Ana Sayfa / Yazarlar / Türk İstiklâl Marşı / Prof. Dr. Himmet UÇ

Türk İstiklâl Marşı / Prof. Dr. Himmet UÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Bugün büyük şairimiz, büyük kul, büyük vatansever, büyük hakperest, dini ve milli duyguların okyanusu, büyük karakter, büyük müfessir, bir milletin tarihi ile dini ve diğer mukaddesatı ile tarih ve edebiyat sahnesinde yeni yorumcusu, büyük hak ve hakikat aşığı, hiçbir dünyevi ve dünyevilik karşısında eğilmemiş azametli insan bu medihlerin sonu gelmez, o herşeyden önce milletimizin hürriyetinin sembolü, söylendiği yerde başımız dik yürüdüğümüz bütün değerlerimizi temsil eden İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy Hazretlerinin dârı dünyadan dârı uhrâya ebediyete uçtuğu bir gün, ona ithafen yine büyük edebiyat yorumcusu hocamız, hocalarımızın hocası, edebiyat vadisinde bize yol açan yürümeyi öğreten, Mehmet Kaplan Hoca Efendi hazretlerinin onun istiklal Marşımız ile ilgili yazmış olduğu harika makalesini Kastamonur’da yayına arzediyoruz. Her iki büyük insanın da ruhu şad olsun. Bize düşen onları hatırlamak ve hatırlatmaktır. Zira biz Akifin mirası karşısında tahayyürde, Mehmet Kaplan’ın fikir mirası karşısında tefekkürdeyiz.

Ruhları şad olsun, kabirleri nur dolsun. Allah onları Cenabı Nebiye dost etsin bizi de onların hürmetine layık olduğumuz yere koysun.

TÜRK İSTİKLAL MARŞI

Ziya Gökalp, büyük mefkûrelerin, cemiyetlerin buhranlı devirlerinde doğduğunu ve onlara yol gösterdiğini söyler. İstiklâl marşları da böyledir. Onlar da milletçe yaşanan derin manâlı, trajik anların ifadeleridir. O anlarda kuvvetle yaşanan ve idrak olunan duygu ve değerleri dile getirirler.

Birçok milletlerde istiklâl marşlannı yazanlar fazla kültürlü olmayan, fakat ânın heyecanını kuvvetle hisseden insanlardır. Türk “İstiklâl marşı”nın üstün taraflarından biri, yazannın derin kültürlü, milletinin ıztırapları ile beraber ortak değerlerini de samimî olarak yaşayan büyük bir şair olmasıdır.

Şunu da ilâve etmek gerekir: “İstiklâl Marşı”nı kabul eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kültür ve heyecan bakımından aynı yüksek seviyede idi. Denilebilir ki, bu Meclis o devir Türkiye’sinin en aydın, en değerli, en milletsever şahsiyetlerini bir arada toplamıştı.

İyi niyetlerinden şüphe edilebilecek bazı kimseler “İstiklâl Marşı”nın güfte veya bestesini tenkit etmişlerdir. Bestesi hakkında söz söyleyecek salâhiyeti haiz değilim. Onun istenilen sürat ve tempoda taganni edilebileceğine birkaç kere şahit oldum. Onun bir marş olarak ses, şekil ve muhtevası gerçekten güzeldir ve büyük bir şairin damgasını taşır.

“İstiklâl Marşı”nın en büyük değeri hiç şüphesiz “tarihî” oluşundadır. Yukarıda da belirttiğim gibi, o “büyük tarihî bir ân”ın eseridir. O ânın ruhunu ve havasını ifade eder. Fakat bu ân, taşıdığı mânâ ile “ebedî” bir andır. Kimse o ânı tekrar yaşayamaz ve yaşatamaz. Bu “tarihilik” kavramına aykın olur.

“İstiklâl marşı”, Türkiye’de, elli yıldan beri hemen hemen her gün söylenilmektedir. Bu bakımdan o, elli yıldan beri hür ve müstakil yaşayan Türkiye Cumhuriyeti’nde yetişmiş nesillerin en mühim sosyal bağlarından birini teşkil eder. Okulda, kışlada, meydanda, herkesin bir ağızdan saygı ve heyecanla söylediği veya dinlediği bir marştır. O, artık bizim için .millî birliğin elli yıldan beri yaşanan sembolü haline gelmiştir.

Fakat “İstiklâl Marşı”nın değeri sadece tarihî ve sosyal bir mânâ taşımasında da değildir. O, üzerinde ilmî bir şekilde durulduğu zaman açıkça görülebilecek estetik bir yapıyı da hâizdir. “Şiir Tahlilleri”nin II. cildinin üçüncü baskısının başına “İstiklâl Marşı”nı koyarak tahlilini yapmayı düşünüyorum. Burada kısaca şunu işaret edeyim ki, “İstiklâl Marşı”, bir marşın taşıması gereken bütün hususiyetleri en mükemmel şekilde hâizdir. Ses, kafiye, cümle ve hayal sistemi ile muhtevası arasında tam bir uygunluk vardır.

Ben “İstiklâl Marşı”nı taşıdığı “edebî” kıymetten ziyade ifade ettiği “ebedî” kıymetler dolayısıyla sever ve üstün bulurum. Bu kıymetler bizi o müthiş tarihî trajediden kurtarmış, bizi bugüne kadar getirmiştir. Onların bundan böyle de bizi yaşatacağına, ayakta tutacağına ve ilerleteceğine inanıyorum. Akif, eserinde bu kıymetleri çok güzel özetlemiş, heyecanlı ve kuvvetli bir şiir şekline sokmuştur. Bunları şöyle sıralamak mümkündür.

1. İstiklâl: Şiirin adı, yazıldığı devir gibi bugün de Türk milletinin inandığı en yüksek değeri ifade ediyor. İstiklâl Savaşı, Türkiye’yi sömürge yapmak isteyen saldırgan devletlere karşı açılmıştır. Bugün de Türkiye’yi yok etmek isteyen devletler vardır ve Türk milleti bunlann kimler
olduğunu biliyor. Türk milleti yüzyıllar boyunca hür ve müstakil yaşamak için savaşmış bir millettir. Bunun en eski delillerinden biri VIII. yüzyılda dikilmiş olan “Orhun Kitabeleri”dir. Köle değil, efendi olmağa alışmış olan Türk milleti için istiklâl gerçekten de en üstün değerdir. Akif,
“İstiklâl Marşı”nda Türk milletinin bu duygusunu şöyle dile getirir:

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım;

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.

Yırtarım dağlan, enginlere sığmam, taşarım.

Türk tarihi bu mısralarda ifade edilen duyguya şehadet eden binlerce hâdise ile doludur. İstiklâl, gerçekten Türk milletinin tanıdığı ve sevdiği en üstün değerdir.

2. Hak: Milletleri yaşatan sadece istiklâl duygusu değildir. İstiklâl, kendisini aşan başka bir değere dayanır ki, onun adı “hak” dır. Hak kelimesi, Türkçede hepsi de derin mânâlar taşıyan üç varlığı ifade eder: Tanrı, adalet ve hakikat. Bu üç mânânın aynı kelimede birleşmesi boşuna değildir. İslâmiyette hak kavramı Allah ile yakından ilgilidir. Tanrı, yarattığı bütün fertlere ve milletlere yaşama hakkını vermiştir. İnsanlar doğuştan bu hakka sahiptirler. Hiç bir fert başkasını öldürme hakkınasahip olmadığı gibi, milletler de birbirlerini köle hâline getiremezler. Bu, varoluşla bir olan ilâhî kanuna aykırıdır.

İslâmiyete göre fertler ve milletler birbirlerine eşittirler. Saldırganlık bu kutsal nizama tecavüz etmek demektir. Bundan dolayı Akif’in:

Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl

mısraında görüldüğü üzere, “istiklâl” ile “Hak” arasında münasebet kurması, derin bir mânâ taşır. Hakk’a tapan milletler, istiklâle lâyıktırlar. Tann’yı, adaleti ve hakikati tanımayan milletler köle olurlar. Bu mısra alabildiğine derinleştirilebilecek bir mânâya sahiptir.

3. İman: “İstiklâl Marşı”nın en mühim kısımlarından biri maddî kuvvet ile manevî kuvveti karşılaştıran ve bu sonuncusunu öncekine üstün gösteren parçadır:

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim imân dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,

“Medeniyyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Burada maddî kuvvete sahip olan Batı “çelik zırhlı duvar” benzetmesi ile ifade edilmiştir. Maddî kuvvet itibariyle zayıf olan Türk milletinin güvendiği başlıca kuvvet ise “iman”dır. İman, insanın dışında değil içinde olan ve maddî değil, manevi bir varlıktır. İman, yaşama iradesi, haklı olma gücü, Tanrı’ya güvenme gibi hepsi de manevî olan duygu ve düşüncelerle tarif olunabilir ve gerçekten de bunlar maddî kuvvetten üstündürler. Tarihe, dinler, idealler ve ideolojiler şekil vermiştir. İstiklâl savaşını en güzel şekilde tefsir edenlerden birisi olan Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları”nda şöyle der:

“…İki ordu ve iki millet birbiriyle savaşırken, birisinin galip, diğerinin mağlup olması neticesini veren en başlıca âmiller, iki tarafın felsefeleridir. Ferdî hayatı vatanın istiklâlinden, şahsî menfaati namus ve vazifeden daha kıymetli gören bir ordu, mutlaka, mağlûp olur. Bunun aksi bir ‘felsefeye mâlik olan ordu ise, mutlaka galebe çalar. O halde, halk felsefesi itibariyle, Yunanlılarla İngilizler mi daha yüksektir; yoksa Türkler mi daha yücedir? Bu sualin cevabını verecek, Çanakkale muharebeleri ile Anadolu muharebeleridir. Türkleri bu iki muharebede de galip kılan, maddî kuvvetleri değildir. Ruhlannda hükümran bulunan millî felsefeleri idi.”

Akif’in zikredilen parçada sözde medeniyeti temsil eden Batı’yı “tek dişi kalmış canavar”a benzetmesi derin bir görüşe dayanır. Maddî kuvvet yırtıcı, hayvani bir mahiyeti hâizdir. Fakat o, sanıldığı kadar güçlü değildir. Zira maddî kuvvet, beşerî ve manevi bir değer taşımaz. Yunus’un çok iyi hissettiği gibi, Tanrı’yı içinde taşıyan insanoğlu için en üstün değer, dostluk ve iyiliktir. Maddî kuvvet ne kadar zâlim olursa, insanlık nazarında o kadar alçalır. Maddî kuvvet üstünlüğüne dayanan Batı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra “çürümüştü. Akif’in onu “tek dişi kalmış canavar”a benzetmesi tamamiyle yerindedir. Bugün maddî kuvvete dayanan devletlerin içten içe çürüdüklerini görmüyor muyuz? Hiç bir maddi kuvvet, zulüm ve saldırganlığı meşru kılamaz.

4. Vatan: İstiklâl kavramı, vatan kavramı ile alâkalıdır. Her milletin üzerinde yaşadığı toprak onun için hayatî bir ehemmiyete sahiptir. Fakat vatan sadece “toprak”tan ibaret değildir. Vatan, tarih, din ve milletin kaynaştığı bir yerdir. Akif bunu unutanlara, seslenir:

Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı,

Verme dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Milletler yüzyıllar boyunca yaşadıkları vatanla öylesine kaynaşırlar ki, onları birbirinden ayırmak büyük ıztıraplara sebep olur. Akif, yedinci dörtlükte bu bağlantıyı ifade etmiştir.

5. Din: Milletlerin bir birlik haline gelmesinde dinlerin büyük rolü vardır. Cami kelimesi, lügat mânâsiyle toplayan, birleştiren demektir.Türkler İslâmiyetten önce umumiyetle birbirlerine düşman küçük topluluklar halinde yaşıyorlardı. İslâmiyeti kabul ettikten sonra birleşerek büyük devletler kurdular. İslâm felsefesinin temelinde olan vahdet fikri
onları ve başka kavimleri aynı bayrak altında topladı.

Dinler, bugün de kendine inananları, uzakta olsalar bile, birbirlerine yakın kılarlar. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan Yahudileri, dinleri yok olmaktan kurtarmıştır. Bugün onları İsrail’de birleştiren kavmi şuurlanna sımsıkı bağlı olan dinleridir.

Dinin üstün değerlerinden biri, insan ruhunu yücelten “kudsiyyet” duygusunun en büyük kaynağı olmasıdır. Türk halkı gibi dinine bağlı olan Akif, hem kendisinin, hem de milletinin duygusuna tercüman olarak Allah’a şöyle yalvarır:

Ruhumun senden İlâhî şudur ancak emeli;

Değmesin mâ’bedimin göğsüne nâmahrem eli!

Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O devre ait bütün vesikalar apaçık olarak gösterir ki, İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasında “millî istiklâl” fikri kadar dinin de büyük rolü olmuştur. Bunu inkâr, tarihî gerçeklere aykırı olur.

Türk halkı bazı sathî aydınlara rağmen, bugün de vatanında -şehâdetleri dinin temeli olan- ezanın ebedî olarak inlemesini candan istemektedir. Şundan hiç şüphe etmemek lâzımdır: Türkiye’de dini yıkan Türk Milletini yıkar. Dini anlayan ve yücelten onu ebediyete kadar yaşatır.

Milletlerin tarihlerine, ruhlarına yabancı olan sözde aydınlar, “yabancı” veya “yabancılaşmış” kimselerdir. Türk halkı onları, kullandıkları kelimelerden ve ses tonlarından tanır.

“İstiklâl Marşı”nın ifade ettiği en üstün değerler işte bunlardır. Şahsen onların dün olduğu gibi, bugün de ve yarın da kıymetlerini kaybedeceklerine kāni değilim. Zaten onları, Allah saklasın kaybedersek, şerefli bir millet ve insan olmaktan çıkar, köle ve hayvan seviyesine ineriz. Bundan dolayı bu kıymetlere sımsıkı, sarılmamız ve her nesle onları aşılamamız lâzımdır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ölmez Kalırsak Mücadeleye Devam / Vehbi KARA

Vakti zamanında 28 Şubat’ın darbeci faşistleri, dindar insanlara dünyayı dar etmek istemişti. Fakat şimdi hesap …

Kapat