah’ın nuruyla bakar. Onun ferasetinden (işaretlerden hareketle içinizi okumasından) korkun

Bir başka gün de, sohbetinde bulunan sahabesinin yüzüne bakıp “Eğer içinizde bir “muhdess” (reformcu, yenilikçi, yeniliklere açık) varsa o da Ömer’dir” buyurdu.

Akıl açısından bu meseleye bakacak olursak, bu ilmin yararlarını ve doğruluğunu gösteren sayısız deliller buluruz.

Birincisi, insan sosyal bir varlıktır. Diğer fertlerle bir arada yaşamak zorundadır. Hâlbuki toplum hayatı, her türlü kötülük ve şerrin ortaya çıkmasına müsait bir zemindir. Bu kötülük ve şerlerin, o zemini paylaşan herkese bulaşması mümkündür. Ancak bu sanatı ve ilmi bilen bir insan, karşısındakinin nasıl bir tabiata sahip olduğunu anlar ve ona göre davranır. O şahıstan kendisine gelecek zararlardan emin olur. Veya onun zaaf ve yeteneklerini hemen kavrayarak, onun aklına ve kabiliyetine göre ona hitap eder.

Karşımızdaki insanın nasıl bir huy taşıdığını, kişiliğini, yeteneklerini bir çırpıda anlayabilmenin ne büyük faydalar sağlayacağı açıktır.

İkincisi, insanın siması, yapısı ve avuçlarındaki çizgiler, sadece onun mizacını değil, aynı zamanda hususi sıfatlarını, belirgin özelliklerini, zaaf ve kabiliyetlerini de gösterir. Hatta bu ilim, sadece insan için değil, atlar, köpekler, katırlar ve diğer hayvanlar için de geçerlidir. Bu işaretleri okuyarak, onların huyunu mizacını anlarız.

Üçüncüsü, bu ilim aynı zamanda Tababet ilminin de anasıdır. İyi bir tabip, insanın parmak, tırnak ve ellerinden ne tür hastalıklara yakalanabileceğini anlar, mevcut hastalığını da ellerinden ve tırnaklarından teşhis eder. Bu ilim hiç şüphesiz tıbbın en ciddi yardımcı disiplinlerindendir. (Kibu’l-Firase. s. 4-5)

Yukarıdaki metin, söz konusu eserin mukaddemesinden kısaltarak aldığımız bir yazıdır. Bugün gerçekten el çizgilerinden ve tırnaklardan hareketle tıbbi teşhisler yapmanın mümkün olduğunu buluyoruz. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde bu konuda ciddi çalışmalar yapılmaktadır.

Bilindiği gibi, eskiden Çinliler, bir ülkeye elçi gönderirlerken, bir hususa özellikle dikkat ederlerdi. Elçi olarak gönderilen şahsın, başparmağının güçlü olmasına itina gösterirlerdi. Çünkü Çinliler iyi biliyorlardı ki başparmak kişinin dirayetini, münazara kabiliyetini ve nefsi kudretini gösterir. Diplomatlarda aradıkları özellik buydu. Ayrıca elçilerin, muhataplarına başparmaklarını göstermemeleri özellikle istenirdi.

Bu ilim Osmanlı sarayında da büyük rağbet göstermiştir. “Kıyafetname” adı altında bu ilmi uygulayanlara “kıyafetnameci” denirdi.

Kıyafetnameci, hıristiyan ülkelerinden devşirilip saraya getirilen küçük çocukları dikkatle gözden geçirir, ellerinden ve yüzlerindeki işaretlerden, neye kabiliyetli oldukları tespit edilir ve ona göre eğitime tabi tutulurdu. Ünlü Osmanlı vezirlerinden Sokullu Mehmet Paşa da Kıyafetnameci’nin “Bu iyi bir idareci olur” demesinden sonra Enderun’a verilip orada eğitilmiş ve kendisi hakkında bu hükmü verenleri haklı çıkarmıştır.

Keza çağdaş hukukun bir alanı olan Kriminoloji (suç bilimi), başlı başına bu ilme dayanır. Şekil bilgisi el ve ayak biçimi kişinin mizacını göstermekte, ne tür ruhi ve sinirsel hastalıklara yakalanabilecekleri konusunda bilgi vermektedir.

Bir insanın suç işleyip işleyemeyeceğini anlamak kişinin yüzünün biçiminden, ellerinden anlamak son derece basittir.

İnsan elindeki çizgilerin, avuç ve sesin, kontrol sistemlerinde de kullanıldığını biliyoruz. Belli kulüp ve çok stratejik araştırma kurumlarında çalışanların giriş kartı olarak avuç içlerini ve ses kayıtlarını kullandıklarını da biliyoruz.

Bu ilim bugün teknolojinin hizmetine girmiş bulunuyor. Elbette ki bu ilimden yararlanılabilecek alan sadece teknoloji değil. Bakın Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eserinde neler söylüyor.

… Sonra Allah lütuf ve inayetiyle hikmetinin gereğini, sanatının inceliğini insanda göstermiş. Yüzünü, şekil ve yapısını içine (özüne), organlarının biçimini ahlak ve karakterine bir işaret yapmıştır ki, insan ve şekil yapısından kendi yetenek ve özelliklerini bilsin. Ona göre ahlak ve hareketlerindeki, huylarındaki eksiklik ve aksaklıklarını düzeltsin.

Sonra arkadaş ve dostlarının vücut yapısı, şekil ve diğer işaretlerine bakıp, zeka ve karakterini, huy ve tabiatını ince bir seziş ve zekasıyla bilsin ve buna göre ona muamele etsin, beğensin, sevsin veya onunla geçinmenin bir yolunu bulsun. Yahut da bir yolunu bulup ondan uzaklaşsın. Ne kendisi kimseden incinsin, ne kimse ondan incinsin. Gönül hoşluğu ile insanların sevgisini kazanarak yaşasın.” (III. Cilt, s. 153)

Bilindiği gibi, İbrahim Hakkı hazretleri, fizyonomi denilen kıyafetname ve el çizgileri konusunda en ciddi eser vermiş alimlerden biridir. Bu konuda, ilk temel prensipleri koyan İslam alimi Muhiddin İbnü’l-Arabi’dir.

Son dönemde bu konuya ciddi parmak basan bir diğer İslam âlimi ise Bediuzzaman Said Nursi’dir. Said Nursi, işi çok daha ileriye götürür ve insanın ellerindeki, cildindeki, avuçlarındaki şekil ve çizgileri, evrende tesadüf bulunmadığının delilleri, kanıtları olarak takdim etmiştir.

Şöyle der Bediuzzaman:

“Ey kıymetli dost, bilki; Alemde her şeyin yüzünde hikmet (her şeyin bir amaç doğrultusunda yaratılması ve hiçbir şeyin gereksiz olmaması) eserleri göründüğü gibi en uzak en geniş en ince kesretin (maddelerin) tabakaları üstünde de hikmet ve ihtimam eserleri görülmektedir. Evet kesret ve tekessürün (maddi terkip ve oluşumların) müntehası ve neticesi (En son ve en olgun şekli) olan insanın sahife-i vechinde (yüzünde), cephesinde, cildinde, ellerinin içlerinde kader kalemiyle pek çok çizgiler hatlar, nakışlar nişanlar yazılmıştır. Malumdur ki, insanın şu sayfalarına yazılan o kelimeler, harfler, noktalar, hareketler insan ruhunda bulunan manalara, maneviyatlara delalet ettikleri gibi, yaratılışında kader tarafından yazılan mektuplara da işaretleri vardır. Arkadaş, insanın şu geçen sayfalarına (ellerinin içi, cildi, alnı, derisi) kaderin yazdığı haşiye (açıklamalar), tesadüf ve ittifakın (başka güçlerin) duhulüne (yaradılışına müdahale etmesine) menfez (yol) bırakmamıştır” (Mesnevi-i Nuriyye, s. 95-4)

Evet görülüyor ki, ellerimizin içindeki çizgiler, nakışlar ve hatlar, kader kalemiyle yazılmış bir takım harfler, kelimeler, cümleler ve manalardan ibarettir.

Bütün bunlarla birlikte, Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de, dil dışında “konuşma” sıfatıyla vasıflandırdığı tek organımız elimizdir. Kıyamet günü elleri konuşturacağını hatırlatan Rabbimiz, dikkatimizi eldeki şifrelere, lisanlara ve yazılara yöneltmiştir.

Evet insanın eli konuşur. Yeter ki siz onun işaretlerine dikkat edin. Hatta, insan elindeki çizgiler nerede ise hava raporu gibi sürekli bir şekilde değişmekte, gelişmekte olan olayları, lütuf ve tehlikeleri insana göstermektedir.

Özellikle, baş parmağın altında yer alan etki kısımda çizgiler sürekli değişme ve oluşma halindedir. Bunları iyi okuyan, iyi anlayan biri bu çizgilerin nasıl konuştuğunu görür.

Evet eller de, tıpkı insan yüzü gibi orijinal ve kişiye özgüdür. Nasıl ki, “yumurta ikizi” denilen ve tıpa tıp birbirine benzeyen ikizlerin simaları dikkatle incelendiğinde farklılıklar arz eder, aynı onun gibi insanların elleri de birbirinden farklıdır.

Bütün insanlar, genel yapıları itibariyle tek elden çıkmıştır. Fıtri sakatlıklar hariç, her insanın yüz ve beden unsurları aynıdır. Ne var ki, Kudret Eli, “tekillik” mührünü sanatına da nakşederek, her bir ferdi “tek” ve orijinal yaratmıştır. Dolayısıyla bir bütün teşkil eden türün, her bir ferdi tek nüshadır, benzeri yoktur.

İnsanlarda bu benzerliğin, şekil bakımından gözle görülebilir yoğunluk kazandığı yerler yüz ve ellerdir. Sima bir kimliktir. Eller de bir kimliktir, hele baş parmak değiştirilmesi asla mümkün olmayan bir kimliktir. Söz gelimi, baş parmağın derisi yüzülecek olsa, insan yapısında şifrelenmiş genler devreye girerek, öncekinin aynı olan deriyi dokuyup parmağımıza giydirirler.

Baş parmağın bu özelliği, 18. yüzyıldan itibaren adli vakalarda hizmet vermeye başlamıştır. Bugün başta Amerika olmak üzere ileri ülkelerin çoğunda sayıları milyonları aşan parmak izi arşivleri vardır.

Bu kısa tespitle anlaşılıyor ki, hiçbir el diğerine asla benzemez. Bununla birlikte elleri, genel yapıları ve parmak biçimleri bakımından sınıflandırmak da mümkündür. Ancak bu kaba sınıflandırma kişinin karakterini ve kaderini anlamamıza yetmez. Bu yüzden, iyi bir el incelemesi için elin dış görünümü ile birlikte avuç içindeki çizgilerini de dikkate almak gerekir.

Bir insanın bütün özelliklerini anlamak için bir tek ele bakmak da yeterli olmayabilir. Her iki elin de bütün ayrıntılarına dikkat etmek gerekir. Bir tek ele bakmak, çoğu kere insanı yanıltır. Çünkü bazen bir elde görülen çizgi ve işaret, diğer elde görülen özellikleri geçersiz kılabilir. Bununla birlikte sol elin çizgilerinin sağ elin çizgilerinden daha sağlam bilgi olduğu muhakkaktır.

Kısaca şöyle diyebiliriz. Sol el, Allah’ın insana bahşettiği bütün imkan ve yeteneklerin deposudur. Sağ el ise, bu hazineden ne kadarını kullanabildiğimizi ve kullanabileceğimizi gösterir.

Diyelim ki, sol elimizde “musikide deha” çizgisi mevcut. Ama siz ömrünüzde hiçbir enstrüman çalmamış ve pratik olarak müzikle ilgilenmemişseniz. Bu durumda o çizgi kullanılmamış bir yetenek olarak yok olup gidecektir. Veya sizden sonraki torunlarınıza intikal edecektir. Fakat her şeye rağmen o insanın iyi bir müzik kulağına sahip olduğu görülür ve anlaşılır.

Genel olarak normal bir elin uzunluğu vücudun onda biri kadardır. Yani vücut uzunluğu ile el uzunluğu arasında onda birlik bir orantı vardır. Bu orantıyı sergilemeyen eller, normal olmaz. Dolayısıyla şu veya bu şekilde bir kusur olarak ortaya çıkar.

Evet eliniz bir sahifedir. Tıpkı aldığınız bir elektronik eşyanın beraberinde verilen kullanma kılavuzu kabiliyetine sahiptir ve insan cihazının kapasitesini, işleyiş şartlarını ve ondan ne kadar yararlanılabileceğini gösterir bir anahtardır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
MEB’den hâfızlık eğitimi projesi

MEB’den yeni proje: Hafızlık eğitimi Milli Eğitim Bakanlığı, bu sene 17 imam hatip ortaokulunda yeni …

Kapat