Ana Sayfa / Yazarlar / Türkiye’nin Romanı Olarak Gün Doğmadan..

Türkiye’nin Romanı Olarak Gün Doğmadan..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Sezai Karakoç 1950’den 2000 yılına kadarki süre içerisinde Türkiye’yi bir şair gözü ile anlatmıştır. Akif, Necip Fazıl ile dünyaları parelellik gösterse de Karakoç onlardan bazı yönleri ile ayrılır. Onlar Karakoç’a göre realitenin şairidirler. Ama Karakoç elli yıllık süreç içerisinde geçen olayları imajist ve sembolist, zaman zaman da realist bir yorumla değerlendirir. Onun şiiri çok katmanlı manalar içine alan bir genişliktedir. Türkiye’nin son elli yılı içinde demokrasi ve hukuk anlayışı geliştikçe yazar ve şairler devletle olan münasebetleri çeşitlilik arzetmiştir. Bir ülkede hukukun açısı dar ve birilerinin menfaatine endeksli ise o ülkede en büyük sıkıntı fikir adamlarınındır. Fransız demokrasisi hukukdaki gelişmeler doğrultusunda  demokrasi olma üzelliği kazanmıştır. Batıda demokrasinin açısı büyümesi çok büyük huzursuzluklar sonucu olmuştur. 

Son yüzyılrı garip Türkiyesi‘nin panoramik romanının eleştirel gözü Sezai Karakoç. Sezai Karakoç şiirinin en önemli niteliği eleştirel ve panoramik olmasıdır. Onun şiirinin panoramik yapısı bütün Avrupa’yı, Anadolu’yu, Osmanlıyı Cumhuriyeti, kadim zamanları, Kuran’daki ihata edilmez zaman şeridini, arşa uzanan tabir  edemediğimiz bizim zaman birimimiz arkasındaki zamanı içine alır. Onun şiir ve panoramik gözünün coğrafyası da bu zaman, birimi içinde kavranamaz bir muhittir.

Sezai Karakoç romanının, yerine göre fiction poetinin bakış açısı durmak dinlenmek bilmeyen bir ihata ile bire bir değil imgeci bir anlayış  içinde çok anlamlı cümleler ve imajlarla eleştiri yapar. Eleştirinin düşman kazanmak sanatı olduğu bir ülkede o dolaylı ve çok katmanlı cümleler ile konuşur.

Onun Panoramik romanının şahısları mukaddes kitapların özellikle Kuran’ın şahıs  kadrosudur. Bütün peygamberler onun şiirinde insanın kadim varlık ve insanlık tecrübesinin temsilcileri olarak görülür. zaman zaman, insana ve devire, olaylara hitap ederler. Sezai Karakoç onların anlattıklarını, asrın onlara bigane kalışını anlatır. 0 bu şahıslar karsımda tarafsız bir anlatıcı gibi notür davranmaz. Onlardan yana tavır alır, onları alkışlar, onlara karşı tutumları eleştirir. Onun romanının mekanları da yine Kurani mekanlardır. Bu mekanlarda cereyan eden olaylara bir süpervizor gibi mekanı dolduran kişilerle bakar.

Onun ponoromik gözünün gördüğü ve eleştirdiği bir gurup da filozoflardır. Onların öğretilerinin belirgin vasıflarını  kısa ve veciz cümlelerle ifade eder. Sezai karakoçun eleştireni romanının kurgusu ise büyük bir tren ye yolunda hareket eden bir terene benzer. Tren yolunun tünelleri ise onun büyük ve uzun nefesli şiirleridir. Monna Roza, Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı, Leyla ile Mecnun, Ayinler, Alın Yazısı Saatidir, tünellere imgenin karmaşası ile girilir ama tunel veya tuneller bitiıce düşünce zenginleşir ve biçimlenir, tefekkürün  zenginliği insanı da  zenginleştirir.

Sezai Karakoç’un imgeci  şirinin  içine girmek onun dünyasına aşina olmaya bağlıdır, onun eleştirel gözünün niteliğini ve bakış açısının odaklandığı noktaları bilmeyene şiirler, manası eksikmiş gibi gelir, onun dünyasında bir süre konaklamayan sözlerini abzürd  gibi görür.

Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr…
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar… 9/

Bu büyük romanın bakış açısı, yazar anlatıcısı kendini mi anlatır, yoksa ortaya koyduğu bir prototiple mesajlar mı vermek ister. 

Uçurtmamı rüzgar yırttı dostlar

Uçurtması yırtılan yazar mı dır yoksa, şiirdeki bir başkası mı

Hayat bir oyun ve eğlenmedir, herkes bir uçurtmanın   peşindedir, ama fikir ve sanat  adamlarının oyunu ciddidir, onların uçurmalarını uçurmaları için rüzgarın yani devrin yeterli olması gerekir, devir içindeki her şey içine alır. Rüzgar yazarın sanatçının dava adamının ideal adamının oyununu oynamasına engel olunca şair bunu temsilen

Uçurtmamı rüzgar yırttı dostlar diyerek, devirden ve başka şeylerden şikayetini ortaya koyar.

Yağmur duası şiirinde de yine şair veya şiirdeki tip bu sefer kendisine yeterli yaşama ufku açmadığı için göklere tarizde bulunur. Hepimiz bir göğün altında bir muhitin altında çalışırız, eğer o muhit iyi sağlanmamışsa, şair kapalı bir imge ile insanın gükyüzü ile münasebetlerini anlatır. Göğün tutumu ile yerin tutumu arasında parelellik olması gerektiğini anlatır, yoksa gökler açmaz, yağmur gelmez,

Ben geldim geleli açmadı gökler

Ye ben bulutları anlamıyorum

Ya bulutlar benden bir şeyler bekler

Hayat bir ü ölümdür aşk bir uçurum

Ben geldim geleli açmadı  gökler 10

Monna Roza Karakoç’un kozmik treninin, sorgulacı treninin birinci damı veya tünelidir.   Yüzyılımızın ikinci yarısından sonra çok şair ve edib ağlarlar. Tanpınar huzur ararken ağlar, Tecer köyü organize etmek isterken Monna Rosa çok yönlü bir metin, hikaye, bir büyük roman, bir hüzün senfonisi, içten içe bir isyan, intihar. Cumhuriyetin birçok şiirini içinde barındıran bir şiir galerisi, orada Haşim”den, Necip Fazıl”dan Namık Kemal’den Hamit”ten sesler gelir. Büyük şair onların hepsini bahçesine   toplamış bir orkestra şefi gibi imgeci şiirler onlarla 

olan muheveresini ve birlikteliğini çalar, yönetir.

 Bir devri ve onun içindeki çeresiz aydını bu şiir kadar dört başı mamur biçimde anlatan başka bir şiir yoktur. Bir büyük trajedinin satır başları gibidir şiir, sadece satır başlarından oluşturulmuş, aralarını doldurabilen anlar. Gül düzenli bir toplumun son durumunu  mükemmelliğini ifade eder. Gül solmuşsa kendisi ile bareber daha birçok şey bitmiştir. O Akif’in leylası gibidir Monna. Rosa veya ak güller-, siyah güller bir arzunun bir isteyişin tercümanıdır.

Münna Rosa. siyah güller ak güller

Gülcenin gülleri beyaz yatak 3

ağlar, orda bir köy var uzakta, neden der. Necip Fazıl ömrüne ağlar, kendine ağlar, kendini temsilen millet adına ağlara Seccadesinin tüylerinde  bulmuştur sadece şefkati, başka yok. Herkes rüzgardan şikayetçidir ama, şikayetin notaları değişiktir. 

Monna Rosa çok yönlü bir   metin, hikaye, bir büyük roman, bir hüzün senfonisi, içten içe bir isyan, intihar. Cumhuriyetin birçok şiirini içinde barındıran bir şiir galerisi, orada Haşim”den, Necip Fazıl”dan Namık Kemal’den Hamit”ten sesler gelir. Büyük şair onların hepsini bahçesine toplamış bir orkestra şefi gibi imgeci şiirler onlarla olan muheveresini ve birlikteliğini çalar, yönetir.

 Bir devri ve onun içindeki çeresiz aydını bu şiir kadar dört başı mamur biçimde anlatan başka bir şiir yoktur. Bir büyük trajedinin satır başları gibidir şiir, sadece satır başlarından oluşturulmuş, aralarını doldurabilen anlar. Gül düzenli bir toplumun son durumunu  mükemmelliğini ifade eder. Gül solmuşsa kendisi ile bareber daha birçok şey bitmiştir. O Akif’in leylası gibidir Monna. Rosa veya ak güller-, siyah güller bir arzunun bir isteyişin tercümanıdır.

Monna Rosa. siyah güll.er ak güller

Gülcenin gülleri beyaz yatak3

Kuşun kanadı kırıktır, kanadı kırık kuş, nasıl uçabilsin. Acaba  kanadı kırık kuş kimdir, aydın mı Sezai Karakoç mu, kim kanadını kırmıştır. O aya karşı uluyan kirli çakallar kimlerdir.  İmgenin duvarını aşma, Nesimi imgenin duvarı aştı, Azraille karşılaştı.

İnsan elde edemediği idealini veya sevgilisini görmek istemez. Ondan uzak durur. Bir ideali bekleyiştir, insanı tahrib eder eden, Kızıl Elma megalo idea bir idealin ifadesidir, Monna Rosa bir idealin imgesidir

İnsan  sevdiğinden kaçar, kaybettiği ile yüzleşmek istemez, tıpkı şair veya şiirdeki ruh gibi

Açma pencereni perdeleri çek

Monna Rosa seni görmemeliyim 

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Monna Rosa ben oteliyim

Açma penceresi perdeleri çek15

Bir şeyi beklemek zordur, beklersin beklersin ses gelmez. Bir kuş gibi vurulup ölmek istersin.

Ah beni vursalar bir kuş yerine 15

  Bir kuşun uçmak hürriyeti iken neden aceleyle ölmek ister.          

  Şarin kuş yerine ölmek  istemekte acele etmesine neden nedir?

Yunus perde arkasını merak eder, göremeyince

Her nereye baksam dopdolusun 

Seni nere koyam benden içeri der

Monna Rosa’da ki kimse Monna Rosa’ya varamayınca onun diğer şeylere yansıtır

Ki ben Monna Rosa bulurum seni 

İncir kuşlarının bakışlarında 

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışiar.. Su kenarında 

Ki ben, Monna Rosa bulurum seni 16

Akif bülbüle bakarak  hicranını ifade eder. Bayrağa bakarak hayatını hürriyet isteğini dillendirir.  Karakoç Monna  Rosa ile ruhunun hicranını dile getirir.

Necip Fazıl ile Karakoç birbirlerini tamamlayan iki şairdir Aşağıdaki satırlar

Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya, mısraının  imgeci ifadesidir.

Yağmurlardan sonra büyürmuş şafak.

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış 

Bir gün gözlerimin ta içini  içine bak

 Anlarsın Ölüler niçin yaşarmış 

 Yağmurlardan sonra büyürmüş başak 16

Şu satırlar gayret ve hamiyeti baskılandırılıp eli kolu bağlanan Namık Kemal’in feryadıdır.

Değildir şir-i derzencîre töhmet aczi akma akdâmı 

Felekte baht utansın binasip erbab-ı hamiyetten 17

 Karakoç’un şu mısraları aynen yukardaki mısralardır

Artık inan bana muhacir kızı

 Dinle ve kabul et itirafımı 

Bir soğuk bir garip bir mavi sızı

Alev alev sardı etrafımı 

Artık inan bana muhacir kızı 17

Karakoç’un muhacir kızı bu bölümde hiç konuşmaz, sadece şair veya şiirdeki adam konuşur. 0 muhacir kızı konuşmayan sadece dekor nitelikli fon şahıslar gibidir

Çok anlamlı metin  okuyucularının kültürüne göre  mana katmanlarına sahiptir.

Aşk ve çileler sıradan okuyucuya bir sevgili anlatır, ama o aşk aşkın hangi katmanıdır, o çile hangi idealin çilesidir.  Karakoç’un şiiri onun malikanesinde oturan şahsa göre yorumlanır. 

 Ölüm ve çerçeveler şiiri Picasso’nun Macaristanı boribalanmasını anlatan meşhur resmine benzer. Hiçbir şey huzur vermez, herşey derbeder, perişan ve dağınıktır.

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bakıyor ateşe küle böcekler

Köpekler parçalar kanaryaları

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer 

Baykuşlar ötüyor harabelerde 

 Yanıyor lambalar hafif ve sarı

Bir kaza kurşunu bulur her yerde

Suvarisiz şaha kalkan atları

Bir ruhun ışığı vardır göklerde

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Ötüyor baykuşlar harabelerde 20

Necip Fazıl‘ın Başıboş şiirine benzer bu şiir

Vatanımda sular akar başıboş

Herkes birbirini kakar başıboş

Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar

Yafta yazar isim takar başıboş

Bozkırlardan topal bir tren geçer

Öküz merkep bakar başıboş

—Allahım sen acı bu saf millet

Akşam yatar sabah kalkar başıboş 20/

Huzur suzluk ve kırık döküklük, olmayış rüyaları bile istila, eder*

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Garip “bir yolculuk tren ve Gülce

Bölüyor bir hançer ah rüyaları

Bir rüya bir hançer bir el ve, ve,  ve 22

Pişmanlık ve Çileler şiirine bir hüzün bütünlüğü hükmeder. Ama hüzne gösterilen sebatla  hüznün kaynağı çok farklı. Psikanalizde bölünmüşlük, isteklerin ve ideallerin sonucu ortaya çıkan bir durumdurBurada şiirdeki bir sır yüzünden bin parçaya bölünmüştür, sıradan bir aşk insanı birkaç parçaya böler ama  bu sır şahsı bin parçaya bölmüştür«,

Bin parçaya böldü beni bir divane sır 23

Bu bölümde nihayet bu fiction poetin kahramanı norm şahsı sevgili  olan kız konuşur. Seven perişan, sevilen derbeder. Gayeyi taşıyan bezmiş, gayenin kendisi intiharın eşiğinde. Ulaşılamayan idealler kokuşur, Monna Roza intiharın eşiğindedir. Haşim Ölmek şiirinde kalıp ideallere, biçimsel mükemmelliklere isyan eder, bütün güneş sistemini arkasına alıp bir büyük dağın Firaz-ı Zirve-i Sina-ıyı kahr’dan  atlayarak ölmek ister. 0 gizli tepkisini yalnız ölerek değil bütün sistemle birlikte ölerek göstermek ister.

Karakoç’un kahramanı intihar etmek ister, konuşur.

 Entarimi  parça parça edip 

Zehirli kirpilere bırakacağım 

Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

Göğsüme siyah bir gül takacağım

Batan  güne doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağın

Ayaklarımın altından geçiyor  bir deniz…

 Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım 

  Siz beni ne anlarsınız!

  Artık ben gideceğim atım  kişniyor

  Bir bebek mum istiyor bir ölü şarkı istiyor

 Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz 

 Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam 29  

Taliple, matlup idealle idealist buluşurlar. Ama yazar bir çileyi mubah görür, çünkü fikirler idealler çile ile hamlıktan kurtulur.

   Bir çevre sağ elimden bulanık  suya düştü 

  Ve boğazımı sıktı parmaklar ince uzun 

  Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü 

  Sana ne olmuş Rosa bir derde tutulmuşsun

Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti

Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü 30

Onun panoramik, eleştirel devir romanının şahısları iki kategoriye ayrılır, tarihsel, dini, felsefi niteliği olan şahıslar. Bir de üslub gereği fiktifize edilmiş  şahıslar. Yağmur Duası şiirinde, o geldiğinden beri göklerin açmadığı adam, bir üslub gereği üretilmiştir, ya bir nesli ya da o nesli bir prototiple temsil eden biridir.

Monna Rosa bu büyük romanın karakter kişilerinden biridir.  Çok anlamlı karakteri temsil eder, kimine göre bir sevgili, kimine göre bir idealin ete kemiğe bürünmüş simgesel bir kahramanı daha çok anlamları ihtiva eden bir fiktifize ama gerçek şahıslara göndermelerde bulunan çok yönlü bir şahıs . Şair onunla yaptığı dialoglarla zihnindekini imgesel olarak vuzuha kavuşturur. Onun etrafında kirli çakallar dolaşır, o çakallar ışığa milletin gecesini aydınlatan ışığa ulurlar, zaten güneşini kaybetmiş ay ile iktifa eden insanların ay gibi ışığına da karşı çıkar bu çakallar. Kanadı kırık kuştur, varlık ve metafizik dengesini, kurmayan insanlar.  Monna Rosadaki ruh rüzgar ararken, bir mumun rüzgarı ile buluşur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar

 Işıksız ruhumu sallar da durur,

A:ma bütün bu olumsuzluklara karşı Zambak gibi harika bir çiçek, bu karamsar tabloda ıssız yerlerde açar, Anadolunun ışığını kaybetmiş yıllarında  ne zambaklar açmıştır, bu topraklarda, Büyük şiirde kuşlar Çiçekler ve, coğrafi unsurlar, hayvanlar imgesel ve simgesel nitelikli üslub unsurlarıdır.  Romansal akışım bu imgesel mesaj ile son bulur. Varlığı ve varlık içinde insanın misyonunu, varlık insan münasebetlerini  insanlar ancak mutlak bir ışık kaynağı ile görebilirler. Mutlak hakikat sınırlı ışıklarla bir yere kadar o görülebilir, mitoloji, felsefe, sanat mutlak hakikatin ancak bazı şubelerini görebilirler. İmgesel bir şekilde  şaşkınlığa düşmüş olan seyirciye hakikatı arama yolunda tavsiyelerde bulunur.

Pieygamber çiçeğinin aydınlığında ara 

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi

 Sırrımı söylüyorum, vefakar  balıklara 

 Yalnız onlar, tutacak bu dünyada yerimi 

 Koyverip telli pullu saçlarını  rüzgara 

  Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara 34/

 Peygamber çiçeğinin aydınlığı yoksa aramak da boşunadır,  karanlıkta ne aranır ne bulunur.

 Şehrazat şiirin de Monna Roza’nın küçük arkadaşı anlatılır. Kafamızdaki klasik Şehrazat anlamını bu satırlar karşılamaz, şehrazatın kökleri nerelere kadar gider, onu imgenin serüveni bilir.

Sen gecenin gündüzün dışında

Sen kalbin atışında kanın akışında

Sen şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında

 Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın 36/

Bu büyük romanın ana temalarından biri ve en önemlisi arayıştır, bu felsefe sanat ve dinin okyanus gibi teması olan arayış şairimizde çok farklı bir yapı kazanır, burada hem şair aranır hem de bu büyük romandaki şahıslar, aramadan bizar olmuş kimseler ararlar. Tanpnar’ın Huzur’u bir çok yönlü huzur arayışıdır. Hayatın günlük hazlarının verdiği bir huzur değil, bir kültürün odağı durumuna girmiş veya olmuş bir İstanbul’da o şehri büyük yapan değerler içinde bir tipin tensel ve düşsel, düşünsel huzur arayışıdır. Safahat  bir devrin, yıkılışların, çöküşlerin, ümitlerin, tekrar düşüşlerin romanıdır. Hep hüzün için de bir Akif hep ümit içinde bekleyen bir Akif  vardır. Karakoç Cumhuriyet caddesinde başını dışarı çıkarmadan perdenin arkasından konuş mayı  tercih eder. Tanpınar Saatleri Ayarlama Enstitüsünde perdelerin çok arkasından konuşur, üstelik takibattan korkar. Karakoç karakoçtur ama vurduğunu ancak koç uzmanları anlar, kanadı kırılmış kuşlar, aya haykıran çakallar arasında ne yapsın çoban, eleştiri onu hesaba katanlar için eleştiridir, yoksa düşman kazanma sanatıdır.

Yerler sağır gökler sağır

İşin yoksa durma bağır

Eleştiri karakteri itibariyle  zaıfların silahı olmuştur. Ama bir  yerde güçlülerin zayfılara çelme için kullan dığıı bir kahpe silahtır. Daima zayıflar kusurlarını gizler, güçlüler için dert değildir. Tarih Molla Kasım bekleyen zavallılarla doludur,  yüz  yılda mı gelir, nasıl gelir   bilinmez. Batıda eleştiri  güçlüleri hizaya getirirken orta şarkta bütün şarkta eleştiri zayıfları ezmek için kullanılır,  Batı demokrasisi eleştiriden  doğmuştur, bizim demokrasimiz bir sabah ilan edilmiştir.

Karakoç’un empatileri , çağrışımları güçlüdür, bunun yanında eşya ve nesnelerle ilişkilerden ve onları belli maksatlara gönderme yaparken  daha güçlüdür, o yumurtalara basa basa yürür, ama kırmaz.

Kader Yolu şiiri büyük romanın bir büyük yolu. Anlatıcı ve romanın baş kahramanı dialogları kadın adlarından seçtiği meşhurlarla yapar. Monna Roza, Şelırazat ve Arkasından Madonna ile koile konuşur, Madonna farklı bir kadındır, farkı farkedilen bir kadındır, karakterdir. Büyük romanın arayış içindeki yolcusu, Ulysses deki kahraman gibi,  hakikate veya imge ile örttüğü maksadına giderken tıkanır ve  Kader Yolu’nu yazar.

 Kader Yolu

Etrafımız uçsuz bucaksız çöller

Yerler demir, gökler bakır Madonna

Nehirler çekilmiş, kurumuş göller

 Aramızda deniz vardır Madonna!

Gelir gelmez Venedikten aynalar

Uçtu gökte kara kara kargalar

Ömrü biçti  kılıç gibi levhalar

Bize kalan sade sabır Madonna! 1956/ 71

Bu büyük romanın zamanı çok farklılık gösterir, zaman iki kanatlıdır, bir kolu ezele bir kanadı ebede uzanır. Bu bizim dünya, güneş ve ay üçlüsü ile  oluşturulan fani zamandan farklı bir zaman anlayışıdır. Sultan Ahmet Çeşmesi şiirinde zaman maziye doğru gider. Görülen çeşmeden çok tarihtir

Su yerine süs akıyor

Deliklerinden

Eğilmiş ölümsüz ince bilekli

Cariyeler bakıyor

Derinlerden geliyor sesleri  74

Salak romanın fonunda başka ülkelerin trajedileri de vardır.   Polonya’nın kara günlerini anlatır şair Kan İçinde Güneş  şiirinde.

Cezayir, Kutsal At, şiirinde anlatılır. 0 da Cezayir’in kaderini içerir.

Romanın sevgi teması da bir başka biçimli sevgidir.0 yalın insanın değil, sıkıntısız  insanın sevgi anlayışını değil çarpılmışların sevgisini anlatır.

Ah benim sevgim çiçek örneği

Çarpılmışların kinini yeniler

Beni alnımdan vurmak ister 

Saraların iftiraların gençliği /92

Sezai Karakoç, hem bir anlatıcı hem bir kahraman, hem de kaybedilmiş şeyler arkasından büyük bir hüzün duyan bir kahramandır. Onun kişiliği milletin prototipidir bazan ve  bu ünvanla kaybedilen şeylerin arka arkasından trajik hüzünler duyar. Coğrafi genişliği temin eden  kültürel ve ruhi anlamdaki genişliğin kaybedilişine kültürel  değerlerin geri gelmeyecek şekilde, gidişine Çocukluğumuz  şiirinde yanar yakılır. 

  Çocukluğumuz

Annemin bana öğrettiği ilk kelime

Allah şahdamarınıdan yakın bana benim içimde

Annem bana gülü şöyle öğretti

Gül, O’nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Babamın uzun kış geceleri  hazırladığı cenklerde

Binmiş gelirdi Ali bir kırata

Ali ve At gelip kurtarırdı bizi darağacından 

Asya’da Afrika’da, geçmişte, gelecekte

 Biz o atın tozuna kapanır ağlardık

Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü 

Çocuklarla oynarken  paylaşamazdık Ali rolünü

Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

Babam lambanın ışığında okurdu

Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık

Fetihlerde bayram yapardık

Tam bir sevinçti kaplardı içimizi

Peygamber’in günümüzde küçük sahabileri biz çocuklar.

Bedir’i, Hayber’i, Mekke’yi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık

Mekke’nin derin kuyularından iniltisi gelirdi

Kediler mangalın altında uyurdu

Biz küllerimiş ekmekler yerdik  razı

İnanmış adamların övüncüyle

Sabırla beklerdik geceleri

Şimdi hiç birinden eser yok 

Gitti o geceler o cenk kitapları

Dağıldı kalelerin önündeki askerler

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi 1960/98.

Bu şiir tek başına bir romanın kanevasını, plan ve programını verecek kadar geniş bir  muhayyilenin mahsulüdür. Bu şiir Karakoç romanının çekirdek vakasıdır, bütün romanların başlangıcında çekirdek vakalar vardır, romanın mayası gibidir bu vakalar, ondan sonra gelen her şey ondan çıkar.

Josef Konrad’ın Karanlığın Yüreği romanı sembolik romanın en büyük, neredeyse tek romanlarındandır. Konrad kolonyalizmin büyük karanlığının yüreğini anlatır. Karanlık batı  toplumlarının  sömürgecilik mantığı içindeki büyük büyük karanlıklarıdır. Dünya ikiye ayrılır kolonyalizmin mantığına göre,  sömüren aydınlık, sömürülen karanlık. Sömüren aydınlığın inekleri süt yerine kan verirler. Karakoç’un romanı.da aynen Konrad’ın romanı gibi bir sembolik romandır

büyük çoğunluğun büyük  karanlığın hüznünü anlatır, onların adına. 

Samanyolunda Veba  şiirinde hayallerin bir genişleme nesnesi olan Samanyolu bile vebaya tutulmuştur, sen hayellerin halini  ona görü yorumla.

Nerde çocuklar gece yarılarından sonra

Çıkıp  samanyoluna bakan

Bakarak çocukluğu uzatmaya çalışan

İşleri güneşin doğuşunu yayınlamak

Bütün  o çocuklar nerdeler

Bütün elmalar çürüdü 

Çocukluğumuzn dürbünleri içinden 

Geçen siyah halkalı kutsal şehirlerden

Birini bulamadım gezdim, bütün karalan

Aşk siyahın beyazdan ayrıldığı  

Samanyolunda yürüyen bir karınca 

En onulmaz vebayı kutlayan  bir güvercin

İki katli bir arabada

Bu bize yaklaşan bir deniz arabası

Sen ırakta  Samanyolu ırakta

Ve ay başka bir ay 

Sarısı beyazına akmış 

Bulaşmış bir yumurta 100/1960

~

Bir kara şemsiye geçmiştir romancımızın başına ondan kurtulamaz, onun yüzünden  hayatının hazzını yitirmiştir, her şey ona karanlıkta bir biçim gelir..

Her şiir bu uçsuz bucaksız komanın bir ara bölümüdür, konuşan panoramik romancı onları birleştirir. Bütün neşeli kavramlar şairin elinde hüzün penceresi olarak açılır kanarlıklara

Kanarya, dünyamızı güzelleştiren kuş, ne hale gelmiştir burada

Kanarya

Sevgiden kireç tutmuşum 

Yarım tozlu pencerem 

Haber bağbozumundan 

Bir beygir ve bir kanarya

Otobüs durağında 

Deniz kıyılarında

Her çocuğa her insana

Bir beygir ve bir kanarya

Şiirde kanarya inceliği yok. Çünkü karanlıkta kanaryanın da rengi değişmiştir.

Sezai Karakoç dehalar gibi bir erken inkişaftan bahseder. Bazan olaylar çocuklararı   erken düşünmeye erken erginleşmeye yiterler ki Karakoç gibi. Çatı şiirinde Karakoç ben olgusuna felsefenin çıkmazı, kelamın çukuruna farklı yaklaşır.

Ben erginliği çocukluğumda yaşadım 108

Necip Fazıl Ben ve Benderi şiirlerinde kelami, metafizik

felsefi bir içerikle insanın beni ile evren ve Allah ilişkilerini kurcalar. Necip Fazıl varlık ötesinin önünde, cama vuran bir bö böcek gibi hallaç gibi, Nesimi gibi öteyi irdeler, bir şeyler bulur, başını Cellada değil  prangalara bir süre teslim eder. Karakoç camın ön yüzüne değil arka yüzüne vurur, imgeler onu sinek gibi değil koç gibi cama vurdurur ne cam kırılır, ne de şairin ömrü. 

  Onun empatileri güçlüdür,  kırık döküklerin, ümitsizlerin, yarı yolda debeleyenleri onun beni temsil eder,

                Çatı

Kaç aç varsa hepsi ben. 

Kaç hasta varsa hepsi ben

 Kaç liman önlerinde dönen 

 İşsiz hamal hepsi ben

Kaç aşktan ters yüz edilmiş

Aşkı varsa hepsi ben

Bütün çiçeklerle donanıp

Bütün insanlarla ölen 1961/109

Av edebiyatı şiiri romanlardaki kötü adama benzeyen bir avcıyı anlatır. Halk  şiirindeki  avcıyı  akılan ağıtları anlatır. Avcı tabiatın en harika süsü olan kuşlara dadanmış bir kötü canlıdır. Romandaki Avcı ise çok yönlü görev üstlenmiş hürriyet, hamiyet, haysiyet avlayan bir avcıdır. Güzelliklerden  rahatsız olan avcıdır. Yeşil Koro halkı temsil eder avcıya ağıt yakarlar.

Yeşil Koro

Avcı tüfeğini yöneltmiş avcı vurma bu kuşu

Bu rengi bozma bu düzeni değiştirme

Bu altın tüyler kan görmesin

Seni evde beklerken çocuklar

Beklerken çocuklar

Onun yuvasında bekleyen yavruları var

Tüfeğini yere çevir

Bu ölüme ancak yer dayanır

Bu ölümü ancak yer kabul eder

Bu ses göklere uygun ve ayarlı 

Üstünde kuş uçmayan ağaçları düşün 111

 Tehlikeli Koro bu şiir içinde yer alır, kötü adamın  sesidir, bütün bir medeniyet tarihini  özetleyen imgesel simgesel bir bakıştır, kütü adamlar adına konuşur şair romancı.

Tehlikeli  Koro 

Av yaşamaktır balık av olmak için çıkar su yüzüne

Avlanmayan av olmaya çıkar

Kuş olmak için şehrin üstünden uçar

Köprünün direklerine konar martılar

 Av dileğiyle oynamak martı bunu yapar

Avcının olduğa yerdedir avın yaşaması

 Medeniyet avla başlar

Şimdi de ayı avlamak istememiz boşuna mı

 Avlanın avlanın varolduğunuzu bilmek için

 İnsan insan olduğuna avla çıkar

 Avla bulur tabiatı ve tabiatın ötesini  112

İstanbul romanın ana mekanlarından biridir, bütün güzelliklerin ve romansal çirkinliklerin teşhir  edildiği bir büyük şehirdir. Romandaki şehirlere hakim noktada duran İstanbul’dur. Şehzadebaşında  Gün Doğmadan  isimli şiir bir İstanbul mekanından hayata, kültüre, sanata, zamana, insana bakıştır, çok yönlü çok anlamlı bir şiirdir Şair bu vakayı gün doğmadan, sabahın serinliğinde gözlemlemiştir.

Soğuk bir taşa oturmanın mutluluğun gün doğmadan şehzadebaşında yaşamıştır. Başını avuçlarına alıp, kuşların kanatlarını toplamasının  neşesini  düşünmüştür. Gün Doğmadan Şehzadebaşında develerin heybesinden gül dökülür, şair maziye gider hayaliyle. Mezarlardan yeni sesler duyar şair aynı vakit Çeşmeler sebiller türbeler suskun değil şaire bir şelale sesi verirler.. Bu arada Gün doğmadan şehzade başına  şairin arkadaşları, anlatıcının unsurları olan ve bu büyük romanın büyük şahısları olan Yunus Kulağı ile, Ak Şemsettin  Sarığı ile, Mimar Sinan kavuğu ile  anlatıcının yanındadırlar. Zaman perdelerini açar, mekan engellerini kaldırır. Kafdağından yüksek bir mekana gider, Çin Seddi’nden daha uzun bir yola  girer, içinde alçalıp  yükselen  bir med ve cezir oluşur. Gün Doğmadan Şehzadebaşında,  şehzadeler ellerinde maşeleler ile Şehzadebaşında gezerler . Gerçekçi, yerine göre metafizik ve üto pik şiir insanı bir milletin iklimlerine götürür, şair romancı büyük bir hayal genişliği ile abide bir fikir durağı inşa eder.

Şehzadebaşında Gün Doğmadan şiirinde şiirin final cümlesi bir vaka  finalidir. Gün Doğmadan Şehzadebaşında zamanın, mekanın, dört bir yandan tarihe uzanan şair Necip Fazıl’ın 

Doğar elbet benim günüm çoğu gitti azı kaldı

Kırk gün kırk gece düğünüm çoğu gitti azı kaldı 

deyişi doğrultusunda

Gün de doğar günde doğar

Bir gün mutlaka gün doğar

Gün doğmadan neler doğar

Gün doğmadan Şehzadebaşı’nda 

Küçük Na’t isimli şiirde romanın protogonisti, birinci şahsı bütün birinciliklerin kendinden  doğduğu birinci  şahsa söylenmiş bir çok anlamlı şiirdir.

Bu birinci şahıs ile gün doğacaktır. Romanın en çok tekrar edilen kelimesi ve cümlesi gün doğmadandır, ismi de bu yüzden gün doğmadan olmuştur. 

 Gün doğuyor her yer çiçek ve kar

Bütün çocuklar kurtuldu demektir

Göz seni görmeli ağız seni söylemeli

Hafıza seni anmak ödevinde mi

Bütün deniz kıyılarında seni  beklemeli

Sen eskimoloarın ısınması sevgililer mahşeri

1962/120

Şahıslar Ahi Evren 132, Meryem 132, Musa 133 Fonlar Sultan Şehmuz, Veysel Karani 134

Birinci dünya harbi ,İkinci dünya harbi 1.33

Mekanlar Zülküfül Dağı

İbrahim, Nemrud, Urfa 135.  _  Romanın, batıya acılan fonu, yıkılışlar ve tükenişler döneminin arka planı sanatçıların filozofların bizce algılanışı

Kafkayı kemiren

Camüs’ü tedirgin eden

Satre’a zaman zaman  yılgı veren

Heidegger’i düşündüren.

Schopenhauer’de  ki  öfke 

Nietzche’de savaşçılık

Faulkmeri sarhoş eden Vang Gogh’u 

Van Gogh eden Chagall’ı Cahagall eden  137

Peygamber Zülkü’ül, şahıslar 136 Erzincan, Diyarbakır, Karacadağ mekanlar 137

Kabe, Ayasofya, Şehzadebaşı 139 Meryem İsa 140

118

Mekanlar

Erek Dağı. “orda erilir bala ve tertemiz sırra” 

Yaşlanmazlığa.

Hızır sırrına 

Ey zabtedilmez ruh, yine sensin!

Seni hiçbir gem dizginleyemez” 672

O kendi  dışında gerçekleşen bir dirilişin olacağını söylür. O Anadolu toprağını dirilişe getiren güçlerin farkında.

 Eleştiri, toplumsal değişim projesinin eleştirisi. 

“En büyük acı: İnsanlık  hadımedildi.

Hakiki düşünceden gerçek duyarlıktan ve öz bilgiden

Bayrakların ve sancakların  gerisindeki sancak söndürüldü

Karanlıktan suni ışık yapıldı ve gerçek ışık öldü

Hayat dediğimiz ölüm ölüm sandığımız gerçek hayat“ 677

Güzellik anlayışı:   

 Van Gogh zaman zaman eserin örgüsüne girer” Günse eriyor yön yön Van Gogh”su birkırmızılık

 Kirazların ve güllerin tifoya karşı çıkan rengi” l41

Coğrafya ve tarih kadim yunana kadar uzanır. “Sen yüzünde Akdeniz memnunluğu sen Truvalı Helen

 Sana gelmiş bütün yunanlılar atlı arabalarla“ 141

 Mitolojik dağlar Çin Seddi’ne kadar uzanır, coğrafya “Birbirinizi yitirirsiniz  tabiatın sisinde 

 Biriniz Kafdağı’nda biriniz  Çin Seddi’nde 143

 Kav  şiirinde insanın ebedi macerası anlatılır. Onu sıradan biri olarak değil bütün zamanları ihata eden bir canlı olarak anlatır.

 Burada hem felsefi hem de dini bir bakış sergiler.

 “Sen tabiatın içinde tabiatla birlikte  fakat tabiat üstüsün

Karla örtülü yüksek çamlar gibi ancak uçakla görülebilirsin  

 Sen Leonardo Da Vinci’nin ya  Van Gogh’un kalemiyle çizilebilirsin

Aragon’un söylediği gözler sein gözlerindir

 Sen her an bitmeyen bir pikniktesin

 Bütün roma sütunları dikilmiştir senin için 

Emperyal kahvesi  Akan yapıldı seni anmak için“ 144

Buradaki insan daha çok eski yunan içindeki insan gibidir. Burada hayatı bir zevk ve eglence olarak gören anlayış ironik bir biçimde eleştirilir.

 “Sen her an bitmeyen bir pikniktesin” 144

Dicle onun eserinin coğrafyasında özel bir yere sahiptir. Adeta bir odaktır.

   “Yazdı arabayla geçtik 

    Bir yılda iki kere Dicle’yi 

    Köpek boşluğa uludu uludu 

    Ve teslim oldu uslu suya 

    Ve köpekle Dicle bir süre 

    Birbirinde eriyerek aktılar“ 147

 Şiirin devamında kaybedilen değerler imgenin arkasında hissettirilir, şairin en büyük  roman kahramanı olan satırların arkasındaki birinci şahıs Arayan adam, kaybeden adam aramakta olan adam, bezgin ve üzgün adam yine kendini gösterir.

Tekerleri de bir kışlaydı 

Seferberlik ölülerinden bir kışla 

Köpek gibi sevinçliydi yerinde duramıyordu o da 

Giderek bir Piran’a gelerek bir Piran’dan 

 Aşıyordu samur Dicle’yi doğudan batıdan 

Ama Piran geride kaldı

Ashab-ı kehf mağaraları  kapandı

Veliler yağmur ateşlerinde yandı 

Çocukluğun o Dicle kokan bir yılı

Yeniden yapılan o eski kasabada kaldı 

Şimdi bir surdayım yüzüm yağmur gibi çizgili 

Ölü bir kaynakta ama asıl ölü olan benim 

Savaşta ölmedim 

Savaşmamak için öldüm  148

Her değere saldıdan romanın kötü adamları ile başı derttedir, romanın başkişisinin.

Namazı gördüm namazı 

Cayır cayır yakıyorlardı

Birkaç milat adamı 

Kızgın bir arı oğulunda 148

Tevrattan bir  yaprak kopmuş

Ölüme bulaşmış akşam yemekleri  149

İsrafilin surundan küçük bir dünya örneği  156

Musa, Ayasofya 161

Kaybedilen bir iklimin coğrafi eleştirisini yapar.

“Şam ve Bağdat kırklara karışmıştır

 Elde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştır

O da yarım kalmıştır

Urfa ufala ufala 

Bir pul olacak çarpık balıklar üstünde 

Belki bir toz bulutu 

İstanbul’a küflenmiş

Bir Avrupa akşamı dadanmıştır

Eski şehirlerin kimi göğe çekilmiş

Kimi yedi kat yerin dibine batmıştır

Yavaş yavaş çiseleyen yaz yağmuru Balil’dir

Lut şehri ansızın  gelen gök sesidir

Bardaktan boşanan İskenderiye’dir

Isparta bir güz kırağısı, Kudüs bitmeyen bir kış

Roma  bir şimşek çakışında bir kere daha yakılır

Atinayı bir lodos çizer ufuklara 

Sonra birden silinir ters dönmüş bir fırtınayla 

Bir boğa rüzgarıyla sabahın lambası bir poyrazla 

Nuh şehri boğulmuştur

 O kurtaran geminin enkası yoktur. 161

 Dünya ölçeğinde ihtişamlı mazi, enkaza dönmüştür, şair gözlemci enkazın karşısında üzülen bir hüzünlü adam.

Fırtına şiiri bu  evrensel romanda basit bir coğrafi olay değil, insani ve tarihsel değişimlerin, zembereği bir olaydır. Rüzgar ve fırtına birlikte bir değişimin iticikarakteri durumundadırlar. Bunun içinde bütün insanlık, Odiesseus, Ad ve Semud, Nuh ve halkı, lut, Babil, Yahya Peygamber vardır. Salome, Yahya, Belkıs bu fırtınanın korosunun kadrosundadırlar. Felsefi içerikli bir şiir.

Roman kahramanı yorum ve mülahazalarından konuştuğu şahısların ağzından kendini eleştirir.

“Kes sesini kitap çobanı 

Sen nasılsa  arta kalmışsın

Ortaçağın çılgın asmalarından 

Ürküten bir şarap gibi “172

Hızırla Kırk saat  Gün Doğmadan romanının çok özel bir alanıdır. Eleştiri ve yorum sağnağıdır. Zaten Sezai Karakoç Cumhuriyet dönemi şiirinin en eleştirel ve çok yönlö yorumcularından biridir. Çünkü o sanat olsun diye sayfaları karalayan geleneksel edebiyatçı profilinden çok farklı bir konumdadır. Romandaki karamsarlık Hızırla Kırk Saat isimli bölümde ümide ayarlanmıştır, çünkü Hızır adı bütün doğu kültüründe ümit anlamındadır, dar zamanları genişleten bir kişiliktir Hızır. Akif, Necip Fazıl gibi insanımızın kutsal kitaplarla olan ilişkisini eleştirir.

 Her evde kutsal kitaplar asılıydı 

Okuyan kimseyi göremedim

Okusa da anlayanı görmedim 175

 Din adamlarının misyonunu beğenmez. Din adamları imamlar birçok romanımızda eleştirilir. Cumhuriyet romanında bilerek bilmeyerek kimse din adamlarına iyi puan vermez. Yakup Kadri’nin on romanında yapıcı bir din adamı  görülmez. Sezai Karakoç’un eserlerinde ise misyonunu hakkiyle yapmayanları eleştirlir. Onun eleştirileri genel anlamda yıkmak için değil, kusurluyu göstermek içindir. 

 “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar  bunu bana  öğretmediniz

Bu kesik dansa  karşı bana bir şey öğretmediniz”

 Anlatıcı din adamına sadece camide bir rol biçmemiştir, onun eserinde tipini belirlediği din adamı sosyal bir görev üstlenmiş çok yönlü misyon sahibi bir kişidir. Burada dini imamete,  hocayı camiyi hapseden anlayışı dolaylı eleştirir. Hızırla kırk saat “görmedim, öğretmediler, fark etmediler. Bu eserde Hızır hem asli hem de kurgusal bir şahıstır. 

Eserin tekniği bir roman ve anlatı tekniğidir. Dante İlahi Komedya’da cennet ve cehennem ve Araf’ı sevgilisi ile birlikte gezer, onunla birlikte her şeyi görürler. Goethe’nin Faust’un da da böyle bir teknik kullanılmıştır. Ulysess in tekniği, bir yolcu tekniğidir. Don Kişot da iki yolcunun serüvenidir. Sezai Karakoç Hızır’ı çağırır onunla birlikte dolaşırlar, birlikte eleştirirler. Her ikisi birlikte konuşurlar. Hızır şairin dünya görüşün temsil eden bir kişiliktir. Hızır’ı yeni bir kavrayışla anlatır. Güncel ile bağlantıda Hızır bir atlama   tahtası olarak kullanılır. Eser kırk bölümden meydana gelmiştir.

Eserin onuncu bölümünde Kur’an-ı Kerim’deki Hz Musa öle Hz Hızır  arasındaki macera hikaye edilir. Karakoç bütün kadim zamanları aşarak geriye dönüş teknikleri ile Hz Musa, Hızır, Meryem, Yunus, Yusuf, Yakup. Eserin kadrosu çok zengindir. 24 bölümde Veda Hutbesinden, Mevlana, Muhyiddin Arabi, Sems-i Tebrizi, Hallacı Mansur gibi İslam  düşüncesinin mukaddes dehaları geçit resmi yaparlar. Mekanlar da çeşitlidir. Mursiye, Tunus, Mısır, Kudüs, Mekke, Şam, Malatya gibi. Savaşlar ve mücadele mekanları eserde görülür. Bedir. Yermük, Hendek, Uhut, Birinci Cihan Savaşı, Yemen, Kafkasya. 

Hızır gibi şark ve İslam dünyasında bir ümit adam da Mehdi’dir. Mehdi ile bu evrensel romanın anlatıcısı günümüze göndermelerde bulunur, günümüzün canlı zamanının perdelerini aralar, Mehdi’yi bir mazi motifi değil, yaşayan  üreten bir motif olarak  yorumlar, mısraların arkasında portreler ve portre gizlidir. Burada faaliyette olan bir Mehdi vardır, beklenen bir mehdi değil. Çünkü onun gelmesi için gerekli her şey oluşmuştur.

  Konuşacak  Mehdi 

  Geldi derleniş günü 

   Derleniş toparlanış vakti

   Artık her gün her gece

   Bir kadir günü ve gecesi 

   Kur’an iniyor dağlardan tepelerden

                         ….

Düzeltip dünyayı yeniden 

Toplumu dirilten insanı erdiren 

 Şeytanı bir duvar ucunda sıkıştıran 

 Dam saçaklarında kovalayıp 

 Eski sınırına iten

 Kentlere mutluluğu 

 Bir ikindi anıtı gibi getiren 

  Her eve mermer dağıtan   294

 

Taha’nın Kitabı yine kurmaca bir metindir. Edebiyatımızda  birçok şair ve yazarın topluma vermek istediği mesajlarda kullandığı idealize ettiği, vitrinine koyduğu, farklı özelliklerle donattığı karakter kişiler vardır. Halide Edip , toplumla uzlaştığı ve onlarca baskı yapan romanı Sinekli Bakkal’da Rabia ile toplumu kucaklar, toplumda bu romanı kucaklar. Onunla din-toplum-sanat-edebiyat-cemiyet için uyumlu bir sentez geliştirir Halide Edip. Yakup kadri nisbeten siyasi kişilerle toplumu modernize etmek ister. Mehmet Akif, Asım ile tezlerini topluma yansıtır. Karakoç da Monna  Rosa, Hızır ve özellikle Taha ile tezlerini netleştirir. O da Asım gibi henüz yolunu tayin edememiş bir cemiyete bir idealize edilmiş fert olarak önderlik etmek ister. Bütün değerlerine bağlı, yaşadığı cemiyetin damarlarını bilen, nerede durması ve nerede susması gerektiği bilen özel bir  şahıstır Asım. Asım her fenalığın üstüne gider, Canakkale’de savaşır, güreşir, yüzer, milleti ve değerleri adına kahraman bir insandır. Karakoç’un Tahası da daha sembolik içerikli, imgelerin perdeleri arasından konuşan, toplumun geleneksel yol haritasını geliştirmeye çalışan, kahraman ruhlu realist olmaktan çok romantik  bir anlatı metni kişisidir. O Sezai karakoç’un perdelere, çarşaflara, imgelere, sembollere bürünmüş kendisidir, büstütün kendisi midir, elbetteki şairin yapmadıkları yapmayı düşünen bir canlıdır Taha. 

İmaj niteliği kazanmış, sanat eseri hüviyetine bürünmüş bir eserin mukaddes bağlantılarını tesbit etmek eleştiri sınıfına girmez. Taha yaşadığımız zaman ilekayıtlı bir zaman birimi kullanmaz. Bu tür zaman birimleri batı romanında kullanılır, Wirjinia Woolf’un Orlando romanında Orlando altı yüz yılı aşkın bir süre yaşar, hatta cinsiyet değiştirir. Bu hali ile anglo-amerikan romanının önemli bir eserdir. Orlando bütün İngiliz tarihi boyunca beli bir tarih ve coğrafyada yaşar, yazar onun ile tarihini özetler hemde mantıksız ve şövenist bir şekilde. Karakoç  Taha’nın ismi kozmik  ve beşeri macerası  içinde bütün Anadolu, İslam, Kurani coğrafyada dolaşır, o Coğrafyanın yüzlerce yıllık sakinleri ile günün temel  meselelerini konuşur. 

Taha’nın da Asım’ın temel meselesi değişimdir. Asım seyyar zaptiye memurluğundan kurtulmak için eğitim almak zorunluğundadır bu nedenle Almanya’ya değişmek için gönderilir. Taha ise değişim için nasların bünyesine ve sınırsız ışığına davet edilir. Taha, hareket noktası olarak Dicle’den başlar, mukaddes kitaplardan güç alarak değişir. Onun karşısında muhalif kişiler olarak soytarılar vardır. Onlar hayatı bir ziyafet sofrası olarak görür ve her ciddi şeyi eleştirirler. 

Değişim’in haritası çizilir.  

Bu Taha için de geçerlidir, muhalifleri için de. 

Ay burçlarında gezeyim derken  gecenin sarnıcına düşüyorsun

Kadehleri içip şarabı kırıyorsun 

Doğuştan askersin savaşı kınıyorsun 

Bir karınca kadar sabrın yok velilik taslıyorsun

Duvar mısın sur musun?

Köprü müsün han mısın yıkılıyorsun?

Rolün sembolleri biziz  ama aktörlüğünü sen yapıyorsun 

Biz eser verdik sen tuluat yapıyorsun 304

Samanyolu hareketin merkezindedir, belli bir gezeğen ile sınırlı değildir. Kuran, İncil, Tevrat ve Mezmurlar, bir nevi dinlerarası uzlaşmanın  ipuçlarıdır. Taha şarkın efsane coğrafyasında dolaşır. Bu romanın gerilimi savaş ve düşmanlar ile başlar. Taha’nın rakipleri ziyadan, ışıktan  rahatsız  olan yarasalara karşıdır. Onları tasvir eder ve onlara karşı iki hucum yapar, ikisinde de galip gelir.Romanın veya hikayenin ana teması Taha’nın dirilişi ve mücadelesidir. Şahıs ve olay örgüsü kötü ve işi şahıslar, bakış açısı ile bir roman manzarası  gösterir eser. Taha’nın zaferi kur’an’dan doğacak bir yeniden doğuştur. Bu hali ile edebiyatımızdaki benzer ideal karakterler içinde ayrı bir yer edinir. Bu durum Akif ve Necip Fazıl da da benzerlikler gösteren bir vaka akışı ve idealizm anlayışıdır. 

Gül Muştusu bu lüzünlü ve eleştirel arayış romanının  gerilimin çözüldüğü anticlimaksa benzer. Şair  ve devir gözlemcisi romancı gözlü şair, Gül  Muştusunda bir yeni hava yakalamıştır. Bundan önceki bölümlerdeki şikayet ve serzenişler burada azalmıştır. Edebiyatımız metinlerin çok anlamlığı konusunda zengin değildir. Divan şiiri geleneği içinde çok anlamlı vadi daha zengindir. Çok anlamlı şiir  yazıldığı dönem ile sınırlı, dar bir yorum düzeni getirmez. Şiirin vaka örgüsü ve mana  zinciri, katmanları birbiri içinde akar. Bu şiir düz bir cadde değil , birbiri içinde patikalardan oluşan yürünmesi zor bir yoldur. Onu umumi cadde haline getirecek yorumlar da bu tür şiir için zor şeydir. Çok anlamlılık bir okyanus gibidir, herkes yüzme bildiği kadar ona açılabilir, veya derinliğine gidebilir. 

Sezai Karakoç’un mana dünyasının katmanları ikinci yeni gibi bir şemsiye mantıkla izah edilemez, onun mana katmanları tasavvuf, divan şiiri, kelam felsefesi, Kuran ve hadislere bir oranda da hayata bağlıdır. Sezai Karakoç’un düşünce ikliminde yaşamayan bir süre oturmayan, onun kültürü ve dünya görüşü ile ilişki  kurmayan bir yorumcu bir şeyler anlamaz. 

Gül Muştusu kendisine gelinceye kadar ki anlatıdan ayrılır, genel havası ile. Şiir yine bir anlatı formu olan ve romanın atası sayılan mesnevi formu ile konuşur. Şiirde  yaşanmış hayat, yaşanması gereken hayat, ritüellerle idealleştirilen hayat,  Türkiye’nin akışı  içindeki hayat anlatılır. Şair bir haber vermektedir ama neyin haberi olduğu konusunda yüklemin öznesi kapalıdır. Şair yetmişli yılların atmosferindeki şairin gözlemleri ile bir iyimserlik havasına bürünmüştür. Hüznün yerini sevinç, ölümün yerini diriliş, üç mevsimin yerini bahar almış, hepsinden öte gül çok anlamlı bir mahiyet arzederek su gibi şiirin bütün heyetine dağılmıştır. 

Gül varlık ötesinin varlığa açılan kulağıdır, gül hem haber getiren hem de varlık ötesine haber götüren bir nesnedir. Varlığın en itinalı nesnesidir. Fuzuli su kasidesinde Hz Peygamberi güle benzetir ve 

Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin

Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzare su               

Gül‘ün şiirde kazandığı mana farklılıkları ayrı bir etüdün konusu olacak kadar geniştir. 

Bundan önceki  şiirlerdeki eleştirel hava burada Şair  yoktur. Bezginlik, kırgınlık, huzursuzluk, durgunluk daha birçok olumsuz fiilin yerini enerji, gayret, devingenlik, ümit, heyecan ve birçok insan ruhunu harekete geçiren fiiller şiirde yer almıştır. 

 “Kerpiçte bir değişme var

 Ölü tozunda bir doğrulma 

 Tüyleniyor mezar taşları 

 Sızıyor saçaklardan kiremit kanı 

 Oluklardan akıyor

 Dökülmüş çiçek tozlarıyla bulanmış su 

 Arılar arılar içeceğiniz su bu su 

 Kerpiç damlarımızın oluklarından akan 

 Baharla karışık su 

 Eleğimsağma damlaları 

 Kar marmeladı 

 Her damlasında şimşek 

 Bir  avuç suyunda yıldırım

 Gök gürültüsünün salkımı“ (369)

 Anlatıcı aynı anda birkaç farklı noktaya bakar, 

 Bu bakışta ağırlık kaynağını vermeye yanaşmadığı bir iyi, güzel, olgun değişmedir. Bu değişme Türkiye ile sınırlı değildir, Bağdat’a, Şam’a, Kudüs’e kadar uzanır. 

“Hiç görmediği büyük şehirlerde 

Bir şey olacak biliyor ama ilerde

Bağdat’ta, Şam’da, Kudüs’te

İsmini söyleyemediği 

Söylenmesi adeta yasak olan 

Batı illerinde 

Güneşin battığı yerlerde 

 Kaynayan bir cehennem gibi coşarak

Işıklı ve kutlu din topraklarını 

 Toza, dumana ve kana boğan 

 O yerlerde 

Ama şimdi bütün bunlar ilerde

Bahar gelmiş gülü zorlamada   367

Elbetteki gülün gelişi toprağın alındaki bir metafizik değişmenin sonucudur. Şair gülün gelmesini ve onunla birlikte çok anlamlı bir şekilde mevsimin sürekli bir bahara değişmesinin oluşumunu anlatmaz. Anlattığı gülün gelişidir, ve müsbet anlamda değişmedir. 

Anlatının bütün heyetinde bu müjdeli değişim vurgulanır, şair ve anlatıcı olmadıkşekilde mutludur. Aslında bahar muştusudur, çünkü mevsim değişmez, bahar olmazsa gül de açmaz, gülü getiren baharın gelmesi, baharı getiren de gezeğenler arasındaki kozmik hareketlerdir. Şair-anlatıcı kozmik değişmeleri, mevsimin değişmelerini değil gülün gelişini kutlar. Şiir kurgu ile  hem sembolik hem de imgeseldir. 

Kitaptaki ilk şiir 1951‘de son şiir ise 1988 de yazılmıştır. Aradan geçen kırk yılda şairin ruhsal yapısı, psikobiyografisi değişmiştir. Bir şahıs var Dicle İle Fırat arasında ortaya çıkmış oradan Anadolu, Ortadoğu İslam dünyasına, biraz da dünyaya açılmıştır. Burada gelinceye kadar bu şahıs ayağına  takılanlarla, onu huzursuz edenlerle konuşmuş, beklentilerini, ümitsizliklerini onlara anlatmış, yarasaları ile çatışmış, ama Gül Muştu’sunda bir yere varmıştır, bütün karamsarlıklar bitmiş, şair yeni bir oluşumun müjdecisidir. Yahya Kemal’in Süleymaniye ‘de Bayram Sabahı şiirindeki zafer gelişini anlatarak onları karşıladığı gibi Karakoç da bir gelişi  kapalı ve imgesel ve simgesel bir dille anlatır. Ama Karakoç üstadı gibi bozgunda fetih rüyası görmez, gerçek bir fethin yeni bir baharın güllerini müjdeler. 

Karakoç’un şiirinde tabiat bu şiirde ağıklık kazanmıştır. Diğer şiirlerinde bir bütünlükçü ve destekleyici, tezi güçlendirici bir tabiat yokken bu şiirde şair tabiata bakmaya başlamış ve tasvirler yapmıştır. Bu gülün içinde oluştuğu baharın tasviridir.

Toprağın çağırmasına ulaşan yağmur

Tohumların diriliş çağrısına 

Çocuksu çağrıya uyarak inen su 

Çayırların yağmur çizgilerinde 

Göğe yükselişleri 375

 

Bir tabiat dirilişi değildir, şark dünyasındaki genel bir değişimi anlatır, anlatıcı. 

Bu gelen diriliştir kuşta ses

Menekşede koku gün çayırlarda yeşillik

Ölümden sonra gelen yeşillik

Varlık üstüne meleklerdensaçılan dökülen 381

 Anlatıcı gül ile İsa arasında bir parelellik kurar. Gül hazreti peygamberdir, gül ile İsa  arasındaki bağlantı baharın meydana gelişini bir uzlaşmadan ortaya çıkmış olmasını işaret etmektedir. 

 “Açılan her bahar yeniden geleceğine İsa’nın” 377

Şair anlatıcı kitaplı dinlerin varlığın son demi  konusundaki beklentilerine işaretler verir. 

Şiirde bir çocuk, bir genç adam, bir olgun adam anlatılır, hareket noktası ülkenin güneyidir. Oradan sonra bütün ülkeyi ortadoğuyu, İslam dünyası azda olsa dünyayı yorumlar.

O değişimi müjdelerken doğu ve batı dünyasının kültür devlerini değişimi karşılamaya çağırır.  

Ayın muştusunu vermek için 

Beni sön gönderdin Rabbim

Ayağıma sen takdın 

Aya doğru akan hız türküsünü 

Hey Odisseus nerdesin 

Ksenefon

İbn-i Batuta 

Evliya Çelebi 

Yazın yeniden insanın macerasını 

İnsan kasının çılgın kahkahasını 

Duy yeraltındaki yeri ta kendisi olan adam 401

Gün Doğmadan kitabı Monna Roza ile başlar, bir gülün karşısında hüznü, ve baharı beklemektir bu şiir. Gül Muştusu isimli şiir dizisinde ise artık bahara ve güle kavuşulmuştur. Gül Muştusu’ndan sonraki  şiirler baharı takib eden, bir yazı kozmik yazı değil. Belli bir süreç ile sınırlanmamış olan ebedi bir yazın ortaya çıkmasının şiirleridir. Kitabı tanzim eden bölümlere bir romanın bölümleri gibi isimler vermiştir. Bahara ve güle kavuşanlar bu sefer, yazı ve daha ileride yazın getireceği varlıkları düşünürler, onlarla olan ilişkilerini düzenlerler. Zamana Adanmış Sözler bu bahardan sonraki sürekliliğin şiirleridir. 

Yazı batının ışığında düşünen kavrayış ve özümseyişlere göre anlatıcı diriliş ve süreklilik içinde batıya yer yermez.

 “bana ne Paris’ten 

Avrupa’nın ülkü mezarlığından 

Moskova’dan Londra’dan Pekin’den 

Newyork

Bütün bu türedi uygarlıklar  umurumda mı 

Birazcık Roma’yı hesaba katabilirdim

Ama Roma 

Kendi kendini inkar edip durmakta 

Buz  gibi eriyerek 

Bir kokakola

Veya bir votka bardağında 426

 Şair anlatıcı olarak bundan önce olmayana azru ile eleştiri ile yönelmişti, şimdi ise elde edilmiş bir mutluluk anında mazideki serüvenini hikaye eder. İkisi de eleştiridir ama, yerleri ve yapılış tarzları farklıdır. İnsan mitolojik, dini, felsefi, tasavvufi anlamda yeryüzüne  sürgündür. Sürgünün nitelikleri ona bakış açısı farklılık gösterir. Şair dünyadaki sürgününün uzun sürmemesini, kendisini gönderenden ister. Şair önceki bölümlerde esir sehrin mahbusu, yerkürede mahkum iken burada oradan kurtulmuş ve öz ülkeye gelmiştir. Romanın bölümlerinin mantığı içinde zorunlu bir diziliş ve vaka örgüsüdür.

Rahatlamış olan anlatıcı kozmik felsefesinin ana hatlarını açıklar.

Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgarlara bakar

Donmuş suh ancak baharla kanatlarını açar 448

 Şair-anlatıcı romanında bu ülkeyi anlatır, ülke penceresinden çevreye ve dünyaya açılır. İnsan ancak ortamını bulunca ilhamını bulur, büyük medeniyetler ve sanatlar devletlerin ülkelerin demokratik ve hür, zengin olduğu dönemlerde ilerlemiştir. Kanuni ve Baki, Fransa ve 14 lui hep ilerlemiş dönemlerde  rüzgar ve yağmurdan büyük adam olmuşlardır. Rüzgar döllendirici değil de yıkıcı olursa hiçbir şey ortaya çıkmaz, ne bitki ne meyve, ne sanatçı, ne de insan. 

Romanın yükselen bahtı aslında milletin yükselen bahtıdır, olaylar başarı tepesine varınca paslanan tarihin içinden uygarlık ırmağının çıkışı, huzuru ve başarıyı yakalamış toplumun huzur şarkılarıdır. 

Şair çileli yıllarından arkasından gelen baharı “Özgür Bahar “olarak niteler. Psikanalitik olarak şairin dünyası değişmiştir, Zamana Adanmış Sözler isimli şiir gurubunda her şiir bir heyecan, feyz, emniyet, sevinç  ve zafer çığlığıdır. 

“Kuvvetle yere bastım yokladım derinliğini toprağın 

Omuzlarımdan kalktı sanki ağırlı bir dağın 

Resmini çizdim durdum kutlu sayfalarına çağın 

İsmini fısıldadım yeryüzüne gökyüzüne durmadan 443

 Şair sanatı besleyen yağmurların ve sanata zemin hazırlayan zamanın kıt olduğu zamanlarda sürekli bir hüznün ve arayışın ve bedbinliğin tesirindedir, ama yıllar geçince zaman da yağmur da değişmiştir. Bu yüzden şair kendindeki müsbet ve olumlu değişmelerin kaynağını bir sanat felsefesi kuralı ile yorumlar. İlhamın zaman ve yağmur ile bağlantısını vurgular.

 Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgarlara bakar

 Donmuş ruh ancak  baharla kanatlarını açar 

 Kışı bırakmak yeniden  yaratılmak gibi

 Yeniden olmak gibi bir fizikötesi töreni / 448

 Buradaki bahar bizim bildiğimiz zaman değildir artık. Metafizik anlamda bir değişimdir, yeniden yaratılmaktır. Tolstoy’un Diriliş romanındaki değişim ile Sezai Karakoç’un diriliş telakkisi çok farklı boyutlardadır.

Su  baharda artık akrepler ölmüştür, akrepler ve yarasalar Gün Doğmadan romanında gerilimin kaynağıdırlar.Onlar ölmüşse insanlığa bu toprağa huzur gelmiştir,

Akrebin Ölümü şiiri bir toplumsal zehirlenmenin sonudur. Hikayesi olan bir şiirdir, bir romanda kötü adamın misyonu bittimi mutluluk elde edilir. 

“geldi samyeli camlardan geçip 

Üzümlerden incirlerden bir koku taşıyarak 

Dondu akrebin zehri  damarlarında 452

 Romanımızın son bölümlerinden biri Çeşmeler adını taşır. Romanın vaka örgüsü olumuzluklarla başlayan ve tırmanan bir çizgi gösterir. 

Hızırla Kırk Saate gelinceye kadar bu gerilim devam eder,  romandaki gerilim şairin ruhunda ve yorumlarında görülür. Hızırla Kırk Saat bölümünde ise gerilim düşar ama birden bire huzur  yükselmez. Hızır bahardan önce gelir ve baharı hazırlar. Gül Muştusu bölümünde Hızır gelmiş artık onun tesiri ile güller çok boyutlu bir şekilde ortaya çıkmıştır, şiir bölümlerinin isimleri birbirimi tamamlayan roman bölümleri gibidir. Zamana Adanmış Sözler de Hızır ve gül mevsimi arkasından büsbütün değişen zaman ve değişen zamanın destanı hükmünde Zamana Adanmış Sözler. Zamana Adanmış Sözleri tanıtırken bölümün başındaki cümleler Romanın gizini, sırrını ifşa  eder.  “Bardaktan boşanırcasına paslanan talihin içinden gülümseyen uygarlık ırmağı“

İçinde bir ıztırabın dindiği şair-gözlemci-romancı artık eşyaya ve medeniyet unsurlarına bakar, önceden toplumun bahtını sorgulayan şair, değişen zaman  ve mevsimlerle birlikte medeniyetin vergisi olan unsurlara bakar, çeşmeleri yorumlar, özellikle İstanbul çeşmelerini. 

 Ve derken Üsküdar tophane 

 Kabataş ve Valideçeşme

 Sultanahmet Sofular

 Her yerde ve her zamanda 

 Anıt gibi ayakta 

 Durabilen  470

Ecdadın bu medeniyet unsurlarına gösterilen ilgisizliği şairin ruhunu burkar.

Karakoç çeşme ile şaire gösterilen ilgisizliği birleştirir ve onunla birlikte ağlar

 Ya ben gidip çeşmeye kapansam 

 Ya çeşme bana açılsa 

 Ya çeşme gelip bende kapansa 

 Ya birlikte bir ağıt olsak  478

Ayinler bölümü ise tam yerine oturtulmuştur, huzuru, mutluluğu bulmuş insanın ayinlerle mutluğunu pekiştirir. Ayin’in mitolojideki anlamı ile dindeki anlamı birleşir, şair burada iki anlamı birlikte satırları ile perçinler. Karakoç, önceki bölümlerde mana planında aksaklıklardan rahatsız olan ruhu, bayrama. güle. muştuya ulaşınca şair bu sefer medeniyet sorunlarına, getirdiklerine eğilir. Tabiatı, sanatı, çeşmeleri, felsefeyi fark eder. Felsefi konularda yavaş da olsa bir gelişme hissedilir.  Felsefenin aslı matematiktir, evren de matematik bir düzen içindedir gibi felsefenin  meseleleri şiirlerinde ve yorumlarında görülür.

Matematik metafiziktir, metafizik matematik değil

Döl metafiziği çağı sona erdi, son buldu insan artışının teoriği 

Çoban sürüsünü müzikle erdirirken tabiatüstü yüceliğe 

Zaman çevirdi insan kitlesini karılmış ve yıkılmış bir hayvan çerisine 484

 Sanat sorunları da girer şairin gözlemcinin- gözlemci romancının peyzajına.

Şairin tablolarındaki zamanın ihata sınırını belirlemek güçleşir. Hal, mazi, kadim geçmiş, günümüz hep birlikte tayflar halinde eserde görülür.

  Diri dedikleriniz ölü, ölü dedikleriniz diri 

  Sonbahar yaprakları gibi dökülüyor dünya terleri 

  Mücevher  saatler  ayin yeri duvarlarında kımıldanış

  Lete’de değil Ganj’da değil Kevser’de yıkanış

  Çin ressamları döneminden  rum ressamları dönemine geçiş

  Daha sonraki dönemde de gönlü arıtıp genişletip derinletiş 

 Hüdavendigar önüne diz çökmek içinizin bekleyiş

 Bir buhurdan gibi yayılan bir koku 

 Havariyyun  ve sahabe havası tuttu ufku 507

Şairin ruhu eleştirinin gri havasından kurtulmuş, gözler objektif bir tarzda hayata, hayatı ihata eden zamanın arkasına önüne geçmişlerdir.

Dirilişin teori devri bitmiş, dirilişin erenlere ortaya çıkmıştır.

Bunlar diriliş erleri erenleri pirleridir

Kucaklarına dünya kesilmiş bir baş gibi devrilir

Ruhlarının akustiği sağlansın diye 

Arşta çınlayan cezbe sesleri devşirilir

 Şair varlık ötesinin neşeşine düşmüştür, arş bile diriliş ile doludur. Erenlerin, diriliş coşkusunun mimarları işlerini başarınca Tanrı da, onlardan memnundur, zafer kazanılmıştır artık.

Ve Tanrı görünüyor artık 

Ve Tanrı onlardan razıdır artık 

Saçılıyor bir hazine gibi ortaya 

Gizli bir hazine gibi ortaya sırlar

Dayanmaz oldu bu açılıma aynalar

Kırılıp dökülüp yokluğa karıştılar 512

Leyla ile Mecnun romanda estetik olarak en uygun yerine konmuştur. Romanın yükselen huzur çizgisi bu güncellik kazanmış klasik konu ile hakikat arayışına döner. Bahar devrinin arkasını insanları hakikatı arayan bir dünya takib etmiştir. 

Şiir göndermede bulunduğu anlamlarla zengindir. Leyla kaşı kara gözü kara bir çöl dilberi değil, uğruna her şeye katlanılan bir evrensel metafizik idealdir, güzeldir. Yoksa bu satırlar bir estetik duruşa söylenmez.

 Melekler çöl şehrine dağılsın 

 Leyla’nın uyku saati geldi 

 Bütün çıkrıkları bozsunlar

 Leyla’nın uyku saati geldi 

 Sussun bütün böcekler sussun bütün çöl

 Leyla’nın uyku saati geldi.   

 Unutma çöl ulu bir şehirdir 529

Leyla ile Mecnun konusu müstakil bir yorum olacak bir bahistir. Şairin ideallerinin yeni bir yapı ile ifade edilmesidir. Süre olarak kırk yılı kapsayan, ama şiirlerde kullanılan zaman açısından, insanın evrene ayak bastığından büyük tecrübenin içine alındığı zamanın öncesini ve sonrasını kapsayan eserin şahıs kadrosu içinde Leyla ile Mecnun mesnevisinin, fiktif metninin şahısları sembolleştirilmiş, romanın önemli ve gerçek şahısları içinde yer almışlardır. Dinin, felsefenin, sanatın, ve yazarın ürettiği şahısların tamamı bir büyük şahıslar harmanı olarak ortaya konmuştur. Bu şahıslar içinde peygamberler vardır, elbetteki bu şahısların içinde sanatsal imajlarla portre özelliğini kazanmış olan Hz Peygamberdir. Böylelikle roman insanın ezeli macerasını  sembolleştirdiği için bu macera içinde peygamberler, özellikle Hz Peygamber baş rolü üstlenir. Leyla ile Mecnun mesnevisi klasik eserlerin zaman anlayışı ile kaleme alınmıştır, Sezai Karakoç  zamanın evrensel niteliğini korumakla birlikte konuya güncellik de kazandırmıştır. Eserin başarısı  buradan ileri gelmektedir. Thomas Mann nasıl Yusuf İle Züleyha Mesnevisini Yusuf ve Kardeşleri isimli eserinde evrensel ve güncel bir boyuta taşımışsa, Karakoç da Leyla ile Mecnun’un benzer bir şekilde evrensel-güncel yapı ile yorumlamıştır. Biz onu burada romansal bakış açımız ile yorumladık.

Ateş Dansı ve özellikle Alın Yasızı Saati kitabı bir bütün halinde yayınlayan mantığın tam bir roman kurgusu ile tanzim ettiğini ifşa eder. Romanların sonunda kahramanların alın yazıları ortaya çıkar. Karakoç da bu bahiste artık kendinin ve farklı zamanlara göndermeler yapan eserinin alın yazısı ile bahsi kapatmak ister. Bu bahisler de dağınık düşünceler, bir araya getirilmiştir, bunların tamamını bir çatı altında ifade etmek, bölümleri oluştururken mümkünse de gerçekte bunlar arasında bir ittisal noktası bulmak zordur. Karakoç roman içindeki benini daha çok sanat sorunları, İslam dünyasının sorunları, küçük realiteleri anlatarak bitirir. Bu bölümün en estetik  belki de eserin en estetik mısraları şairin güzel konusundaki fikirlerini anlattığı pasajdır. 

 “Yeniden varolmanın sırrı 

 Dirilmek ve diriltmek görevi 

 Ölümün çürütemediği güzellik

 Ben o güzelliği söylüyorum

 Ben o güzelliği söylüyorum

 Ölümün ötesindeki güzellik

 Ben o güzelliği söylüyorum

 Sonbaharın kızıl yapraklarındaki baharı 

 Ben o güzelliği söylüyorum

 Açlık ve susuzluktan sonraki sofraları 

 Yakıcı çölün derinliğindeki ırmak 

 Yatır örtüsündeki  yeşil sükunetin bal peteği 

 Balın içindeki geometri  vahyin kanıtı Cebrail izi 

 Cebrail’in gölge gibi geçerken bıraktığı iz gecede 

 Ben hep o güzelliği söylüyorum  678

Prof. Dr. Himmet Uç

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Tek Çam

Tek Çam On katlı apartmanlarla boy ölçüşecek kadar uzun, heybetli çam ağaçlarıyla çevriliydi köyümüz.. Yaz …

Kapat