“Eğer desen: “Tercih bilâ müreccih muhaldir. Hâlbuki o emri itibari dediğimiz kesb-i insanî, bazen yapmak ve bazen yapmamaktadır. Eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa, tercih bilâ müreccih lazım gelir…” cümlesini devamıyla izah eder misiniz?
“Eğer desen: ‘Tercih bila müreccih muhaldir. Hâlbuki o emri itibari dediğimiz kesb-i insanî, bazen yapmak ve bazen yapmamaktadır. Eğer mûcib bir müreccih bulunmazsa, tercih bila müreccih lazım gelir. Bu ise, usul-u kelamın en mühim bir esasını hedmeder.’ ”
“Elcevap: Tereccüh bila müreccih muhaldir. Yani müreccihsiz rüchaniyet muhaldir. Yoksa tercih bila müreccih caizdir ve vakidir. İrade bir sanattır. Onun şe’ni böyle iş görmektir.”(1)
KELİMELER:
MÜRECCİH: tercih eden; tercih ettiren sebep
BİLA MÜRECCİH: tercih eden olmadan
EMRİ İTİBARİ: hakikatte varlığı olmayan fakat var kabul edilen şeyler
KESB-İ İNSANİ: insanın iradesi
MÛCİB: gerekli kılan
USUL-U KELAM: kelam ilminin usulü
HEDMETMEK: bozmak
MUHAL: imkânsız
RÜCHANİYET: tercih ediliş
ŞE’N: iş
İlk önce, “Tercih bila müreccih muhaldir.” cümlesini anlamaya çalışalım.
Bu sözün manası: Tercih eden bir sebep olmadan, bir tercihin vaki olamayacağını beyandır. Buradaki “müreccih” kelimesi, “tercih eden” manasındadır. Bu kaide, sabit emirlerde yani yapılmış ve meydana gelmiş işlerde geçerlidir. Çünkü mevcut bir eser, kendisinin varlığını, yokluğuna tercih eden bir zatın varlığını gösterir. O şeyin varlığı, yokluğuna tercih edilmiş ve yoktan var olmuştur. Bu ise ancak bir müreccihin (tercih edenin) tercihiyle olur.
Mesela, bir cümleyi yazdığımızda, cümlenin varlığını yokluğuna tercih etmiş oluruz. İşte bu tercih -yani yokluktan varlığa geçiş- bir müreccihe (tercih edene) yani bir kâtibin varlığına delalet eder. O cümle onsuz, yani müreccihsiz olamaz.
Yine bir binanın varlığı, onu yokluktan varlığa çıkartan bir mimarı gösterir. Burada mimar müreccihtir. Binanın varlığını tercih etmiş ve o şekilsiz taşları bir sanat harikası hâline getirmiştir.
“Tercih bila müreccih muhaldir” kaidesini kelam âlimleri, Allah’ın varlığını ispatta kullanmışlardır. Zira bu kâinatın varlığı gösteriyor ki, onun yaratılması ve varlık âlemine çıkması, yokluğuna tercih edilmiştir. Kâinat bir zamanlar yoktu, sonradan var edildi. Bu tercihin müreccihsiz (tercih edensiz) olması ve kâinatın kendi kendine vücut bulması muhaldir. Zira bir harf katipsiz, bir iğne ustasız olamaz. O hâlde, kâinatın var olmasını dayokluğuna tercih eden bir müreccih olmalıdır. Bu müreccih ise, her şeye kudreti yeten Allah Teâlâ’dır.
Sabit emirlerde geçerli olan “Tercih bila müreccih muhaldir.” kaidesini bu şekilde anladıktan sonra, “Tercih bila müreccihin muhal olmayıp, caiz olması” meselesine gelelim.
“Tercih bila müreccihin caiz olması” sabit emirlerde değil, itibari emirlerdedir. Buradaki “müreccih” kelimesi “tercih ettiren sebep, vasıf, özellik ve üstün sıfat” manalarında kullanılmıştır. Mesela, altından yapılmış bir kalemin, gümüş kalemden üstün ciheti ve râcih sıfatı varsa da altından yapılmış aynı marka ve özellikteki diğer bir kalemden hiçbir üstünlüğü yoktur. Eğer itibari emirlerde “Tercih bila müreccih” -yani tercih ettiren bir sebep ve üstün sıfat yokken tercih etmek- imkansız olsaydı, bizim bu iki kalemden birini tercih edemememiz gerekirdi. Halbuki aynı kalemden birini cüz’i irademizle tercih edebilmekteyiz. O halde, itibari emirlerde müreccihsiz (tercih ettiren sebep olmaksızın) tercih caizdir ve daima tatbik edilmektedir.
Demek, “müreccih” kelimesinin iki farklı manası vardır. Birinci manası “tercih eden”dir. Bu manaya göre, tercih eden (müreccih) olmadan, bir şeyin varlığı, yokluğuna tercih edilemez ve o şey yok iken var olamaz.
“Müreccih” kelimesinin ikinci manası ise, “tercih ettiren sebep, özellik ve üstün sıfattır.” Kelimenin bu manasına göre, tercih ettiren bir sebep (müreccih) olmazsa, tercih caiz olur.
Şimdi tekrar, izahına çalıştığımız metne dönelim.
Metinde, kelam âlimlerinin Allah’ın varlığını ispat etmek için ifade ettikleri ve sabit işlerde geçerli olan bir kaidenin, itibari emirler için söylenmiş olduğu zannedilmiş ve itibari emirlerde “Tercih bilâ müreccihin” muhal, yani imkânsız olmadığı ifade edilerek, kelâm âlimlerinin yanlış bir kaide koydukları ileri sürülmüştür. Üstadımız ise cevabında, bu sözün itibari emirler için değil, sabit emirler için söylendiğini, bunun da geçerli bir kaide olduğunu ve bu sözü söyleyen âlimlerin maksatlarının Allah’ın varlığını ispat etmek olduğunu ifade ederek, âlimlerin bir hata yapmadığını ve kaidenin yanlış anlaşıldığını beyan buyurmuştur.
(1) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz
Yazan: Sinan YILMAZ
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024