Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Televizyon Dünyası ve Rüküşleşen Kültür

Televizyon Dünyası ve Rüküşleşen Kültür

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Televizyon Kültürü

Yazar: Zahit Genç

Bazı varlıklar, araç ve gereçler kullanılış şekline göre ya iyidir ya da kötüdür. Bazıları ise nasıl kullanılırsa kullanılsın yapılarında kötülük bulunduğundan insan için daima zararlıdır.

İnsanın kendisi veya herhangi bir organı içinde durum aynıdır. Elimizle iyi işler yapabildiğimiz gibi bu organımızı kötü işlerde de kullanabiliriz. Bir çocuğu, bir yetimi şefkatle okşayan el ne kadar iyiyse, bir kişiye vurmak için haksız yere kalkan el de o kadar kötüdür.

Eğitim ve öğretim alanında etkili, göze, kulağa hitap eden; çok önemli, önemli olduğu kadar da yaygın olarak kullanılan çağımızın bir aracı da bildiğiniz şu televizyondur.

Bu gün televizyon kanallarıyla insanlara sunulan bazı programları ilim, iman, edep, ahlak yönlerinden ele aldığımızda faydalı olduğunu söylemek mümkün değildir. Hiçbir aklıselim sahibi insan bunu doğru bulmamaktadır.

Bu konuda büyük düşünür ve yazar Cemil Meriç der ki, “Televizyon kültürü diye bir şey tanımıyorum. Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur.”

Üzülerek söylüyorum bugün yüz binlerce lise, on binlerce üniversite öğrencimiz hatta üniversite mezunu binlerce insanımız bu değerli yazardan habersizdir. Belki de bu yazarımızdan bir tek satır yazı bile okumamıştır.

Kültürün dün de, bugün de yarın da tek taşıyıcısının kitap olduğunu söyleyen Cemil Meriç, “Televizyon kültürü, kültürle münasebetlerini kesmeye karar verenlerin uydurduğu bir yalandır. Batı’nın bütün fuhşiyatını haremimize sokan şeytani bir oyuncağıdır televizyon.” demektedir.

Dünya gözünü kaybettikten sonra gönül gözü açılan Cemil Meriç’in inanç yönünde ve fikir dünyasında büyük değişiklikler olmuştur.

“İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir. Hepsinin de menşei Avrupalı.” diyen yazar. “Hele, kapitalizmin safra artıklarını, tabir mazur görülsün kusmuklarını salim bir gıda sananlar, mide fesadına uğramaya mahkûmdur.” diyerek televizyonun da insanımızı batılaştırmayıp batıracağını savunur.

Günümüzde bilhassa bizim ülkemizde televizyon seyretmekle geçirilen zaman israfı çok büyüktür. Televizyon programları mutlaka imanımıza, inancımıza, ahlakımıza, örfümüze uygun olmalı ve zamanımızı dolayısıyla hayatımızı israf etmeyecek ölçüde ve kalitede olmalıdır.

Bugünkü şekliyle televizyonun zararı faydasından çoktur. Nefsimizi ve neslimizi korumak ve yarın her şeyin hesabını vereceğimizi unutmamak zorundayız. Yine bu konuda Cemil Meriç der ki, “Eskiler medenileşmek frengileşmektir derlerdi. Televizyonun cömertçe dağıttığı medeniyet te bu çeşit bir medeniyettir.”

Gözümüzü ve gönlümüzü kirleten, vaktimizi, ömrümüzü heba eden bu televizyon hastalığı için bir İslam büyüğünün söylediği şu sözü hiç unutamıyorum.

“Düşmanlarımızın bin yılda imanımıza, inancımıza ahlakımıza yapamadığı zararı televizyon bir yılda yaptı.” Bu sözün üzerinde milletçe derin derin düşünmek gerektiğine inanıyorum.

Altınoluk Dergisi(Sayı : 368)

☆☆☆

2. Yazı

TELEVİZYON DÜNYASI VE KİTSCHLEŞEN KÜLTÜR

ÖZET

Makineleşmenin kendisiyle birlikte getirmiş olduğu şehirleşme olgusu, beraberinde insan hayatında önemli değişiklikler meydana getirdi; İnsanoğlu doğanın bir parçası olmaktan çıkıp kendisini doğanın hakimi ilan ederek tüm doğayı kullanılabilir kıldı. İnsanoğlu hem elindeki üretim fazlalığını satmak hem de ham madde sıkıntısını gidermek için küreselleşme zorunluluğu hissetti ve küresel bir boyuta ulaştı. Küreselleşme ile birlikte yaşam büyük bir değişim ve dönüşüm getirdi, İnsan ile insan ilişkileri, insan ile devlet ilişkileri sermayenin egemenliğiyle birlikte değişerek acımasız bir sömürü düzeni meydana getirdi.

Küreselleşen dünyada, yaşanan kültürel ilişkiler ve etkileşimler sonucunda hiçbir insan topluluğu homojen bir yapı içinde değildir. Kültür endüstrisinin ürettiği “kitle kültürü” toplumsal düşünü yok etmekte, gündelik yaşam pratiği “eğlence” etrafında dönmektedir. Egemen dünya sisteminde çoğunluğu “eğlence ve dinlenme” aracı olan televizyondur. Televizyon yapısına baktığımızda 24 saatlik bir yayın akışının olduğunu ve bu yayın akışında olan programları izleyen kitlenin “eğlenceye ve zevke” doyamamaları, televizyonun hemen hemen her gün “farklı” sunumlar yaptığını görürüz. Tabii televizyon yeni programlar ve formatlar üretmek yerine var olan programları değiştirerek kitleye sahte, bayağı, kötü ve kopya ürünler sunarak “Kitsch”leşen bir kültür meydana getirmektedir. Televizyonun kitlesel anlamda yaydığı ve yeniden ürettiği kültür de “kitsch”dir. Bu çalışmada televizyon ve kitschleşme süreci ele alınmıştır. 

GİRİŞ

Makineleşmenin kendisiyle birlikte getirmiş olduğu şehirleşme olgusu, beraberinde insan hayatında önemli değişiklikler meydana getirdi; İnsanoğlu doğanın bir parçası olmaktan çıkıp kendisini doğanın hakimi ilan ederek tüm doğayı kullanılabilir kıldı. İnsanoğlu hem elindeki üretim fazlalığını satmak hem de ham madde sıkıntısını gidermek için küreselleşme zorunluluğu hissetti ve küresel bir boyuta ulaştı. Küreselleşme ile birlikte yaşam büyük bir değişim ve dönüşüm getirdi, İnsan ile insan ilişkileri, insan ile devlet ilişkileri sermayenin egemenliğiyle birlikte değişerek acımasız bir sömürü düzeni meydana gelmiştir.

Piyasaya egemen olan liberal sistem, yerini yavaş yavaş neo-liberal politikalara bırakarak tüm dünyada yaşanan ekonomik dönüşümle birlikte siyasal ve kültürel değişim de meydana geldi. Üretim, savaş ve iletişim teknolojileri alanında meydana gelen önemli değişimler toplumsal ilişkilerde önemli değişimler meydana getirmiştir. İletişim alanındaki büyük değişimler egemenler tarafından kullanılarak anti-demokratik bir sistem meydana gelmiş ve insan üzerindeki baskı artmıştır. İletişim teknolojileri sayesinde toplum iktidara gönüllü bir boyun eğme durumuna getirilmiştir.

Küreselleşen dünyada, yaşanan kültürel ilişkiler ve etkileşimler sonucunda hiçbir insan topluluğu homojen bir yapı içinde değildir. Kültür endüstrisinin ürettiği “kitle kültürü” toplumsal düşünü yok etmekte, gündelik yaşam pratiği “eğlence” etrafında dönmektedir. Egemen dünya sisteminde çoğunluğu “eğlence ve dinlenme” aracı olan televizyondur. Televizyon ve televizyon programlarının temel işlevi iş zamanı dışındaki zamanı doldurarak insanı bir tüketim aracı haline getirmektir. Kitleler bir medya organı olan televizyon sayesinde kendilerini var edebilmekte, yaşama dair tek kaygı “eğlence ve zevk” olmuştur. Televizyon yapısına baktığımızda 24 saatlik bir yayın akışının olduğunu ve bu yayın akışında olan programları izleyen kitlenin “eğlenceye ve zevke” doyamamaları, televizyonun hemen hemen her gün “farklı” sunumlar yaptığını görürüz. Tabii televizyon yeni programlar ve formatlar üretmek yerine var olan programları değiştirerek kitleye sahte, bayağı, kötü ve kopya ürünler sunarak “Kitsch”leşen bir kültür meydana getirmektedir. Televizyonun kitlesel anlamda yaydığı ve yeniden ürettiği kültür de “kitsch”dir. Bu çalışmada televizyon ve kitschleşme süreci ele alınmıştır.

KİTSCH KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ

Kökeni her ne kadar belirsiz olsa da, kitsch kavramı, 1860-1870 yılları arasında Almanya, Münih’te sanat dünyasında ortaya çıkmış ve kolayca pazarlanabilen, ucuz şeyleri tanımlamak için kullanılmıştır ( Aydın; 2009:5). Daha çok dekoratif anlamda, gösterişli ve zevkten yoksun olan nesneler için kullanılan kitsch kavramı birçok kişi tarafından değişik şekillerde tanımlanmıştır. Sözlükteki tanıma göre kitsch: Var olan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak için veya kibirli ve bayağı bir tada sahip nesnelere ve ticari kaygılarla üretilmiş olan banal ve sıkıcı ürünlere gönderme yaparken kullanılan bir terimdir.  Türk Dil Kurumu’na göre kitsch: “İlkel yollardan duyguları harekete geçirmek isteyen sözde sanat eseri; sanat değeri olmayan değersiz eser, bayağı şey, zevksizlik.” olarak tanımlanmıştır.

Tüm bu tanımlara dayanarak kitsch’in; genellikle başka eserlere benzemesi için yapılmış kötü, içi boş, özgün olmayan bir kopyası ve sözde sanat eseri olarak ya da seçkin ve üst tabakadaki kişilerin benimsemediği, buna zıt olarak da kitlelerin kopamadığı ve hayatın her alanında görülmesi muhtemel olan nesneler olarak adlandırmak mümkün olabilir. Bu kavramın tam olarak bir Türkçe karşılığının bulunmaması nedeniyle genellikle “rüküş” kelimesiyle anlamı karşılanır (Aydın; 2009:5).

Kitsch, kitleler tarafından çok çabuk benimsenebilen bir etkiye sahiptir.  Kitsch ürünlerde duygusallığın hâkim olması bunun nedenlerinden biri olarak sayılabilir. “Kitsch ürünlerinin tümü yoğun bir duygusallıkla yüklüdür. Bu bağlamda kitsch olarak tanımlanan bir nesne olarak resim ele alındığında, bu resmin kişilerde bir duygusallık, sevimlilik uyandırması ve bu ürünlerin evrensel bir kabul görmüş olması, nesnenin kitsch olarak adlandırılmasında ve kitlelerce kabul edilmesine neden olabilecek bir öncüldür. Bu bağlamda Bruno Amadio’nun “Ağlayan Çocuk” tablosunun bir kitsch örneği olarak adlandırılması yerinde olacaktır.

Geniş kitlelerin kitsch’i benimsemesinin nedeni, bu ürünlere kolay ulaşılabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bir ürünün taklidine veya benzerine ulaşmak, gerçeğine veya orijinaline ulaşmaktan çok daha kolaydır. Bu nedenle de taklitler veya kopyalar daha cazip hale gelmektedir. Önemli bir eserin belli bir kısmının değiştirilmesi ya da sadece o kısmın alınarak nesnenin gerçek amacından farklı bir amaçla bütünden tamamen ayrı bir nesne haline getirmek de kitsch olarak algılanabilir. Bu durum da aynı şekilde o nesnenin bütününe veya gerçeğine ulaşmaktan daha kolaydır. Nemrut Dağı Heykelleri’nin hediyelik eşya olarak satılan küçük modelleri bir kitsch örneği olarak adlandırılabilirler.

Öncelikle kitsch olan nesnelerin, aslında bu nesnelerin aslını yaşattıkları söylenebilir. Fakat bu nesnelerin kitsch olarak adlandırılan halleri asıllarını yaşatmakla birlikte, o nesneleri aynı zamanda da basit birer imge haline dönüştürürler. Kitlelerin bu eserlere sahip olma isteği, eserlerin basite indirgenmesine ve onların adi kopyalarının veya gereksiz benzerlerinin yapılmasına neden olur. Kitsch, aynı zamanda nesnelere özgünlük katılmasını veya dünyaya başka bir açıdan bakılmasına olanak vermez. Kitsch ürünler, önceden var olanı ve toplum tarafından kabul edilen nesneleri tekrar toplumun önüne getirir. Değişikliğe olanak tanımaz. Standart bir şekilde gösterilen nesneler, değişime kapalıdır. Bu nedenle de çok çabuk bir şekilde yayılabilir ve geniş kitleler tarafından benimsenerek, kullanılabilirler. Kültürün her geçen gün yozlaşması ve popüler olan şeylerin hızla yayılması da kitsch kavramını doğuran nedenlerdendir. Üretim olmadığı için bireyler olanı kabul ederler ve bu da kültürel alandaki olumlu gelişmeleri engelleyici niteliğe sahiptir. Büyük bir çoğunluğun belirli nesneleri kabul etmesi ve onların peşinden gitmesi, bu durumun mantıklı veya olması gereken şey olduğunu göstermez. Tüm bunlar kitsch’in neden kötü olarak adlandırılabileceğinin birer göstergesi olarak kabul edilebilir.

Kitsch kavramını, günlük yaşantımızın neredeyse her alanında görmek mümkün. Fakat çoğumuz bu çevremizdeki yoğunluğun farkına varmakta zorlanırız. Çünkü kitsch etrafımızı öyle sarmıştır ki, artık hangi nesnenin kitsch olduğunu, hangi nesnenin bu gruba dâhil olmadığını anlamakta zorluk çekmeye başlarız. Kitsch kavramı; Din, Ekonomi, Sanat, Mimari, Televizyon..gibi alanlarda sıkça kullanılır.

TOPLUMSAL KÜLTÜRDEN KİTSCHLEŞEN KİTLE KÜLTÜRÜNE

Modern zamanlardan önce avcılık ve toplayıcılıkla uğraşan insanoğlu, karnını doyurmak, barınmak ve giyinmek kısacası hayatta kalmak için mücadele ederken, zamanla insanoğlu artık yalnızca karnını doyurmak ve vahşi hayvanlardan korunmakla yetinmemiştir, ‘‘zevk’’ ve ‘‘zevk veren şeyler’’ ön plana çıkmaya başlamıştır. Tüketim olgusu ortaya çıktığı ilk zamanlardan bu yana modern toplum hayatında daha önemli bir yer tutar hale gelmiştir. Nesneler insanları ele geçirmiş, İnsan nesneye bağımlı bir hale gelmiştir. ‘‘Bolluk içindeki insanlar artık tüm zamanlarda olduğu gibi başka insanlar tarafından değil, daha çok nesneler tarafından kuşatılmış durumda. Nesneler çağını yaşıyoruz: Nesnelerin ritmine ve onların hiç kesintisiz art arda gelişlerine göre yaşıyoruz. Geçmiş uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya binalar kuşaklarca insandan daha uzun yaşamışken, bugün onların doğmasını, gelişmesini ve ölmesini izleyen bizleriz’’ (Baudrillard;1997:15-16).

Herkesin birbirini tanıdığı, yüz yüze ilişkiler kanalıyla toplumsal normların oluştuğu, her bireyin yaşamının başkalarının gözü önünde ve başkalarının denetimine tabi olduğu, din ve geleneklerin bireyin yaşamını yönlendirdiği modern-öncesi toplumlardan modern topluma geçiş, bireye geniş bir özgürlük alanı tanımış, bireysel yaşamlar görünür olmaktan çıkmış, birey başkalarının baskılarına maruz kalmadan kendi yaşam alanını ve tercihlerini saptayabilme beklentisinde olmuştur. Bu ilişkide birey özgürlük alanını genişletme düşüncesiyle toplumda farklı haklara sahip olmuştur. Bu haklara sahip olmanın yanı sıra her alanda bilgi sahibi olan ama aynı zamanda bu bilgisini yarım yamalak kullanan bir toplum yapısı oluşmaya başlamıştır. Modernitenin beraberinde getirdiği aşırı özgürlük ideali modern araçların etkisiyle insanı aşırı politizeleştirmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin iktidarlar tarafından belirlenmesi, bilimin tek gerçekliği, modern yalnızlık ve bireyselleşme, kapitalizmin metalaşan bir özeliğine bürünme ve en önemlisi Adorno’nun Kitschleşme olarak tasvir ettiği değersizlik durumu belirgin bir özelliğe ortaya koymaktadır. Bu yaklaşımlar modern geleneksel arsındaki ilişkiyi açıklamak için kullanılabilir.

Kültürel anlamda geçmişte ortaya konulan seçkin kültür, halk kültürü, popüler kültür ve kitle kültürü tartışmaları halen devam etmektedir. Ancak, küreselleşme ile birlikte kültürel alanda yaşanan yapısal dönüşüm ile birlikte tüm kültürel alan benzeşmekte ve kitle kültürü tüm diğer kültürel alanları sömürgeleştirerek hızla benzeştirmektedir. Yönetici sınıfların kendi varoluşlarını anlamlı kılmak için ürettikleri seçkin kültürde giderek marjinalleşmekte ve geri çekilmektedir, yenidünyanın zenginleri de ezilenlerle benzer bir kültürel ortam içerisinde yaşamaktadır. Sınıfsal anlamda kendi için sınıf olmayı başaramayan ezilen sınıflar üzerindekitahakkümün yaratılması ve sürdürülmesinde medya ve medyanın yarattığı kültür iktidarlar için vazgeçilmez hale gelmiştir; kültürel benzeşme sınıfsal çatışmaların üstünün örtülmesinde önemli bir işlevi yerine getirmektedir, tüm toplumsal sınıflar benzer kültürel paylaşımlar bağlamında buluşabilmekte böylelikle demokratik toplumsal alan yaratılmaktadır. Küresel dünyada, yeni emperyalizmin mantığı bağlamında küresel egemen gücün yaygınlaştırdığı ekonomi politikaları ile birlikte toplumsal kültürlerde dönüşüm geçirmek zorunda kalmıştır. Televizyon kültürü bu açıdan küresel kültürü yereller bağlamında uyumlulaştırarak yaymakta, ezilenler için uygulamaya konulan yoksullaştırıcı politikaların olabildiğince sorunsuz yürütülmesinde önemli bir ideolojik işlevi yerine getirmektedir.

Yönetici sınıflar kitle kültürünün merkezi belirleyeni olarak kendileri de bu fetişistik dünyanın büyüsüne kapılarak, yarattıkları dünyanın denetimi altına girerler. Seçkinler için yarattıkları markalar varoluşlarının göstergeleridir, tükettikleri ile kendi varoluşlarını hisseden bir toplumda onlar az sayıdaki seçkin ürünü tüketerek seçkinliklerini ortaya koyarlar, gerçekte ise metaların denetimindeki bir yaşam, tüketime dayanan bir yaşam varoluşunu sahtelikler üzerinden anlamlandırmak dışında hiçbir olanağı barındırmaz. Tüketim kültürünün tanrısal metalarının denetiminde insan kendisinden vazgeçmiştir, yok oluşunu metaları tüketerek kutlamaktadır. Toplumsal alanda kitle kültürünün –kültür endüstrisinin, tüketim kültürünün– egemen olmasıyla birlikte toplumsal kültür büyük bir değişim geçirmiştir, kitle medyası hem sanatsal ve iletişim alanında demokratikleşmenin olanaklarını yaratmıştır hem de iktidarlar için toplumsal bilinci belirlemeyi kolaylaştıran bir kültürel yapının oluşumunu beraberinde getirmiştir.

Toplumsal bilinç yapısının kültürel yeniden-üretim ve toplumsal iletişim süreçlerinde kendi gerçekliğine yabancılaşması söz konusudur. Metaların egemen olduğu dünyada, sanatın da metalaşması kaçınılmazdır. Sanatın gerçekte metaların egemenliğine karşı koyan yapısına karşın günümüzde sanat metalaşmıştır, sanat ürünlerinin fetişistik karakteri de bunun en açık göstergelerindendir. Resimden, sinemaya sanatın estetik anlamda da bir gerileme yaşadığı açıkça görülmektedir (Çoban; …: 2-4)

KİTSCHLEŞEN KÜLTÜR

1930’lardan başlayarak, ama özellikle 1970’lerde, postmodernist ‘aydınlanma’ ile birlikte, kitsch ve popüler kültür konuları sanat eleştirisini fazlasıyla işgal eder. Aslında II. Dünya Savaşı dolaylarında baş gösteren Amerikan sanatına özgü tartışmalar bünyesinde kavramlaşan ve son derecede göreceli anlamlar ifade eden kitsch ve pop terimleri yaygınlaştıkça sahte bir evrensellik edinerek hızla klişeleşir.  Kitsch; var olan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak, ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir. Bu terim ayrıca, kibirli ve bayağı bir tada sahip şeylere ve ticari kaygılarla üretilmiş olan banal, rüküş ve sıkıcı ürünlere gönderme yaparken de kullanılır.

Modern sanat bağlamında kitsch anlamına gelebilecek bir tür jargona Baudelaire’in salon sergileri üzerine eleştirilerinde rastlarız (Baudelaire; 2013, Aktaran; Artun). Onun tanımıyla chic ve poncif “her türlü hayal gücünü, yaratıcılığı ve dolayısıyla özgünlüğü dışlayan taklit veya eğreti işi” ifade eder (Baudelaire; 2013: 161, Aktaran; Artun). Ezbere, el alışkanlığına dayalı bir hünerden bahsederken chic terimini; özellikle dramatik resme özgü bir takım klişe ve stereotiplerden bahsederken de poncif terimini kullanır. Örneğin zamanının en popüler ünlü tarihsel tablo ressamı Horace Vernet, Baudelaire’in gözünde bir chic ve poncif üstadıdır; “onun tabloları resim değil, aceleyle ve sık sık yapılan bir masturbasyondur.” (Baudelaire; 2013: 163, Aktaran; Artun)

TELEVİZYON DÜNYASI VE KİTSCHLEŞME

Bugün televizyon yayın akışındaki programlara baktığımızda; büyüklerin çocuk, çocukların büyük, erkeklerin kadın, kadınların erkek, gençlerin yaşlı, yaşlıların genç olarak sunulduğu yapay, sahte bir dünya görürüz. Medyayı elinde bulunduran yani düşünsel üretim araçlarna egemen olan güç, ekonomik üretim araçlarına sahip olan güçtür, bu nedenle medya sınıfsal anlamda egemen sınıfın diğer sınıflar üzerinde tahakküm kurmasının aygıtlarından biri olarak iş görür. Televizyon günümüz kapitalizminin en etkin ve yayın medyası olarak toplumsal alanda egemen ideolojinin en etkin aygıtlarından birisi haline gelmiştir. Televizyonun haberlerin dışında eğlence programları da dahil olmak üzere toplum üzerindeki ideolojik etkisi gündelik yaşam alanında toplumsal gündem, söylem ve eylemlerde görünür hale gelir. Televizyon programlarındaki iletilerin çoğu farklı biçimlerde ideolojik yüklenimlere sahiptir ve televizyon iletileri asıl olarak egemen ideolojiyi açık ya da gizli biçimde yeniden üretir ve toplumsal kültürü biçimlendirir. Televizyon boş zamanlarında kitlelerin hem ideolojik olarak biçimlenmesine hizmet ettiği gibi tüketim süreçlerini de yapılandırır. Televizyon kültürü gündelik tüketim kültürünün temel belirleyenidir. Televizyon yoksul kitleler için düşük maliyetli eğlence ve rahatlama olanağı sağlaması bakımından da önemli bir işleve sahiptir: “televizyon rahatlatıcıdır, çünkü zihnimizi, üzerinde düşünecek başka bir şey vermeksizin, belki de uzun uzadıya ve derinliğine düşünmemiz gereken başka şeylerden uzaklaştırır” (Mutlu, 2005: 101, Akt: Çoban,..), kitleler gerçek toplumsal gündemlerden uzak kalarak sahte rahatlama sağlayıcı bir sahte dünyada kaçmayı ve hazzı tercih ederek gerçekte ideolojik bir seçim yapmış olur.

Televizyon ile birlikte kapitalist tüketim kültürü daha etkin bir biçimde toplumsal bilinç yapısının üst belirleyeni haline gelmiştir. Televizyon kültürü egemen ideolojinin daha doğallaşmış bir biçimde yeniden üretimini sağlamış ve toplumsal kültürün sömürgeleştirilmesini hızlandırmıştır. Televizyon kültürü egemen ideolojiyi ve kültürünü basit ve anlaşılabilir formatlarda tüm toplumsal kesimlere iletme gücüyle tüm diğer medyalardan daha etkili olmuştur. Kitle kültürünün günümüzdeki en etkin üreticisi konumundaki televizyon toplumsal kültürün kitschleşmesini sağlayan merkezi aygıt konumundadır. Televizyon programlarının kitschleşmesi, var olan toplumsal kültürün ürünleri bağlamında anlaşılabilir, bu bakımdan televizyon yayın akışlarının incelenmesi kitsch kültürün nasıl toplumsal kültür haline geldiğinin anlaşılmasını sağlayacaktır (Çoban, bt)

Televizyonların sabah kuşaklarındaki kadın programları, çocuk programları, çizgi filmler, evlilik programları, yarışmalar, magazin programları, haber bültenleri, tartışma programları diziler, televizyon filmlerinin tümü kitschin mantığı bağlamında üretilmektedir. Birçok program en sahte, basit, bayağı, duygusallaştırılmış, farklı düşüncelere, yaklaşımlara tahammülsüz, nefret söylemi içeren, saldırgan bir formata sahiptir.

Bu anlamda, kitleler için televizyonun kitschleşmiş eğlence kültürü basit bir kaçış olarak değil ideolojik bir şekillendirme olarak okunmalıdır. Kitleler eğlenerek kendi gerçek varoluş koşullarıyla karşı karşıya gelmelerine neden olacak, var olan sistemin sömürücülüğünü dillendiren muhalif ideolojiden kaçmaktadırlar, yani kendi insanlıklarından. Kitsch kültür bu nedenle yeniden ürettiği gündelik yaşamı farklı formatlarda hazırlanmış televizyon programlarında kitlelere sunarak toplum için içinden çıkılmaz otoriteryan bir toplumsal yapıyı sağlamlaştırmakta hem de yoksulların gönüllü kulluklarını garanti altına almaktadır. Günümüzde popülerleşen evlilik programları, kadın programları aslında bu durumun en açık göstergesidir, yoksul kitlelerin farklı nedenlerle ama her zaman için toplumsal alanda görünür olmanın anlıkta olsa zevkini yaşama isteğini taşıyan bir biçimde, televizyon programlarında kendi yaşamlarını, daha doğrusu bu yaşamın trajik yanlarını, mahremiyeti ihlal eden bir biçimde ortaya dökmeleri ve kitlelerin bunu seyrederek zevk alması, eğlenmesi gerçekte toplumsal kültürün anlaşılması için bir ayna işlevi görmektedir. Televizyon kültürü toplumsal duyguları yoğun biçimde kullanarak en niteliksiz üretimlerle kitleleri etkiler, televizyon programlarının melodramatik yapısı kadın programlarında, evlilik programlarında ve dizilerle görülmektedir.

Televizyonda kischleşmenin en popüler örnekleri günümüz dizilerinde görülmektedir. Yerli dizilerin çoğunluğu kitschin mantığı bağlamında üretilmektedir. İzlenme oranlarındaki başarıyı sağlayan en önemli faktör bu açıdan kitschin kurallarını uygulamaktır, basitlik, duygusallık, kolay anlaşılabilirlik, düşünsel bir etkinliğe neden olmamak yani yeni ve farklı bir düşünsel ileti taşımamak: “1. Kitsch kitle duyularıyla yüklemlenmiş nesne ve temaları kullanır; 2. Kitschin kullandığı nesne ve temalar çabucak ve emek harcamadan algılanır; 3. Kitsch, tasvir edilen nesne ve temalara ilişkin algı ve düşüncelerimizi değiştirmez” (Kulka, 1996: 37-38, Akt. Çoban, bt). Bu açıdan televizyon dizilerinin toplumsal kültürün kitschleşmesinde etkin bir işleve sahip olduğu savunulabilir.

Televizyondaki yarışma programlarından olan “Yetenek Sizsiniz Türkiye” (2013) adlı yarışmaya katılan 11 yaşındaki Şahin Kendirci adından çocuk, İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, vb. sanatçıların Arabesk şarkılarını söyleyerek; çocukluğundan uzaklaşıp sahte bir kimliğe büründürülmüştür. Orijinal olmayan programda orijinal olmak şarkıların ve sanatçıların tekrar tekrar kopyalanarak tüketildiği sahte eğlence tükettirilmektedir bu tür yarışmalarda.

Yalan Dünya adlı dizi 13 Ocak 2012’de yayın hayatına başlayan ve Kanal D’de prime time kuşağında yayınlanan bir komedi dizisidir. Senaryo yazarlığını Gülse Birsel’in, yapımcılığını D Yapım’ın üstlendiği ve Jale Atabey’in yönettiği dizi durum komedisi türündedir. Yalan Dünya, aynı terasa açılan iki dairenin birbirinden tamamıyla farklı hayat tarzını mizahi ve ironik bir dille ele almaktadır.

Dizi, İstanbul’un Cihangir adlı semtinde geçmesine karşın çekimler Alibeyköy’de kurulmuş bir platoda gerçekleştirilmektedir. Diziyi incelediğimizde; karşımıza daha önce Tv’de yayınlanan Avrupa Yakası adlı dizi akıllara gelir, Avrupa Yakası adlı dizide rol alan oyuncuların Yalan Dünya adlı dizide yer alması, karakterleri bile hemen hemen aynı olması; dizinin popülerleşen karakter ve esprilerle tekrarlarla sürdüğünü, bu da dizilerde kitschleşen bir durumu gözler önüne sermektedir.

Örneğin ilk bölümde Orçun, Reis ile tanışmakta ve ismini sormaktadır. Reis ise Karadeniz şivesiyle “Gerçek ismimi kullanmıyorum, bir Karadeniz fıkrası karakteri deyip geçelim. Bu konuda yapılan banal esprilerden sıkıldım, yıldım, bana Reis diye hitap edebilirsin” demektedir. Reis karakteri Avrupa Yakası’nda olduğu gibi Yalan Dünya’da da Karadenizli bir karakteri canlandırmakta ve aynı şiveyle konuşmaktadır. Kendini tanıtırken kullandığı bir Karadeniz fıkrası karakteri Avrupa Yakası izleyicilerini Dursun karakterine yönlendirmektedir. İsim sahnesini takiben Reis kendini Orçun’a “bir zamanlar bambaşka bir sette gıda sektöründeydim. Sonra o mahalleye ve gıda sektörüne tamamıyla veda edip inşaata geçtim” sözleriyle tanıtmaktadır. Avrupa Yakası Nişantaşı’nda geçmektedir ve dizide Dursun karakteri Sütçüoğlu Muhallebicisi’nde çalışmaktadır. Bambaşka bir set, başka bir mahalle ve gıda sektörü ile Avrupa Yakası’ndaki yerini hatırlatmaktadır. Benzer bir örnek 16. bölümde Reis ile Emir arasında geçen bir konuşmada görülmektedir. Reis, Emir’e Nişantaşı’nda çaycı akrabası olup olmadığını sorar ve Emir de olmadığı söyler. Bunun üzerine Reis insanlar çift yaratılmış der. Sarp Apak Avrupa Yakası’nda Tanrıverdi rolüyle bir çaycıyı canlandırmaktadır. Dizinin Nişantaşı’nda geçmiş olması, Emir ve Reis Avrupa Yakası’nda rol almış olması izleyiciyi yine Avrupa Yakası’na yönlendirmektedir.

SONUÇ

Televizyonun bir eğlence dünyası haline geldiği günümüz dünyasında, insanların televizyon dünyasını tüketerek eğlendiğini, zevk aldığını, bilgilendiğini, dinlendiğini sandığı ama bir kandırmacadan ibaret olan televizyonun insanları yozlaştırdığını, tükettiğini, yeniden ürettiğini görürüz. Çünkü her şeyin reklam için yapıldığını, reklamların da para kaynağını olduğu televizyon izleyiciyi kaybetmemek ve ekran başında saatlerce tutmak için 24 saat bir zaman dilimi içinde izlenecek programlar bulması gerekir.

İşte bu nokrada “Kitsch”leşen bir dünya karşımıza çıkar. 24 saat süren yayın akışlarının yeni ve yaratıcı programlar olamadığı için; var olan formatların tekrar tekrar değiştirilerek tüketildiğini görürüz. Televizyonun bizlere sunduğu sahte dünyanın farkındalığını bilerek bize sunulan dünyayı değil, alternatif bir dünya yaşayabiliriz.

KAYNAKÇA:

Adorno, T. (2007). Kültür Endüstrisi, Kültür Yönetimi. İstanbul: İletişim Y.

Aydın, Aslı. (2009). Kitsch Kavramı uludag.academia.edu/AsliAydin, 5-7

Baudrillard, Jean(1997) Tüketim Toplumu, Çev: Hazal Deliceçaylı-Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Charles Baudelaire, Modern Hayatın Ressamı (İstanbul: İletişim, 2003). Ali Artun: http://www.aliartun.com/content/detail/54

Çoban, B. (…). İkinci Kalpsiz Dünyanın Plastik Kalbi Kültürün Kitschleşmesi Sürecinde Televizyon  dogus.academia.edu/BarisCoban, 2-4.

Mutlu, E. (2005). Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya. Ankara: Ütopya y.

Kaynak:songemidergisi.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Pul’un Gizemli Tarihi

Merhaba ben Pul, Filateli de derler  Pul, geçmişin ve şimdinin dünyasına ilişkin bizlere bilgi sunan …

Kapat