Tevâzu Deyince…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Tevâzu

Yazar: İdris TÜZÜN

Peygamberimiz (asm) Cebrail (as) ile oturuyordu. (Peygamberimiz) semaya baktığında bir meleğin indiğini gördü. Cebrail (as) “Bu, yaratıldığı günden şu ana kadar yeryüzüne inmemiş olan bir melektir.” dedi. O melek indikten sonra Peygamberimize hitaben “Ey Muhammed! Rabbin beni sana gönderdi ve “Seni kral bir peygamber mi yapmamı istersin, yoksa kul bir peygamber mi yapmamı istersin?” diye soruyor.” dedi. Cebrail, Peygamberimize hitaben “Ey Muhammed, Rabb’in için tevâzu göster.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Bilakis, ben kul bir peygamber olmak istiyorum.” dedi.

İdarecilik makamına geçenler o makamla gururlanmayı bırakıp idareciliğin bir imtihan vesilesi olduğunu düşünüp “Acaba bu makamın hakkını verebilecek miyim, hakkıyla vazifemi ifa edebilecek miyim?” diye korkup titremelidir. İdareciliğin mükâfatı büyük olduğu kadar, cezası da büyüktür.

Mütevazı liderler, yardım istedikleri zaman yardım edecek insanlar bulurlar. Onların en büyük yardımcısı ise Allah’tır. Kendini beğenmiş, kibirli insanlar Allah’ın lütuf ve yardımlarından da mahrum kalırlar. Bunun en güzel örneği Müslümanların Huneyn Savaşı’nda mağlub oluşlarıdır.

Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allahu Teâlâ Hazretleri’nden yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından bana ayağımın altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvete mağrur oldum. Kendi kendime, “Ben dünyanın padişahıyım. Bana kim galebe edebilir?” dedim. Bugün Cenâb-ı Hak, en âciz bir kulu ile beni âciz kıldı.

Tek başlarına zirveye tırmananlar, oradan aşağıya baktıklarında aşağıdakileri çok küçük görürler. Fakat kendileri de aşağıdan çok küçük görünürler.

Tevâzu, kendini büyük görmemek, kendinden küçüklere küçük muamelesi yapmamaktır. Diğer ifadeyle kibirlenmemek, büyüklenmemektir. Kendini büyük görmek, bulunduğu derecenin çok üstünde saymak, ona buna çalım satmak ve gururlanmak çok kötü bir huydur.

Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Allah bana birbirinize mütevazı olmanızı vahyetti. Hatta kimse kimseye iftihar etmesin (diye de emretti).” “Kim büyüklenerek kibirlenirse Allah onu aşağı indirir. Kim de Allah’a olan huşuundan, saygısından mütevazı olursa Allah onu yükseltir.”

Mütevazı liderler, Allah katında en çok sevilen, en makbul kullardandırlar. Peygamberimiz (asm), “Adaletli, mütevazı sultan yeryüzünde Allah’ın gölgesi ve mızrağı hükmündedir. Onun ameli yetmiş sıddıkın sevabı derecesinde yükseltilir.”1 buyurmuştur.

  1. Peygamberimiz (asm) ve Tevâzu

Peygamberimiz (asm) Cebrail (as) ile oturuyordu. (Peygamberimiz) semaya baktığında bir meleğin indiğini gördü. Cebrail (as) “Bu, yaratıldığı günden şu ana kadar yeryüzüne inmemiş olan bir melektir.” dedi. O melek indikten sonra Peygamberimize hitaben “Ey Muhammed! Rabbin beni sana gönderdi ve “Seni kral bir peygamber mi yapmamı istersin, yoksa kul bir peygamber mi yapmamı istersin?” diye soruyor.” dedi.  Cebrail, Peygamberimize hitaben “Ey Muhammed, Rabb’in için tevâzu göster.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Bilakis, ben kul bir peygamber olmak istiyorum.” dedi.2

***

Peygamberimiz (asm), çok mütevazı bir şahıstı. Sahâbelerinin yanına geldiğinde onların hürmeten kendisine ayağa kalkmalarını istemez, mecliste kendine âit hususî bir yeri de olmazdı. Nerede boş yer bulsa oraya otururdu. Dışarıdan gelip de O’nu tanımayanlar sahâbelerin içinde O’nu onlardan biri zannederdi.

Bir gün huzuruna gelen bir şahıs korkudan titremeye başladı. Bunu gören Allah Resûlu: “Sâkin ol, ben bir hükümdar değil, Kureyş’ten kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” buyurdu.3

Peygamberimiz, zengin, fakir, hür, köle ayırımı yapmaz, her insana değer verirdi. O’nun bu hâli bazı insanların îman etmesine bile vesile olmuştur.

Hatem-i Tâî’nin oğlu Adiy, Peygamber Efendimizin huzuruna geldiği zaman kendisi Adiy’e bir minder koydu ve kendisi kuru yere oturdu. Adiy, Peygamber Efendimizin bu tevâzuundan dolayı: “Ben şehadet ederim ki sen yeryüzünde ne ululuk ne de fesat arzu etmiyorsun.” dedi. Ve Müslüman oldu.

  1. Ebu Bekir (ra) ve Tevâzu

Peygamberimizin dört halifesi de mütevazı insanlardı. Onlar hiçbir zaman, makamlarından dolayı kibirlenmemişlerdir.

Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, en üstünü olan Hz. Ebu Bekir, halife olduğunda ilk hutbesinde şöyle demiştir:

“Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza getirildim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım ediniz. Kötülük yaparsam beni düzeltiniz. Sizin en zayıfınız, hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Sizin en kuvvetliniz ise (haksız olduğu takdirde) benim yanımda en zayıftır. Tâ ki başkasının hakkını ondan alıncaya kadar. Herhangi bir kavim Allah yolundaki cihadı terk ederse Allahu Teâlâ onları zelil kılar. Bir toplumda fuhuş ve fenalık yayılırsa Allah, umumî bir belâ gönderir. Ben Allah ve Resûl’üne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Allah ve Resûl’üne isyan ettiğim zaman, bana itaat etmeniz gerekmez. Namaza kalkınız, Allah, size rahmet eylesin.” dedi.4

Amerikalı Müslüman yazar Hişam Et-Tâlib “Eğer siz bugün halife olarak seçilseydiniz Hz. Ebu Bekir’in bu konuşmasına ne eklerdiniz, ya da neyi çıkarırdınız?”5 diye sorar. Bu konuşma öyle bir konuşmadır ki çıkarılacak, eklenecek başka bir söz yoktur. Fakat günümüzde “Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde başınıza getirildim.” sözünü samimane söyleyecek kaç lider bulunur?

Bazıları “Ben hayırlı birisi olmasaydım Allah, beni bu makama geçirmezdi.” diye düşünebilir. Hâlbuki târihte insanların başına Firavun, Nemrud gibi ulûhiyet dâvâ edenler geçtiği gibi, hilafet makamı gibi yüksek bir mevkiye Yezid gibi bozuk insanlar da geçmişlerdir. Keza Haccac-ı Zâlim gibi zulümde en yüksek rütbede olan insanlar da Müslümanların başına geçmiştir.

İdarecilik makamına geçenler o makamla gururlanmayı bırakıp idareciliğin bir imtihan vesilesi olduğunu düşünüp “Acaba bu makamın hakkını verebilecek miyim, hakkıyla vazifemi ifa edebilecek miyim?” diye korkup titremelidir. İdareciliğin mükâfatı büyük olduğu kadar, cezası da büyüktür.

Üstad Bedîüzzaman, kendi nefsine hitaben şöyle der:

“Sen, ey mağrur nefsim! Üzüm ağacına benzersin. Fahirlenme! (Övünme!) Salkımları o ağaç kendi takmamış; başkası onları ona takmış. Sen ey riyâkâr nefsim! “Dine hizmet ettim.” diye gururlanma. “Allah, bu dini fâcir, günahkâr bir kimseyle de teyid eder, güçlendirir.” hadisinin sırrınca: temizlenmiş olmadığın için, belki sen kendini o fâcir adam bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i sanat bil, kendini beğenmeden ve riyadan kurtul!”6

  1. Ömer (ra) ve Tevâzu

Hz. Ömer, disiplinli, vakur bir şahıstı. Bu yönüyle herkes ondan korkardı. Bununla beraber o son derece mütevazı bir insandı. İnsanlar bu yönünden dolayı da onu hem severler hem de hak bildikleri şeyi yüzüne söylemekten çekinmezlerdi. Onlar bilirlerdi ki haklı oldukları zaman halife onlara kızmaz, itiraz etmez, kabul ederdi.

Bir defasında halka hitap ederken kadınların mehrini artırmamalarını söyleyince bir kadın itiraz ederek: “Ey Ömer! Senin böyle konuşmaya hakkın yok. Allah, Kur’ân’da “(Mehir olarak) bir yük altın vermiş olsanız bile ondan bir şey almayın.” (Nisa, 20)” buyuruyor.” dedi. Ömer (ra) “Bir kadın, Ömer’le tartıştı ve Ömer’i yendi.” dedi. Yapmak istediği şeyden vazgeçti. Onun “Kadınlar bile Ömer’den anlayışlı” dediği de rivayet edilir.

Hz. Ömer, kibirli bir insan olsaydı kadını azarlar, susturur, hatta cezalandırırdı. Hâlbuki o tam tersine bütün insanların huzurunda hatasını kabul ediyor, “Kadınlar bile Ömer’den anlayışlı.” diyerek hakkı teslim ediyordu.

Bazı kibirli idareciler, hatalarını kabul etmenin halk üzerindeki otoritelerini sarsacağını sanırlar ve kendilerini daima hatasızmış gibi takdim etmeye çalışırlar. Hatalarının açığa çıkarılmasına şiddetle karşı çıkarlar. Hâlbuki bu durum tam tersine insanların nefretine sebep olur ve bu yüzden otoriteleri sarsılır. Hatalarını kabul edip düzeltme yönüne gidenler ise etraflarındaki insanların muhabbetini kazanırlar ve otoriteleri daha çok artar. Peygamberimiz (asm), bu konuda “Kim tevâzu gösterirse Allah, onu yükseltir. Kim de kibirlenirse Allah onu aşağı düşürür.” buyurmuştur.

Hz. Ömer, işte tevâzuuyla otoritesini sağlamlaştırmış kimselerdendi. Tâbiinin büyük imamlarından Hasan-ı Basrî, şöyle der: Bir adam geldi, Hz. Ömer’e “Allah’tan kork ey Ömer!” dedi ve sözünü uzattı. Bunun üzerine orada bulunan birisi adama “Sus! Emirü’l-mü’minine karşı fazla konuştun.” dedi. Ömer, şöyle dedi: “Bırak onu, konuşsun. Eğer onlar bize öyle söylemezlerse onlarda hayır yoktur. Eğer biz onların doğru sözlerini kabul etmezsek bizde hayır yoktur.”7

Disiplininden dolayı herkesin korktuğu Ömer’e bir adamın gelip “Allah’tan kork ey Ömer” diyebilmesi şaşılacak bir şeydir. Adam, bu cesareti ancak Ömer’in tevâzusundan ve hakperestliğinden almaktadır. Aynı zamanda Hz. Ömer’in de ona kızmaması, bilakis ona kızmak isteyene engel olması da şayan-ı hayrettir. Günümüzde hangi Müslüman lider böyle hareket eder acaba?

Kibirli, baskıcı insanların idareci oldukları yerlerde, insanlar idarecilerden korkarlar. Bu yüzden alt ve üst arasında iletişim sıkıntıları baş gösterir. Çoğu şey, idarecilere bildirilmez veya saklanır. Bu ise ileride daha büyük sıkıntılara sebep olur. Sorunlar çoğalır ve büyür. Başlangıçta çözümlenebilecek basit sorunlar bile, neticede içinden çıkılamaz bir duruma gelir.

Korku insanlar arası iletişimi yok eder. Mütevazı liderler, başkalarının görüşlerine açık kimselerdir. Korku engeli ancak onların tevâzusuyla ortadan kaldırılabilir.

***

Hz. Ömer, bir defasında Mekke yakınlarında Decran denilen yerden geçerken şöyle dedi “Yâ Rabbi, ne büyüksün! Hayatımda öyle zamanlar geçti ki bu yerlerde deve güderdim. Dermansız kalıp da yere çöktüğüm zaman babam beni döverdi. Bugün ise en yüksek makamı işgal ediyorum. Müslümanların riyasetinde (başkanlığında) bulunuyorum. Ve Allah’tan başkasına boyun eğmiyorum.8

Gençliğinde çobanlık yapan, olgunluk çağında ise halife olan Ömer kibirlenip “Ben çalıştım hak ettim ve bu derecelere yükseldim.” demiyor, bunu Allah’ın bir lütfu, inayeti olarak görüyordu.

Günümüzdeki pek çok idareci bir makama geçtiği zaman bu makama liyakati olduğunu hakkıyla –bileğinin gücüyle- bu makama geldiğini iddia eder. Bu da hâliyle kendilerine bir gurur, bir beğenmişlik hissini verir.

  1. Ali (ra) ve Tevâzu

Hz. Ali (ra), vâli iken çarşılarda yalnız olarak yürür, yolunu kaybedene yolu gösterir, zayıfa yardım eder, alışveriş yapanların yanına uğrar ve şu âyeti okurdu: İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde yüceliği (kibirlenmeyi) ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takva sâhiplerinindir.” (Kasas, 83). Ve “Bu âyet, diğer insanlara nisbetle güç sâhibi ve idareci makamında olup adalet ve tevâzu gösterenler hakkında nâzil oldu.” derdi.9

  1. Tevâzu ve Allah’ın Yardımı

Mütevazı liderler, yardım istedikleri zaman yardım edecek insanlar bulurlar. Onların en büyük yardımcısı ise Allah’tır. Kendini beğenmiş, kibirli insanlar Allah’ın lütuf ve yardımlarından da mahrum kalırlar. Bunun en güzel örneği Müslümanların Huneyn Savaşı’nda mağlub oluşlarıdır. Şöyle ki:

Huneyn Savaşı öncesinde İslâm ordusu o zamana kadar görülmedik bir sayı çokluğuna ulaşmıştı. İşte bu görülmedik çokluk bazı Müslümanların hoşuna gitmiş ve “Bu ordu, yenilmez.” diyerek kendilerini beğenmişlerdi. Allahu Teâlâ da Peygamberini muzaffer kılanın kendisi olduğunu göstermek için bu savaşta önce Müslüman ordusunu hezimetle karşı karşıya getirmiş, sonra da onları o durumdan kurtarmıştır.

Bu konu şu âyetle ihtar edilmiştir: “Yemin olsun ki Allah, size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmişti. Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de size hiç bir fayda vermemişti; yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti; sonra arkanızı dönüp kaçmıştınız.” (Tevbe, 25)

Bu âyet kendini beğenen insanların Allah’ın lütuf ve yardımlarından mahrum kalacaklarına ve mağlup olacaklarına delildir. Bu konuda başka bir örnek de Sultan Alpaslan’dır.

Sultan Alpaslan, bir kale komutanı tarafından şehid edilmiştir. Şehid edilmeden önce şöyle dediği rivayet edilir: “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allahu Teâlâ Hazretleri’nden yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından bana ayağımın altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvete mağrur oldum. Kendi kendime, “Ben dünyanın padişahıyım. Bana kim galebe edebilir?” dedim. Bugün Cenâb-ı Hak, en âciz bir kulu ile beni âciz kıldı.” deyip istiğfar etti.10

Osmanlı padişahlarına “Padişahım çok yaşa!” diyenlerin yanında, “Padişahım gururlanma senden büyük Allah var.” diyenler de vardı.

***

Kibirli kendini beğenmiş idareciler, başarıyı, gâlibiyeti, zaferi kendilerinden bilirler. Bu onların kibrini artırır. Mağlubiyeti, başarısızlığı ise daima astlarına, beceriksiz elemanlara nisbet ederler. Mütevazı olan liderler ise mağlubiyeti, başarısızlığı kendilerinden; başarıyı, gâlibiyeti önce Allah’tan sonra etraflarındaki insanlardan bilirler.

En iyi lider, başarı gerçekleştiğinde “Biz yaptık.”, başarısızlık olduğunda “Benim hatam.” diyebilen liderdir.

Bu konuda Üstad Bedîüzzaman, şöyle der:

“Bir işte güzellik, iyilik ve şeref hâsıl olduğunda yüksek tabakaya peşkeş edilir, kötülük ve hata olsa aşağı tabakaya taksim edilir. Mesela bir tabur, düşmana galebe çalsa şan ve şeref kumandana verilir, tabura taksim edilmez. Mağlûp olduğu vakit, hata tabura taksim edilir. Mesela bir aşiret namuskârane bir iş yapsa “Aferin! Hasan Ağa” derler. Fenalık ettikleri vakit, “Tuh! Ne pis aşiretmiş.” diyecekler.”

Üstad Bedîüzzaman’ın ücra bir köyde başlatmış olduğu hareket, çok zor şartlara rağmen 20 yılda, 500 bin insana ulaşmıştır. Üstad, bu başarıyı hiçbir zaman kendine nisbet etmemiş, talebelerine nisbet etmiştir. Bu konuda o şöyle der:

“Ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’ân’da arkadaşlarım! Bir kaleyi fetheden bir bölüğün çavuşuna bütün şerefi ve bütün ganimeti vermek nasıl zulümdür, bir hatadır; öyle de şahs-ı mânevînizin kuvvetiyle ve kalemleriniz ile hâsıl olan fütuhattaki inayetleri benim gibi bir bîçareye veremezsiniz. Elbette böyle mübarek bir cemaatte, tevâfukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i gaybiye var ve ben görüyorum; fakat herkese ve umuma gösteremiyorum.”11

KAYNAKLAR

Kenzü’l-Ummal, c, 6, s, 6, hn, 14589.

Müsned-i Ahmed, c, 2, s, 231

Kenzü’l-Ummal, c, 6, hn, 14965

Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatu’s-Sahâbe, Akçağ Yayınları: 2/63-64. / Kenzü’l-Ummal, c, 5, s, 600, hn: 14064.

Hişam Et-Tâlib, İslâm Dâvetçilerine Eğitim Rehberi, Koba y, 1993, s,59

Tılsımlar, s. 91. (Kader Risâlesi’nin Zeyli’nden)

İmam Ebu Yusuf, Kitabu’l-Harac, Hisar yy, 2. Bas. İst, S, 40

Ekrem Sağıroğlu, Hz. Ömer, S. 16 ve 276 Yasin y. 2006. İstanbul.

Kenzü’l-Ummal, hn, 36538.

Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, Bedir y, C, 2, s, 244..

Bedîüzzaman Said Nursî, Mektubat, s, 252.

İrfan Mektebi Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan’dan Sonra

Ramazan’dan Sonra Fatma Bayram Bazı anları sonsuza kadar durdurmak istesek de zaman -iyi ki- bizi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Osmanlı Fetvãlarında Tesbih, Zikir, Devran, Müzik

Yazar: Dr. Pehlül DÜZENLİ  İmam-Hatip, Fatih Müftülüğü Osmanlı döneminde müziğin dinî-kültürel boyutu fıkıh, ahlâk ve …

Kapat