Mehmet Nuri BİNGÖL |
İTTİHATSIZLIK MI, CEHİL Mİ?
Bu asrın “bir nevi mucize-i maneviyesi” olan Risale’yi tamamiyle tedkik etmiş biri olarak diyorum ki, Üstad’ın “cemaat” mefhumuyla alakalı beyanlarının manası “yegane” değildir; mevzuların geçtiği mektup ve eserleri, bir külliyat bütünlüğü, usulüd-din ve metin tahlili metoduyla okunduğu zaman bu daha iyi açığa çıkar.
O zaman Üstad’ın çok yerdeki cemaat tabirini, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olarak, yani “Uhuvvet-i İslamiye” manasında; kimi yerlerde ise – tali olarak- ” hizmet dairesi” manasında kullandığı görülür. Mesleğimizin esasları denen hususların hepsi, “müminin şe’ni” olan haller içindir şeklinde de anlamak mümkündür, yani bütün müslümanları bağlar. ( Meslek-i hakikat ve Meslek-i Sahabe)
Hâza hakikat; “Risale” gibi birleştirici eserlere ihtiyacımız açık. Ama asıl meselemiz onu Kur’an ve Hadis istikametinde, Hazret’in yazdığı kelimelere kendi ilmî zaviyemizden bakmayarak- Bektaşilik yapmayarak- , onun bunun indî tevillerine kulak asmadan, bir külliyat bütünlüğü içinde anlamak ve anladığımızı da eğip bükmeden, “çağdaş yorum” gibi laflarla reforme etmeden yaşamaktır. Yani Nur Üstad’ı doğru takip etmektir. O, Erek Dağı’ndaki münzevî yaşayışındayken eski talebelerine şöyle öğüt vermiştir: “Korkmayınız, ders verdiğim imanî ve Kur’anî yoldan arkamdan geliniz. Ebedi saadet ve selamete erişeceğinizi tekeffül edebilirim. Yalnız ahde vefa gerek. Bu yakînî kanaatım, hususi bir İnayet-i Rabbaniye’ye binaendir.”
Resul-ü Kibriya Efendimiz aleyhisselatü ve selam’ın beyanı ne muhteşemdir: “Düşmanın silahıyla silahlanınız.” (Evkamekal) Bunlardan biri de Sinema… Hakkını vererek yapılacak filmlerin büyük inkişaflara, fütuhatlara yol açacağına inanıyorum. Kısaca karşılık vereyim sualinize; oyunu kaidesine göre oynayacaksınız. Ne yaparsanız yapın, hakkını vereceksiniz.
Taassup, biliyorsunuz, Arapça menşeli bir kelime. “A’sab”dan müştak ve “asabiyet” mefhumu ile de çok alâkalı. Eğer bahsettiğiniz “grup, cemaat taassubu” ise, bunun ırkçılık ve unsuriyetçilikten bir farkı yok. Bazıları, belki de tıpkı “milliyet” mefhumu gibi bunun da “müsbet” ve “menfi”sinin bulunabileceği diyecektir, öyle düşünecek veya öyle düşünmek işine gelecektir!.. Hâlbuki Risale’de (Mektubat, 540) “menfi ve müsbet” olarak ayrılan husus “milliyet”tir; “milliyetçilik” değildir. Eğer o “bazıları”nın suyunun suyu nevinden tefsirleri doğruysa, müsbet ya da menfi özelliğe sahip mefhum “cemaat ve grup”tur; “cemaatçilik ya da grupçuluk” değildir.
Nur Üstad’ın eserlerinde geçen “cemaat” mefhumu “Cemaat-ı İslamiye.” Yani İslamî cemaat; yani İslam müntesibi mü’minlerin hepsi bir tek cemaattir, “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” mefhumundan da anlaşılabilir bu. Bu büyük daireye “hizmet” için ayrı “içtihadi” değerlere sarılmış, metod farklılıkları olan “grupların” varlık realitesi, tıpkı Hucurat Suresi’nin 13. Ayet- i Kerime’sindeki “kavim” târifi gibidir. Kavmiyet bir realitedir ve meşrûdur, ama “kavmiyetçilik, ırkçılık” memnûdur, yasaktır; bir “Cebbetü-l cahiliyye”dir.
Bundan anladığım şu: Aynı hedefe doğru koşan farklı cemaatler esasında tek bir büyük cemaatin unsurlarıdır. Bu anlamda farklı cemaatlerin olmasında bir mahzur yok; belki bunda Allah’ın bir rahmeti de söz konusu. Fakat “cemaatçilik” mefhumu için aynı şeyi söyleyemiyoruz.
Bediüzzaman Hazretleri Münazarat’da, Lemaat’da “hizip”lerin tek çatı altında toplanmasının “atalete”, meseleler karşısındaki vurdumduymazlığa itebileceğini der, İfadenin siyam ve sıbakına bakar ve fili târif eden körlerin hamakatine düşmezsek, oradaki “hizip” mefhumunun “ehl-i hak” olan “amelî mezhepler” mânasına geldiğini görürüz. Mesele 20. Lem’a’da daha da vuzuha kavuşur. “Ehl-i hak” mezheplerin alt birimleri olan diğer mesleklere kadar iner. “Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilafa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.” Takdir edersiniz ki bahsedilen bu “ayıp”, dinî ve imanî kıymetlere karşı işlenen “inhisarcılık, batıl hüküm verme, hakikati tersyüz etme” gibi, – Üstad’ın tâbiriyle- “cinayât-ı azime” değil, ferdî günah ve amel eksiklikleridir.
Kişi adı vermeden cemaatları ikaz meselesine gelince… İlmihali mütearifelerle kimseyi sıkmak istemem ama gıybetin en çirkin olanının fıtrî uzuv eksikliği ya da bünye arızaları olduğunu diyen Allah Resulü’dür.
Demek ki “gıybet”, şahsî kusurları söyleyerek, -o insan eğer orada hazır bulunsaydı- darılmasını sağlayacak şeydir. Gıybetin caiz olduğu yerleri sayarken Bediüzzaman Hazretleri, dinî bir kusurdan dolayı ve “istişare sünneti”nin hakkını vermek için kullanılan; ‘Onun ile teşri-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin!’ gibi ifadelerin gıybetin şümulüne girmeyeceğini izah eder ve “İşte bu mahsus – hususi- maddelerde, garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caizdir” ( Mektubat, s: 467) der.
Hak ve hakikati izah için, umumi bir grup adını misal vermenin gıybet olduğu kanaatinde değilim, ama bahsedilen kayıtlarla: Garazsız olacaksın, sırf hak için olacak niyetin, milletin imanını batıldan muhafaza maslahatını düşüneceksin ki tavrın “livechillah” olsun. Bununla birlikte cemaatlerin topluca “ferdiyetle alâkalı” kusurlarını teşhir, “ehl-i dalalet” ya da “ehl-i zındıka” denen canibin ekmeğine yağ sürmektir.
Bir anekdot: Muhitimizde bir konferans düzenlenmişti birkaç sene evvel. Mevzu; “Peygamberimizden Müjdeler.” Konuşmacı, konferansın bir yerinde “Hâla Hz. İsa’nın inişini bekleyenler var!” gibi bir laf etti heyecana kapılarak; yani Hz. İsa’nın nüzul etmeyeceğini, sadece bir şahs-ı mânevi olduğunu demek istedi. Hâlbuki bütün ehl-i sünnet itikad kitaplarına bakınız, Risale-i Nur’un Mektubat eserinin 15. Mektup’taki izaha bakınız, oralarda Hz. İsa aleyhis selam’ın “semada cism-i beşerisiyle” bulunduğu, “zemin müheyya” olunca “Rahmet-i İlahiye’nin semasından nüzul” edeceğinin izahından başka bir şey göremezsiniz. Konuşmanın sonunda bunları hatırlatınca, kendisinin de bunları bildiğini, ama maslahat için o sözleri etmesi gerektiğini deyince içimden şu Hadis-i Şerif’i hatırladım: “Ya hayır söyle, ya sus”
Hülasa her işin başı ilim; Kur’an-ı Azimüşşan ve “Kur’an’ın tefsiri mahiyetinde olan sünnet/hadisler”den müteşekkildir. Bedahetle görürüz ki; ihtilafımızın sebebi bunlardan cehaletimizdir, Risale-i Nur’u “müsteşriklerin Mevlana Hazretlerine baktığı gibi” anlamamızın –yani anlamamamızın- sebebi de bu cehalettir. “İttihad cehil ile olmaz” çünkü.
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024