Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Türkiye’de Yeni Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Ekseninde Suriyeli Mülteci Sorunu

Türkiye’de Yeni Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Ekseninde Suriyeli Mülteci Sorunu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

TÜRKİYE’DE YENİ IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI EKSENİNDE SURİYELİ MÜLTECİ SORUNU

Arş. Gör. Emine ERDEN KAYA *
Arş. Gör. Merve Suna ÖZEL ÖZCAN **

ÖZET
Modern dönemlere bakıldığında ırkçılık kavramının 1930‘larda İngilizceye girmiş yeni bir sözcük olduğu görülmektedir. O.E.D‘ ye göre tanımı ise “belli başlı insani özelliklerin ırk tarafından belirlendiğini öne süren teori”dir. Günümüzde “yeni” başlığı altında değerlendirilen ırkçılığın çok çeşitli, sinsi ve muğlak hali kavram üzerinde büyük bir kargaşayı da beraberinde getirmiş ve çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Ancak yeni ırkçılık olarak daha çok bilinen bu yaklaşımda, genlerin kültürel kodlar ile değişme uğradığı fikri öne çıkmaktadır. Bu yüzden yeni ırkçılık, kültür ve topluluk odaklı bir bakış açısında sahiptir.

Yeni ırkçılığın bileşenlerinden biri olan yabancı düşmanlığı veya zenofobi, yabancıların, ulus bütünlüğüne tehdit oluşturan korkulması, güvenilmemesi gereken farklı kültürlerin taşıyıcıları olarak görülen bir ihtiva arz eder. En genel tavır ise, yabancıların kültürlerinden, gelenek ve göreneklerinden nefret etmedir. Yabancı düşmanlığı ve bu doğrultuda oluşan ırkçılık, gelecek korkusu, sosyal güvensizlik, ulusal kimlik vurgusu, geçmişten gelen basmakalıp inanış ve önyargılar, bireysel çıkarımlar, toplumsal yapıda dönüşüme yol açan göç ve ekonomik faktörler gibi unsurlarla ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bütün bu çerçevede günümüzde, özellikle dünya genelinde artan göç ve mülteci sorunuyla, yeni/kültürel ırkçılık ve yabancı düşmanlığı birlikte anılır olmuştur. Türkiye‘de ise son dönemde Suriyeli mültecilere karşı benzer tavır ve tutumların artışı dikkat çekmektedir. Özellikle, medyanın ve siyasi parti söylemlerinin bu algıyı derinleştirdiği kültürel ırkçılığı, tecridi ve yabancı düşmanlığını arttırdığı görülmektedir. Bu çalışmada, bu doğrultuda Suriyeli mültecilerin uyum sorunlarının, Türkiye‘de nasıl bir tezahürle karşılandığı ve yeni ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının varlığı sorgulanmaktadır. Tarama değerlendirme mahiyetinde olan çalışmamızda, ülkemizde Suriyeli mülteci sorununda gelinen son merhalede, yeni ırkçılık olgusu, yabancı düşmanlığı üzerinden incelenecek ve bu çerçevede bir analiz sunulmaya çalışılacaktır.

* Araştırma Görevlisi, Gazi Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Doktora Öğrencisi, emineerden3@gmail.com
** Araştırma Görevlisi, Kırıkkale Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler, Doktora Öğrencisi,
mervesuna@yahoo.com

Giriş

Irk ve ırkçılık; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve bilimsel bakış açılarıyla değerlendirilen ve sürekli evrilen çok boyutlu ve çok tartışmalı kavramlardır. Kavramların geçmişi 15. Yüzyıla kadar dayandırılsa da, farklı olanın özellikle fizyolojik özelliklerden yola çıkarak ayrıştırıldığı ve bugün anladığımız anlamıyla ırkçı temalarla değerlendirildiği görüşler, 17. Yüzyıldan sonra giderek artan ve katılaşan yönleriyle, literatürde daha fazla kabul görür. En genel kabul ise; ırk olmadan ırkçılığın olmayacağı fikridir. Bu yüzden ırkçılığı açıklamadan önce ırk kavramının ihtivası önem arz eder. Zira ırka dair anlam yüklemelerinin tarihine bakıldığında, insanlar arasındaki farklılıkların, morfolojik veya fenotipik özellikler çerçevesinde oluşturulmuş ırkçı ve ayrılıkçı temalar içeren ırk kuramları yoluyla açıklama çabasının yoğunluğuna rastlanır. Dönem şartları içerisinde araçsallaştırılan ve her kapıyı açan sihirli bir anahtar vazifesi gören bilim ve “bilimsel veriler” bu çabaları görünürde temellendirmiş ve desteklemiştir. Bu çabaların ve ayrımların Batı menşeili oluşu ve zamanlamasının sanayi devrimiyle kesişmesi dikkat çekicidir. Bu tek merkezli algı inşası, ırk ve ırkçılığın masum, kabul edilebilir, normal olgular olduğu fikrini empoze etmeye çalışır. Dolayısı ile oluşturulan ön yargılar ile öteki algılarının oluşturulması, bireylerin yaşanan bölgesel ve küresel çatışmalarda güvenlik ve var olma arayışlarının önüne setler kurmaktadır.

Nitekim modern devletler sistemi içerisinde insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi bireyin içinde yaşadığı devletin ona sunduğu en önemli güvenlik araçları olarak görülebilir. Bu bağlamda devlet ve birey arası ilişkinin belli yükümlülük ve ödevler ekseninde düzenlenmesi eş zamanlı olarak bireyi, toplum sözleşmesi kapsamında güvenlik arayışının da nihai noktasına atıf yapmaktadır. Bu açıdan bireyin devlet karşı konumunda vatandaşlık statüsü önem arz eder. Dolayısı ile burada kurulan bağ yani uyrukluk, “bireyi bir devlete bağlayan hukuksal bağ” (Aybay, 1962:4) oluşturmaktadır. Ancak bu tanımlamamız çoğu zaman başta belirttiğimiz ırkçılık ya da ötekine dair yapılan olumsuzlamalar ile kadük kalabilmektedir. Zaten bunun örneklerini, bölgesel ve küresel sorunlar ekseninde görebilmekteyiz.

Bölgesel çatışmaların hızla küresel sorunlar doğurduğu günümüzde, uluslararası kamuoyu farklı olaylar karşısında farklı tutumlar takınabilmektedir.

Nitekim Orta doğu coğrafyasında Arap Baharı sürecinin 2010 yılında başlamasının akabinde, pek çok ülkeyi etkisine aldığı görülmektedir. Tunus ile başlayan bu sürecin Suriye krizi ekseninde etkileri ise hala devam etmekte ve ülkede iç savaş sadece bölgesel değil küresel sonuçlar doğurmaktadır. Dolayısı ile bölgede yaşanan savaş pek çok alanda yıkıcı etkileri olan bir sürecin tetikleyicisidir. Bu çalışma kapsamında da hareket noktamız ırkçılık ve ırkçı yaklaşımlar üzerinden Türkiye‘de yaşanan mülteci sorununu incelemektedir. Bu bağlamda medya ve yerel halkın konuya dair tutumları incelenecek ve bir karşılaştırma sunma adına Avrupa özelinde yürütülen politikalara da atıflar yapılacaktır.

Irkçılık Kavram

Irkçılık, farklı siyasi ve sosyal kararların oluşmasını değişik biyolojik ırkların varlığıyla açıklar. Bu nedenle ırkçı teoriler iki ön kabule dayanır. İlk olarak, dünyadaki insanların birbirinden temel genetik farklılıkları vardır. İkinci olarak, genetik ayrımlar siyasi ve toplumsal olarak önemli ahlaki, kültürel ve entelektüel farklılıklarda yansıtılır (Heywood, 1992/2007: 279). Yani dünyadaki ırklar arasında doğuştan gelen temel farkların siyasi ve toplumsal sonuçlara varılabileceği düşüncesi ırkçılığın temelinde hep vardır.

Michel Wieviorka ırkçılığı dört kategoriye ayırmıştır. Bu ayrımın ilk iki ayağı alt ve bölünmüş ırkçılıktır. Bu iki evrede “siyaset dışında, tekil bireyleri içeren, ayrımcı, ön ve/veya kalıp yargılar içeren davranış ve tutumları” içermektedir. Politik ve tam-ırkçılık olarak adlandırdığı son iki evrede “hükümet ve siyasetin içine nüfuz etmiş, gündelik politikalara dökülmüş, ülkenin hukuk sistemine bulaşmış, hatta belki onu ele geçirmiş ırkçılıkları ifade etmektedir (Akt. Somersan, 2012). Wieviorka‘nın yaptığı bu ayrımın yanı sıra, ırkçılığın genel olarak “klasik veya biyolojik v”e” yeni veya kültürel” ırkçılık şeklinde ikiye ayrıldığını görmekteyiz. Biyolojik ırkçılık, Batı medeniyetinin üstünlüğüne dayanmakta olup, ırkçı nefretin insanın yapısında mevcut olduğunu savunmaktayken, yeni ırkçılıkta etnik kökeni farklı olan milletlerin genetik kodlarına işlediği düşünülen farklı kültürleri ön plana çıkmaktadır. Bu noktada klasik ırkçılar, ırkların biyolojik farklılıklar üzerine kurulan hiyerarşik
sınıflandırılmaya tabi tutulduğunu ileri sürmektedir. Kavram özellikle ise kölecilik ile birlikte güçlenenmiş ve son noktada batı medeniyetinin üstünlüğünü ifade eden bir teori olarak ortaya çıkmıştır. (Taş, 1999: 40,43). 20. yüzyılın sonlarına doğru ise geçmişteki biyolojik temelli olduğu iddia edilen ırk tasniflerinin yerini, dil, din, etnisite, cinsiyet, yaş, giyim-kuşam vb.ye dayalı “yeni ırkçılıklar” almaya başlamıştır (Somersan, 2012). Görüldüğü gibi ırk kavramı gibi ırkçılıkta tartışmalı ve çok boyutlu ve zamanla içerik değiştiren bir kavramdır. Günümüzde bile yeni-eski ırkçılık söylemleri üzerinden kavramın içini doldurma telaşı akademik ve siyasi çevrelerde devam etmektedir. Bu noktada, çalışmamız açısından önem arz eden yeni ırkçılığın detayları önemlidir.

Yeni Irkçılık

Kavram incelendiğinde, ırklar hiyerarşisinin “gizlenmesi” ya da bazı durumlarda “reddedilmesine” yol açan bu yeni söylem ilk kez Martin Barker tarafından “yeni ırkçılık” olarak adlandırılmıştır. Barker (1981), bu adlandırmayı yaparken Frantz Fanon‘un “kültürel ırkçılık” kavramlaştırmasından etkilenmiştir. Fanon, “kendi gelenek ve kültürlerinin diğer grupların gelenek ve kültürleri karşısında daha değerli olduğuna olan inancın, tutum ve davranışların bugünki ırkçılığın devamlılığını sağladığına” vurgu yapar. Barker da “ırkçılığın bugünkü niteliğinin gerekçesini uluslararası hiyerarşiden veya bilinçli bir topluluk oluşturmaktan öte, topluluğa yabancıların girmesine ve var olan yerleşik topluluğun (ulusun) yabancıları dışlama duygusuna” dayandırmayı tercih etmiştir (Keneş, 2012: 16-17).

Irkçılığın “yeni” başlığı altında özetlenen bu hali çeşitli şekillerde de ifade edilmiştir. Bunlardan bazıları; “Yeni Irkçılık”, “Yapısal Irkçılık” “Dolaysız Irkçılık”, “Basın Irkçılığı”, “Etik Irkçılık”, “Siyah Irkçılık”, “Koşullu Irkçılık; geri kalmış toplumlarda batılıya hayran, kendinden geri toplumun insanlarını aşağılayan ırkçılık”, “Örgütlü Irkçılık”, “Kurumsal Irkçılık”, “Renk Irkçılığı”, “Sömürge Irkçılığı”, “Devlet Irkçılığı”, “Açık ırkçılık”, “Kapalı Irkçılık” şeklinde dile getirilir ve hepsi toplumun bazı kesimlerinde karşılaşılan ırkçı uygulamaları tanımlayan amaçları içerir (Taş, 1999: 39,40). Biyolojik üstünlükten ziyade, kültürel üstünlüğün temel alınması ile yeni ırkçılık geleneksel ırkçılıkta olduğu gibi kimi zaman aşırı sağ partide farklı kanatlar aracılığı ile temsil edilirken kimi zamanda bir grup parti tarafından savunulmaktadır. Yeni ırkçılık fikri içerisinde öne çıkan Günter Wallraff, yabancıları “toplumun en alttakileri” olarak adlandırmaktadır. Ona göre, yabancılar eşitsizliğe, kötü şartlarda çalışma ve yaşamaya hatta dışlanmaya karşı çıkmadığı sürece Avrupa‘da yaşayabilirler. Bu ise aşırı sağcı partilerin istediği ortamı yaratarak “öteki” grupların ülkeden gönderilme isteklerini sesli bir şekilde dile getirmelerini sağlamaktadır (Taş, 1999: 50,57).

Yabancı düşmanlığını doğal bir biçimde üreten “etnosentrizmden” kaynaklanan yeni ırkçılık kültürel üstünlüğü öne çıkarmaz ama üçüncü dünyadan gelenlerin yerli kimliği bozduğu savından hareket eder. Biyolojik üstünlüğü değil de kültürel ayrımcılığı hedefler. Yeni ırkçılıkta “farklı” kültürler, kültürün edinilmesine engel oluşturan, engel olarak kurulan kültürlerdir. Diğer taraftan da, “ezilen sınıfların ‘kültürel handikapları’ ‘dış‘ta olmanın pratikteki karşılıkları olarak ya da özellikle’ karışma’nın yıkıcı etkilerine açık kalan yaşam tarzları olarak” görülür. “Saldırganlık, yeni ırkçılığın her biçiminin başvurduğu ve bu durumda biyolojizmi bir derece ileri götüren kurmaca bir özdür: ‘ırklar’ yoktur, kültürel biyolojik ve ‘biyopsişik’ nedenleri ve sonuçları ve kültürel farklılığa gösterilen biyolojik tepkiler vardır”. Yani netice itibariyle, “Biyolojik mit‘ten kültürel mit”e evrilen bir ırkçılık vardır (Keneş, 2012: 18).

Günümüzde artık ırkçılığın sınırları da görünmez hale gelmiştir. Zira zaman içinde kalıtımsal özelliklerden sıyrılan ırkçılık kavramı, artık kültürel dışlama, etnik merkeziyetçilik, anti-semitizm ve hatta göçmen karşıtlığı gibi sosyal dışlamacı tavır ve davranışlardan ayrılamayan bir görünüm arz etmektedir. (Yılmaz, 2013: 13).

Yeni Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı

Yeni ırkçılığın en önemli bileşenlerinden biri olan yabancı düşmanlığı, “bir kişinin yabancı olarak algıladığı diğer kişi ya da gruplardan korkması ya da uzak durmasını tanımlayan oldukça muğlak psikolojik bir kavram” olarak tanımlanmaktadır. Dilimizde zenofobi veya yabancı düşmanlığı (korkusu) olarak bilinen bu kavram yabancı anlamındaki ‘xenos’ ve korku anlamına gelen ‘phobos’ gibi iki Yunanca terimin birleşmesinden türetilmiştir. Yabancılar, ulus bütünlüğüne tehdit oluşturan korkulması, güvenilmemesi gereken farklı kültürlerin taşıyıcıları olarak görülmektedir (Yılmaz, 2013: 27). Kültür-merkezcilikten kaynaklanan ve beslenen bu anlayışta yabancıların kültürlerinden, gelenek ve göreneklerinden nefret etme en genel tavırdır (Taş, 1999: 74).

Yabancı düşmanlığı ve bu doğrultuda oluşan ırkçılık, gelecek korkusu, sosyal güvensizlik, ulusal kimlik vurgusu, geçmişten gelen basmakalıp inanış ve önyargılar, bireysel çıkarımlar, toplumsal yapıda dönüşüme yol açan göç ve ekonomik faktörler gibi unsurlarla ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır.

Özellikle 1980‘ler sonrasında, küreselleşmenin etkisinin artması ve artan ucuz iş gücüne talep bu terimi, önemli ölçüde göç alan Avrupa ülkelerinde daha popüler hale getirmiştir. Ekonomi burada kilit rolü oynayan ve yabancı düşmanlığını körükleyen bir unsurdur. Eski statüsünü kaybetme korkusu yaşayan gruplar, hükümet politikalarını eleştirmekte ve bu duruma neden olduğunu düşündükleri göçmenlere yönelmektedirler. Zira bu algı ve tutumlarda son dönemde aşırı veya radikal sağ partilerin söylemlerini değiştirmiş ve sertleştirmiş ve bu partilerin oy oranlarını yükselişe geçirmiştir. Ayrıca, bu partilerin destekçileri sadece işini kaybetme korkusu olan emekçilerden oluşmamaktadır. Aynı zamanda, ırkçı ve milliyetçi söylemleri kendine düstur edinen bu partiler, statü kaybı korkusu ve hayatın kötüye gittiği yolunda genel bir izlenimden beslenen ekonomik kötümserlik korkuları olan kişilerden de oy almaktadır. (Yılmaz, 2013: 32). Bu da ayrımcı ve nefret söylemleri yoğun olan bu “aşırı sağ partilerin tehlikeli yükselişi” olarak yorumlanmaktadır. Bunun nedeni ise aşırı sağların ırkçılık ideolojisini kullanış biçimleri birbirinden farklılık gösterse de aşırı sağların savunduğu kimlik formülü, “eritmeci, yok edici” veya “farlılıkçı dışlayıcı” türden, temelinde ırkçı özellikler taşıyan bir formülden beslenmesidir. Ayrıca bu partiler, “kimlikçi” (etnik, dini) temaları, popülist bir söylemle birleştiren “kültürel arındırma” özlemine dayalı “yeni ırkçılığı” siyasal devinim malzemesi olarak kullanarak popülaritelerini arttırmaktadırlar (Vardar, 2004: 32, 125)

Yabancı düşmanlığını artıran bu faaliyetlerine bakıldığında aşırı sağ, radikal olarak değerlendirilebilecek ve rasyonellikten uzak tehlikeli bir yükselişin simgesi olarak görülebilmektedir. Ancak bu çerçeveden baktığımızda, eleştirdiğimiz bu tablonun bir benzerinin Türkiye‘de Suriyeli mültecilere karşı olması ise dikkat çekicidir. Zira başta medya olmak üzere göçmen karşıtı siyasi partilerin söylemleri, ülkemizde yabancı düşmanlığını artırmakta ve bir çeşit yeni ırkçılık türünü ortaya çıkarmaktadır. Çalışmamızın bundan sonraki bölümünde ise giderek derinleşen ve çözümsüz hale gelmeye başlayan bu sorun incelenecektir.

Suriyeli Mülteciler ve Medya

Türkiye‘nin jeostratejik konumu göz önüne alındığında, sınır komşularının yaşadığı sorun, Türkiye‘nin sorunu haline gelmektedir. Bu bağlamda bölgede yaşanan çatışmaların sonucunda oluşan göç dalgası da ilk elde Türkiye‘yi önemli ölçüde etkilemektedir. Bu sürece dair haber yapan yayın kuruluşlarının ise söylem ve manşetleri sürçe dair değişiklik gösterebilmektedir. Burada en önemli nokta ise; dilin ve söylemlerin bireyler üzerinde yarattığı etkidir. Nitekim dil, sadece bireyler arası bir iletişim aracı değil aynı zamanda bireyleri yönlendiren bir güçtür. (Durgun, Yaman, 2017: 40). Dolayısı ile mülteciler bağlamında medyanın kullandığı dil kadar oluşturduğu algı da çok önemlidir. Çünkü bu yaratılan imajlar ile kitlelerin konuya ve mültecilere dair bakışları değişmektedir.

Bu eksende, basın aracılığı ile soruna dair ilk yıllarda Türk medyası yaşanan olaylar üzerinden konuyu ele alarak, 3. sayfa habercilik türünden bir yaklaşımı sergilemiştir. Buna karşılık yerel medya konuya daha yakın durarak haber-olay merkezli bir yaklaşımı tercih etmişlerdir. Ancak ulusal basında 3. Sayfa haberi olarak nitelendirilen bu haberler, 2014 yılı itibarı ile değişmeye başlamış ve Ankara, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana‘da yapılan “Suriyeliler Gitsin!” türü gösteriler öne çıkmıştır (Erdoğan, 2014: 37).

2015 Eylül ayına kadar mültecilerle ilgili en çok kullanılan söylem “yasadışı göçmen” kavramı olmuştur. Bu söylem tanımlaması sığınmacıların, göçmenlerin yasadışı olduğuna, suçlu olduğuna dair bir algı yaratmıştır. 9 Ocak 2015 tarihinde 333 göçmenin Mersin‘den İtalya‘ya geçmeye çalışırken Sahil Güvenlik tarafından Türkiye‘ye getirilmesi ana akım medyada “333 Kaçak Göçmen Yakalandı”, “Kaçak Göçmen Operasyonu”, “Göçmenlere Baskın” gibi söylemlere yer verilmiştir (Erdoğan, vd. 2017: 18). Bu durum mülteci sorununda halkın kafasında karmaşa yaratmaktadır. Burada basın yer alan haberlerin yarattığı algının temelinde mültecilerin tanımının net olarak yapılmaması yer almaktadır. Çünkü mülteciler, bir yandan zavallı, güçsüz, problemli ve yoksul insanlar olarak gösterilirken diğer yandan kaçak, suçlu, hırsız, kátil, asi, tecavüzcü, suç işleme potansiyeli olan, ülkeye maddi yük ve sıkıntı veren insanlar olarak lanse edilmektedir (Erdoğan, 2014: 37).

Tablo I: Yıllara Göre Basının Suriye Meselesine Yaklaşımı

2011 yılı itibari ile basının Suriyeli mültecilere yaklaşımı olay ve zaman göre değişiklik göstermiştir. Bu bağlamda dünyada Suriyeli mültecilere bakış 2 Eylül 2015 tarihinde Bodrum‘da mültecilerin yer aldığı teknenin batması sonucu hayatını kaybeden Aylan Kurdi‘nin fotoğrafı ile değişmiştir. Ancak bu trajedi tablo II’de de yer aldığı gibi bir dilemma içermektedir. Çünkü Avrupa açısından mülteci sorunu, 26 Haziran 2014‘te AB Komisyonu ile Türkiye arasında düzenlenen ilk toplantıdan bu yana mültecilerin Türkiye‘de kalması karşılığında maddi yardım sözlerini dile getirmiştir (Türkiye’deki Suriyeli mülteciler,, 2014).

Yani mültecilerin tüm sorumluluklarını Türkiye‘ye yüklemeye çalışmaktadır.
Nitekim Aylan bebeğin hayatını kaybetmesi sonrasında da durum değişmemiş ve Kasım 2015 tarihinde yapılan görüşmelerde “Hali hazırda Türkiye’de bulunan mültecilerin yeniden iskânı. – Türk sahil savunmasının insan kaçakçılarıyla mücadele için güçlendirilmesi.” ibarelerin yer aldığı plan önerilmiştir (“AB ve Türkiye, birliğin…”, 2015).

Tıpkı medyada olduğu gibi, siyasilerin de halk ile iletişiminde en önemli araçları dildir. Ancak siyasiyeler tarafından kullanılan dil, hedef-kaynak etkileşimi içerisinde, ideoloji ve ideolojinin içinde barındığı söylemin gücü bağlamında etkilidir. Çünkü bireylerin yaşanmışlıkları ve kültürel değerler bu algı çerçevesinde söylemlerin etki alanlarını oluşturmaktadır (Durgun, Yaman, 2017: 44). Nitekim mülteci sorunu bağlamında da halkın yaşadığı ve karşılaştığı pek çok durum, bu söylemlerin etki alanlarını oluşturmaktadır. Söylemlerin içeriğinden çok, karşıdaki kitlerinin algı ve tepkisi bakış açılarını etkilemektedir.

Bu noktada parlamentodaki siyasi partilerin konuya dair söylemlerine bakıldığında, ilk olarak karşımıza niteleme sorunu çıkmaktadır. Yani Suriye‘den göç eden ahalinin hukuki statüsüne dair tanımlama farklılıkları mevcuttur. Mülteci kavramı her ne kadar Suriye‘den gelen bireyler için kullanılıyor olsa da esasen bu bireylerin yasal olarak iltica hakkı yoktur. Bu noktada siyasi partilerin de farklı kavramlar ile olaya yaklaştıkları görülmektedir. AK Parti misafirlik kavramını ön plana çıkarırken, CHP ve MHP Suriyeli mülteciler konusunda kültürel veya dini bir bağ kuran söylemlerden kaçınmaktadır. MHP‘nin bu yaklaşımının temelinde ise başta da Suriyeli Türkmenler vardır. Öte yandan HDP ise söylemini Suriyeli Kürtler üzerinden kurmaktadır (Devran, Özcan, 2016: 45)

Öte yandan Suriye‘de yaşanan çatışmalardan kaçan Suriyelilerin Türkiye‘ye kabulünde “açık kapı” politikası ve bunun iç politik alanda yansımaları olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi konuyu iktisadi boyuttan ele alırken, Milliyetçi Hareket Partisi ise kendi ideolojik yaklaşımı çerçevesinde “iç güvenlik sorunu” vurgusu yaparak, Suriyeli Türkmenlere yapılan yardımların azlığından şikâyet etmiştir. Adalet ve Kalkanıma Partisi ise sürecin başından itibaren açık kapı politikası ile mülteci sorununa yaklaşımını ortaya koymuştur (Tuğsuz, Yılmaz, 2015: 3). Nitekim 2011-2015 yılları arasında Suriye sorunu genelinde özel olarak mültecilere yönelik geliştirdikleri söylemler ve partilerin Suriye sorununa yönelik geliştirdiği politikalar noktasında, Ak Parti mezkûr olayları Suriye halkına yardım etmek, baskıcı bir rejimin karşısında durmak gibi gerekçelerle ilişkilendirerek kendi söylemlerinin meşruiyetine vurgu yapmaktadır. CHP ve MHP ise rejim yanlısı olmamakla birlikte bu politikanın başarısızlığı üzerinden söylemlerini üretmeye devam etmektedir. MHP‘nin Suriyeli Türkmenlere sık sık yaptığı vurgu gibi HDP/BDP‘nin de basın bildirilerinin çoğunda Kuzey Suriye‘deki Kürt bölgesiyle bağlantı kurmaktadır. (Devran, Özcan, 2016: 40).

Yeni Irkçılık Perspektifinden Mülteci Sorunu ve Türkiye

Mülteci sorunun en önemli yönlerinden biri de şüphesiz insani yönüdür. Bu bağlamda ülkemizde Suriye ile tarihsel bağların yanı sıra din olgusunun iki milleti bağladığı görülmektedir. Ancak son yıllarda Avrupa‘da yükselen sağ siyasi eğilimler gibi ülkemizde de zaman zaman mültecilere karşı olumsuz tutumlar dikkat çekmektedir. Avrupa özeline bakıldığında son yıllarda en fazla mülteci göçünün Suriye‘den gerçekleştiği görülmektedir (“Migrant crisis…”,2016). Bu durum ise bir önceki bölümde ele aldığımız gibi, AB özelinde bir takım düzenlemelerin Türkiye‘ye nerede ise yaptırım olarak sunulmasına dönüşmektedir. Bu durum Avrupa‘nın bakış açısından savaştan ve ölümden kaçan insanlar yerine, sayılar şeklinde görüldüklerini düşündürmektedir.

Türkiye‘de özellikle sosyal medya ve medya araçlarının bu tip olumsuz davranış eğilimlerine dair kullanıldığı görülmektedir. Bunun temelinde ise bir önceki bölümde ele aldığımız medyanın yönlendirmeleri ve toplumsal entegrasyon sorununun aşılamaması yer almaktadır. AFAD‘ın raporuna göre 03 Temmuz 2017 İtibariyle barınma merkezlerindeki Suriyeli sayısı 245.726’dır. (AFAD: Barınma Merkezlerindeki..”, 2017). Ancak bilindiği gibi mültecilerin büyük kısmının kamp dışında yaşamaları pek çok soruna da yol açmaktadır. Bu durum ise öncelikle sosyal uyum sorununu ortaya çıkarırken aynı zamanda yerel halk ile mülteciler arasında farklı dil, kültür ve yaşam tarzından kaynaklanan uyuşmazlıklara da yol açmaktadır (Orhan, Gündoğar, 2015: 10-15).

Diğer taraftan sadece halkların uyumu değil, aynı zamanda Suriye‘den ülkemize göç eden mültecilerin toplum ile entegrasyonunun yanı sıra sağlık, eğitim, barınma, vb. ihtiyaçlarının karşılanması da önem arz etmektedir. Bu kapsamda Türkiye‘de kayıtlı tüm Suriyelilere sağlık hizmetleri ücretsiz olarak sunulmakta ve bugüne dek Suriye ve Iraklı 25.919.750 mülteciye milyon poliklinik hizmeti verilmiştir. 224.750 bin Suriyeli bebek Türkiye‘de dünyaya gelmiş, anaokulundan lise son sınıfa kadar toplam 508.846 bin çocuk eğitimlerine devam ettirilmektedir (AFAD: “Suriyeli Sığınmacılara…”, 2017).1 Görüldüğü gibi Türkiye‘nin mülteciler konusunda yaptıkları devasa bir yardımseverliğin göstergesidir

Öte yandan pek çok kentte geçici koruma kapsamında 2 milyona yakın mülteci yaşamaktadır. Bu durum ise mültecilerin % 92’den fazlasının kentsel merkezlerde “kentli mülteci” olarak yaşadıklarını göstermektedir. Bu durum, doğrudan belediyelerin halledebileceğinden daha büyük bir sorumluluk olarak karşımıza çıkarmaktadır. Belediyelere, özellikle Belediye Kanununa ilişkin yönetmeliklerde “vatandaşlara hizmet” üzerine yapılan vurgu, belediyelerin vatandaş olmayan mültecilere hizmet vermesi sorunlu hale getirmiştir (Erdoğan, 2017: 119-120).

Dolayısı ile bu durum pek çok toplumsal uyumlaşma sorununu da berberinde getirmektedir. Ortaya çıkan sorunlar en başta kültür ve yaşam tarzlarının farklılığı noktasında olmaktadır. Öte yandan sayacağımız diğer durumlar ise bunlarla bağlantılıdır. Yerel halk açısından mülteci sorunu iktisadi alandan, siyasi alana kadar pek çok sorunun yanı sıra güvenlik boyutu ve terörizm endişesini de içinde barındırmaktadır (Tablo II).

1 Geçici koruma statüsü ile eğitim hakkı elde eden Suriyelilerin eğitimlerine yönelik, 23 Eylül 2014 tarihinde 2014/21 sayılı “Yabancılara Yönelik Eğitim-Öğretim Hizmetleri” başlıklı genelge ile Suriyeli çocuklara sunulacak eğitim hizmetleri belirli bir standarda bağlanmıştır. Bu kapsamda Türkiye‘deki yabancı öğrencilerin eğitim öğretim hizmetleri Bakanlık ve İl Komisyonları tarafından yürütülmektedir (Emin, 2016: 14).

Tablo II: Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri ve Endişeler

• Yerel halk arasında çok eşlilik yaygınlaşmakta, buna bağlı olarak boşanma oranları artmaktadır.
• Çocuk işçiler yaygınlaşmaktadır.
• Etnik ve mezhepsel kutuplaşmayı tetikleyebilecek zemin oluşmaktadır.
• Çarpık yapılaşma artmaktadır.
• Bazı sınır illerinde demografik yapının değişmesinin yarattığı kaygı söz konusudur.
• Demografik yapıda (doğurganlık oranı, nüfus artış oranı) değişim ortaya çıkmaktadır.
•Suriyelilerin yaşam koşullarının zorluğu ve eğitim imkânından faydalanmıyor olması uzun vadede suç oranlarındaki artış da dâhil bazı sosyal sorunlara uygun zemin hazırlamaktadır.
• Kiralarda artış gözlenmektedir ve kiralık ev bulmak giderek zorlaşmaktadır.
• Sınır illerinde enflasyon artışı ortaya çıkmıştır.
• Özellikle küçük işletmelerde kaçak işçi çalıştırma yaygınlaşmaktadır.
• Kaçak Suriyeli çalıştıran ve çalıştırmayan firmalar arasında haksız rekabet ortaya çıkmaktadır.
• En ciddi güvenlik riski yerel halk arasında var olan tepkinin bir provokasyon neticesinde şiddet içeren kitlesel tepkiye dönüşmesi ihtimalidir.
• Sınıra yakın yerleşim alanlarında yaşayan yerel nüfusun en büyük kaygılardan biri kendilerini terör saldırılarına açık hissetmeleridir.
Kaynak: (Orhan, Gündoğar, 2015: 7,8).

Türkiye bağlamında yeni ırkçılık kavramı, Avrupa‘da yüzyıllardır var olan ırkçı fikri temellerden uzaktır. Ancak, Suriye iç savaşı yarattığı mülteci sorunu 2011-2013 yılları arasında “geçicilik” beklentisinin artık “kalıcı olarak kalacak, ülkelerine dönecek veya üçüncü bir ülkeye gidecek” seçeneklerine dönüştürmüştür. Bununla birlikte, sosyolojik gerçekler de Suriyelilerin Türkiye’de kalıcılığına işaret etmektedir. Bu durumda kapsamlı bir uyum politikası oluşturulmalı ve yerel yönetimlere bu politikada özel bir yer verilmelidir. (Erdoğan, 2017: 122). Dolayısı ile son dönemlerde artan mültecilere karşı tutum değişimi ve saldırgan davranışların temelinde Suriyeli mültecilere karşı sosyal medya ve medya organları aracılığı ile pompalanan olumsuz çağrışımlar olduğu söylenebilir. Belirsizlik ve güven sorunlarının bu tarz söylemler ile körüklenmesi toplumsal uyumsallaşma sorunlarında biz ve onlar kaygılarını ve ayrımları artırmaktadır. Özellikle mültecilerin yoğun yaşadıkları bölgelerde yerel halk sağlık, eğitim gibi pek çok alanda tepki vermektedir. HUGO‘nun raporuna göre bölgede kamu hizmetlerinde “bize değil Suriyelilere öncelik veriliyor, hatta bazen onların taklidini yaparak hizmet alabiliyoruz” diyen çok sayıda görüşe rastlanmıştır (Erdoğan, 2014: 19).

Sonuç

Irk ve ırkçılık geçmişten günümüze farklı olana kanalize olan, bir dönem bilimsel verilerle, cilt rengi veya fenotip özelliklerine göre insanları tasnife tâbi tutan, eşitsizliği meşru gören tehlikeli kavram ve akımlardır. İnsanların biyolojik temelde ayrımlarının mantıksızlığının 1960‘lı yıllardan sonra hem bilimsel çerçevede ispatı hem de evrensel değerler ve insan hakları beyannameleri ile yasaklanmasından ve ırkçılığa savaş açılmasından sonra bu ideolojinin sınırları görünmez olmuştur. Ancak yabancılara olan kuşku, kendinden olmayanı ötekileştirme dürtüsü ve korkusu zaman içinde bu ideolojinin, kültürel değerlerin farklılığına odaklanmasına sebebiyet vermiş ve yeni bir ırkçılık türünü ortaya çıkarmıştır. Yabancı düşmanlığı da işte bu yeni olarak tasvir edilen eşitsizliği, korkuyu ve nefreti barındıran ideolojinin sınırları içinde görünürlük kazanmıştır. Ülkeler arasındaki refah dengesizlikleri, ekonomik düzeyde daha iyi konuma gelme ve savaş gibi nedenler dünya üzerinde büyük göç hareketlerini başlatmış, insanların vatanlarını terk ederek mülteci konumuna düşmesine neden olmuş ve bilinmeyene yolculuğunu başlatmıştır. Bu yeni süreç onları tamda bahsettiğimiz bu yeni ve tehlikeli ideolojinin ve yabancı olarak addedilen düşmanlığın muhatabı kılmıştır.

Türkiye‘de var olan tarihi, sosyal ve kültürel dokunun Avrupa‘dan farklı oluşu, küresel ve bölgesel sorumalara yaklaşımımızda farklılıklar ortaya çıkarmaktadır. Nitekim Suriye Konusu da bunlardan biridir. Türkiye bu noktada sınırında yaşanan bir savaşın en yakın şahidi olarak büyük göç akımlarına ve beraberinde gelen Suriyeli mültecilerin uyum sorunlarına kapılarını açmıştır. Nitekim sayıları 4 milyona yaklaşan mültecilerin kültürel ve ekonomik uyum sıkıntıları yabancı düşmanlığını görsel, yazılı ve sosyal medyada çıkan haberlerle artırmıştır. Ancak Avrupa‘dan farklı bir görünüm arz eden bu düşmanlık, sınırlarını çizdiğimiz tamamen yeni bir ırkçılık görünümü arz etmektedir. Irkçılık dediğimiz olgunun temelinde yer alan üstün insan fikri ve buna bağlı ötekileştirme Avrupa‘nın geliştirdiği bir kavram ve fikri dünya olması açısından en net olarak Avrupa‘da görülmektedir. Türkiye örneğinde ise durum metinde de yer verdiğimiz gibi pek çok endişenin harmanlanması ile oluşan yabancı düşmanlığından şu an için uzak olmakla birlikte belli bir öfke dikkat çekmektedir. Elbette bunda basının, medya araçlarının ve muhalif siyasi parti söylemlerinin etkisi büyüktür. Medyada yer alan Suriyeli mültecilere dair olumsuz haberler, muhalif siyasi partilerin yaşanan entegrasyon sürecine ve iktidar partisinin dış politikada attığı adımlara olan tepkisi, ırkçılık noktasında toplumsal tabanda tam olarak karşılık bulmasa da yabancı korkusunu ve yükselen öfkeyi, güçlü bir şekilde beslemektedir.

Bu yüzden sonuç olarak diyebiliriz ki, başta Avrupa ve Batı dünyasında hâkim olan ve tezahürü bulunan yeni bir ırkçılık çeşidinin karşılığı, ülkemizde kadim medeniyetin ve geleneklerinin, bağlarının ve inanışlarının etkisiyle bulunmamaktadır. Ancak korkuya ve güvensizliğe hapsolan farklı bir tür yabancı karşıtlığının, medya ve muhalif siyasi parti söylemleri ile bağı vardır. Sorun sadece entegrasyon politikalarını iyileştirilme adımlarının daha fazla atılması ile değil aynı zamanda düşman söyleminin azaltılması ile giderilebilir, ki bu noktada ağırlıklı olarak basın ve medyanın bu politikalar ile koordineli hareket etmesi gerekmektedir. Bu sağlanır ise toplumsal bu korku ve yanlış algı havası dağıtabilir. Yükselen korku ve öfke Suriyeli mültecilere karşı bir yabancı düşmanlığına dönüşmeden önlenebilir.

KAYNAKÇA
Aybay. R. (1962). Vatandaşlık Hukuku. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi. No:499.
Başak. (2011). Mülteciler, Sığınmacılar ve Yasadışı Göçmenler. İç İşleri Bakanlığı Genel yayın No:686 Erişim:06.02.2017,
https://www.amnesty.org.tr/uploads/Docs/1838-multeciler.pdf
Bayraktar Durgun G. Yaman, H.(2017). İdeoloji, Dil Ve Sembol Bağlamında Medya Ve Siyaset. Akademik Hassasiyetler. Cilt 4 – Sayı 7 – May 2017 ss.39-51.
Devran, Y., Özcan, F.Ö., (2016). Söylemlerin Dilinden Suriye Sorunu. Marmara İletişim Dergisi. Sayı: 25. S.35-52
Erdoğan. M. (2014).Türkiye‘deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul Ve Uyum.
Ankara: HUGO Yayınları.
Erdoğan. M. (2017).Urban RefugeesFrom “Detachment” To “Harmonızatıon” Syrian Refugees And Process Management Of
Municipalities:The Case Of Istanbul İstanbul: Marmara Belediyeler Birliği
Yayınları.
Erdoğan M. Kavukçuer.Y, Çetinkaya. T. (2017). Türkiye‘de Yaşayan Suriyeli Mültecilere Yönelik Medya Algısı. Liberal Perspektif Analiz. Sayı: 5, Nisan 2017
Ergüven , Özturanlı, (2013). Uluslararası Mülteci Hukuku Ve Türkiye. AÜHFD, 62(4) . s. 1007-1061
Göker G., Keskin S. (2015). Haber Medyası ve Mülteciler: Suriyeli Mültecilerin Türk Yazılı Basınındaki Temsili İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi – Sayı 41 / Güz 2015.
Heywood, A. (2007). Siyasi ideolojiler, (Çev.: A. K. Bayram, vd.) Ankara: Adres Yayınevi.
Keneş, H.Ç. (2012). Biyolojik Mitten Kültürel Mite: “Yeni” Irkçılık Nedir?. Dipnot Üç Aylık Sosyal Bilim Dergisi. Sayı 9. 5-25.
Orhan, Gündoğar (2015).Suriyeli SığınmacılarınTürkiye‘ye Etkileri. ORSAM.
Zúquete, J. P. ‘The European extreme-right and Islam: New directions?’,Journal of Political Ideologies,13:3,2008, ss.321 – 344.
Somersan, S. (2012). Irkların olmadığı bir dünyada ırkçılık. K. Çayır ve M. A. Ceyhan. (Editörler). Ayrımcılık çok boyutlu yaklaşımlar. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. 1. Baskı. Ss.199-212.
Taş, M. (1999). Avrupa‘da Irkçılık. İstanbul: İmge Yayınevi,1. Basım.
Tuğsuz N. Yılmaz. A. (2015). Siyasi Partilerin Mülteci Politikaları. SETA:
Erişim: http://file.setav.org/Files/Pdf/20150703162350_siyasi-partilerin-multeci-politikalari-pdf.pdf
Vardar, D. (2004). Aşırı sağdan ―popülist radikal sağ‖a. İstanbul: Bağlam Yayınları, 125.
Yılmaz, F. (2008). Avrupa‘da ırkçılık ve yabancı düşmanlığı. Ankara: Usak Yayınları.
WEB Adresleri ve İlgili Kanunlar: “Geçici Koruma”. (2017). Göç İdaresi. Erişim:
http://www.goc.gov.tr/icerik6/gecici-koruma_363_378_4713_icerik] “Suriyeli Sığınmacılara Yapılan Yardımlar” (2017). AFAD. Erişim:
(https://www.afad.gov.tr/upload/Node/2373/files/Suriyeli_Siginmacilara_Yapilan
_Yardimlar+3.pdf).
“03 Temmuz 2017 İtibariyle Barınma Merkezlerindeki Suriyeli Sayısı:
245.726”. (2017). AFAD.
Erişim:09.06.2017https://www.afad.gov.tr/upload/Node/2374/files/Barinma_Mer
kezlerindeki_Son_Durum+3.pdf
“Türkiye‘deki Mülteci Statü Belirleme Prosedürleri”, (2014). Erişim:06.07.2017.
http://www.unhcr.org/turkey/uploads/root/procedures_leaflet_tr(2).pdf
Türk Vatandaşlığı Kanunu (2009). Erişim:06.04.2017,
http://www.ysk.gov.tr/ysk/content/conn/YSKUCM/path/Contribution%20Folders
/Mevzuat/5901.pdf
Mültecilerin Hukuki Statüne İlişkin Sözleşme (1951).
Mültecilerin Hukuk Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü (1967).
UNHCR. Erişim:06.02.2017, http://www.unhcr.org/turkey/home.php
“Europe‘s boat People” The Economist. Erişim:06.06.2017:
https://www.economist.com/blogs/graphicdetail/2015/05/graphics
UNICEF. (2016). Türkiye‘deki Suriyeli Çocuklar. Erişim:08.06.2017:
http://www.unicefturk.org/public/uploads/files/Suriyeli_Cocuklar_Bilgi_Notu_Ni
san%202016_1.pdf

Kaynak: “Türkiye’de Yeni Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Ekseninde Suriyeli Mülteci Sorunu” , Uluslararası KAYSEM 11-Kamu Yönetimi Sempozyumu, 28-30 Eylül, Elazığ-Fırat Üniversitesi (2017)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hutbe-i Şamiye’nin Tarihçesi

1911 Şam Hutbesi Tarihçesi Şam’a gelişi ve Câmi-i Emeviye’de muhteşem bir hutbe ile İslâm Âleminin …

Kapat