Ana Sayfa / Uncategorized / TV’de Türk Sineması / Yunus MÜREBBİ

TV’de Türk Sineması / Yunus MÜREBBİ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

K Ü R S Ü

Yunus MÜREBBİ

TV’DE TÜRK SİNEMASI

Çocukluğumda, TRT’de TV’de Türk Sineması Kuşağı vardı..

Kaçıncı TRT olduğunu yazmadım, çünkü o zaman TRT sadece TRT idi. Yani tek…

Yanlış hatırlamıyorsam Salı günleri, ana haber bültenin ardından olurdu…

Belli bir dönem kendi evimizde televizyon olmadığından bir hafta öncesinden o gece misafirliğe gidilecek televizyonu olan evi ayarlardık…

Ayhan Işık, Belgin Doruk, Türkan Şoray, Filiz Akın, Cüneyt Arkın, İzzet Günay ve daha niceleriyle o zamanlarda tanışıklık etmiştim…

Kırlar yemşyeşil, deniz masmavi, esas kızın gözleri kahverengi değildi, kurşunu yiyen böğrünü tutardı ama kan da kırmızı akmazdı… Çünkü televizyon siyah beyazdı…

Tıpkı hayatlarımız gibi…

Tıpkı nefretlerimiz, kinlerimiz, hüzünlerimiz gibi…

Tıpkı sevdalarımız, dostluklarımız, sevinçlerimiz gibi…

İki renk hakimdi büyülü cama…

Siyah ve beyaz…

İyilik ve kötülük…

Sevgi ve nefret…

Gece ve gündüz…

İki hakim renk… siyahı siyah olarak bilir, beyazı beyaz olarak görürdük… ne siyah petrol mavisine dönerek gözlerimizi yanıltırdı, ne de beyaz sarıya çalarak beyazlığını kaybederdi…

Türk sineması kuşağında hüzün ve gözyaşı iliklerimize işlerken; nur içinde yatası anneannem Azime Yazıcı’nın filme gerçek hayat elbisesi giydirip tukaka adamları ve kadınları yerden yere vurması, filmin en heyecanlı sahnelerinde feryadü figan esas oğlan ya da esas kıza yol göstermeye çalışmasıyla hüzün bulutlarının yerini şen kahkahalarımız alırdı…

O zamanlar bir anneannem vardı; ana haber bültenindeki olayları es geçip Türk sineması senaryolarını ruhunda yaşayan… Gerçeği film, filmi gerçek kılan…

Sonra renkli TV’ler çıktı… İlk zamanlarda sadece ana haber bültenleri ve birkaç filmde gösterdi kendini ebemkuşağının tüm yüzleri… Sonra beyaz camın her anını esir aldı…

İlk başlarda hoşumuza gitmedi değil hani… Kırların yeşilini, denizin mavisini, esas kızın rüzgarın kucağına bıraktığı sapsarı saçları, kötü adamların ağızlarından akan kıpkırmızı kanı görmek bizi daha bir aldı büyülü camın esrarına…

Ama hayatımızın da rengarenk olmaya başladığını hissedemedik…

Rengarenk…

Ama ebem kuşağı gibi yalın, dürüst ve gerçek değil…

Sarı maviye, kırmızı mora, yeşil siyaha galebe çalmaya başladı… renklerin üstünlük mücadelesinde ortaya bir renk kirliliği çıkıverdi anlayamadığımız, hissedemediğimiz, öngöremediğimiz bir şekilde…

Aşklar yaz aşkı, kış aşkı, bahar aşkı oldu…

Ömürlük sevdaları mevsimlik heveslere çeviriverdik…

Vefa, bozacımız da olmasa lügatımızdan göç edecek hale geldi…

İş çevirme denilince akla sahtekarlık gelir oldu…

Dayı, akraba-i taallukattan torpil müessesesine transfer edildi…

Dürüstlük kelimesi enayiliğin eşanlamlısı halini aldı…

Devletin malı kutsal olarak görülürken denizle bütünleşti ve yemeyen de en pis hayvan ilan edildi…

TRT’ nin tek tabanca olduğu dönemlerde TV’ de Türk sineması kuşağında, büyülü camda iki rengin hakim olduğu filmleri izlerdik ailece…

Şimdi mantar gibi türeyen kanalların renk cümbüşünde aynı keyfi alamıyorum nedense…

Renk körü mü oldum ne?!!!!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Risale-i Nur’un Tefsirdeki Yeri / Niyazi BEKİ

Risale-i Nur'un Tefsirdeki Yeri Yrd. Doç.Dr. Niyazi BEKİ Bir eserin, genel olarak ilmî ve özel …

Kapat