Ana Sayfa / Yazarlar / Tokdur Bey!..

Tokdur Bey!..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
Sevdiğim bir kardeşim çektiği şiddetli ağrılar üzerine gittiği sağlık merkezindeki doktor ile aralarında geçen ve kendisini son derece geren diyaloğu sosyal medya hesabından paylaşmış.
Paylaşımı okuyunca beni her daim güldüren, güldürürken düşündüren bir doktor hikayesi geldi aklıma.
Yaklaşık kırk yıl önce köyümün insanlarının başından geçen ve arkadaşımın anlattıklarına çok benzeyen bir olayı gidenlere rahmet duası olsun diye anlatmak istedim..
Olay şu..
Özel araçların, yolcu minübüs ve otobüslerinin henüz yaygınlaşmadığı yetmişli, seksenli yıllarda  köylerden şehirlere, çarşıya pazara yolculuklar yaz kış farketmeksizin kamyon ve traktör kasalarında yapılırdı.
Kastamonu ile Tosya’nın neredeyse tam orta yerinde bulunan Karadere havalisinin köylüleri ihtiyaç oldukça çarşamba ve cumartesi günleri Kastamonu’ya;
pazartesi günleri Tosya’ya gitmek için traktör ya da kamyon kasalarını kullanırlardı.
Traktör ve kamyonla tanışmadan önce ise yayan gidip gelirlermiş.
Bir pazartesi günü annemin köylüleri ürettikleri patatesleri, sebzeleri, el tezgahlarında dokudukları kuşakları traktör romörkuna yükleyip Tosya’ya doğru yola koyulurlar..
Ilgaz Dağı’ndan aşıp inişe geçildikten bir süre sonra şoför direksiyon hakimiyetini kaybeder, traktör yolun bir o tarafına bir bu tarafına hızla gidip gelirken traktörün romörku kancadan kurtulur, kontrolsüzce kendi başına bir süre yol aldıktan sonra ciddi bir kaza olmadan, devrilmeden, bir yere çarpmadan, uçurumdan yuvarlanmadan durur.. 
Yaşanan savrulmalar neticesi yolculardan bazıları traktör kasasından düşer, bazıları panikle canlarını kurtarmak için romörktan atlarlar..
Şükür ki ölen ve ağır yaralanan kimse yoktur. Ancak bazı yolcularda ufak tefek incinmeler, yaralanmalar olur doğal olarak..
İlk şaşkınlığı ve paniği atlattıktan sonra yolculardan bazıları aynı traktöre, bazıları yardım için duran diğer vasıtalara, bazıları olay yerine gelen jandarma aracına binip Tosya’ya ulaştıklarında sağlık kontrolü için doğruca hastahaneye götürürler..
Kazazedeler birer birer muayene edilirken 
sıra Hüsnü Amcaya gelir.
Hüsnü amca doktora yaşadıklarını anlatmak, acıyan, incinen yerlerini göstermek istiyor ama doktor hiç oralı olmadan, yerinden kalkmadan reçetesini yazıp Hüsnü Amca’ya uzatır.
Hüsnü Amca şaşkın..
Trafik kazası geçirdiği için hastahaneye getirilen birine hiç bir soru sormadan, bizzat muayene etmeden, filmlerini çekmeden  oturduğu yerden teşhis koyup reçete yazmasına içerler, gerilir..
Hüsnü amca tipik bir Anadolu köylüsüdür; garibandır, mahcuptur, devletine sadık, devlet memuruna saygılıdır..
Ancak eğriye eğri diyecek kadar da cesurdur.. Konuşmayı seven, konuşmayı bilen Hüsnü amca doktorun bu tavrına tepkisiz kalamaz, kendisini tutamaz ve;
“Tokdur bey!
Benim sıfatıma bakıp ilaç yazma..
Benim herazem çırım çırım çığrınıyı..” deyiverir.
O gün çok korkunç bir kaza atlatan, hastahanede gergin dakikalar yaşayan köylüler Hüsnü Amcanın bu sözleriyle gülümsüyor, o günü dillere pelesenk olan bu gülümseten diyalogla anıyorlardı..
Olayı yaşayan yahut dinleyen insanlar muhataplarnın kendilerine ve sözlerine duyarsızlıklarını hissettikleri an Hüsnü Amcayı ve doktora söylediklerini hatırlatır;
“Benim sufatıma bakıp ilaç yazma..” diyerek esprili bir dille sitemlerini dile getirirler..
Yorgunluklarını, vücut kırgınlıklarını ifade etmek için de Hüsnü Amcamızın 
“Herazem (bütün azalarım) çırım çırım çığrınıyı..” sözleriyle sağlık durumlarını yine esprili bir dille ifade ederler..
O kazadan sonra uzun seneler daha yaşayan, uzun bir ömür süren Hüsnü Amcaya bu vesileyle Allah’tan rahmet, tüm hastalarımıza şifalar diliyorum.
Kırk yıl önce ve kırk yıl sonra hastalarına aynı yanlış, soğuk tavırla yaklaşan doktorlarımıza ve tıp eğitimi verenlere Hüsnü Amcamızın sözlerine kulak vermelerini öneriyorum..
 Osmanlının devlet sistemini, siyasal sistemini, hukuk sistemini, eğitim sistemini, bürokratik sistemini, sosyo kültürel sistemini alt üst edip devleti yıkılışa götüren en önemli sebeplerden birinin 1827’de kurulan Tıbbiye Mektebi müfredatına sokulan pozitivist, materyalist felsefe olduğuna inananlardanım.
Yazık ki aradan geçen ikiyüz yıllık süreçte bizim tıbbiyemiz ne ülkesiyle ne insanıyla ne milli, manevi, tarihi degerleriyle ne kadim tıp geleneğimizle barışabildi ne de Batıdaki bilim camiasıyla..
Kendisi ne bu milletin milli-manevi, insanı, ahlâkî değerlerini kabul edebildi, hazmedebildi ne de batıdaki düşünce ve çalışma sistemini..
Ve sonuçta kendi de ne içerde ne dışarda baş tacı edilmedi.
Hüsnü Amcanın sözlerinden tıb camiası dersler çıkartabilir mi?
Bence mümkün.
Beyinleri pozitivist, materyalist felsefe ile yıkanmış, sadece maddeye-maddiye odaklandığı için hastasının yüreğine dokunma gereği duymadan yüzüne bakıp ilaç yazma kolaycılığı gibi;
hayatı, hadisatı, insanı, kendi kültür ve medeniyetini sadece “sufatına bakıp” anlama, teşhis koyup tedavi etme kibrini terketmeyi de öğrenebilirler belki.
Orhan Salcı
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar

    Maalesef Doktorlarimiz ( istisnalar haric ) ortodoks tip ilah kabul edip, kibr ile hasta tedavi etme yontemi maalesef makes bulamiyor…. Ppapagan gibi dusunmeden covit asi dan baska birsey soyleyemiyorlar…..nekadar acidir ki sistemi ele gecirmisler 🙁

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ateş Çukurunun Kıyısında

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz …

Kapat