Ana Sayfa / Yazarlar / Tarık Buğra ve Osmanlı’nın Edebiyattaki Aksi / M. Nuri BİNGÖL

Tarık Buğra ve Osmanlı’nın Edebiyattaki Aksi / M. Nuri BİNGÖL

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mehmet Nuri BİNGÖL

mneminler5@mynet.com

TARIK BUĞRA VE OSMANLI’NIN EDEBİYATTAKİ AKSİ

-Tarık Buğra’nın ölüm yıldönümü dolayısıyla-

Osmancık” romanı, temel hâdise olarak “Osman hân gâzi”nin hayat safhasının hikâyesi gibi görünse de, kahramanlarının söz, düşünce, hayâl ve tasavvurları vasıtasıyla, bir “Cihân Devleti”nin kuruluşundaki tek unsurun “kuvvet” olamayacağı fikrini işlemektedir.

Vefaiî Şeyhi Ede Balı’nın gözüyle “-Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz oğul, Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz.”dir. (s. 11)

Doğru, Dünya büyüktür… Çok, çok büyüktür; hatta Osman’ın kurabildiğinden de çok büyüktür. Fakat bir ömür için, tek insan içindir bu büyüklük. Bir soy için değil; bir soyun benimseyeceği, bir soya benimsetilecek bir amaç, bir ülkü için değil!
Ve, Dünya’nın böyle amaçlar ve ülküler için küçüldüğü dönemler vardır.
Ve Dünya böyle bir dönemdedir.
Ve, Dünya öyle bir soy, öyle bir ülkü beklemektedir.
Ve, Dünya’ya tekliğinden ayrılmış, soyu ve ülküsü ile özdeşleşmiş, soyunu ülküsü ile özdeşleştirmiş biri gerektir. ” (s. 11-12)

Yine Ede Balı’nın ifâdesiyle, bu sıfatlara sahip olamayan
“……..insanlar umutsuzdur, umutsuzluk delisidir; güçlerini, kuvvetlerini, yeteneklerini, bahtlarını har vurup harman savurur.”

Ve, öyle insanlar, yatsıda doğar, sabah ezanı okunmadan, şafak sökmeden ölür.”ler. (S.12)
Ayrıca Ede Balı’ya göre “… yiğit yiğit, tek yiğit öfkesini yenendir; gücünü, kuvvetini, gönlünü, başını öfkesinden arındırandır; benliğinden sıyrılan kuldur.” (s. 13) Bu görüş, bir Hadis-i Şeriften mânâ olarak süzülmüştür.

Ede Balı’ya göre, bir kimsenin –ya da bireyin- kuvvetli oluşunun sırrı, sırf kaba kuvvet sahibi olmasında değildir.:
“- Kalanoz dediğin kimdir, bilir misin? Bilmiyorsun. Bir Kalanoz vardır, bir de Kalanoz vardır. Öfken ve gururun ikisini bir sanıyor… Kolayı budur da ondan. Öteki Kalanoz, o, göremediğin, anlayamadığın Kalanoz senin gücünü aşar da ondan. Öteki Kalanoz canlı değildir de ondan. Öteki Kalanoz bambaşka bir dâvâdır, Osmancık.” (s. 20) ifâdeleri, eskilerin “ şahs-ı mânevî” dedikleri, bir topluluk adına üstlenilmiş idealdir.

Osman Gazi Bey, henüz Osmancıkken, gençlik çağında “ başında kavak yelleri eserken”, sorumsuz tavırları için kendini hak sahibi biri olarak görmektedir:
“Babası, ağaları.. babasının yoldaşları; beğler.. hangisi ne buyurdu da boyun eğmedi, baş kaldırdı? Hangi buyruğu en iyi biçimde yerine getirmedi?
Bu böyle olunca, gönül eğlendirmek, Felek’ten kam almak yaşının, yakışıklılığının, gücünün, yeteneklerinin hakkı değil miydi?” (s.21)
Ede Balı’nın baş müridi Dursun Fakı, müjdeleyici kimi fertlerin kendilerini feda etseler bile, eninde sonunda o müjdenin yerine geleceğini şöyle belirtir:
“Baharı müjdeler onlar.. özlediğimiz baharı’ diye başladıktan sonra anlatmaya başladı:
Özlediğimiz bahar’lar vardır.. soyca, sopça, ümmetçe özlenen baharlar.
Ve, onların da müjdecileri, bâdem ağaçları vardır.
Gün döndüğünü en evvel onlar duyar.. sezer.. anlar.
Müjdelerler baharı.
Bahar gelmiştir.
Duyan gönüller, gören gözler, düşünen kafalar müjdeyi alır.. hazırlanır.. sanki yaylaya göçün hazırlığı başlamıştır gecikilmemek için.
Gereğini yapmak, gereğini vaktinde yapmak için.
O müjdeciler yüzünden ve sayesinde.
Hava dönebilir. Kış geri dönmüş gibi olabilir. Müjdecileri don vurabilir. Amma müjde şaşmaz; duyanlara, anlayanlara kazandırır..
Ki, bahar gerçekten gelmiştir.
Müjdecilere minnet.. Müjdecilere rahmet.” (s. 24)

Ede Balı benzeri rehber kişiliklerin, bir millet için ne kadar değerli olduğu, “Ertuğrul beğ gazi”nin ifadeleriyle belirtilir:
“Babasının sesi de ta beyninin içindedir, tekrarlayıp duruyor: ‘Dinle oğul; Ede Balı’nın terazisi doğru tartar.. dirhem şaşmaz.” Ve; “ Ede Balı soyumuzun ışığıdır.” (s. 25)
“Osmanlı Cihan Devleti” nin kuruluşunda “kılıç”ınki kadar, Ede Balı misali erenlerin büyük etkisi vardır:
“Işık Ede Balı’da. Bunu böyle bilmeye hazır, çünkü babasına inanır Osman. Ama Osman.. gözüpek Osman, ne kadar istese de, onun üzerine at sürüşünü hatırlamadan yapamıyor; bu yüzden de Ede Balı’ya gidecek yürekliliği bir türlü bulamıyor; cesaretin de çeşitleri varmış, anlıyor öğreniyor:
Ede Balı’nın karşısına dikilmek, yakasına yapışmak, hesap sormak başka şey; utancı yenmek, yüzüne bakabilecek cesaret ve yüreklilik başka! Anladığı ve öğrendiği budur.” (s.26)

Ensedeki el de, hemen yumuşamıştır; okşayışlar artık yumuşacıktır, sevgi doludur, dosttur: Anlaşma kesinleşmiştir; sonuç sevmesini bilen, benimseyen dürüst kuvvetindir.” (s. 31) ifadeleri ise “kör kuvvet”in tek başına bir işe yaramayacağının ifadesidir.
“Osmanlı Cihan Devleti”nin kuruluş ve gelişmesinde rol oynayan kimselerin fedakarlık ve “diğerkamlık” gibi hislere sahip olması, bir devletin gelişmesinde bu duyguların ne büyük öneme sahip olduğunun ifadesidir:
“Gelmiş, Allah’ın dağbaşı demiş, sahiplenmişsin. Amma pek azını mallanmışsın. Ondan anladım.”
Ve sordu:
‘Nedendir bu?’
Adam, Osman’ın yanına gelmişti. Uzun boyluydu. Yüzünü tam görmesi için Osman’ın başını kaldırması gerekiyordu. Ve adam, artık, şakacı değildi:
‘Gün olur, buraya daha başka canlar da gelir diye umarım. Onlara da yer kalsın diye düşünürüm.” (s. 32)

Roman bir tek şahsın hayat hikayesinden ibaret olmadığından, bütün bir millet ya da tüm bir topluluğun geleceği ile ilgili taktik yorumlar da yapmaktadır. Bunlardan biri de, uygun vaktinde yapılmamış bir girişimin netice vermeyeceği görüşüdür. Ede Balı’nın, Osman Bey’e hitaben söyledikleri bu açıdan mühimdir:
“Beni görmek dilemişsin; vakti değil dedim.Vakti dileyen kollar, Osmancık. Vakti, sabır ve sebat ve azim bulur. Sabrın, sebatın ve azmin belli oldu. Beni de hoşnut etti. Çünkü en değerli erdemlerdir bunlar. Berhudar ol.” (s. 50)
İnsan psikolojisi ve mizacına ayrı önemde yer veren Buğra, farklı karakterdeki insanların, telkin ve tebliği daha değişik yollardan olabileceğini;
“Hey Osmancık; diyelim onu bilmiyorsun; ha bir de , ne etmeyip ne işlemeyesin ister, onu düşünsen? İşe oradan başlasan?” (s.57) sözleriyle belirtir.
Mihail Kosses’in gözüyle verilen bu düşünce Hz. Ali’nin söylediği “İnandığı gibi yaşamayanlar, bir gün yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.” hikmetli beyanının bir yansıması gibidir:
“Cesaretten, kahramanlıktan, gözükaralıktan bambaşka bir şeydi onlarınki.. bir kişilik koruması, bir düzen’in, bir anlayışın, bir dünya görüşünün önlenemez gereği idi.” ( s. 64)
Zamanın geçmesiyle “soğuyan görenekler”, yani yozlaşan güzel ahlak, bir milletin sonunun başlangıcıdır da:
“Umursanmaz olan, kavranamaz hale gelen, küçümsenme bile denmeyecek kadar soğuyan görenekler, gelenekler, töreler, inançlar; bir kelime ile, uygarlık; ancak onunla ve onun için yaşanılan uygarlıkta eriyecektir. Önlenemezdi bu.” (s. 66)
Mihail Kosses’lere misafir gelen papaz, Mihail’in aksine, Kayı Boyu’nda ve Osmancık’ta bulunan “ diğerkâm”lığı; kendisi zarar görse bile güçlüyle karşılaşan zayıfın imdadına yetişme özelliğini “ aptallık” olarak görmektedir. (s. 68)

Bizans’ın ve ona bağlı tekfurların durumu şu satırlarla sunulmaktadır:
“Tekfürler birbirlerine karşı tutum ve davranışları da, daha sert olmak üzere aynı idi.Onlar da birbirlerini kıskanıyor, çekemiyor, düşman görüyorlardı. Biri dara düştü mü, ötekiler bayram yapıyordu. Düşene bir tekme de onlardan geliyordu. Dostlukları yüze gülücülükten başka bir şey değildi; birbirlerine güvenmedikleri, güvenmemelerini bildikleri içindi. Ve birlikte yiyip içme, eğlenme ile, bir de kuvvet güç ve servet gösterme kastıyla sınırlı idi.” (s. 69-70)
Bir kimsenin olumlu bir duruma dönüşmesi için çevresindeki insanların ona yardımcı olması gerektiği, Osmancık’ın şu sözleriyle açığa vurulur:
“… Amma Kumral ağam Abdal, and içerim ki, Ede Balı bir şeyde yanlıştır. İnsan değişir. Ben değişiyorum; değişebileceğimi biliyorum. Yardımcı olun bana.. yardımcı olsun bana.” (s. 77)
Osman Bey’e, Ede Balı’nın düşüncesini tekrarlatan ifadeler, yakınlık ve uzaklık kavramlarını, kişilere hakim “ülkü”lerin büyüklüğüne göre değişiklik gösterebileceğini belirtir:
“Yakın ve ırak.. yıldızlar ve Dünya.. zamanı paylaştıkları.. ve zamanla, şu zamanları paylaşanları asla bilemeyecek olanlar; bilemeyecek ve bilmeden, bilmeyi düşünmeden bu zamanlardan kalma bir şeylerle beslenecek, gelişecek olanlar, yani, o Sivrikaya gecesinde Ede Balı’nın söyleyip de, kendisinin anlamadığı, anlamak istemediği, şimdi de ancak yarım yamalak sezinlediği şey.. kafasında çengellenen sorulara sebep olan şey.. benimsenen ve benimsetilen amaç, ülkü!” (s.80)
İdeal ve inancın insan hayatındaki inkar edilemez ehemmiyeti, yine Ede Balı’nın sözleriyle verilir:
“Susuşu, bu sefer, çok az sürdü;
‘Osmancık, ey Osmancık’ diye başlarken sesi, belli belirsiz de olsa yükselmişti; ‘ insanı ancak iman yalnız bırakır, ülkü yalnız bırakır. Bunu böyle bil. Yardım dilemişsin; yardım ancak imandandır, ülküdendir. Bunu böyle bil. Bir gün.. umarım tez gelecektir o gün, ki bunu anlayacaksın.. senden bekleneni anlayacaksın.” ( s.90)
Açıksözlü olmanın ve açıksözlü olana tahammül etmenin değeri de şöyle belirtilir:
“Dedin ki, susarsam ikiyüzlülüğe katlanmış, sana da, kendime de saygısızlık etmiş olurum. Ben de diyorum ki, bugün, yarın, hangi halde olursan ol, karşında susmayanlara katlanır da öfkelenmez de, gereğini yapar mısın?” (s. 91)
Kayı Boyu’nun tarihi misyonu, Ede Balı’nın düşüncesinde şu şekilde tayin edilmiştir:
“Kayı boyu, Ede Balı’ya göre, Tanrı görevlisidir; Kayı boyu, gücünün ulaştığı yörelere adaleti dağıtmakla görevlidir; Kayı boyu , gücünün ulaştığı yörelerde insanlara güven, huzur, varlık ve hoş geçim sağlamakla görevlidir; Kayı boyu, başta Oğuzlar, birleştirmekle, bütünleştirmekle, onarmakla, yüceltmekle görevlidir, ve Kayı boyu bu görevi üstlenip başarmaya mecburdur.” (s. 95)
İnsanın gerçek niyetini gizlemesi, politik manevralardan medet ummasının bozuk karakter özelliklerinden olduğu, Gökçe Bacı’nın sözleriyle belirtilir:
“Al sana bir hoşluk daha.. bıldır, ben beğlik istemem deyen, şimdi; önümde ağam var, der. Eskiden de önümde ağam var deye, istemem der idiysen eyi; amma, beğliği ister de içinde saklamışsan kötü.” (s. 104)
Bir kimsenin mizacında bulunan özelliklerin tamamen değiştirilemeyeceği, ancak o huyların yönünün düzeltilebileceği fikri şöyle savunulu:
“Osman düşündü; Ede Balı onun atılganlığına, dövüşkenliğine, gözüpekliğine karşı değildi ki…
Ede Balı’nın değiştirmek istediği, bunları kullanışı idi!
Kendisi için değil, boy’un, soyun, sopun için!” (s. 107) Bir boyun –ya da bir topluluğun- geleceğini şekillendirecek bir liderlikte bulunması gereken unsurlardan biri de “aklı görgüyle beslenmiş” olmaktır. (s. 115)

Osmanlı ve Kayı boyu, tarih boyunca bütün icraatını , İslam Dini’ndeki “istişare”, Türk töresindeki “kurultay”, yani fikir alışverişinden sonra varılan ortak kararlarla yapmıştır. (s. 117)
Böyle bir kurultayda alınan ortak karar, kardeşlerden birinin faydasına, diğerlerinin zararına olsa bile, “ bin can ile” uyulur:
“Ve birden bire Osman’a döndü:
‘Ey Osmancık, benim yiğit kardeşim, bundan böyle dileğin ve öğüdün bana buyruktur.’ Diyerek, Osman Bey’in “bağlığını” kutlayan Gündüz Alp’in sözleri bu büyük hasleti açıkça gösterir. (s. 118)
Osman Bey’e “bağlık” kararının tebliğinden sonra, Ede Balı’nın nasihatleri, tüm tarih boyunca, bir topluluğun geleceğini etkileyecek lider kişiliklere verilen bir ders gibidir.
“Ey Osmancık; Tanrı gözünü, gönlünü ve yolunu ışıtsın; bileğinin, yüreğinin gücünü pekiştirsin; haktan, adaletten, merhametten, azimden, sebattan garib komasın.
“Ey Osmancık, beğsin. Beğliğini bil, beğliğini unutma.
“Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde; katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoşgörmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize; bağışlama sana.
“ Ey Osmancık; bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengenlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak, şevklendirmek, gayretlendirmek sana.
“Ey Osmancık; yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Tanrı yardımcın olsun; beğliğini kutlu kılsın; hak yoluna kararlı kılsın; ışığını parıldatsın, uzaklara iletsin; sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürtmeyecek akıl versin.”( s. 119-120)
Dünyanın geçiciliğini, Osman’ın annesi Cankız şu sözleriyle belirtir:
Ve, işte bu buruk gülüşüyle, tıpkı bu gülüşüyle, ama böyle şakaya kaymadan, tıpkı böyle:
‘- Ey oğul; kendini bul oğul!’ demişti.
Böyle bırakmamıştı ama o gün, Cankız o gün , kendini zorlaya zorlaya konuşmuştu.
‘- Ertuğrul beğ oğluna gevşeklik yaraşmaz; saht ol oğul. Dünya budur; günü gelen gider. Deden Süleyman Şah gitti. Fatma Anamız gitti. Muhammed Mustafa gitti. Kutluluk gözü arkada gitmemektir oğul. Yüzün kara etme ki gözüm arkada kalmaya.’
Ve, zorlaya zorlaya tamamlamıştır.
‘- Sana güvenirim; yanıltmış olma. Ağaların yiğittir, arlıdır oğul. İlla ben sana güvenirim, yanıltmış olma.. ki, kabrimde rahat yatayım.”(s. 123)
Sözlerinin sonunda da eklemiştir Cankız:
“- Yasa kaptırma kendini. Olana kaptırma. Kendini.Dönüp arkana bakma. Sev… sevgin ayakbağı olmasın. Nankör olma… vefan ayakbağı olmasın. Var git şimdi; seni beklerler.” (s. 123)
Kibir ve başkasını hor görmenin, bir devlet başkanına -ya da başkomutana- yakışmayacağını, onu zayıf düşüreceğini, Ertuğrul Gazi’nin anlattığı, Alparslan’ın şehadetiyle ilgili kıssa iyice açıklar:
“- Alp Arslan’ı bil, Osmancık. Tanrıdan başka ulu varsa ve olursa ve olacaksa (haşa), ulular ulusuydu o. Ülkeler almıştı. Ve, bir avuç toprağa verilmeden önce, son nefesini vermeden önce, bir gaflet anında, o bağışlamaz yarayı aldıktan sonra şöyle demişti:
‘- Bu ölümü, böyle ölümü hak ettim. Gençliğimde bir bilgin bana,; alçak gönüllü ol, kuvvetine güvenme, düşmanlarını hor görme demişti. Bu öğüdü unuttum; kibrim yüzünden cezalandırılıyorum. Daha dün; Dünya atımın ayakları altında titriyor sanırdım ve, kendi kendime: Sen Dünya ‘nın efendisi ve yenilmez savaşçısısın, diyordum. Şimdi ise, gafletin yüzünden, cılız bir düşmanın darbesiyle ölüyorum. Bu ordular ve bu şeref, bu şan, bu taht artık benim değil; hiçbir şey benim değil.” (s. 126)
Bir devlet başkanına , makamındaki “vakar”ından sonra, evine gittiğinde sevgi ve şefkat hisleriyle hareket etmesi gerektiğini şu satırlarda buluyoruz:
“Beğ Osman.. oğul ve koca Osman.
Birini ötekine yendirmemenin yolu çetin olacaktı; anladı bunu.
İkisinin de vebali boynunda idi; ikisini de korumak istiyordu; ikisini de benimsiyordu.
Malhun hatun, on – on beş adım ötede, bölme kiliminin ardında, işte bu çadırın yatmalığında idi, ve, Osman’lardan biri onu alıp gitmemeli, öteki Osman’ı yalnız komamalıydı.
Ya öteki Osman?
Öteki Osman da, ana acısına, oğul muştusuna gönül kapamamalıydı.
Her şey göz açıp kapayıncaya kadar oldu.
Osman, ara kilimini kaldırdığı gibi yatmalığa girdi, yün eğiren Malhun’un önünde diz çöktü; kucakladı onu; kana kana öptü ve bir tek kelime söylemeden , geldiği gibi döndü. Ama, Malhun Hatun’un mahzun yüzünde açan gülleri de görmüştü. Yoldaşları geldiği zaman daha bir diri, daha bir canlı, daha bir güçlüydü, daha bir Osman’dı.
Öyle geliyordu ona. Ve, yoldaşlarına da, herkese de öyle geldi.” (s. 131)
Eserin bütününe ve epizotların özüne sinmiş töre ve geleneklere önem veriş, ergenlik çağına ayak basma “şölen”inin tasvirinde de görülür:
“ Şölen, Savcı’nın ala sayvanında idi.
Savcı’nın büyük oğlu, çini gözlü Banu’nun ağası, Osman beğ’in en sevdiği yeğeni, on üç yaşına taze basmış Bay Koca, bir gün önce, avda, atı boyunda bir geyik yıkmıştı. Şölen bunu kutlamak içindi.” (s. 137)
Bir lider kişilikte bulunması gereken kararlılığın doruğunu şu sözler belirtir:
“- Baba’ dedi, ‘ beğ sen isen, buyur ki, uyalım. Yok beğ, ben isem baba, oğlunun beğliğini bereleme.” (s. 152)
Osman Bey’in, Kulacahisar’daki halka yaptığı konuşma, “ Osmanlı Cihan Devleti”nin altı yüz küsur yıl, pek çok dine mensup, birçok milletten insanı hangi bakış açısıyla, barış içinde ve birarada, tuttuğunun göstergesi gibidir:
“- Gönlünüzü hoş tutun. Korkmayın. Canınıza, malınıza, ırzınıza zerre ziyan gelmeyecektir. Bunu ben. Kayı beği Osman size söyledim. İmdi, pazara gidecekler yola koyulsun. Onları benim yiğitlerim koruyacaktır. Dönüşünüzde de böyle olacaktır. Bundan böyle hep böyle olacaktır. Kulacahisar’ı hep yiğitlerim koruyacaktır. Size ziyan verecekleri yiğitlerim karşılayacaktır.Geceniz gündüzünüzden emin olacaktır. Bunu size ben, Kayı beği Osman, ben derim.” (s. 176)
Osman Bey’in annesi Cankız’ın ölümüyle yapılan defin merasimi, Kayı B0yu’nun “ ölüm hadisesi”ne ne şekilde baktıklarını gösterir.
“ Cankız’ın mezarı hazırlanıyor, Dursun Fakı ile Kumral Abdal Kur’an okuyordu.
Ertuğrul beğ gazi, bir adım gerisinde, Osman, solunda da Osman’la aynı hizada olmak üzere, Gündüz ve Savcı, doksan yaşına rağmen oğulları gibi dimdik duruyordu. Ellerini gökyüzüne açmışlardı. Onlara bakanlar, ölümden ve hayattan çok, çok daha önemli bir şeyin idraki ile, ölümün ve hayatın ötesinde bir şeyin görevlileri sanırdı.” (s. 179)
Osman Bey’in, Malhun Hatun’a “niçin Zümrüdü Ankam deiği şöyle anlatılır:
“ O zaman, Osman beğ ona döner, gülümserdi. Malhun Hatun anlardı ki, kocası için artık yoktur; ama, bu daha güzeldir, çok daha tatlıdır; çünkü artık kocasındadır; Osman beğ Malhun Hatun’u özümsemiştir. Malhun Hatun ile bir olmuştur.; Malhun Hatun ondadır, onun dışında değildir.. onun dışında olmayacaktır.Malhun Hatun bu aşkla gururludur ve mutludur.
Ve, Malhun Hatun, kocasının, Osmancığın ve Osman beğin kendisine niçin, Zümrüdü Ankam benim dediğini çok iyi biliyordu. Bu bilgi de Malhun Hatun’un mutluluğunu, gururunu, övüncünü ve aşkını güzelleştiriyordu.” (s. 193- 194)
Osmanlı ve Kayı töresinde;
“Uruz da onları atlarına ters bağlattırarak salıverdi.” (s. 198) satırlarında anlatıldığı gibi, “ ata ters bağlamak” bir aşağılama ifadesidir.
“ Emine’nin babası, onun gözlerine bakıyordu.
‘- Umarım. Beklerim, ki ere kız vermenin sevincini, Savcı beğin oğlu, beğimiz Osman beğin yeğeni Bay Koca gibi bir oğul edinmenin övüncünü duyalım.” (s. 205) satırları, Kayı Boyu için, “ Peygamber sünneti” gereği, evlendirmede, evlatlar arasında kız erkek farkı gözetilmediği belirtilir.
Osman Bey’in şu sözlerindeki inancın,ü tavırlarına yansıdığı çok bellidir:
“ Kısa bir ara verdi. Sonra ayağa kalktı. Eli gene kılıcının kabzasını kavramıştı. Sesi daha da basıklaştı:
‘- Ne ki, karar vermişimdir, o edilecektir. Yolumuzu kısaltan Allah’a şükürler olsun.” ( s. 210)
Bir “cihan devleti”ne sadece savaşçı ve “kılıç eri”nin değil, öbür sahalarda ustalaşmış kişilerin de gerektiğini, Osman Bey’in sözlerinde buluruz.
“- Seni ve anasını üzgün görürüm, Sungur Kardaşım. Sakın ola, üzülmeyesin. Osman kılıç çalamayacak deye, ılgar edemeyecek deye. Kayı’ya kılıç döğenler gerek, Kayı’ya at donatanlar gerek. Kayı’ya köprü atanlar gerek. Kayı’ya bilgin gerek. Sana mesel deye derim: Bir Ede Balı beş Osman’dan yeğdir. Beş Osman’dan biri, ya Ede Balı, ya Bican Derviş, ya Hasan Yapıcı olmak gerek.” (s. 202)
Kader inancının Osmanlı devleti kurucularına tam olarak hakim olduğu şu satırlarda ifadesini bulur:
“ Değil Sungur, Osman beği bile.. Osmancık bile, Osman beğ gazi bile; önüne çıkanı deviren o bile alınyazısından hızlı olamazdı; Bay Koca gitmişti.” (s. 214)
“-………….. Batıl bir oldu, hak da bir olmak gerektir.” (s. 219) sözü de, Osman Bey’in birliğe verdiği vazgeçilemez önemi gösterir.
Bir devletin kendi imali olan ve stratejik ehemmiyeti bulunan ürünleri, kontrol altında tutmasının zarureti şöyle anlatılır:
‘ – Biniti bidevî idi, Koca Kumlaş kardaş. Sanırım Bayat’tan almadır.” dedi; “ Kalanoz’unki de öyle idi. Ben derim ki, kardaşlarım, Rum’a her şey satalım; pazara halımızı, kilimimizi, yağımızı, balımızı, velhasıl, ektiğimizi, biçtiğimizi, yaptığımızı, ürettiğimizi götürelim; amma Rum’a aygır satmayalım, koç satmayalım, tezgâh satmayalım. Yün satalım, boyalı iplik satalım, boya satmayalım, tohum satmayalım.’
Sonra, anayurttan getirdikleri atların, koyunların ve üretim araçlarının üstünlüklerini, buna karşılık Bizanslılardaki yozlaşmışlıklarını, verimsizliklerini anlattı. Beğlerin aklı yattı. Osman beğ bunu görünce;
‘ – Yayın bunları derim; herkese söyleyin; pazarcılarınıza buyurun’ dedi; “ Benim atım, benim kılıcım bana karşı gelmesin.” (s. 220- 221)
“Osmanlı Cihan Devleti”ni kuran şuurun nasıl bir inanca sahip olduğu şu satırlardan açıkça anlaşılmaktadır:
“Osman beğ, kürekle son toprağı da koyduktan sonra meydana bakıyor; nice badem ağacı görüyor.. nice müjdeci görüyor. Ölümlerinin kendilerine Cennet kapısını açacağına iman edenlerdir bunlar.
Ve, Osman beğ, ağabeyi için.. ve asıl, Bay Koca için yanışına utanıryor; onları meydanda yatanlardan ayırt etmiş sayıyor kendini ve onlara haksızlık ettiğine.. ağabeyi ile Bay Koca’ya haksızlık ettiğine inanır gibi oluyor; ellerini açıp Fâtiha tazeliyor.” ( s.226)
Osmanlı’da “ölüm gerçeği” o kadar benimsenmiştir ki, toprağa verilen şehitler yalnız kalmasın diye, iskan yeri bile değiştirilir:
“- Köyleri burada olsun dedik, beğ. Mezarlarımıza sahip çıkalım, mezarlığımızın yanında köy yaşatalım dedik, beğ. Şehitlerimizi yalnız bırakmayalım dedik, beğ. Vakti erenleri onlara yoldaş kılıp mutlandıralım dedik, beğ.” (s. 231)
Zaman- insan birlikteliği de şu satırlarda ifadesini bulur:

Çoktan çözmüştür büyüyü o. Şu koskoca yuvarlağın, dünyanın kime, ne için büyük olduğunu ve nasıl küçüleceğini çoktan anlamıştır. Zaman, çoktandır, Sivrikaya ile birliktedir; zaman ancak ve sadece Sivrikaya içindir, Sivrikaya’ya, Sivrikaya’da tohumu atılan ve gittikçe kesinleşip aydınlanan idrak içindir; ona çalışmaktadır; Osman beğ zamanını ta kendisidir; zaman, çünkü, benimsenen ve gittikçe yaygınlaşan amaçtır.” (s. 267)
Orhan Bey’in sualine verilen cevap da, kız kaçırma hadisesine karşı konulmuş bir gelenektir:
“Tekfür kızı kaçırmak, Ertuğrul beğ gazi töresine aykırıdır.” (s. 281)
Yazarın , Osmancık’taki olumlu değişmeyi yorumlarken kullandığı ifadeler, bir kişinin mizacının tamamiyle değişemeyeceğini, bunun – aslında- mümkün de olmadığını, ancak bir kısım huylarının iyi davranışlarda kullanılabileceğini anlatır:
“ Gökçe bacı dileğine aykırı değildir bu; Osman beğin Osmancık öfkesinden kopuşu değildir; Osmancık yürekliliğine sırt çeviriş değildir.. Osman beğ, elbette, Osmancığın ardından , kuluçkasından çıkan ördek yavrularının Harlak ırmağına dalıverişini gören gurklu tavuk gibi telaşlanmayacak, çırpınmayacaktır. Osmancığın suya dalacağını ve dalması gerektiğini daima bilecek, ama suyu Osman beğ seçecek, suya Osman beğ götürecektir.” (s.284)
Osman Bey, amcası Dündar Bey’in boyu birbirine düşürücü söz ve fiillerinden sonra takındığı tavır, şahsi yakınlıkların, bütün bir milleti zarara uğratıcı davranışlara anlayış ve hoşgörü ile bakılamayacağını şöyle belirtir:
“ Ama, Osman beğin sesini değiştiremiyor. Aksine, ses daha da basıklaşmıştır. Osman beğ:
‘- Benim büyüğümdür!’ diyor ve derin bir nefes aldıktan sonra, aynı sesle, gözleri çakmak çakmak ekliyor: ‘ Benim büyüğümdür; Kayı’nın değil… Oğuz’un heç değil… Ümmet-i Muhammed’in heç değil.” (s.285)

Ve, Osman beğe öyle gelmektedir ki, ‘Allah’ın orduları’ sonu gelmeyecek zamanın içinde yalnız hisarlar düşürmekle, köyler, kentler, yaylaklar, kışlaklar, ırmaklar, topraklar almakla kalmayacak; Bay Koca’ları, Savcı’ları ve nice İkizce şehitleri ile, nice gazaların nice şehitlerini geri getirecek, yenşleştirecektir; Abdullah’ları çoğaltacaktır.” ( s. 289) satırları, Osman Bey’in fetihler hakkındaki yorumundan ibarettir.

Osman Bey’e, Selçuk Sultanı tarafından “hânlık” beratı yollandığında, gönderilen hediyeler Cuma namazından önce açılır. ( s.310) Dursun Fakı’nın verdiği hutbe, bütün çağlardaki devlet başkanlarına verilmiş bir derse benzer:
“Adalete uymayan, zulm eden hânı dine afet olarak gösteriyor; onun mal hırsına düşmesini felaket sayıyor; ehil olmayan ve sorumluluklarını kavrayamayan bir başkanın Kıyamet belirtisi olduğunu söylüyor;
‘- Peygamberimiz buyurmuştur ki, Allah’ın kullarına zulüm ve cevr ile musallat olan hân, Kıyamet günü en şiddetli azaba uğrayacaktır.’ diyor.
Ve, Dursun Fakı, gene hadis’lere dayanarak, emÎr’in adalet’ten koptuğu zaman Şeytan’ın emrine girmiş sayılacağını bildiriyor.
Ve, Osman gazi han, Dursun Fakı’yı saygıyla dinliyor, can kulağı ile dinliyor.” (s. 311)
Osmanlı gibi asırlarca dünyada hüküm süren bir kuran bir devletin kurucusu ve idarecilerinde makam mevki hırsı bulunmamalı, gerektiğinde bunu daha ehil birine devredebilmelidir:
“Osman gazi han, yalnız kalınca, ilk defa hüzünle gülümsüyor; önüne geçilemez, değiştirilemez ve boyun bükülerek, ama en değerli mertlikle, en üstün yiğitlikle kabul edilmesi gereken gerçeği düşünüyor.
Nöbet.. sancak devredilmelidir: Vakti gelmektedir. “ (s. 335)

Yazar : Mehmet Nuri BİNGÖL

BİYOGRAFİ
1961’de Şanlıurfa/Birecik’te doğdu. İlkokul ve ortaokulu aynı ilçede okudu. 1982’de İstanbul Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Anadolu’nun çok yöresinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı.
Yazgı, Köprü, Bizim Külliye dergilerinde hikâye, deneme ve makaleleri yer aldı. Gap Gündemi, Tasvir, Yeni Nesil gazetelerinde yazıları yayımlandı. Birecik yıllıklarına alınmış şiirleri, yaptığı derlemeleri ve değişik site ve kitaplara alınmış makale, mülakat ve köşe yazıları bulunuyor.
Kitaplaşan iki eseri ve tefrika romanları Mehmet Nuri EMİNLER mahlasıyla yayımlanmıştır. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğine devam ediyor. Birecik’te temsilciliği açıldığı ilk günden beri Eğitim-Bir-Sen üyesi. Dört kızı ve üç torunu bulunuyor. Şanlıurfa/ Birecik’te ikâmet ediyor.

Tarık Buğra ile yaptığı mülakatın iktibas edildiği eserler:
Politika Dışı (Tarık Buğra)
Tarık Buğra’yla Söyleşiler (Mehmet Tekin)

Hikâyelerinin İktibas Edildiği Eserler:
Kedinâme (M. Nuri Yardım, 2019)
Dergizan Yıllığı (Ramazan Seydaoğlu, 2020)

İktibas edilen mahalli derlemeleri:
Cumhuriyetin 50. Yılında Birecik Yıllığı
Cumhuriyetin 70. Yılında Birecik Yıllığı

Tefrika Romanları:
Yokuşta ( 1986)
Yokuşta Tırmanış-1 (1984)
Yokuşta Tırmanış- 2 (1988)
Kafkasya’da Sarp Ufuklar (1981)

Kitapları:
Sürgündeki Çeçenya (1. Baskı: 1996; 2. Baskı: 2000) Gençlik Yayınevi
Nur Üstad (Biyografi- Deneme; 2002) Erguvan Yayınevi
Siyahtan Turkuaza (15 Temmuz) [Hikâyeler] 2021. KDY yayıncılık
Ver Elini Türkmeneli [Gönül Sayhası-1] (Roman) 2021, KDY Yayıncılık
Azada Yürüyüş [Gönül Sayhası-2] (Roman), 2021, KDY Yayıncılık, "Bir Başka Çeşme" (2022- KDY- Öyküler)

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Mehdî-i Âl-i Resul ve “Sünnet-i Seniyyeyi İhyâ” Vazifesi / M. Nuri BİNGÖL

Mehmet Nuri BİNGÖL mneminler5@mynet.com MEHDİ-İ AL-İ RESUL VE “SÜNNET-İ SENİYYEYİ İHYA” VAZİFESİ… “Mehdi” kelimesinin “lügavi” …

Kapat