Ana Sayfa / Yazarlar / Tembellik Zindanına Neden Düşüyoruz? / Ahmet KATIN

Tembellik Zindanına Neden Düşüyoruz? / Ahmet KATIN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Zindan karanlık yeraltı hapishanesi yani şimdiki tabirle hücre hapsi. Hapisteki insan koğuşta hareket eder, diğer mahkumlarla konuşur, bazı faaliyetlerde bulunabilir. Amma zindanda hareket edemez, kimseyle konuşamaz, hiçbir faaliyet de yapamaz. Tenbelliğin bundan daha güzel ifadesi bence olmaz: Zindan-ı atâlet…

İnsanı bu atâlet zindanına düşüren 8 sebep sayılmış ve şifa, deva, ilaç olacak çareler gösterilmiş. Şu an Âlem-i İslam’ın maddi ve manevi duraklamasının temel zaafiyetleri izah edilmiş ve kurtulma yolları gösterilmiş. Buradaki düsturlar hem ferde, hem cemaate, hem umuma bakıyor.

Hayatın kendisi zaten faaliyet ve harekettir. Faaliyet ve hareketi biten hayat sahibine ölü veya ölü gibi deriz. Fakat faaliyet ve hareket bir matiyye ve bineğe, bir enerjiye ihtiyac duyar. O binek ve enerjinin kaynağı ise şevk ve gayrettir. İnsan bir gaye veya davaya azmettiğinde, himmetini hasrettiğinde karşısına yeis ve ümitsizlik gelir. Yapamam, yapamazsam, sonunu getiremezsem, benden adam olmaz… gibi vesveselerle ümidi ve manevi kuvveti kırılır. Üstadımız yeisi şiddetli düşman diye tavsif etmiş. Düşman-ı şedidi tam bitirmek için de, lazım olan kılıncın Allahın rahmetinden ümid kesmeyin emri olduğunu nazara veriyor. Yani sen güçsüz, kuvvetsiz, ilimsiz, eksik ve noksan olabilirsin amma Allah sonsuz ilim ve kudrete, celal, cemal ve kemale sahiptir. Ona dayan, Ondan iste… Onun yolunda ve davasında geri adım atma. Çünki Lâ tehaf innallāhe meana, yani Korkma Allah bizimle BERABERDİR.

Sonra yer darlığı olmayan, her fıtrata uygun bir hizmet zemini olan Hakkın hizmetinin yerini “üstünlük meyli istibdadı” almak ister. Herkesten üstün olma, reislik, baş olma baskısı devreye girer. İlahi olan hizmet ve davaya, nefsanilik karışır, enaniyet müdahale eder, gıybet, hased gibi bir çok menfi hissiyatlar ortaya çıkar. Birbiriyle uğraşmaktan hizmete zaman kalmaz. Hizmetin kudsiyeti kaybolunca, uhuvvet ve muhabbet kaçınca nuraniyet zayi olur ve himmetin başı darbe alır ve şevk atından düşürür.

Himmetin başının darbeden kurtulması ve şevk atından düşmemenin tek çaresi, Allah için olmak, Allah namına hizmet etmek, makam ve mevki beklemeden sırf Allahın emri ve rızası için çalışmak… Dünyada alınan neticelerin Ahiret meyvelerini dünyada yemek hükmünde olduğunu düşünüp, çekinmek, üstünlüğün yalnız Allahda ve Allahın vermesiyle olduğunu bilmek “tefevvuk meyli düşmanını” etkisiz hale getirir.

Yeis ve meyl-üt tefevvuk istibdadından sonra aculiyet, acelecilik karşısına çıkar. Halbuki kainattaki her şey de, bir tertib, bir sıra, bir basamak vardır. Merdiven gibi.. Birinci basamaktayken onuncu basamağa gözünü diker, çıkmaya çalışır. Üstadımız 22. Mektub’da ekmeği misal verir. Ekmek hedefine ulaşabilmek için tarla, harman, değirmen ve fırın basamaklarına riayet etmek lazımdır. Acele eden, bir basamağı noksan bırakan maksud damına çıkamaz. Hedefe ulaşmanın yolu sabır ile, basamak ve şartlara riayet etmektir. Himmetin ayağının kaymaması için Ayet emrediyor:

1-Sabredin,

2- Sabırda muhaliflerinizi geçin,

3- İrtibatlı olun.

Birinci mertebedeki sabır, işin başından ortasına kadar olan kısmı içine alıyor. İkinci mertebedeki Sabır yarışı ve muhalifinden fazla sabır göstermek işin finaline, nihayetine sonuna bakıyor diye anlıyorum. Yarış final ile kıymet alır. Derece almak bitiş çizgisine kadar sabrı bitirmemek, sabır kuvvetini uzatmak, büyütmek, muhalifinden daha fazla sabırlı olmayı iktiza ediyor. İkinci mertebe olmazsa, birinci mertebedeki sabır kafi gelmez. Netice de vermez. Üçüncü mertebedeki irtibatlı olmak çok geniş hakikatları hatırlatıyor. Allaha irtibatlı olmak, nokta-i istinad ve istimdat olduğunu unutmamak. Sabır fiilimizi, Es-Sabur ismine bağlamak. Sabrın kaynağıyla irtibatlı olmak… Davaya irtibatlı olmak… Dava arkadaşına irtibatlı olmak… Davanın kudsiyetini daima hatırda tutmak… Bu esaslar himmetin ayağının kaymasına mani olurlar.

Sonra da, insan fıtraten medeni yani beraber yaşamak, cemiyet olmak için yaratılan insan, alakadar olduğu mahlukların hak ve hukukunu muhafazaya mükellef olduğunu hisseder. “Ben” yerine “biz” demeye başlar. Fakat bazen “biz” içinde “ben” i arar. Bizi unutur, beni öne çıkarır. O zaman umumun menfaati yerine şahsi menfaat ön plana çıkınca, hedef, gaye, maksad bulanıklaşır, yollar karışır, himmet küçülür, kudsiyet kaybolur. Büyük hedef o küçük insanı manen büyütürken, küçük hedef onu insaniyetten de çıkarır. KİMİN HİMMETİ EĞER MİLLETİ İSE O TEK BAŞINA KÜÇÜK BİR MİLLETTİR. KİMİN HİMMETİ YALNIZ NEFSİ İSE O İNSAN DEĞİLDİR. ÇÜNKİ İNSAN FITRATEN MEDENİDİR.

Demek insanı büyüten insanların faidesini maksad yapmaktır. Kendi için yaşamaz, cemiyet için yaşar. Bir ölür, bin yaşar.

Bu vartayı da geçince, başkalarının gevşeklik ve tembellikleri görünür, onlar yapmıyor, ben niye yapayım dedirir, himmetin beli kırılır, beli kırık bir himmetle de hiçbir şey yapılmaz. Öyleyse himmeti muhafaza edecek bir kale tesis etmek lazım. “Tevekkül etmek isteyenler Allah’a güvensinler (başkalarına değil) Bu ayet nazarımızdaki başkalarını kaldırıyor. Nazarı, akıl ve fikri, kalb ve ruhu Allah’a çeviriyor. Peygamberler, evliya ve ulemalar başkalara baksalardı, muvaffak olamazlardı… Başkalara bakarsak bizde onlar (tenbeller) gibi oluruz. Fakat biz Allah’a tevekkülle hizmete koşarsak o gevşek ve tenbel insanlar bize bakıp, himmet ve şevkleri, gayret ve ciddiyetleri inkişaf eder.

Sonra kendine bakar aciz, davaya bakar gayet ağır ve büyük, umumi ve kudsi… Benim ki birisi bunu sırtlanamaz,taşıyamaz, yapamaz, öyleyse başkası yapsın. Oturur ve sağa-sola bakar. Halbuki hiç kimse kendi kuvvetiyle zaten bir şey yapamaz. Rabbimiz Arşı yarattığında ona müekkel melaikelere emretmiş “kaldırın” Melaikeler Arşın altına girince yükün ağırlığından taşıyamayıp, aczlerini ilan etmiş, göstermişler. Rabbimiz buyurmuş: “LÂ HAVLE VELÂ KUVVETE İLLÂ BİLLAH” deyiniz. Melaikeler bu lafz-ı mübarekeyi söyleyince Arşı kaldırmışlar. Allah dilerse en aciz mahlukla dağ gibi işleri gördürür.

Demek biz istikamette olursak başkalar da bize zarar vermek dahi isteseler, bilerek veya bilmeyerek bize yardımcı olurlar. Mühim olan bizim doğru yolda olmamız, doğru yerde olmamız. Davaya her şeyimizle sahiplenirsek, manen yukarı çıkarız ve gaddar düşmanın eli, himmeti tutup çekecek bir taraf bulamaz.

Bu vartayı da aşınca en dehşetli dinsiz düşman çıkar karşımıza Allahın vazifesine müdahale…

Tarîk-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.

Edeb-üd Din ve-d Dünya Risalesi’nde vardır ki: Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve herşey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.” Hazret-i İsa Aleyhisselâm demiş ki: اِنَّ لِلّهِ اَنْ يَخْتَبِرَ عَبْدَهُ وَ لَيْسَ لِلْعَبْدِ اَنْ يَخْتَبِرَ رَبَّهُ Yani: “Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenab-ı Hakk’ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin? diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû’-i edebdir, ubudiyete münafîdir.”

Madem hakikat budur, insan kendi vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı.

Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: “Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek.” O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir.

İşte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.

Evet insanın elindeki cüz’-i ihtiyarî ile işledikleri ef’allerinde, Cenab-ı Hakk’a ait netaici düşünmemek gerektir. Meselâ: Kardeşlerimizden bir kısım zâtlar, halkların Risale-i Nur’a iltihakları şevklerini ziyadeleştiriyor, gayrete getiriyor. Dinlemedikleri vakit zaîflerin kuvve-i maneviyeleri kırılıyor, şevkleri bir derece sönüyor.

Halbuki Üstad-ı Mutlak, Mukteda-yı Küll, Rehber-i Ekmel olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ olan ferman-ı İlahîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y ü gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünki اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلكِنَّ اللّهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ sırrıyla anlamış ki: İnsanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmazdı.

Öyle ise; işte ey kardeşlerim! Siz de, size ait olmayan vazifeye harekâtınızı bina etmekle karışmayınız ve Hâlıkınıza karşı tecrübe vaziyetini almayınız!

Bu vartayı da aşınca, belki vartaların büyüğü karşısına çıkar… Üstadın ifadesiyle:

“Umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meylü’r-rahat…” Zindan-ı atâlet değil, insanı zindan-ı sefalete atan bir düşman. Aynı zamanda da sihirbaz bir düşman. Perişan ederken bile öyle süslü, öyle güzel gösterir ki, insan ancak sefalet zindanına düşünce anlar ama iş işten geçer. Rahata alışan zahmet çekmek istemez. Halbuki rahat zahmette, zahmet rahattadır.

Halbuki dünya hizmet yeri, imtihan yeri; ücret alma yeri, rahat etme yeri değil. Ahirette buradaki çalışma ve hizmetimize göre mükafat var. Burada eken orada neticeyi bulacak. Öyleyse, Şimdi hizmet zamanı.. Rahatı, istirahatı, karşılık beklemeyi kabre, haşre, ahirete bırakanlar hep kazandı ve kazandırdı.

Evet, size meşakkatte büyük rahat var. Zira, fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı yalnız sa’y ve cidaldedir.

Meşakkatte nasıl büyük rahat olabilir? Çalışma ve gayret insanı nasıl rahatlatır?

Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak gitse, nâkıs bir âyine olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip sıkıntı verir. Hayatın kıymetini tenzil eder. Ömrün lezzetini sıkıntıya kalbeder. Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymetdar ömrüne adavet edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor.

Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor, ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte ve musibette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor. “Aman Güneş batmadı, ya gece bitmedi” diye sıkıntısından of! of! etmiyor.

Evet gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir efendiden sor; ne haldesin? Elbette, aman vakit geçmiyor, gel bir şeş-beş oynayalım, veyahud vakti geçirmek için bir eğlence bulalım, gibi müteellimane sözleri ondan işiteceksin.. veyahud tûl-i emelden gelen, bu şey’im eksik, keşki şu işi yapsaydım gibi şekvaları işiteceksin. Sen bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakirden sor; ne haldesin? Aklı başında ise diyecek ki: “Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşki çabuk Güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum, fakat bu da geçer, herşey böyle çabuk geçiyor.” diye, manen ömür ne kadar kıymetdar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor.

Demek meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.

Zindan-ı Atalete düştüğümüzün sebeplerini tekrar okurken, nazar-ı dikkatimi çeken bir noktayı, dikkatli nazarlarınıza havale ediyorum.

Atalet sebeblerinin hepsi HİMMET’e darbe vurmaya çalışıyor. HİMMET’in ayrı bir cephesine hücum ediyor.

Himmet, bir hedef ve gayeye ulaşmak için gösterilen gayret, hamiyet, ciddiyet ve hareket etmenin ifadesidir.

Demek HİMMETSİZ, HİZMET OLMAZ.

Tek tek sıralayalım:

1- Yeis, himmetin kuvve-i maneviyesini kırar.

2- Meyl-i tefevvuk istibdadı, himmetin başına vurur, şevk atından düşürür.

3- Acûliyet, himmetin ayağını kaydırır.

4- Fikr-i infiradi ve tasavvur-u şahsi, himmetin amalini, hedef ve gayelerini, niyet ve isteklerini dağıtır, konsantreyi bozar, gaye-i hayali veya ideali eneler etrafında döndürür. Himmet ene olur. Adeta himmeti buz parçası haline getirir.

5- Görenek, himmetin belini kırar.

6- İşi birbirine bırakmak, himmetin elinden tutar, oturtturur.

7- Allah’ın vazifesine müdahale, himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder.

8- Meyl-ür rahat, himmetin ayağına pranga takıp, sefalet zindanına atar.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Zekâvetli Muhammed (asm)

En Zeki "Elhâsıl, hüsn-i ahlâkça ve akl ü zekâvetçe cümle nâsa fâik ve her türlü …

Kapat