Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Türkiye Radyolarında Dinî Neşriyatın Tarihçesi

Türkiye Radyolarında Dinî Neşriyatın Tarihçesi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

TÜRKİYE RADYOLARINDA DİNÎ NEŞRİYATIN TARİHÇESİNE BİR GİRİŞ 

Yazar: Fulya İBANOĞLU
Kur’an Kursu Öğreticisi/Kartal Müftülüğü

Türkiye’de 1927 yılında başlayan radyo neşriyatı 1936-1940 arasında PTT tarafından gerçekleştirilmiş, tek parti devri tatbikatı bu neşriyata tesir etmiş, radyoda dinî herhangi bir programa, mûsikîye yer verilmemiştir. 1946’da çok partili hayata geçilmesi ve 1950 seçimleri sonucunda başlayan Demokrat Parti iktidarı ile radyo, siyasî çekişmenin önemli bir mecrası haline gelmiş, nispeten rahatlamalar da bu dönemde başlamıştır.

Ali Rıza Sağman (1889-1964)

1950’ye gelmeden önce, 1947’de radyoda dinî neşriyat yapılsın talepleri matbuatta yer almaya başlamıştır. Mesela Ömer Rıza Doğrul, 3 Ekim 1947’de Selâmet mecmuasında (c. I, S. 20, s. 2) okuyucuların ve yazarların bu hususta kanaatlerini ifade etmeleri için bir davette bulunur. 10 Ekim 1947’de de mecmuaya gelen cevaplar yayınlanmaya başlar.

Temmuz 1949’da Sebilürreşad’a (c. III, S. 53, s. 48) Adana’dan gelen bir okuyucu mektubunda da, Adana’da camilerin perişan ve bakımsızlığı, sadece bir camide vaaz verildiği buna da mahdut sayıda cemaatin katılabildiği, bu nedenle halkın Kur’an ve sohbet dinlemeye ihtiyacının had seviyede olduğu ifade edilmiş ve radyodan dinî neşriyata duyulan iştiyak dile getirilmiştir.

1950 Temmuz’unda laik bir devletin radyosunda Kur’an-ı Kerîm okunup okunmayacağı tartışılmaya başlanmış, radyoda dinî neşriyat yasağı Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden iki ay sonra, 5 Temmuz 1950’de kaldırılmıştır.

Bunun üzerine, birkaç gün sonra Ramazan’da, Diyanet İşleri Reisi Ahmed Hamdi Akseki beraberinde Hafız Ali Osman ve Hisar Camisi İmamı Hafız Ali ile radyoya gitmiş, ilk defa olarak Kur’an-ı Kerîm’in plağa alınması hazırlıkları

Sebilürreşad, Temmuz 1951
Sebilürreşad, Temmuz 1949

yapılmış, bundan sonra da Ankara radyosunda akşam programlarında 20 dakika süreyle Kur’an neşriyatı başlamıştır.

Dönemin Diyanet İşleri Reisi Ahmed Hamdi Akseki’ye mevzuyla alâkalı pek çok soru gelmiş ve fakat cevapları 9 0cak 1951’de vefatından sonra, Haziran 1951’de Sebilürreşad’da neşredilmeye başlanmıştır (bkz. c. V, S. 105, s. 79). Ağustos 1950’de de Ali Rıza Sağman, “Hazreti Kur’an Radyoda Okunabilir mi?” isimli kitabında bunun Kemalizm’e muhalefet mânâsına gelmeyeceğini, bizzat Mustafa Kemal’in radyoda, Kadir gecesi Ayasofya’dan yapılan naklen yayında Kur’an okuttuğunu yazmıştır. (Dücane Cündioğlu, Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi, Kitabevi, 1998, s. 264-265.)

Ehli Sünnet, yıl 4, sayı 89

1950 yılında radyoda Kur’an-ı Kerim okutulmasının kararlaştırılmasının ardından, 18 Ağustos 1950 tarihinde ilk yayın yapılmış ve bundan sonra da Ankara Radyosu’ndan her Cuma günü Kur’an-ı Kerim yayınına devam edilmiştir. Kısa bir süre sonra ha ada bir gün birkaç yıl sonra da yayını üç güne çıkarılan “Dinî ve Ahlâkî Musahabeler” adlı bir program ve kandil gecelerinde mevlid yayınlanmaya başlamıştır. Bu yayınları Ramazan ayında önce sahur programları, daha sonra ise iftar programları takip etmiştir. Radyo’da dinî neşriyat ilk zamanlar bazı tereddütlerle karşılanmıştır. Bu tereddütlere matuf bazı cevaplar matbuatta yer almıştır. Hususen Halk Partililerin “Kur’an-ı Kerîm radyoda ya da plakta okunurken mesela kişi ayakyolunda ise bu hürmetsizlik olmayacak mıdır?” nev’inden suallerine karşılık bunlara cevaplar da matbuatta gecikmemiştir. Mesela Abdülkadir Zapsu, “Nasıl ki Kur’an-ı Kerîm sayfalara kaydedilmiş, yazıya aktarılmıştır, plağa aktarılmasında da bir beis yoktur.” demiştir. Ayrıca, “Sen ayakyolunda iken minareden ezan sesi işitiyorsun veyahut ayakyolundasın bitişiğinde bulunan odada bir hafız Kur’an-ı Kerîm okuyor, o hafızın okumasında ne mahzur vardır? Bunda bir muhalefet yoktur. Ancak sen kasten ayakyolunda Kur’an okurken veyahut radyoyu açıp kasten ayakyoluna gidersen o vakit hakaret etmiş olursun.” diye meseleye açıklık getirmeye çalışmıştır. (bkz. Ehli Sünnet, c. IV, S. 89, s. 13.)

Yine 2 Nisan 1951’de Esat Sezai Sünbüllük radyonun, öncelikle Cenab-ı Hakk’ın her yerde hazır ve nâzır olduğunun bir başka ispatı olduğundan bahsetmiştir. Daha enteresanı ona göre radyonun “evliyaların kalbindeki ilhamları da ispat ettiği”dir. “Bütün insanların kalbi adeta bir

Sebilürreşad, Haziran 1950

radyo olduğunu ve hele her zaman olduğu gibi eski bir dostunu hatırlayan kimsenin hemen o adama rast gelmesi işte bu radyo, elektrik cereyanı gibi kalpteki cereyandan olduğunu bize ispat eder (…) Çünkü mevcut ve vaki olan şey hissolunabilir. Vâki olmayan şey esasen hiç olmaz.” (Hakka Doğru, c. X, S. 267, s. 4-5.)

Ankara’dan haftada üç kez dinî neşriyat başladıktan sonra bu takdir edilmiş bunun cemiyet faydasına olduğu tasdik edilmiştir: “Her ne sebepten kötülüğe meyletmiş veyahut kötülüğü âdet edinmiş insanlar, haftada üç defa, radyolarını açtıklarında kendilerine en yüksek dinî bir makamın hitap ettiğini ve nizam-ı âlemin nasıl kurulabileceğini öğreten, medeniyet ve insanlığın temiz yollarını gösteren, büyüklere karşı itaat ve küçüklere şefkat ve merhamet, insanlar arasında sevgi, güzel ahlâk ve adalet emreden

Selâmet, Ekim 1947
Müslümanın Sesi, Eylül 1953

müslümanlığın icaplarını bildirdiğini işitirlerse, muhakkak ki vicdanlarındaki pası gidermeğe çalışırlar (…)” (Müslüman Sesi, c. V, S. 81, s. 11)

Türkiye radyolarında dinî neşriyatın serencamına dair, devrin gazete ve mecmualarında pek çok yazının kaleme alındığı bilinen bir hakikattir. Biz burada sadece bir kaçına dikkat çekmeyi münasip gördük. Elbette bu yazılanların her biri yine devrin hatıratları ve arşiv malzemeleri eşliğinde tekrar okunup tahlil edilmeye muhtaçtır. Ancak bir hususa dikkat çekmeden geçemeyeceğiz: Bugün tüm dünya gibi müslümanların sanal dünya ve dijital medya ile imtihanı son derece çetrefil ve zordur. Bundan atmış sene öncesinin yazılanlarına ve tartışmalarına bakılıp, çok daha naif müspet-menfî tepkiler görülünce, bugünün insanının baş etmek zorunda kaldığı meselelerin ne kadar da ürkütücü olduğu bir kez daha farkediliyor.

Din ve Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Velâyet Yönüyle Peygamberimiz (asm) ve Sahabe (ra)

“Peygamberle Sahabelerin velâyeti bir midir?.. “Şems-i Ezel ve Ebed Sultanı olan Zât-ı Ehad ve Samedin …

Kapat