Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Türk Sinemasında Kur’an Eğitimi

Türk Sinemasında Kur’an Eğitimi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Hilâl TURAN
Sinema Yazarı

Sinema yüz yılı aşan yolculuğunda topluma ayna tutarken bir yandan da onu dönüştüren ve biçimlendiren bir işlev gördü. Toplumdan beslendiği kadar onun kültürel kodlarını sürekli yeniden üreten sinemanın, toplumsal yaşamın en temel belirleyicilerinden olan dinle ve dinî değerlerle iletişim kurmaması düşünülemezdi elbette.

Pozitivizmin zirvede olduğu bir çağda sinematografın icadıyla ortaya çıkan sinemada, dinî öğeler, kimi zaman bir eleştirinin hedefinde, kimi zaman da dinî söylemi yaygınlaştırma amacıyla kullanıldı; ama ne şekilde olursa olsun “din”, her zaman sinemanın odak noktalarının merkezinde yer aldı.

Sinematografın Fransa’da ortaya çıkışından çok kısa bir süre sonra Osmanlı’ya da gelen sinemanın bizdeki öyküsünün bu coğrafyanın Batılılaşma ve modernleşme hikâyesiyle yaşıt olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki Osmanlı’da Batılılaşmanın sembol mekânlarından Pera, aynı zamanda sinemanın da doğduğu, yayıldığı, geliştiği yerlerden biri oldu.

İmparatorluktan ulus devlete geçişte, Cumhuriyet’in kurucu elitinin “terakkîye mani” olarak gördüğü dinî temsillerin kamusal alandaki tezahürünü görünmez kılma misyonu, elbette Batılılaşma maceramızla yaşıt olan Türk sinemasını da biçimlendirdi.

Cumhuriyet elitlerinin topluma hızlıca nüfuz etmesini istediği ve eğitim dâhil tüm ideolojik aygıtlarla yaygınlaştırdığı “modernlik ve gericilik” dikotomisi bağlamında, ikinci haneye yazılan dinin görünümleri ve dinî ritüeller bir yandan görünmezleştirilir ve toplumun gündelik hayatından silinmeye çalışırken, bir yandan da ülkeyi geriye götürecek bir korku unsuru olarak yansıtıldı.

İmparatorluk Bakiyesi Toplumun, “Ulus”a Dönüştürülmesi Doğrultusunda Türk Sineması

Bu kapsamda özellikle Türk sinemasının ilk yıllarından, köyden kente göç ve sanayileşme ile birlikte merkez-çevre ilişkisinde dönüşüme sahne olan 1960’lı yıllarda, Ulusal Sinema ve Milli Sinema akımlarının ortaya çıkışına kadar geçen sürede, özellikle dindar insan, din adamı temsilleri, “Vurun Kahpeye” filmindeki “Hacı Fettah” ile temsil edilebilecek stereotipin dışına çıkamadı.

Din adamları, “Hacı Fettah” nezdinde vatan haini, işbirlikçi, ikiyüzlü, ilerlemeye, bilgiye düşman, açgözlü, harama düşkün, dolandırıcı karakterler olarak sunulurken, dinî ritüeller de bir korku unsuru ve topluma zarar vereceği için uzak durulması salık verilen bir öcü olarak konumlandırıldılar sinemamızda.2000’li yıllara kadar, topluma yayılmaya çalışılan korku kültürünün bir parçası olarak geri kalmışlık unsuru ve hainlik, ya da Milli Sinema’da olduğu gibi hatadan münezzeh, gündelik akışından ve doğallığından koparılmış karton karakterler olarak sunulan dindar kimliği ve dinî öğelerin, 2000’li yıllarla birlikte bu iki uçtan farklılaşan bir açılım geliştirdiğini ve farklı temsillere kucak açtığını söyleyebiliriz.

Kur’an-ı Kerim Eğitimi Perdeye Nasıl Yansıdı?
Türk sinemasında Kur’an eğitiminin, özellikle din adamları üzerinden geliştirilen temsillerle çok paralel bir şekilde yer bulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sinemamızda dine yaklaşım, ağırlıklı olarak dindar insan temsilleri üzerinden yürüdüğü için Kur’an-ı Kerim eğitimi sahnelerine de çoğunlukla filmin öyküsünde kritik bir konumda bulunan din adamı, hoca karakterlerinin içinde olduğu bir hikâye parçası olarak şahit oluruz.

Bu anlamda Türk sinemasında dinî öğelere ve dindar kimliğe yaklaşım biçimlerinin Kur’an eğitimi sahnelerine de birebir yansıdığını söylemek mümkün. Türk sinemasında dinî öğelere farklı yaklaşımlar geliştiren Vurun Kahpeye (1973), Vizontele (2001), Adem’in Trenleri (2007), Dondurmam Gaymak (2006), The İmam (2005) filmlerine odaklanarak sinemamızda Kur’an eğitiminin nasıl yansıtıldığına dair bir resim çizmek de mümkün olacaktır.

Vurun Kahpeye:
Ba Beyli Bala Bula Bumbur Beyli Bap Bup
Din adamlarının ve dinî öğelerin olumsuz olarak tasviri sinemamızın ilk yıllarına kadar uzanıyor. Bu anlamda özellikle Milli Mücadelemizi, bir Anadolu kasabasına göreve giden Aliye öğretmen üzerinden anlatan ve farklı yönetmenlerce üç defa çekilen “Vurun Kahpeye” filmi, gerici-ilerici, gerikalmış-modern, vatansever-hâin ikiliklerinin kurucu anlatısı olarak ön plana çıkar.

Film, İstanbul’dan bir Anadolu kasabasına öğretmenlik yapmaya giden idealist köy öğretmeni Aliye’nin, cami imamı “Hacı Fettah”a karşı Kuvâyı Milliye’ye verdiği desteği anlatır. Filmde Aliye, Cumhuriyet değerlerine düşman olarak gösterilen, neredeyse bütün bir Türk sinema tarihine damgasını vuran kötü niyetli imam tiplemesinin ilham kaynağı Hacı Fettah karakteriyle savaşan ve ulusun aydınlık geleceğini temsil eden bir figür olarak sunulur.

Halit Refiğ’in 1973 tarihli versiyonu, Ömer Lütfi Akad ve Orhan Aksoy tarafından çekilen diğer iki versiyona göre geleneksel ve dinî değerlere daha saygılı olsa da Kur’an-ı Kerim eğitimi sahnesiyle bilinen kalıpları tekrar etmekten kurtulamaz.

Kuvayı Milliyeci Yüzbaşı Tahsin’in Aliye’nin eğitim verdiği okula ilk girişinde, Arap harflerinin öğretildiği bir sınıfın hemen arkasından, Aliye’nin Tevfik Fikret’in şiirini okuduğu sınıf gösterilir.

Sağdaki sınıfta Kur’an eğitiminin ilk aşaması olan Arap harflerini öğreten öğretmen film boyunca çocukları dövmekten çekinmeyen, şiddet uygulayıcı bir karakter olarak sunulur. Öğretim sırasında çocuklar ise hiçbir anlam taşımayan “ba beyli bala bula” ifadesini her bir harf için aşağı yukarı eğilerek tekrar etmektedirler. Harf devrimiyle birlikte Latin alfabesinin getirilmesiyle, Arap alfabesinin okunamaz, öğrenilmesi çok zor olarak sunulmasına da vurgu yapar aslında bu sahne. Bu tekerlemeyle Arap harfleriyle dalga geçilmek istenir. Ve Türk sinemasında başka örneklerde de bu öğrenme yöntemine sık sık rastlarız. Çocuklar ise sınıfa itişe kakışa giren eğitim almamış bir kitle gibi sunulur. Çocuklara Kur’an eğitimi veren Hatice aynı zamanda Tahsin yüzbaşıya, Aliye öğretmeni çocuklara dinsizlik öğretmekle suçlayacak kadar tahammülsüz biri olarak resmedilir.

Bu sahnenin alternatifi olarak sol tarafta ise Aliye öğretmen, çocuklara Tevfik Fikret’in “Millet Şarkısı” şiirini okumaktadır: “Çiğnendi, yeter, varlığımız cehl ile kahre..” Film bu iki sahneyi birbirine karşı konumlandırarak birini anlamsız bir tekerlemeden ibaret kılarken, diğerini ise şuurlu bir eğitim süreci olarak resmeder.

Halit Refiğ’in bu versiyonu, diğer filmlere göre Kur’an-ı Kerim ve örtünme gibi dinî öğelere daha olumlu yer verse de Cumhuriyet ideolojisinin topluma sunduğu dikotomiden kurtulamaz.

Benzer bir sahneye yine bir köy öğretmeninin öyküsünü anlatan ve Osman Seden tarafından uyarlanan 1986 tarihli “Çalıkuşu” dizisinde rastlarız. Yaşadığı kalp kırıklığının acısıyla evinden kaçarak uzak bir köye öğretmen olarak gelen Feride’nin köydeki okulunda, çocukların aldığı din eğitimi bir korku unsuru, din eğitimi veren kadın da hâlâ dünyanın öküzün boynunda durduğunu iddia eden cahil biri olarak resmedilir.

Köy halkının gayri medenî ve cahil bir kitle olarak gösterildiği dizide, din eğitimi çocukların sembolik olarak birbirlerinin cenaze namazlarını kıldığı, din eğitimcisinin çocuklara sadece cehennemde onları nelerin beklediğini bir korku hikâyesi temasıyla anlattığı, hatta gerilim müziğinin eşlik ettiği teatral bir korku sahnesi olarak sunulur.

Kur’an eğitimi de tıpkı “Vurun Kahpeye” filmindeki gibi tekerlemeler üzerinden çocukların yukarı, aşağı hareket etmesinden ibaret bir şekilde tasvir edilir.

Aslında her iki film de kurucu ideolojinin, dinin ilerleme yolunda yavaşlatıcı bir unsur, bir geri kalmışlık alâmeti ve hatta bir korku unsuru olarak sunulmasına benzer bir şekilde sahneye sunar Kur’an-ı Kerim ve din eğitimini.

Vizontele: Komedi Unsuru Olarak Kur’an Eğitimi
2001 yılında Yılmaz Erdoğan tarafından çekilen ve televizyonun Doğu’da bir köyle buluşmasını anlatan “Vizontele” filmi ise Kur’an eğitimini ve eğitim veren hoca karakterini bir komedi unsuru olarak temsil eder.

Aslında bu yaklaşımın da kurucu ideolojinin ekseninde geliştiği söylenebilir. Tek bir farkla; bu filmde dindar hoca tiplemesi, düşman ve işbirlikçi yönüyle korkutucu ve hâin olarak değil, kimsenin saygı duymadığı bir komedi unsuru olarak konumlandırılır.

Kur’an eğitimi ise burada çocukları gezmek, oynamak gibi “asıl yapması gereken şeyler”den mahrum eden, onların özgürlüğünü ellerinden alan bir sahne olarak tasvir edilir.

Erkan Can’ın canlandırdığı Mela Hüseyin adlı kekeme imam tiplemesi, aslında dinî öğeleri “karikatürleştirerek” değersizleştirmeye güzel bir örnektir. Mela Hüseyin, cami kapısında kasabadaki tek sinemanın sahibi olan Latif ile konuşur. Latif, televizyonun gelişinin sinemasına halkın ilgisini azaltacağını düşündüğünden, halkı televizyona karşı kışkırtması ve haram olduğuna dair insanları ikna etmesi için destek istemeye gelmiştir.
Latif, televizyonun şeytan işi olduğunu üstelik her eve gireceğini, milleti acilen ikaz etmesi gerektiğini söyler Mela Hüseyin’e.

Aslında Latif ’e destek veren kekeme imam karakteri şahsında, ilerlemeye karşı duran, gerici din adamı klişesi bir kez daha tekrarlanmış olur. Ancak kekeme olan imamın en öne çıkarılan özelliği, Kur’an dersi verdiği çocuklar tarafından bile dalga geçilecek kadar umursanmaması ve değersiz görülmesidir.

Filmde köye televizyonun getirilmesi için uğraşan ve köyün en aklı başında kişisi sayılan Belediye Başkanı Nazmi, evinde kahvaltı yaparken, torunlarını başlarında takkeleri, boyunlarında Kur’an mahfazası asılı olduğu halde görür. “Hanım, ne götürüyorsun bunları Kur’an kursuna, ne anlar bu zavallı yavrular?” diye çıkışır karısına. Kur’an eğitimi, filmin en aklı başında kişisi tarafından seyirciye çocuklar için gereksiz bir unsur mesajıyla sunulur.

Bunun hemen ardından ise Kur’an eğitimi sahnesi başlar. Kekeme imam önde, çocuklar karşısında dizilmiş olarak rahleleri üzerindeki cüzleri okumaya başlarlar.

Cüzdeki harfleri söylemekte zorlanan kekeme imamı çocuklar birebir taklit ederler arkasından. “He hee heeee heliiff ” der imam ve çocuklar aynı tonlama ve vurguyla tekrarlar arkasından.

Filmde mizah duygusunun en etkili şekilde verildiği yerlerden birinin Kur’an eğitimi olması oldukça mânidardır. İmamın kekeme halini alaya alan çocuklar bununla eğlenirken, film de seyirciye “komik”leştirdiği bir Kur’an eğitimi sunmuş olur.

Çocuklar imamla dalga geçmekle kalmaz, buldukları ilk fırsatta camdan atlayıp kaçarlar. Çocukların kaçışı uçuşan kuşlarla paralel kurguyla verilir ve çocuklar adeta mahpus edilmiş oldukları Kuran eğitiminden özgürlüklerine kavuşmuş olarak gösterilir.

Çocuklar önlerindeki bez çantada asılı cüzlerini üç kez öpüp başlarını koyduktan sonra usulca yere bırakırlar ve koşmaya başlarlar. İlerleyen sahnelerde belediye başkanı tarafından taklidi yapılarak alaya da alınan kekeme imam, kurucu ideolojinin ekseninde ancak bu defa karikatürleştirilmiş şekilde gelişmeye, teknolojiye düşman ve itibarsız bir karakter olarak resmedilir.

Gerçekçi ve Daha Doğal Temsiller Artıyor
Türk sinemasında din adamı ve din eğitimi kimliği 2000’li yıllara kadar olumsuz, karikatür bir tipleme olarak yer alsa da bu tarihten itibaren farklı ve çeşitli temsillerin de sinemaya dahil olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu anlamda sinemamızda alışılagelmiş, klişe din eğitimi tasvirlerinde en önemli kırılmalardan biri Yüksel Aksu’nun yönettiği 2006 tarihli “Dondurmam Gaymak” filmidir. Film, Muğla’da büyük dondurma tröstlerine karşı tek başına ayakta kalma mücadelesi veren dondurma satıcısı Ali Usta’nın, motorunun kaybolmasıyla başlayan olayları komik bir dille anlatır.

Ege’nin renkli dünyasını oldukça eğlenceli bir şekilde yansıtan filmde, imam karakterini ilk kez gündelik hayatın içinde, halkla iç  içe, herkesle sağlıklı iletişim kuran, şakalaşan gerektiğinde münakaşa da eden ve hepsinden önemlisi korkutmayan ve nefret ettirmeyen bir şekilde izleriz…

Öncesinde sadece cami duvarları arasında resmedilen ve dışarıya ancak halka bir tehdit oluşturmak için çıkan din adamı tiplemelerinden farklı olarak, son derece halkın içinde bir imam karakteri tasvir edilir. Bu sahici yaklaşım aynı şekilde Kur’an eğitimi sahnesine de yansır.

Filmin başlarında, camide köy çocuklarını Kur’an dersi alırken izleriz. Yine alışılagelmiş klişelerden farklı olarak çocukların saygı duyduğu ama korkmadığı; ezberlediği sûreyi hızlıca okuyan Kâmil’i takdir ederken, kardeşi Kerim’i bir buçuk aydır “Ettehıyyatü”yü ezberleyemediği için tatlı bir şekilde azarlayan, “Kardeşinden feyiz al” dediğinde ise tüm çocukların gülüştüğü bir hoca ve huzurlu bir cami ortamı vardır.

Bu anlamda “Kur’an eğitimi” ve “Kur’an öğreten hoca” tasvirinde “Dondurmam Gaymak”, Türk sinemasında yerleşik kalıpları sarsan, olumlu, hayatın içinde, sahici bir tasvir sunan bir yapım olarak öne çıkar.

Yine bu kapsamda 2005 yılında İsmail Güneş tarafından çekilen ve İmam Hatip kökenli bir bilgisayar mühendisinin, ağır bir hastalıkla boğuşan arkadaşının son isteği üzerine onun yerine köy imamlığı yapmasını anlatan “The İmam” filmi de din eğitimi tasvirini çeşitlendiren yapımlar arasında yer alır. Bu film de camide çocuklara Kur’an eğitiminin hemen ardından bilgisayar gösteren ve onları ders sonrası motosikletiyle gezdiren “modern imam ve din eğitimi” temsiliyle fark yaratır.

2007 yılı yapımı Barış Pirhasan imzalı “Adem’in Trenleri” de aslında başrolündeki Hasan Hoca karakteri üzerinden Türk sinemasındaki kalıplaşmış, olumsuz din adamı ve dinî eğitim tasvirini eleştiren, kasabaya ilk gelişinde oradaki ahâlinin hocaya dair önyargılarını birer birer yıkan, zaaflarıyla, korkularıyla, sahici ve dürüst bir adam olarak temsil ettiği Hasan Hoca karakteriyle, “Hacı Fettah” temsillerini ters yüz eden bir yapımdır. Din eğitimini bir korku ortamı olarak sunan yaygın sinemanın aksine, çocukların dilinden öğreten, korkutarak değil sevdirerek, Kur’an eğitimiyle sınırlı kalmayıp onları iyiliğe, güzel ahlaka teşvik ederek sinemamızda yerleştirilmeye çalışılan olumsuz kalıpları kökten sarsar.

Şimdiye kadar değindiğimiz filmlerin de gösterdiği gibi Türk sineması, ilk yıllarından itibaren dinî temsillerde, kurucu ideolojinin üzerinde yükseldiği ilericilik-gericilik ikiliğinden kurtulamamış, bu kapsamda ilerlemeye engel, geri kalmışlığın sebebi olarak kodladığı din eğitimini kalıplaşmış bir şekilde tekrarlamaktan ve sunmaktan uzun süre vazgeçmemiştir.

2000’li yıllarla birlikte ise bu temsillerin giderek daha fazla çeşitlenmesi ve hayatın içinden, daha sahici din adamı ve Kur’an öğretimi tasvirlerine alan açılmaya başlanması, sinemamız adına bir umut taşımamıza yol açmaktadır.

Din ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Son Devir Ulemasının Dilinden Bediüzzaman Said Nursî

Asrın Ulemasının Dilinden Bediüzzaman Yazar: Salih Okur (Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman, Kayıhan Yayınları) Bilindiği gibi bu zamanın …

Kapat