Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Yazıları / Tarihi Yaşatmak Şehri Yaşatmak “Kastamonu Örneği”
Fotoğraf: Cebrail KELEŞ

Tarihi Yaşatmak Şehri Yaşatmak “Kastamonu Örneği”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
D. Mehmet DOĞAN

“Tarihi yaşatmak şehri yaşatmak”, bu faaliyet bizim için öncelikle bir vefa borcu…

Kastamonu tarihimizin önemli merkezlerinden. Onun Osmanlı öncesi merkezi konumu yanında, Osmanlı döneminde de önemini koruduğunu biliyoruz. Ne yazık ki, bu güzel tarihî şehrimiz eski mevkiinin gerisine düştü. Kastamonu’nun tarihî kimliği ile tanınması bilhassa önem taşıyor. Bu tarihî şehir bizim hafıza merkezlerimizden. Bu sene Türk Dünyası Kültür Başkenti olması güzel bir fırsat. Türkiye Yazarlar Birliği daha önce tasarlanan fakat gerçekleştirilemeyen “Tarihi yaşatmak şehri yaşatmak” bilgi şölenini başka alternatifler varken Kastamonu’da yapmayı kararlaştırarak bu önemli şehrimize dikkati çekmek istedi.

Şehrin tarihî zenginliğini uzun uzadıya izaha ihtiyaç duymuyorum. Millî Mücadele sırasında oynadığı rol hatırlardadır. Bu yıllarda İstiklâl Marşı şairimizin Kastamonu günleri, Sebilürreşad’ın bu şehirde yayınlanması ve Nasrullah Camii kürsüsündeki hitabesi elbette millet hafızasında yerine koruyacaktır.

Bu faaliyetin kuvveden fiile çıkarılması hususunda bir isim var ki, mutlaka zikredilmesi lâzım. Değerli dostumuz, Hakkı Acun hoca Kastamonu’da böyle bir faaliyetin yapılması konusunda en heyecanlımızdı. Bu toplantı onun açış konferansı ile taçlanacaktı, ne yazık ki bu değerli ilim ve gönül adamımızı yakın zamanda kaybettik. Saygıyla anıyor, rahmetler diliyorum.

Şahsen, en azından benim için bir vefa borcu daha var. Tanımak mazhariyetine erdiğim bir Kastamonu evladını, yaşasaydı 100. Yaşını idrak edecek olan İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’nu, bu vesileyle rahmetle yâd etmek istiyorum. Bu şehirde doğmuş, iki dönem Kastamonu milletvekilliği yapmış ve İstanbul’da vefatından sonra doğduğu topraklara avdet etmiş İsmail Hakkı beyle ilgili bir hafıza tazelemesini konuşmamın sonuna bırakıyorum.

“Tarihi yaşatmak şehri yaşatmak” bahsi, elbette restorasyon kavramını öne çıkarıyor. Latince kökenli bu kelimenin türkçesi var mı? “Onarım” veya “tamirat” diyebilirdik mesela. Restorasyona bunları aşan bir anlam izafe ettik. Fransızcadan türkçeye, ingilizceden türkçeye eski sözlüklerimize baktım, “eski haline koyma, tamir, tecdid (yenileme), termim, ıslah, ihya” karşılıklarına rastladım. Termimde tamir yanında “iyileştirme” anlamı da var. Bir de restitüsyon kelimesi var, konumuzla ilgili. Bu kelime de “iade, irca, istirdat olarak” karşılanıyor.

Son yıllarda ülkemizin neredeyse her köşesinde daha önce misli görülmemiş bir restorasyon faaliyeti göze çarpıyor. Türkiye’nin her tarafında tarihî yapılar ayağa kaldırılıyor, onarılıyor; tekrar kullanılabilir hâle getiriliyor. Bu yaygın onarım faaliyeti şehirlerimizin görünür yüzünü de etkiliyor. Tarih sûreta canlanıyor.

Bu gözle görülür inşa faaliyeti sonucunda yenilenmiş binalara mı sahib oluyoruz, yoksa tarihî yapının muhtevasına uygun, en azından saygılı, bir onarım mı yapıyoruz?

Türkiye’de modern anlamda restorasyon amaçlı faaliyetler yeni değil, en az yüz yıllık geçmişi var. Geçmişte ata yadigârı büyük ve çok bilinen eserleri ayakta tutmak için gösterilen çabalar günümüzde daha geniş bir çerçeve içinde ele alınıyor.

Yahya Kemal 1921’de Payitaht gazetesinde yayınlanan “Kör Kazma” başlıklı yazısında hem tarihî eserleri nasıl tahrib ettiğimizden yakınıyor, hem de 1. Dünya Harbi sırasında Türkiye’ye gelen Zürher isimli bir mimarın Rumeli Hisarı’nın restorasyonu, “tekrar abadan etme” diyor Yahya Kemal, konusundaki görüşlerini aktarıyor. Zürher Hisarı düzeltmek değil, ancak takviye etmek suretiyle ihya edebileceğini söylemiş. Hisar içindeki büyük sofalı kâr-ı kadim (eski tarz) evi tekrar kurmayı düşünmüş. Yahya Kemal, eğer bu iş bizim mimarlardan birine havale edilse idi, eseri cilâlar, zamanın bu taşlara sinmiş ruhunu yok ederek yepyeni bir hale koyarlardı, diyor. Nitekim daha sonra öyle yapılmış, Hisar içindeki güzelim evler de yıkılmıştır. Yahya Kemal “cedlerimizden kalan binaları koruyabilirsek, çok kâfi bir medeniyet gayreti göstermiş oluruz” diyor.

Bu “medeniyet gayreti”nin neresindeyiz? Rumeli Hisarı’nın karşısında, ondan yaklaşık elli sene önce yapılan Anadolu Hisarı’nın bir bölümünün yol geçirmek maksadıyla yıkıldığını, bunun da böyle eski ve geri bir şeyin yıkılmasının tabii bir şey olduğu şeklinde savunulduğunu hatırlamak yeterli olabilir sanırım!

Büyük bir bölümü heba edilmiş, ranta kurban verilmiş sivil mimarî yapıları ancak son yıllarda dikkate alınır hâle geldi. Birçok şehrimizde ciddi kaynaklar kullanılarak onarım-restorasyon faaliyetleri yapıldı. Bazı sokaklar, küçük çaplı mahalleler gün yüzüne çıkarıldı. Binalar turizm amaçlı, kültür amaçlı kullanılan yapılar haline dönüştürüldü.

Belediyeler de eskisine göre daha dikkatli tarihi yapılar hususunda. Bir zamanlar eski güzelleri yıkıp yeni çirkinleri dikmek marifet sayılırdı. Son yıllarda güçlenen hassasiyete rağmen, restorasyon faaliyetlerinin tarihî muhtevaya uygunluğu noktasında ciddi tereddütler var. Bu tereddütü besleyen esas itibarıyla kötü örnekler. Bir bakıyorsunuz harabeye yüz tutmuş bir ev, yıkılıp eski halini hatırlatır şekilde betondan yeniden yapılıvermiş. Gerçek bir tarihi eser onarılırken, dönemine yakışmayan unsurlar eklenmiş. Bugün kullanılan tarihi yapılara günümüzün yapı malzemeleri ile eklentiler yapılmış.

Doğduğum yer, Kalecik, Kastamonu yolu üzerinde tarihi bir kasaba. İsminden anlaşılacağı gibi kalesi olan bir şehir. Bölgede Ankara ile Çankırı arasında kalesi olan başka kasaba yok. Bundan yedi sekiz yıl önce bir süredir yol uğratmadığımız şehrimize gittiğimizde yepyeni ve betondan bir kale ile karşılaşmış ve neye uğradığımı şaşırmıştım!

Gazetelere yakın zamanda yansıyan bir örnek, Anamur’daki Mamure kalesi ile ilgili. Geçmişi antik döneme giden kaleye Karamanoğullarının ve Osmanlıların da eli değmiştir. Gazetelere yansıyan haberlere göre, 2012’de UNESCO dünya geçici miras listesine alınan kalenin restorasyonunda gereken hassasiyet gösterilmemiş, beton sıva, PVC pencere gibi unsurlarla tarihî kimliğine zarar verilmiştir.  

Restorasyonda esas, yapının tarihî özellikleri korumak, orijinal malzeme ile yapıyı ayağa kaldırmaktır. Bu toplantıda bu konular geniş şekilde gündeme getirilecektir.

Avrupa şehirlerini görenler bu şehirlerde tarihî görünümün titizlikle korunduğuna şahid olurlar. Biz maalesef tarihî şehirlerimizi koruyamadık. Başta İstanbul ve Bursa olmak üzere tarihî medeniyet merkezlerimiz ciddi tahribata maruz kaldı. Elde kalan yapıları korumak, etrafını tarihî görünüme halel getirecek binalardan temizlemek, şehrin tarihî dokusunu iyi kötü koruyan bölgelerini sağlıklılaştırmak ciddi bir mesele olarak önümüzde duruyor.

Tarih kitaplardan okunur elbette. Fakat tarihe şahidlik eden yapılardan hissederek okumak da önemsenmeli. Şehirlerimizi tarihi yapılardan arıtarak ve devasa beton binalarla donatarak birbirinin benzeri kişiliksiz yerler haline getirdik. Bu tür yapılaşmanın aynı zamanda kültürel-manevî arkaplanı tahrib ettiğini dikkate almadık.

Tarihsiz şehir ne kadar talihsizdir!

Tarihi yapıların bakımı, onarımı ve kullanılması hassasiyet ister. Burada Bursa’da yaşayan bir örnek şahsiyetten söz etmek istiyorum. Bursa’da 18.yüzyıldan kalma Numaniye dergâhını ata yadigarı olarak ayakta tutan Safiyüddin Erhan Bey, Bursa’da son yıllarda görülen taribattan bilhassa müşteki. Numaniye tekkesinin onarımını bizzat yöneten Safiyüddin beyin menkıbe addedilecek bir tasarrufundan söz edilir. Bursa’nın şiddetli lodosunun kırdığı tekke camının parçalarını eliyle tek tek toplamış, tavada erittirmiş, cam haline getirtmiş ve binadaki yerine taktırmış. Onu şu sorulmuş: “Bunun için harcadığınız paraya kaç katı cam alabilirdiniz, bu masrafa ve zahmete neden girdiniz?” Cevap şuymuş: “O cam yıllardır buraya hizmet ediyor. Bu hizmeti görmezlikten gelmemek lâzım.”

Buna eşyaya da hakkını teslim etmek denir herhalde!

Onarılan tarihî binalara da hakkını vermek zorundayız. Restore edilen tarihî binalar ne yapılıyor? Bazıları ticarî amaçlı kiraya veriliyor. Bir kısmı da kurumlara, dinî yapılara, cemaatlere veriliyor/tahsis ediliyor. Onların çoğu da tabelalarını asıp kapısına kilit vuruyorlar!

Binaların maddesi onarılıyor da, ruhu ne âlemde?

Vaktiyle bu binalarda ne yapılırdı? Şimdi ne yapılıyor veya yapılmıyor?

Geçmişimizin maddesini ayağa kaldırmak için onarım önemli. Bu şöyle veya böyle yapılıyor. Maddî onarımdan sonra manevî ve ruhî bir onarıma da ihtiyaç var. Bu da onarım görmüş tarihî yapının amacına uygun şekilde kullanılması ile olur.

*

Yılanlıoğlu İsmali Hakkı Bey…Onu ilk olarak Ankara’da okuduğum liseye yakın Türkocağı’nda dinlemiştim. Gençlerle sohbet ediyordu ve o zamanlar alışılmış olanın aksine hamaset yapmıyor, din ve ahlâk telkin ediyordu. Onun yumuşak üslubu gerçekten etkileyici idi. Sonra Ankara’nın merkezinde inşaatı uzun süren Kocatepe Camii’nin alt katında namaz kılındığı günlerde, 1970’li yıllarda karşılaştım. Kendi yazdığı destanı hediye ederek bağış topluyordu. Onun Kocatepe Camii inşaatında başından sonuna kadar dernek başkanı olarak gönüllü çalıştığını, cami tamamlandıktan sonra da Diyanet Vakfına devrettiğini ve nihayet İstanbul’a taşındığını biliyorum.

1980’lı yıllarda Mehmed Âkif’i anmak cesaret gerektiriyordu. Âkif bir semboldü; onun mesajı Türkiye’nin geleceği için önemliydi. Devlet millî marşın sahibi olmasına rağmen ona mesafeli idi. Vefatının ellinci yılı yaklaşırken Mehmed Âkif’in resmî olarak anılması için çalışmalara başladık. İsmail Hakkı Bey bir vakıf kurarak bunu yapabileceğimizi düşünüyordu Yazarlar Birliği’nde bir araya gelen gençlere kimsenin maddi destek olması mümkün değildi. Bir vakıf kurulur, kurucular arasına ticaret erbabı da dahil edilirse, maddî şartları tamamlanır ve böylece daha rahat hizmet edilirdi.

Mehmet Âkif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’nı bu maksatla kurduk. Kurucular arasında o sırada Yazarlar Birliği’nin yönetiminde bulunan arkadaşlar ve İsmail Hakkı Yılanlıoğlu gibi Mehmed Âkif muhibbleri yanında Atıf Boyacıoğlu gibi iş kesiminden kişiler de yer aldı. Rahmetli Atıf Boyacıoğlu Ankara Sitelerde kereste ticareti yapan Kastamonulu zarif bir iş adamı idi. Mehmet Âkif Vakfı, gerçekten olumlu bir tesir uyandırdı ve milli şairimiz ilk defa 1986’da vefatının ellini yılı doyasıyla devlet tarafından anıldı.

İslmail Hakkı Bey İstanbul’a taşındıktan sonra da yazarlar Birliği ile ilişkisini kesmedi. Onunla son defa, galiba 1990 yılında Türkiye Yazarlar Birliği’nin İzmir Caddesindeki o zamanki merkezinde görüştük. Ziyarete gelmişti. Aklın Çözemedikleri isimli yeni kitabını hediye etti. Bu kitapta keramet veya mucize kabilinden olaylar anlatılıyordu. İsmail Hakkı Bey bir yıl sonra vefat etti. İstanbul’da vefat eden İsmail Hakkı Bey’in cenazesi vasiyeti üzerine Kastamonu’ya getirildi ve Numanlar köyüne defnedildi. Onun cenazesinde bulunarak vefa borcumuzu yerine getirmeye çalıştık. Tarihi yaşatmak şehri yaşatmak faaliyeti onun yüzüncü yaşında (1918 doğumludur) bir yâd vesilesi olarak kabul edilirse, memnuniyet duyacağız. Sözlerime onun Toprak şiirinin iki kıt’asını okuyarak son vermek istiyorum:

Bolluk sende, hayat sende, can sende,

Ata sende, şehit sende, kan sende.

Vatan sende, şeref sende, şan sende,

Senin için ölmeyen er, er midir?

Yılanlıoğlu toprak kokar her yerin,

Dökülsün toprağa alnından terin,

Bu toprak yoluna adaktır serin,

Vatan için akmayan kan kan mıdır?

 

Yeni Dünyada Şûra, Aralık 2020 sayı 4

TYB Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan’ın “Tarihi yaşatmak şehri yaşatmak” bilgi şölenini açış konuşması. 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Kurtşeyh Dede ve Devrekâni

SEYYİD KURTŞEYH DEDE VE DEVREKÂNİ Ülkemizin her köşesi tarih, kültür ve medeniyet barındırmakta. Tarihte önemli …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerinin Bazı Kıssaları

Mevlana Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin İbret Dolu 6 Kıssası 1- BAĞDAT VALİSİNİN TİTREYİŞİ Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî …

Kapat