Hat: Kazasker Mustafa İzzet Efendi

Tevfik ve Hizlan Kavramları Hakkında

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kur’an’da ‘Hızlân’ ile ‘Tevfîk’ Kelimelerinin Kullanımları

Nihat DEMİRKOL*
Mustafa KARATAY**

Öz: Tevfîkin olmadığı yerde hızlân, hızlânın olmadığı yerde tevfîk vardır. Bu iki kelime biribirinin zıttıdır. Birisinin olduğu yerde diğeri olmaz. Karanlık ve aydınlık gibi. İki kelimede Kur’an’da kullanılmaktadır. Tevfîk’in neticesi başarı, hızlânın neticesi ise mağlubiyettir. Tevfîk’in ve hızlânın neticesi Allah’ın iradesine bağlıdır. Kişinin amelleri bunda etkili olmakla beraber son noktayı koyan Allah’tır. Tevfîk ve hızlân hem kâfir için hem de Müslüman için geçerlidir. Allah, her insan için çalıştığının karşılığını vermektedir. Fakat muvaffakiyeti vermesi veya hızlân da bırakması O’nun iradesinde olan bir durumdur. Yaptığımız işlerde Allah’ı devre dışı bırakmak aslında kendimizi devre dışı bırakmaktır. Çünkü işin neticesi O’nun elindedir. Dolayısıyla onu unutmak veya devre dışı bırakmamız durumunda işlerimizdeki netice mağlubiyettir. Çalışmak ve neticeyi ondan beklemenin nihayeti ise başarıdır, muvaffakiyettir.

Anahtar Kelimeler: Kur’an, hızlân, tevfîk, irade, netice.

Giriş

İnsanlar hayatı boyunca yaptıkları işlerde bazen muvaffak olmuşlar bazen de mağlup olmuşlardır. Müslümanlar olarak yaptığımız işlerde Allah’tan her zaman muvaffakiyet talep etmekteyiz. Dile yerleşmiş o güzel ifadeyle “gayret bizden tevfîk Allah’tandır” diyerek işe koyuluruz. İşlerimizde muvaffak olmamız veya hüsrana uğramamız bizim Allah’a karşı olan tavrımız etkili olmakla beraber muvaffakiyet vermek veya hızlânda bırakmak sadece Allah’ın elindedir. O muvaffak etse hiçbir şey engel olmayacağı gibi eğer bizi hızlânda bıraksa da bizi işlerimizde muvaffak edecek kimse yoktur. Tevfîk’in neticesi başarı hızlân’ın neticesi ise mağlubiyettir. Kur’an’daki bu iki kelimenin manasını bilmek bizlere işlerimizdeki gayretlerimize yön vermektedir. Dolayısıyla birbirinin zıttı olan bu iki kelimeyi anlamının hayatımızda bir nebze de olsa başarı ve mağlubiyetlerde dengeli bir tutum sergileyeceğimizin kanaatindeyiz.

1. Hızlân Kelimesi

1.1. Anlamı

Hızlân kelimesi arapçada خزل fiilinden masdar olup sözlükte engellemek, alıkoymak,  muaveneti kesmek, kendi haline bırakmak, rezil olma, aşağı düşmek, kişinin kendisine yardım edeceğini zannettiği kimsenin onu terk etmesi, ihtiyaç halinde yardımın kesilmesi,  gibi anlamalar gelmektedir.[1] Terim olarak da “Allah’u Teâlâ’nın isyankâr kullarına karşı yardımını kesmesi, onları kendi haline bırakması” şeklinde tarif edilir.[2] Ebu Hayyan’a (1345/745) göre hızlân, kişinin terk eden kişiye ihtiyacı olduğu halde onu terk etmesidir. Yani ihtiyaç halinde kişiyi yardımsız bırakmaktır.[3] Bizlerde aciz insanlar olarak her zaman Allah’a ihtiyacımız vardır.[4] Yani Allah bizleri bıraktığı zaman bizim ona ihtiyacımızın olmaması söz konusu değildir.

1.2. Kur’an’da Kelime Olarak Kullanımı

Hızlân kelimesi Kur’an’da üç ayette geçmektedir. Birinci ayette muzari sığasıyla şöyle ifade edilmiştir.

إِن يَنصُرْكُمُ ا هللُّ فَل َ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم من بَعْدِهِ وَعَلَى ا هللِّ فَلْيَتَوَ هكِلِ الْمُؤْمِنوُن

“Allah size yardım ederse, size galip gelecek kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler.”[5]

Eğer Allah’ın emirlerine muhalif hareke eder ve Allah ile Resulüne itaatten ictinab edersek Allah, bizi hızlânda bırakır. Yani yardımını keser ve bütün mahlûkat toplansa da bizlere yardım edemezler. Allah’ın hızlân’da bırakması ise helak olmak demektir.[6] Zafer, başarı ve muvaffakiyet tamamen Allah katındandır. Allah’ın yardım ettiğine kimse için yenilgi söz konusu değildir. Hızlân’da bıraktığı kimseler ise zafer ile tanışmaları mümkün değildir. Tarihte Müslümanlar bunun ilk örneklerini Bedir, Uhud ve Huneyn savaşlarında vermişlerdir. Allah, Bedirde Müslümanlara yardım etmesinden dolayı az olmalarına rağmen kendilerinin yaklaşık üç katı olan müşrikleri yenebilmişlerdi. Çünkü Allah, yardım etmişti. Uhud savaşında ise Allah yardımını kesince Müslümanlar mağlup oldular. Huneyn’de ise ilk etapta kısa süreli bir mağlubiyet yaşadılar. Daha sonra Allah’ın yardım göndermesiyle zafer kazanmışlardı. Fakat yardımı kesince sahabe bile olsa Huneyn gününde kısa süreli yenilgiden kurtulamamışlardır. Bu da bizlere göstermektedir ki işlerin tamamı Allah’ın elindedir. Ayetteki ifadeyle Müslümanların yalnızca Allah’a tevekkül etmeleri gerekmektedir.[7]

Ayette Allah’ın yardım ettiği birisine veya topluluklara kimsenin onları yenemeyeceği, Allah’ın muavenetini kestiği kimsenin de hüsran ve reziletten kimsenin kurtaramayacağı, yardım edemeyeceği ve zafere ulaştıramayacağı belirtilmekle birlikte, başarı için kararlılık ve tevekkülle çalışmanın gerekliliğine vurgu yapılmaktadır.7 Aynı zamanda bu ayette itaate teşvik ve günahtan da sakınma emri bulunmaktadır. Allah, itaat eden kullarına yardım edeceğini ifade etmektedir. Nitekim Al-i İmran 3/125. ayette sabredip, sakındığımız takdirde kâfirler bizlere saldırdığında beş bin alametli melekle yardım edeceğini ifade etmektedir.8 Dolayısıyla Allah’ın yardım ettiği kimse muvaffak olurken yardımını kestiği kimse ise hüsrana uğramaktadır. Bu yardımın neticesi dünya ve ahiret mutluluğu olduğu gibi tam tersi ise hüsran olmasıdır.9

Diğer bir ayette ise hızlân kelimesi mübalağa sığasıyla şeytana  nispet edilmiştir. لَقَدْ أضََلَّنِي عَنِ ال هذِكْرِ بَعْدَ إِذْ جَاءنِي وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلِْْنسَانِ خَذُول ا

“Andolsun, zikir bana geldikten sonra beni ondan saptırdı. Ve şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakır.”10   

Şeytan, Allah’ın Âdeme secde emrine uymayan ve itaat etmeyen tek varlıktır. Bunun neticesinde ise Allah, onu hızlân’da bırakmış ve dünya ile ahireti heba olmuştur. Şeytanın dostluğuna asla güven olmaz insanı yarı yolda yardımsız bırakır. Zikir, Allah katından gelen Kur’an’dır. İnsanoğlu Kur’an’la doğruyu bulduktan sonra şeytan onu sapıttırır. Sonra da sıkıntı ve bela anında insanı bırakır, ne yardımcı olur ne de kurtarır.11

Şeytan sürekli insanı aldatır. Gerek insanları saptırmaya çalışan insî şeytanlara, gerekse cinnî şeytanlara da dikkat etmek lazımdır. Önce bir takım şeylere teşvik ederler, süslü gösterirler, kendilerine hizmeti İslam’a hizmet sayarlar, İslam’ın yolundan ziyade kendi yolunu gösterirler sonra da aralarında gerek maddi gerek fikri sorun olduğunda ise onları yapayalnız bırakıverirler.[12]

Ayetteki şeytan ifadesi ise insanı yoldan saptıran dost, İblis veya cinlerden ve insanlardan şeytanlaşmış olan herkesi kastetmiş olabileceği ifade edilmiştir.[13] İsra Suresinde ise hızlân kelimesi Allah’ın affetmeyeceği, insanın haysiyetine ve fıtratına yakışmayan, Allah’tan başkasını ilah edinenlerin kınanmış ve yardımdan mahrum bırakılacağını ifade edilmektedir.   لَّ تَجْعَل مَعَ ا هللِّ إِلَـه اا آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوم اا مَخْذُول 

“Allah ile birlikte başka ilâh daha edinme! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.”14 

Taberî’ye (923/310) ayet Hz. Peygamber’i uyarmaktadır. Eğer ulûhiyette ve ibadette Allah’tan başkasını ilah edinirse zemmedilecek ve Allah’ın nimetinden mahrum kalacağını ifade etmiştir. Zem kelimesinin Allah’ın nimetini ifade ettiğini yani zem edilen kişinin Allah’ın nimetinden mahrum kalacağını ve Allah’ın ona veli olmayacağını ifade etmektedir.[15] Fakat Hz. Peygamber insanları şirkten kurtarmak ve insanların sadece Allah’a ibadet etmelerini sağlamak için gönderilmiştir. İnsanları şirkten kurtarmak gönderilmiş birisinin kendisinin şirke girmesi söz konusu değildir. Aksi takdirde nübüvvet mesajının anlamı kalmayacaktır. Dolayısıyla hitabı Hz. Peygamber’e indirgemenin doğru olmayacağı kanaatindeyiz. Hitabı insan olarak almak[16] görmek Kur’an mesajının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Allah’a şirk koşan her kim olursa olsun zem edilecek ve Allah’ın yardımından mahrum kalarak hızlân’a düşecektir. Eğer Allah’tan başkalarını ilah kabul eder, hayatımızda Allah’tan başkalarına tasarruf hakkı verirsek bizler de zemmedileceği, Allah’ın desteğini kaybedeceğimizi ve yalnız bırakılacağımızı bildirmektedir. Ancak ayetin mefhumu muhalifi ile anlaşılmaktadır ki Allah’a inanırsak, tevhid ehlinden olursak kınanmak yerine methedilir ve Allah’ın yardımına mazhar kılınırız anlamına gelmektedir. Zemahşerî’ye (1144/538) göre bu ayette ki hızlân şunu ifade etmektedir. Allah’a şirk koşanlar zaferden acizdirler. Çünkü hızlân’da kalmışlardır.[17]

Razî’ye göre (1191/586) ise bu ayet üç anlamı içermektedir. Birincisi: İmanın en şerefli kısmı olan tevhidi açıklamakta ve şirki nefyetmektedir. Öncelikle Allah’tan başka ilah olmadığını ifade ettikten sonra diğer amelleri açıklamaktadır. İkincisi: Zahirde hitap Hz. Peygamberedir. Fakat mükellef olan herkeste olabilir. İnsan olması da muhtemeldir. Razî’nin kabul etiği görüş ise hitabın insan olduğudur. Sanki şöyle denilmiştir.  أ يُّهَا الِْْنْسَانُ لَ تَجْعَلْ مَعَ اللَِّّ إِلَ اها آخَرَ

Üçüncüsü ise şirk koşan kişinin zemmedilmesidir. Çünkü şirk koşan yalancıdır. Yalancı ise zemmedilir. Tevhitte kemal, kesrette ise noksan vardır. Şirk koşan korunmaz ve yardımdan da mahrum kalır ki bu da hızlân’ın ta kendisidir.[18]

Kurtubî’de (1273/671) muhatabın insan olduğunu görüşünü vermekle beraber hitabın Hz. Peygamber’e olduğunu ve bundan maksadın ise ümmet olduğunu ifade etmektedir. Yine Kurtubî’ye göre zemmedilip hızlân’da kalan kişiye ne bir yardımcı ne de bir dost bulamayacağını ifade etmektedir.[19]

Hızlân kelimesi, tevfîk, lütuf ve nasr kelimelerinin zıttıdır.[20] Hızlân ise “yardımdan mahrum bırakmak” anlamında kullanılmaktadır. Fakat hızlân’daki “yardımdan mahrum bırakmak” manası gücü ve kuvveti yerinde olduğu halde yardımdan mahrum bırakmaktır. Yoksa gücü ve kuvveti olmayanın yardım etmemesi demek değildir. Gücü olmayanın istese de yardım etmesi muhaldir. Dolaysıyla gücü ve kuvveti olmayanın yardım etmemesi hızlân da bırakmak değildir. Acziyetten yardım edememektir.[21]

2. Tevfîk Kelimesi

2.1. Anlamı

Tevfîk kelimesi v-f-k kökünün tef’il veznindendir. V-F-K ise sözlükte  “isteğe veya duruma göre uygun olmak, iki şey arasında uygunluk, her şeyin bir şeyde ittifak etmesi” gibi anlamlarına gelirken aynı kökten türeyen muvaffakıyet ise daha çok anlaşma, sonuca varma, başarı kazanma anlamlarına gelmektedir. Mesela “şu konuda falan kişi ile muvaffak olduk” demek yani mutabık olduk, anlaşmaya vardık anlamına gelirken “Kul muvaffak olmaz Allah muvaffak kılmadıkça” sözünde ise başarı anlamına gelmektedir.[22] Tevfîk “muhtelif şeyleri aralarındaki münasebetten dolayı bir araya getirmek”[23] anlamına gelirken terim olarak ise “Allah’ın kullarının faydasına olan şeyleri dileyip kendisinin razı olacağı şeyleri sevdirmesidir.” İnsanın, Allah’ın sevdirme eylemine müdahalesi yoktur. İnsan sadece sevirme eyleminin çıktığı yerdir.

V-f-K kökünün ifti’al vezninden olan ittifak ise insanın kaderine uygun olan şeyleri yapmasıdır. İttifak iyi ve kötü işler ayırt etmeksizin kullanılırken tevfîk ise sadece iyi işlerdeki başarı için kullanılmaktadır.[24]  

2.2. Kur’an’da Kelime Olarak Kullanımı

V-f-k kelimesi farklı kalıplarda toplamda dört defa kullanılmaktadır.[25] Nisa suresinde Allah, araları bozulan eşlerin arasını bulmak ve onları barıştırıp anlaşmaları için her iki taraftan birer kişiyi hakem tayin etmeleri halinde ve iki tarafında arayı bulup düzeltmeleri halinde Allah’ın onların arasını bulacağını şöyle ifade etmektedir.

وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثوُاْ حَكَم اا همِنْ أهَْلِهِ وَحَكَم اا همِنْ أهَْلِهَا إِن يُرِيدَا إِصْلحَ اا يُ وَ هفِقِ ا هللُّ بَيْنَهُمَا إِنَّ ا هللَّ كَانَ عَلِيم اا خَبِير ا ا

“Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, Alîm’dir – Habîr’dir.”26

Allah, işin neticesini elinde bulundurmaktadır. Eğer “iki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse” sözünden maksat hakemler ise seçilen hakemler iyi niyetle ve samimi olarak olarak, adaletli bir biçimde eşlerinin arasını bulmak isterlerse Allah, onları muvaffak kılar ve tek bir sözde ittifak ederler. Yani eşlerini arasını bulurlar. Eğer iki zamir eşlere raci ise eşler samimiyetle barışmak istiyorlarsa Allah, onların arasındaki kırılganlıkları giderir ve kalplerine nefret yerine sevgi yerleştirir. Neticede barışırlar.27 Zamirler hakemlere raci olduğunda onları muvaffak etmek Allah’ın elindedir. Eğer zamirler eşlere raci ise Allah, hakemleri de devre dışı bırakarak eşlerin muvaffakıyetleri yine elinde bulundurmaktadır. Her iki şekilde de işlerin sonucunu Allah, belirlemektedir. Nebe’ suresinde ise cehennemin kâfirleri gözetlediği, orada ebediyen kalacakları ve onlar için kaynar su ile irinden başka bir içeceğin olmadığını ifade edildikten sonra bunun onların yaptıklarına muvaffak bir ceza olduğu ifade edilmiştir.    جَزَاء وِفَاقا

“Tam da yaptıklarına uygun.”28

Kâfirlerin Allah’ın ayetlerini ve peygamberini yalanlamaları sebebiyle Allah, yaptıkları bu azgınlıklarına uygun olarak onları cezalandırmıştır. Buradaki vifak kelimesi yapılan amellere uygun olarak verilmiş bir cezadır.[29]

V-f-k kelimesinin diğer bir türevi ise ayette “tevfik” şeklinde arayı bulma anlamında kullanılmıştır.

فَكَيْفَ إِذَا أصََابَتْهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أيَْدِيهِمْ ثمَُّ جَآؤُوكَ يَحْلِفُونَ بِا هللِّ إِنْ أرََدْنَا إِلَّ إِحْسَان اا وَتوَْفِيق اا

“Bak nasıl, elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibete uğradılar, sonra sana geldiler, ‘Biz sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istedik’ diye Allah’a yemin ediyorlar.”[30]

Ayet münafıklarla ilgilidir. Münafık ile bir Yahudi arasındaki meselenin halli için Hz. Peygamber’e geldiler. Hz. Peygamber Yahudi lehine hüküm verince münafık bundan rahatsız oldu ve Hz. Peygamberden uzaklaştı. Hâlbuki hüküm vermesi için Hz. Peygambere geldiler fakat münafığın niyeti kendi lehine hüküm verdirmekti. Hz. Peygamber’in hükmüne razı olmayan münafığı Hz. Ömer öldürünce diğerleri gelip diyetini istediler. Sonradan pişman oldular ama pişmanlıkları fayda vermedi.[31] Ayette “tevfik” kelimesi arayı bulma, mutabık olma anlamında kullanılmıştır.

Diğer bir ayet ise Hz. Şuayb (a.s) ile alakalıdır. Hz. Şuayb (a.s) kavmine karşı muvaffakiyetin ancak Allah’ın elinde olduğunu şöyle ifade etmektedir.

قَالَ يَا قَوْمِ أرََأيَْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىَ بَ هيِنَةٍ مِنْ رَ هبِي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْق اا حَسَن اا وَمَا أرُِيدُ أنَْ أخَُالِفَكُمْ إِلَى مَا أنَْ هَاكُمْ عَنْهُ إِنْ أرُِيدُ إِلَّ الِْصْل حََ مَا اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلَّ بِا هللِّ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أنُِيبُ

“(Şuayb) şöyle dedi: Ey kavmim! Söyleyin bakalım ya ben Rabbimden gelen bir beyyine üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse! Sizi yasakladığıma muhalif bir şey yapmak istemiyorum. Ben ancak gücüm yettiğince düzeltmek istiyorum. Muvaffakiyetim ancak Allah’ın yardımı iledir. Sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na dönüyorum.”32 “Hz. Şuayb’ın (a.s) kavmini hidayete erdirmesi, onların yanlışlarını düzeltmesinde muvaffak olmasını Allah’ın yardımı ile olabileceğini ifade etmiştir. Biz de hayatımızda başarımızın Allah’ın yardımıyla olduğunu, ondan beklememiz gerektiğini bilmek durumundayız. Çünkü muvaffakıyetin kaynağı Allah’tır. Hz. Şuayb (a.s) “Muvaffakıyetim Allah’ın yardımına bağlıdır.” ifadesiyle getirmiş olduğu mesajı halkına kabul ettirmek için bütün imkânlarını kullanarak, bütün gücüyle Allah’ın mesajını insanlara ulaştırmaya çalıştıktan sonra, muvaffakiyet için Allah’ın iradesinin de aynı yönde tecelli edeceğini, en başta kendisinin Allah’a dayanıp, güvendiğini belirtmiştir. Allah’a dayanıp güvenme noktasında “nasıl olsa Allah başarı nasip ederse başarırız” demek doğru bir anlayış değildir. Bütün zorluklara rağmen başarıya ulaşmak için çaba sarf etmemiz gerektiğini ve neticesini Allah’tan beklememiz gerektiğini anlıyoruz. Hz. Şuayb’ın ve diğer bütün elçilerin anlayışları bu yöndedir. Onların gayretleri, Allah’a olan samimi güvenleri ve bu güvenin verdiği tükenmez ümidin sonucudur.”[33]

Sonuç

Kur’an’da hızlân kelimesi “yardımdan mahrum bırakmak” anlamında kullanılmaktadır. Allah’ın asi kullarını yardımdan mahrum bırakması acziyetten değildir. Çünkü Allah, her şeye kadirdir. Onun için acziyet söz konusu değildir. Tevfik ise “kulunun amellerine uygun karşılık vermesi, başarıya ulaştırması ve istediği neticeyi vermesidir.” Hızlân’ın ve tevfîk’in merkezinde Allah vardır. Şunu da belirtmek gerekir ki Allah için muvaffakiyet vermek mecburiyet hali olmadığı ve hızlân da bırakması da acziyetinden olmadığı gibi burada bir takım kurallar koymuştur. Mesela muvaffakiyetin amellere uygunluk arz etmesi. Kişinin gayreti ile de alakalıdır. Gayret etmeyenin durduk yere muvaffak olduğunu söylemek doğru değildir. İnsan gayret eder eğer onun için hayırlı bir durum ise Allah muvaffak eder.

Hızlân ise muvaffakiyetin aksine Allah’ın insandan yardımını kesmesidir. Bu durum sadece kafirler için geçerli olmayıp Müslümanlar için de geçerlidir. Gayret edenler yaptıkları gayretin karşılığını alırlar fakat netice olarak başarı olamayabilirler. Çünkü muvaffakiyet Allah’ın elindedir. Herkese çalıştığının karşılığını vermek kanunu ilahinin adaleti gereğidir. Fakat muvaffak etmek Allah’ın dileğinde olan bir durumdur. Muvaffakiyetini vermediği yerde hızlân gerçekleşmiş olmaktadır. Buna şu örneği verebiliriz. Müslümanlar Bedir savaşında az kişiydiler. Buna rağmen Allah, onlara muvaffakiyet vermiş müşrikleri ise hızlân da bırakmasından dolayı Müslümanlar savaşı kazanmışlardı. Çünkü müşrikler Allah’ın isyan eden kullarıydı. Huneyn savaşında ise yeni Müslüman olmuş bazılarının çokluk gururu Allah’ın yardımının bir anlık kesilmesine sebeb olmuştu. Bundan dolayı Müslümanlar ilk etapta yenilgiye uğradılar. Fakat Hz. Peygamber sayesinde Allah, yardımını göndermiş ve Müslümanlar muvaffak olmuşlardır. Müşrikler ise yine hızlân da kalıp mağlup olmuşlardır.

Biz de yaptığımız işlerin hakkını vermeye çalışmakla beraber muvaffakiyetin Allah’ın elinde olduğunu unutmamamız gerekmektedir. Aynı şekilde ne kadar çalışsak da Allah’ı devre dışı bıraktığımız bir işte hızlânda kalıp mağlub olacağımız aşikârdır. Dolayısıyla Allah’ı unutmak, devre dışı bırakmak hızlânda kalıp mağlubiyetin sebebi olduğu gibi Allah’ı hatırlayıp ona tevekkül ederek çalışmanın neticesi ise muvaffakiyettir.

Dipnotlar

[*] Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü

[**] Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü

1 Ragıb El-İsfehani, Müfredat-u Elfazi’l-Kur’an, Daru’l Fikr. Beyrut,2010, s.145; Ömer Ahmed Muhtar, Mu’cemu’l Mevsui’yye li-Elfazi’l Kur’an’il Kerim ve Kıraati-hi, Müessestu’s-Sutur, Riyad, 2002, s.161; Ebu Bekr Muhammed b. Hasen b. De-rid el-Ezidi, Cumhur’l-Lugat, Daru’l İlm, Beyrut, 1987, I, 595; İlyas Çelebi, “Hızlân” DİA, XVII, 419; Kadir Güneş, Arapça-Türkçe Sözlük, Mekteb Yay., 2011, s.324.
2 Çelebi, “Hızlân” XVII, 419
3 Muhammed b. Yusuf Ebu Hayyan el-Endulusî, Bahru Muhît, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1999, III, 384.
4 Al-i İmran 3/160.
5 Muhammed b. Cerir Taberî, Câmi’u’l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 2000, VII, 347.
6 Fahreddin er-Razî, Mefâtihu’l-Gayb, Dâru’l-İhya-i Turasi, Beyrut, 1999, IX, 411.; Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer b. Ahmed ez-Zemahşerî, el Keşşaf, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabi, Beyrut, 1987, I,432. 7 Abdullah ibn Ömer ibn Muhammed Nasıruddin el Beydavî, Envâru’t-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vil, Dâru’l-İhya’i Turasi, Beyrut, 1997, II, 46.
8 Zemahşerî, el Keşşaf, I,433. ; Razî, Mefâtihu’l-Gayb, IX, 411.
9 Razî, Mefâtihu’l-Gayb, IX, 412.
10 Furkan 25/29.
11 Taberî, Câmi’u’l-Beyan, XIX,263. ;Muhammed Ali es-Sabunî, Safvetü’t-Tefasir, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 2001, II, 331.
12 Bkz. Nihat Demirkol, Tefsirler Işığında Nasr Suresinin Tahlili, Iğdır Üniv. Sosyal Bilimler Enst. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Iğdır, 2017, s. 13. Musa Çetin, Ha-disler Baglamında Şiddet Olgusu, DÜİFD, 2015, sayı 2, sayfa, 375.
13 Razî, Mefâtihu’l-Gayb, XXIV, 455.
14 İsra 17/22.
15 Taberî, Câmi’u’l-Beyan, XVII, 412.
16 Ebu’l-Hasen b. Ahmed el-Vahidi, el-Veciz fi Tefsiri’l-Kitâbi’l-Aziz, Dâru’l-Kalem, Beyrut, 1995, s. 631.
17 Zemahşerî, el Keşşaf, II,657.
18 Razî, Mefâtihu’l-Gayb, XX, 319-320.
19 Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi’u’l-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru’l-Kutubi’l-Misriyye, Kahire, 1964, X, 236.
20 Ebu’l-Berekat Muhammed b. en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakaiku’t-Tenzil, Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut, 1998, II, 251. ; Çelebi, “Hızlân”, XVII, 419.
21 Demirkol, Tefsirler Işığında Nasr Suresinin Tahlili, s.13. Abdulhalim Oflaz, Kur’an Tarihi Etrafındaki Düşünceler, Yüzüncü Yıl Üniv. Sosyal Bilimler Enst. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van, 2006, s. 45.
22 Halil b. Ahmed el-Ferahidî, Kitâbu’l-Ayn, Dâru’l-Mektebeu’l-Hilal, Bagdat, 1985, V,226. ; İsfehani, Müfredat, s. 565. 23 Mütercim Asım Efendi, Kamusu Muhit Tercümesi, Türkiye Yazma Eserler Kuru-mu Başkanlığı,İst.2013, III, 1031-1033.
24 İsfehani, Müfredat, s.565
25 Muhammed Fuad Abdulbakî, Mu’cemu’l-Müfehres li Elfazi’l Kur’an, Dâru’l-Hadis, Kahire, 1945, s. 756.
26 Nisa 4/35.
27 Zemahşerî, el Keşşaf, I, 508.
28 Nebe 78/26.
29 Beydavî, Envâru’t-Tenzil, V, 280. ; Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, III,592.
30 Nisa 4/62. 31 Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, I,369.; Beydavî, Envâru’t-Tenzil, II, 81.
32 Hud 11/88.
33 Demirkol, Tefsirler Işığında Nasr Suresinin Tahlili, s.11. Bayraktutan, Tevbe Suresi 31. Ayet Bağlamından Rab Edinme Meselesi, Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 9, 2017, s. 110.

Kaynaklar

Abdulbakî, Muhammed Fuad, Mu’cemu’l-Müfehres li Elfazi’l Kur’an, Dâru’l-Hadis, Kahire, 1945.

Alper, Hülya, “Tevfîk”, DİA.

Asım Efendi,  Mütercim, Kamusu Muhit Tercümesi, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2013.

Bayraktutan, Tevbe Suresi 31. Ayet Bağlamından Rab Edinme Meselesi,

Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 9, 2017.

Beydavî, Abdullah ibn Ömer ibn Muhammed Nasıruddin, Envâru’t-Tenzil ve Esrâru’t-Te’vil, Dâru’l-İhya’i Turasi, Beyrut,  1997.

Çelebi, İlyas “Hızlân” DİA.

Çetin, Musa, “Hadisler Baglamında Şiddet Olgusu”, DÜİFD, sayı 2, 2015.

Ezidi,  Ebu Bekr Muhammed b. Hasen b. Derid, Cumhur’l-Lugat, Daru’l İlm, Beyrut, 1987.

Ebu Hayyan, Muhammed b. Yusuf el-Endulusî, Bahru Muhît, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1999.

Ferahidî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, Dâru’l-Mektebeu’l-Hilal, Bağdat, 1985.

Güneş, Kadir, Arapça-Türkçe Sözlük, Mekteb Yayınları, 2011.

Muhtar, Ömer Ahmed,  Mu’cemu’l Mevsui’yye li-Elfazi’l Kur’an’il Kerim ve Kıraatihi, Müessestu’s-Sutur, Riyad, 2002.

Kurtubî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’u’l-Ahkâmi’lKur’an, Dâru’l-Kutubi’l-Misriyye, Kahire, 1964.

Oflaz, Abdulhalim, Kur’an Tarihi Etrafındaki Düşünceler, Yüzüncü Yıl Üniv.

Sosyal Bilimler Enst. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Van, 2006.

Sabunî, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 2001.

Razî,  Fahreddin, Mefâtihu’l-Gayb, Dâru’l-İhya-i Turasi, Beyrut, 1999.

İsfehani, Ragıb, Mufredat-u Elfazı’l-Kur’an, Daru’l fikr. Beyrut,2010.

Vahidi, Ebu’l-Hasen b. Ahmed, el-Veciz fi Tefsiri’l-Kitâbi’l-Aziz, Dâru’lKalem, Beyrut, 1995

Taberî, Muhammed b. Cerir, Câmi’u’l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 2000.

Zemahşeri, Ebu’l Kasım Mahmud b. Ömer b. Ahmed, el Keşşaf, Dâru’lKitâbi’l-Arabi, Beyrut, 1987.

 

Kaynak: Iğdır Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 11, Nisan 2018

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İhlâs ve Niyetteki Sırlar ve Hikmetler

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU İhlâs, sözlükte «arınmak, saflaştırmak, kurtulmak» anlamlarında kullanılır. «Allah Teâlâ’dan gayrisinden kurtulmak.» Terim olarak …

Kapat