Tefsîr ile Tercüme Arasındaki Fark

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Tefsîr ile Terceme Arasındaki Fark

Ömer Nasuhi BİLMEN (rha)

Tefsîr’in mâhiyyetine dâir yukarda ma’lûmat vermiş buluşuyoruz. Bu ma’lûmattan anlaşılmıştır ki Tefsîr, bir ibarenin, bir eserin mâhiyyeüni, başka ta’birler ile îzah eder, mânasını  mümkün mertebe anlatır; kelimelerini tahlil eder; icabeden noktalarını tevcih ve takdir ederek maksadın tecellîsine hizmette bulunmuş olur.

Binaen-aleyh Tefsir, müfesserden başkadır; onun incilâsına hâdimdir. Her ikisi bir lisan ile olabileceği gibi başka başka lisanlar ile de olabilir. Bu cihetle Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir lisan ile tefsiri caiz ve tefsirin Kur’an olmadığı herkesçe ma’lûmdur.

Tercemeye gelince: Bu iki türlüdür. Biri (Terceme-i Tefsîriyye) dir ki bu da bir nevi Tefsir demektir. Bir ibarenin mânâsını daha mufassalca bir ibare ile mümkün mertebe ifâde etmek, o ibareyi hulasaten tevcihe çalış­mak demektir. Böyle bir terceme, aslın aynı sayılmaz; belki onun mealini bir dereceye kadar anlatmış, açıklatmış bulunur. Kur’ân-ı Azîm’in bu veç­hile tercemesi de tecviz edilmiştir. Maâ-mâfih böyle bir tercemenin makbul olabilmesi için tefsirdeki şeraite riâyet edilmiş olması lâzımdır. Mücerred re’ye lûgata istinaden yazılmış olacak bu kabil tercemeleri okumak caiz görülemez.

Tercemenin diğer türlüsü de (Terceme-i Harfiyye)dir ki, bir ibareyi onun yerine tamâmı tamâmına kaim olacak diğer bir ibareye tebdil etmek demektir. Böyle bir terceme, bir eseri, bir ibareyi yazıldığı lisandaki mürâdif kelimeler ile tebdil etmek sûretile yapılabileceği gibi başka lisanlara ait, aynı mânâyı müfid olan yabancı kelimeler ile de yapılabilir. Böyle bir terceme aslının tam dengi olmak, aslının mânâsını tamamen ifâde etmek aslının üslûbunu, belâgatini, nüktelerini tıpkısı tıpkısına câmi’ bulunmak icâbeder. Böyle bir terceme ise insanların eserleri arasında bile pek müş­küldür. Çünkü lügatler arasındaki farklar, insanların uslûblarındaki, şümûllerindeki mübâyenetler, böyle bir tercemenin meydana gelmesine bü­yük bir engel teşkil eder. Artık böyle bir terceme i’câz mertebesini hâiz bulunan bir kelâma âid olunca büsbütün muhal bulunmuş olur.

İşte bu cihetledir ki Kur’ân-ı Azîm’in terceme-i harfiyye sûretîle ter­cemesi tecviz edilmiştir. Bu tarzda yazılmasına çalışılacak bir terceme, Kur’ân-ı Mübîn’in nihayet kısa bir mealinden ibaret bulunur. Kur’ân-ı Mübîn’in ihtiva ettiği mânâları, işaretleri, nükteleri, hükümleri kısmen ifâde etmekten başka bir şey olmaz. Binâen-aleyh kendisine de asla Kur’ân hükmü verilemez.

Kur’ân-ı Kerîm’in terceme-i harfiyye suretiyle  terceme edilemiyeceğine bütün İslâm âlimleri káil olmuştur. Bu hususta bir İcmâ-i Ümmet vardır. Kaffâl-i Kebir, İmâm-ı Gazali, İbn-i Teymiye, Düsûkî Şeyh Haseneyn Mahlûf, Şeyh Muhammed Bahit gibi eski ve yeni âlimler bu mevzua dâir eserler, makaleler yazmışlar, böyle bir tercemenin mümkün ve caiz olma­dığını tasrih etmişlerdir. Bu hususa dair Haseneyn Mahlûi’un adındaki eserinde Şeyh Muhammed Süleyman’ın unvanlı kitabında ve 1357 senesi Bağdad’da neşredilmiş olan mecmuasında kâfi derecede ma’lûmat vardır.

Terceme-i harfiyyenin muhal ve gayr-i caiz olduğuna dair olanlar şu veçhile hülâsa edilebilir:

1- Kur’ân-ı Mübîn’in fesâhat, belâgat, üslûb, tarz-ı beyan i’tibârîle olan i’câzı, kendisine mahsus, kudsî, mübarek nazmı vâsıtası ile tecellî eder. Bu ulvî nazım, aradan çıkınca bu i’caz tebarüz edemez. İ’cazdan hâlî bulu­nan ibareler ise Kur’ân’dan başka bir şey olmuş olur. Binaen-aleyh Kur’ân-ı Kerîm’in böyle bir tercemesi muhaldir; haramdır.

Nevevî Merhum da Îmâmü’l-Haremeyn’den şöyle nakletmiştir: “Kur’ân’ın tercemesi Kur’ân değildir. Bunda Müslümanların icmâı var­dır. Çünkü Kur’ân, mu’cizdir. Terceme ise mu’ciz değildir.”

2 –Kur’ân-ı Kerîm’ in münzel olan nazmına ve tevkîfî bulunan resm-i hattına nazaran müteaddid kıraet vecihleri vardır.  Bunlardan müteaddid hükümler, nükteler tecellî etmektedir. Tercemelerde, başka resm-i hatlar­da ise bunları muhafazaya imkân yoktur. Binaen-aleyh tercemeler asla Kur’­ân sayılamaz.

3-Kur’ân-ı Kerîm, yalnız nazımdan, yalnız mânâdan ibaret değil, belki her ikisinin mecmuundan ibarettir. Kur’ân’ın mânâsı İlâhî olduğu gibi naz­mı da vahye müstenid, kudsî bir hüviyyeti hâizdir. Bu nazmın okunması başlıca ibâdetlerden sayılır. Tercemeler ise mânâ cihetleriyle Kur’ân’a yak­laşsa bile nazım i’tibârîle Kur’ân’dan  ayrılmış, Kur’ân mahiyyetini hâiz bulunmamış olur. Binaen-aleyh bu bakımdan da Kur’ân-ı Kerîm’in terceme­si mümkün ve muvafık değildir.

4 –Arabcaya mahsus (edevat) ve (hurûf-ı meânî) ta’bir edi en birtakım kelimeler vardır ki bunlar diğer kelimelere inzimam edince müteaddid mânâları, hükümleri tazammun ederler. Halbuki başka lisanlarla bunların karşılığını bulmak çok kere mümkün olamaz. Böyle bir edatın delâletindeki urnîmiyeti veya lâtif bir işareti başka bir lâfız ile muhafaza etmek müteazzir bulunur. Maâmâfih böyle bir terceme insanların yazıları arasında ka­bil olsa da İlâhî bir yazı ile beşerî bir yazı arasında asla kabil olamaz. îşte bu bakımdan da Kur’ân-ı Mübîn’in tercemesi mümkün değildir.

5 – Allahu Teâlâ Hazretleri Kur’ân-ı Âyet-i Kerîmesinde Arabiyyetle tavsif ediyor, Âyetlerîle de Kur’ân’ın bir Rûh, bir Nûr olduğunu haber veriyor. Binaen-aleyh başka lisanlar ile olan tercemeler, Arabiyyet vasfından mahrum bulunur. Rûh ile Nûr ise esasen terceme edilemez. îşte bu i’tibâr ile de Kur’ân-ı Mübîn’in    tercemesi kábil değildir.

6- Kur’ân-ı Kerîm’in nazmını, resm-i hattını değiştirmek îlâhî bir kelâmın kudsiyyetini ve Resûl-i Ekrem’in ta’lim ve işaretine müstenid bir yazının ehemmiyetini istisgar, hürmetini ihlâl etmek demektir. Binaen-aleyh bu cihetle de Kur’ân’ın tercemesi caiz olamaz. Maksad Kur’ân-ı Azîm’ in mânâsını herkese anlatmak ve muhtelif milletlerin ellerinde bulunan tercemelerin yanlışlıklarını göstermek ise bu, Tefsir tarzında ve münakkah bir surette yazılacak (Terceme-i Tefsîriyye) ile te’min edilebilir. Yoksa (Terceme-i Harfîye) de Tefsire muhtaç, aslın ihtiva ettiği mânâaları ifâdeye gayr-i kâfi olacağından onunla bu maksad te’min edilmiş olamaz. Belki Lâ-hûtî bir nûrâniyeti, bir lemeânı hâiz olan Kur’ân-ı Azîm, donuk bir şekil­de gösterilmiş olur. Böyle bir hareket ise yanlış zehablara sebebiyet vere­bilir.

7- Din âlimlerimizin ittifakları vardır ki, Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir âyeti yalnız mânası i’tibariyle rivayet edilemez. Belki kendisine has olup Resûl-i Ekrem’e indirilmiş bulunan mübarek nazmîle rivayet edilir; bir harfi bile tağyir edilemez. Nüzûli mütevâtir olmayan bir kelime, Kur’-ân’ dan sayılamaz. O halde terceme, (rivayet bi’l-mâna) kabilinden olaca­ğı cihetle Kur’ân’da carî olamaz. Hadîsler de ise böyle rivayet bi’l-ma’nânın caiz olup olmadığı ihtilaflı, tafsile tâbi bir mes’eledir. Nitekim usûl kitablarında musarrahdır.

8- Kur’ân-i Kerîm, ne Resûlû’llah tarafından, ne Ashâb-ı Kiram ile islâm halîfeleri, hükümdarları tarafından terceme edilmemiş ve tercemeye lüzum da görülmemiştir. Peygamber Efendimiz Kisrâ, Kayser gibi hükümdarlara gönderip içlerinde Kur’ân âyetleri de bulunan mübarek mektublarını Arabca yazdırmış, o hükümdarların lûgatlarîle yazdırmamıştı. Bu da Kur’ân’da tercemesinin caiz olmadığına bir delil demektir.

9- Küre-i arzın her tarafında bulunan ve muhtelif ırklara mensub olup başka başka dillerle konuşan  Müslümanlar,   Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ı az çok okur, okunan Kur’ân âyetlerini tam bir hürmet ve zevk ile dinler, kabiliyet­lerine göre ruhanî te’sirler içinde kalırlar. Bu cihetle de Müslümanların ara­sında bir vahdet vücûde gelmiş, hepsi de Kur’ân’ın mübarek nazmından mânasını bilsinler bilmesinler bir feyiz ve neşve almakta bulunmuştur. Kur’ân’ın tercemesi  ise bu vahdeti ihlâl eder,  bu feyiz ve  te’siri te’min edemez.

10- Tercemeler, mahdûd bir miktarda kalmayıp teaddüd eder. Bunun neticesinde de muhtelif, mütenâkiz tercemeler vücûde gelmiş olur. İ’câz mertebesinde bulunmayan Tevrat ile İncil tercemeleri meydanda, bunların doğru tercemeleri kábil olmadığı halde i’caz  mertebesinde bulunan Kur’­ân-ı Mübîn’in sahih, tam bir tercemesi nasıl vücûde getirilebilir. Artık bu mütebâyin tercemelerden hangisi tercih edilecek, hangisine sahih nazariy­le bakılabilecektir.

11- Terceme-i harfiyye, bir ibdâlden ibarettir. Asıl ile bedel tam bir­birinin misli bulunmalıdır. Bedel, aslın muhteviyatını tamamîle ihtiva et­melidir. Böyle bir ibdâl ise Kur’ân-ı Kerîm hakkında mümkün değildir. Çünkü ne Kur’ân’a has nazm-ı Arabînin tam bir nazîri bulunabilir, ne de Kur’ân-ı Mübîn’in ihtiva eylediği mânâlar, işaretler başka, muâdil bir ta’-bîr ile gösterilebilir. Hiç bir i’caz hârikasına beşerî ibareler müsavi olabi­lir mi?

Ulemâ arasında Kur’ân-ı Kerîm’in terceme edilebileceğine kail olanlar var ise onların maksadları bîr (Terceme-i Tefsîriye)den başka değildir. Tef­sirdeki veya terceme-i tefsîriyedeki noksanlar, nazm-ı Kur’ân’a değil, müelliflerinin hatâlarına müsamahalarına hamledilir. Çünkü bunlar ile beraber asıl Kur’ân-ı Mübîn de yazılır. Bunları okuyanlar aynı sahifelerde Kur’ân’ın yazılmış âyetlerini de nazar-ı mülâhazaya alarak ona göre mütalâalarına devam edebilirler. Terceme-i harfiyyede görülecek bir noksan ise aslından münbais zannedilebileceğinden Kur’ân-ı Azîm hakkında yanlış bir fikre se­bebiyet verebilir. Nitekim birçok milletlerin ellerinde bulunan Kur’ân tercemeleri böyle bir nice noksanları ihtiva etmektedir.

Velhâsıl: Kur’ân-ı Mübîn’in bir bedîa-i semâviyye, bir mu’cize-i ebediyye olduğuna mu’tekid olan herhangi bir insan, terceme-i harfiyyenin im­kânına káil olamaz.

Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi (Tabakátü’l-Müfessirîn), Bilmen Yayınevi: 1/104.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ebû Hüreyre (r.a) ve Hadis Rivâyeti

Prof. Dr. Osman Güner Ebû Hüreyre (r.anh), Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den gece gündüz …

Kapat