Tekbirlerdeki Mucize

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bahaeddin Sağlam

Ben, 9. Söz, 16. Söz, 6. Şua gibi risaleleri okuduktan sonra, namazın en ince detaylarının, tesbihat ve zikirlerinin dahi Allah tarafından yasallaştırıldığına, görmüş gibi inanmıştım. Haccda yapılan menasik ve zikirlerin ise kapalılığı, benim için epey zaman devam etti. Nihayet Ali Şeriati’nin Hacc adlı kitabını okuyunca, haccın dahi birçok pratiğinin ilmî ve sosyolojik yönlerini anladım. Fakat gerek bayramlarda gerek haccda okunması sünnet ve vacip olan tekbirlerin bu şekilde klişeleşmesinin ve tekrar edilmelerinin ne hikmeti var diye hep düşünürdüm.

Bir gün bir yaşındaki oğlumu uyutmak için bu tekbirleri belli bir müzik sesiyle kulağına tekrar ederek söyledim. Bu arada tekbirler ve tekrarları ile ilgili birkaç nükte açıldı:

1- Namaz olsun, oruç olsun, hacc olsun, yapılan ibadetler Allah’a yakınlık demek olan velayetin alt basamaklarıdır. Allah’a yakınlık demek olan velayet ise, O’nun sonsuzluğunu, eşsizliğini, yüceliğini, her yerde hazır ve nazır olduğunu bilmek demektir. İşte onun için, başta namazlarda ve oruçtan sonra bayramlarda ve özellikle haccda Allah’ın sonsuzluğunu, yüceliğini, eşsizliğini, ortağı olmadığını ifade eden tekbirler, çokça zikredilir.

“Namaz, müminin miracıdır. Mirac ise, Hz. Peygamberin velayetidir. Hacc, geniş çapta bir mertebe-i velayettir.” B.S.N.

2- Tesbih, Allah’ın kusursuzluğunu, paklığını ifade eder. İsm-i Kuddüs ve Selam’a bakar.

Tahmid (Hamd), Allah’ın kemâlatını, kusursuzluğunu, üstün nimetlerin sahibi olduğunu ifade eder. İsm-i Cemîl ve Rahîm’e bakar.

Tekbir, Allah’ın en büyük, yani, eşi ve benzeri olmayacak derecede yüce ve sonsuz güç sahibi olduğunu ifade eder. Allah’ın, Mürîd, Alîm ve özellikle Kadîr isimlerine bakar.

3- İslâm dini, tevhid esası üzerine geldiği için, bu kavramlar üzerinde çokça durur. Dinin gayesi olan, insanın ruhî ve kalbî gelişmesi için, o tesbih ve tekbirleri ibadetlerin her tarafına hikmetli bir şekilde serpiştirmiştir. Meselâ; namazda insan, “Allahu Ekber” dediği her seferinde, fikren ve ruhen bir mertebe kat’ edip Allah’a biraz daha yaklaşır. Haccda bu mana, daha geniş bir derecede gerçekleşir.

4- İslâm dininin bu mucizeli kelimelerinin böyle ruhî ve fikrî faydaları olmakla beraber, meselâ yalnızca “Tekbir” klişesi, müşrikliğin alanlarını, sebeplerini, tarihçesini, kurtuluş yollarını özetleyerek ifade ediyor. Şöyle ki;

Bütün sahih hadis kitaplarında rivayet edildiği gibi, bayramlardaki tekbir şekli tam olarak şöyledir:

“Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ ilâhe illallah

Allahu Ekber, Allahu Ekber ve lillahil hamd.”

Evvelâ neden 1. seferinde üç kere tekrar edilir ve bunun arkasında kelime-i tevhid getirilir, sonra ikincisinde iki kere tekrar edilir, arkasında hamdin Allah’a mahsus olduğu dile getirilir.

Çünkü, şirkin, gaflet ve sarhoşluktan başka üç temel alanı ve iki önemli sebebi vardır:

Birinci Alan; insandır. İnsan kendini; bilerek veya bilmeyerek müstakil, etkin ve yetkin bir yaratıcı olarak görüyor. Bir de eğer eline iktidar da geçerse, artık onun önünde durulmaz bir hal alır.

İkinci Alan; tabiat dünyasıdır. Tabiatın da maddî büyüklüğü ve zahiri düzenliliği ile, insanın hayaline sanki onun bir etkisi ve sebebiyeti var gibi geliyor.

Üçüncüsü; gayb âlemiyle ilgili olup o âlemle temasa geçen bir kısım şahsiyetlerin ve cinlerin kendilerini bir Süpermen gibi görmeleri ve o âlemden aldıkları bilgi kırıntılarını, her şeyi aydınlatacak derecede sanmalarıdır.

İşte bu üç tekbirden herbiri bu putlardan birini bozuyor, yere yıkıyor, sonlarında gelen kelime-i tevhid, o üç alanı başka bir manada gösterip o âlemleri aydınlatıyor.

Şirk ve kendini Allah’a ortak görmenin iki kaynağı ve sebebi de kâinatın iki kutuplu yaratılışıdır. Allah’ın kudretinin yaratması olan bu karşılıklı kutuplardan her biri, bazen gaflet edip veya edilip kendini ve karşısındaki kutbu bir müstakil kuvvet olarak görür.

Evet, kâinatın her bir kutbu, (meselâ artı-eksi, kadın-erkek, cennet-cehennem, güzellik-çirkinlik), kemal sahibi bir Zatın yaratması olduğunu idrak etmek üzere kendi eksikliklerini görmeleri gerekirken, yani “Bizi böyle nâkıs yaratan ve bu nâkıslığımızı eş ve karşı kutup ile telafi eden Yaratanımıza şükretmemiz lazımdır” demeleri gerekirken, çoğu zaman gaflete gelinip sebeplere, yani karşı kutba bağlanıp ona hamd edilir, oluyor.

İşte bu ikinci tekbirler, her bir kelime ile diyor ki:

Kâinattaki bu kutupların hakikatleri, Allah’ın birer ismine dayanıyor. Onlar kendi başlarına, kendilerine yeterli değildir. Onun için her biri diğerine dayanmak zorundadır. Kendi kudretine dayanarak tek başıyla var olan tek hakikat, Allah’tır. Çünkü bütün mükemmellikler, O’na mahsustur. Geride olanlar, eşlere, çift yaşamaya mahkumdurlar. Onun için ilâh ve mabud olamazlar. 

Hanefîlerde ve Şafiî’nin kavl-i kadiminde birinci cümledeki tekbirler, üç yerine iki sefer söylenilir. Kâinattaki temel olan bu ikililiğe ve bu ikililikten kaynaklanan acz ve fakra işaret ediyor. Bu tekbir klişesi bu ikili iki cümlesiyle gerek yaratma konusunda gerekse hamd ve kemâlat konusunda, nâkıs yaratılan kâinatın hiçbir kutbu etkin ve yetkin değildir, diyor.

Hanefî fıkhı da temel olarak İbn Mesud’a, o da Peygambere (A.S.M.) dayanıyor. Demek az da olsa Hz. Peygamber bu şekilde tekbir getirmiştir. Şirkin alanlarını üç değil de kâinatın bu temel iki yönünü göstermiştir: Gayb ve şehadet, cesed ve ruh, madde ve mana gibi…

Fakat sahih hadis kitapları, tekbirlerin bu birinci kısmını üç olarak zikrediyor. Bu şekil daha ahenklidir ve daha vurucudur ve tarihe daha iyi ışık tutuyor. Evet insan, gayb ile şehadet âlemlerinin bir ortak noktası olduğundan, onlardan ayrı bir hakikattir. Onun için üç alan var kabul edilir. Ayrıca:

Şirkin Tarihçesi

Tarih boyunca Allah’ın yüceliğini, sonsuzluğunu perdeleyen, insanın önünde Allah’a giden yolu engelleyen üç çeşit şirk mezhebi olmuştur:

Bunlardan ikisi dindar oldukları halde, belli engelleri aşamadıkları için şirke girmişler. Diğeri ise, genel müşriklik kategorisi içinde değerlendirilen nefsanî duyguları aşamadıklarından dolayı çok geri bir seviyede kalan insanlık dünyasındaki umumi şirk ve putperestliktir.

Birinci grup, Hristiyan müşrikliğidir. Hristiyanlık öz tevhid dini olduğu halde Hristiyanlar zamanla Yunan tabiatperestliğine yenilip teslis (üçleme) akidesine sahip olmuşlar. Onlar şöyle inanıyor: Üç ilah (uknum=kutsal unsur) var. İnsan, tabiat, ruhanî âlem. Yani Hz. İsa, ki insanı temsil ediyor. Hz. Meryem ki tabiatı temsil ediyor. Çünkü tabiat da doğurgandır. Cebrail ki ruhanî âlemi temsil ediyor.

Yani Hristiyanlar, bir tek Allah’a inandıkları halde, bu tekliği üçe bölüp, Allah’ı bir açıdan bu üçün üstünde görüp, bir açıdan Allah, İsa şeklinde göründü, deyip tevhid hakikatini bölüyorlar, onun bütünlüğünü, güzelliğini göremiyorlar.

İşte Kur’an Hristiyanlardan nakille, (Onlar: “Allah, üçü üçleyendir= İnnallahe sâlisü selasetin”) demekle, bu manaya işaret eder. Yani Kur’an; “Onlar, “Allah; üçü= İsa-Meryem-Ruhu’l- Kuds’ü bir bütün yapan, onları üç ayrı ilah (kutsal hakikat) kılan kuvvettir. Veya İsa şeklinde temessül etmiş; ‘O, üçün üçüncüsüdür’ diye inanmakla şirke giriyorlar”, diyor. Bazı Hıristiyanlar “Hıristiyanlık dünyası böyle inanmıyor” demekle, bu realiteyi ve onların tabiat felsefesine yenildiklerini gizleyemezler.

Onun için bu üç şirk noktasına atıfla, Allah’ın bir insan, bir tabiat, bir kadın, bir melek olamayacağını, O’nun ortağı olmadığını bildirmek için, dünyada bu birinci etkin şirki iptal etmek üzere, özet olarak üç kere “Allahu Ekber” ve sonunda “Lâ ilahe illallah” denilmiştir.

İkinci grup şirk, yine dindar bir millet olan Mecusilerde kendini göstermiştir. Onlar dahi, bir tek Allah’a inandıkları halde kâinatta dış görünüş itibariyle görünen çirkinlikleri, musibetleri, o kemâlât sahibi olan Allah’a veremediklerinden O’nu takdis için, kötülüklere merci olarak ayrı bir yaratana inanırlar. İsevîlerin müşrikliği üçlü bir problem iken, bunlarınki ise ikili, iki başlı bir problemdir.

Onun için burada bu tekbirlerin ikinci cümlesinde iki kere tekbir getirilmiştir.

Ve sonunda, Allah’a hamd edilerek, Allah’ın her şeyiyle mükemmel olduğu bildiriliyor. Yani kusur sanılan konular, sadece dış yönleriyle öyle görünüyorlar; aslında içyüzleriyle (melekutleriyle) her şey güzeldir, mükemmeldir. Yani iyi-kötü her şey, Allah’ın sonsuz kemâlâtına ayna olduğundan, o kemâlâtı dile getirdiğinden, O’na ortak olamazlar ve başka şeylerin O’na ortak olmaları için bir gerek ve gerekçe yoktur.

İslâm fıkhında ve tarih literatüründe, Mecusiler de Hristiyanlar gibi, ehl-i kitap sayılıp onların muamelesine tabidirler. Yani bu şekilde şirk koştukları halde helal ve harama, vahye ve ahirete inandıkları için, böyle kabul edilmişlerdir. Vahye ve ahirete inanmayan diğer müşrikler gibi necis sayılmamışlardır.

Üçüncü grup müşriklik ise; putperest olup hiçbir vahiy kültürünü almayan toplumlarda görünen müşrikliktir ki, şirkin yukarıda anlatılan beş çeşidi de böyle toplumlarda bütün etkinliğiyle görülüyor. Nefsanî itilimlerden başka hiçbir değere bağlı olmayan -kadim olsun, çağdaş olsun- böyle toplumlarda şirkin bu beş temel unsuru daima başrolü oynamıştır.

İşte gerek tevhid konusunda gerekse pratik yaşamda tevhid ve birliği ve şükrü yerleştirmek için, bu beş tekbir, ekleriyle beraber böyle sosyal yaraları tedavi etmek üzere her zaman ve her yerde özellikle iletişimin yaygın olduğu günlerde ve alanlarda seslice ve çokça tekrar edilir.

Meselâ; Hz. Nuh’un kavminde bu beş putu çok net görüyoruz: Wed (aşk ilâhı), Suva (karanlık ilâhı), Yağûs (yardım ilâhı), Yaûk (savunma ilâhı), Nesr (iktidar ilâhı). (Bakınız: Nuh suresi). İşte bakıyoruz; bu putlar, Arabistan’da da Yunanistan’da da Yemen’de de görülmüşlerdir.

Şimdi de en modern toplumlarda dahi yine başka isimlerle vardır. Meselâ, normal günlük medyayı takip ettiğinizde yine bu beş şey önünüze gelir: Ya cinsellik ya bilim teorileri (ki karanlık noktalardır), ya para ve yardım ya askeriye veya siyaset.

İşte insanlığın böyle bataklıklardan kurtulması için, her zaman ve her koşulda ve her alanda “Lâ ilâhe illallah” ve “lillahil hamd”ın anlamlarını iyi bilip “Allahu Ekber” diye diye fikren ve ruhen yükselmesi lazımdır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Varlığın Arka Planı Kayyûmiyet

Allah bu birbiri içinde ama kaotik değil, düzenli ve mesafesi iyi ayarlanmış canlıları, onların olaylarını, …

Kapat