Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Üç Said: Âlim, Ârif, Hakîm / Yusuf KAPLAN
Yusuf Kaplan

Üç Said: Âlim, Ârif, Hakîm / Yusuf KAPLAN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Üç Said: Âlim, Ârif, Hakîm

Bediüzzaman Hazretleri, bir yandan, bizim medeniyetimizin hayat köklerini harekete geçirerek vasat’ımızı kuran, bize ve insanlığa hayat sunan ilim, irfan ve hikmet menzillerinde çıkılan yolculukta inşa edilen “dil”i baştan sona deşifre etmiş; öte yandan da, tıpkı Efendimiz (sav) gibi “şâhid”, “mübeşşir” ve “nezir” özellikleriyle donanıp muhkem bir ümmîleşme süreci gerçekleştirerek, hem çağının çocuğu olarak, hem de çağının ağlarını, bağlarını kıran, aşan bir “âlim”, “ârif” ve “hakîm” olarak bu dili yeniden-şifreleyip bu dile hayatiyet kazandıracak kaynağı sunan bir üstdil geliştirmiş tek düşünürdür.

İzini sürmeniz gereken yakıcı soru şu burada: “Peki, Bediüzzaman, bunu nasıl başardı?” Bu yazıda, bu hayati sorunun izini sürmeye çalışacağım.

Gazalî, İbn Arabî ve İbn Haldun’un Yaptıklarını Tek Başına Yapmıştı

Bediüzzaman Hazretleri, bizim medeniyet yolculuğumuzda diktiğimiz ilim, irfan ve hikmet sütunlarını, aslî / vahyî kaynağına irca ederek muhkem bir şekilde yeniden inşa eden üç büyük kurucu, öncü şahsiyetin -“âlim” Gazalî, “ârif” İbn Arabî ve “hakîm” İbn Haldun’un- yaptıklarını, tek başına yapmıştır.

Bediüzzaman’ın bunu nasıl yaptığını görebilmek için, bu üç öncü şahsiyetin yaptıklarını kısaca özetlememiz gerekiyor öncelikle.

Gazalî; Helen, Hint ve Fars havzalarında neşvünemâ bulan gnostik ve agnostik pagan geleneklerin gölgesinde gelişen ilim geleneğimizi, -göz kamaştırıcı bir tafsil çabasıyla- silbaştan yenileyerek / tedvin ederek özgün İslâmî kimliğine kavuşturmuştu.

İbn Arabî; Hint, Zerdüşt, Mısır, Maverâünnehir havzalarındaki pagan gnostik geleneklerin izdüşümlerinden bîtap düşen, bâtınîlik bataklığına saplanma sinyalleri veren irfan geleneğimizi -muazzam bir terkip çabası ortaya koyarak- hem daha bir İslâmîleştirmiş, hem de derinleştirerek zirve noktasına ulaştırmıştı.

İbn Haldun, ilim ve irfan menzillerinde gerçekleştirilen bu inkişâfı tevhid ederek ve bunun derinlemesine muhakemesini yaparak, buradan devşirdiği birikim, ruh ve dinamizmle ilk büyük medeniyet buhranının nasıl aşılabileceğini gösteren muazzam bir tarihî hikmet tasavvuru inşa etmişti.

Tam bu noktada -bir parantez açarak- şu hayatî tespiti yapmamız gerekiyor: İşte Osmanlı medeniyet tecrübesi, bu üç kurucu öncü şahsiyetin öncülük ettiği açılım ve atılımı hayata geçirerek, üç temel varoluşsal alanda -akîdevî, fikrî ve “siyasî” alanlarda- Ehl-i Sünnet omurgayı tesis etmeyi ve İslâm dünyasını bütünleştirmeyi başarabildiği için, yaşanan ilk medeniyet buhranını aşmamıza öncülük edebilmişti.

Bediüzzaman Hazretleri de, ilim ekseninde Gazalî’nin, irfan ekseninde İbn Arabî Hazretleri’nin ve “tarihî hikmet” ekseninde İbn Haldun’un öncülük ettikleri atıl fütûhâtları / açılım ve atılımları, tek başına gerçekleştirmiştir. Üstelik de, önünde, yaşayan, ön-açan öncü-kurucu âlimler, ârifler ve hakîmler olmamasına rağmen!

Üç Said Ne’ydi?

Bediüzzaman, ilim, irfan ve hikmet gelenekleri inşa etmemesine rağmen, Gazalî, İbn Arabî ve İbn Haldun’un yaptıklarına benzer bir şeyi tek başına nasıl yapabilmişti? Üç Said, neydi? (Dikkat: “Kimdi?”, değil; ne’ydi?) Bediüzzaman’ın gerçekleştirdiği bu çağ aşan ve çağ açacak çığır, neden çaplı eserlerin yazılmasına, çaplı düşünürlerin, sanatçıların çıkmasına yol açamadı? Bediüzzaman çığırı, neden görülemedi ve görülemiyor hâlâ? Ve Bediüzzaman, bütün bunları neden “tekvînî âyet” üzerinde yoğunlaşarak gerçekleştirebilmişti? Tekvînî âyet, kim’di? (Dikkat: “Ne’ydi?” değil; “kimdi?”).

Üç Said’in ne olduğunu anlayabilmek için, tekvînî âyet’in kim olduğu sorusunu vuzûha kavuşturabilmemiz gerekiyor öncelikle. O zaman bir mesafe katedebiliriz bu tefekkür yolculuğumuzda.

Tıpkı İbn Arabi gibi, Bediüzzaman da, “ilmin, ma’luma tâbi olduğunu” düşünür ve tefekkürünü, bu temel-koyucu ve temelleri-koruyucu temel ilke üzerinde/n kurar.

Peki, ma’lum nedir? Âlem’dir. Hangi âlem? Enfûsî ve afâkî âlem: İç dünya ile dış dünya. Bâtın ile zâhir. Dikey eksen ile yatay eksen…

Tefekküre kışkırtıcı soruyu asıl şimdi soruyorum: Tarihte, enfûsî âlem’le, âfâkî âlem’in kendinde toplandığı tek bir “insan” var:

Kimdir O?

Tekvînî Âyet, Kim’di?

Tabiî ki, Bediüzzaman’ın defalarca altını çize çize, ruhunda fırtınalar ese ese hatırlattığı, bütün risaleleri asıl yazma sebebi, “Marifetullah”ın yegâne menbaı ve kaynağı Habîbullah’tır, bu Ekmel İnsan. Kitabımızın tarifiyle, “âlemlere Rahmet olarak gönderilen” Efendimiz (sav). Cevamiü’l-Kelim: Bütün kelimelerin kendisinde toplandığı âlemlerin Övüncü.

Kelime, ne demek, peki? Kalp demek: Hakikatin gizlendiği mahall ve Hakikatin izlendiği hâl.

Yani Efendimiz (sav), hem mahall, hem de hâl; hem vasat, hem de vasıta.

Ama önce vasat: Abd / Kul: Kulluğun / ubûdiyetin tahakkuk edeceği “beden” / “yer”. Sonra, bu “yer”e hakikat tohumlarını, çiçeklerini ekecek, büyütecek, besleyecek ve buradan bütün insanlığa hayat ve ruh üfleyecek elçi / vasıta.

Bediüzzaman Hazretlerinin, görünüşte, kâinât kitabının şifrelerini çözmesinin sırrı, çağının çocuğu olmasında gizlidir: Çağın/ın sorunu, iman hakikatlerinin yitirilmiş olmasıdır çünkü.

Fakat gerçekte, Bediüzzaman Hazretleri, ancak büyük bir dehânın, Allah dostu’nun yapabileceği bir şey yapmıştır.

Eski Said SÜRECİNDE Hakikat-i Muhammediye’nin Büyük İnsan’daki / âlem’ deki şifrelerini çözmüş; Yeni Said SÜRECİNDE ise, bunu, küçük âlem’e / insana projekte etmiştir: Ancak zâhir’deki hakikati göstererek, aslında, bâtında gizlenen hakikate geçiş yapılabileceğini nebevî çağrı’yı bütün görünür-görünmez boyutlarıyla idrak edebildiği için.

Özetle, tekvînî âyet, bizatihî Hz. Peygamberdir.

Üç Said, Sünnet-i Seniyye ve Fütûhât-ı Medeniyye

Peki, “Üç Said” nedir, neyin tezahürüdür? Sünnet-i Seniyye’dir ve Sünnet-i Seniyye’nin tezahürüdür: Yani akval, ef’al ve ahvâl süreçlerdir. Yani, akıl, kalp ve ruh’tan oluşan hakikat yolculuğunun menzilleridir.

Yani hakikatin sadece Efendimiz’de tezahür eden, insanlığın çeşitli medeniyet tecrübelerinin, yalnızca bazı parçalarını -o da deforme ve tarumâr ederek- harekete geçirmeyi başarabildiği, ilme’l-yakîn / “epistemolojik olan” (Batı), ayne’l-yakîn / fenomenolojik olan (Doğu) ve -bu iki alanı da ihata eden- hakka’l-yakîn / ontolojik olan (İslâm).

İşte bütün insanlığa yalnızca bizim sunabileceğimiz medeniyet tasavvurunun yegâne kaynağı, Üç Said’i oluşturan ve tekvînî âyet olarak tevhid edilip izi sürülerek Sünnet-i Seniyye’de dercedilen bu üç temel hakikattir.

Üç Said meselesi, hem Bediüzzaman’ın fikriyatının bir bütün olarak kavranması hem de Bediüzzaman’ın metinlerinde şifrelenen hakikat medeniyetinin deşifre edilerek vuzûha kavuşturulması sürecinde en hayatî meselelerin başında geliyor.

O yüzden sonraki yazılarda, bu mesele üzerinde çaplı bir tefekkür yolculuğu yapmak hayatî bir mesuliyet olduğu için bu mesele üzerinde ayrıntılı olarak kafa patlatmaya devam edeceğim..


İrfan Mektebi Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Önceki yazıyı okuyun:
Denizcilerin Dillerinden Düşürmedikleri Cümle: Allah Selamet Versin / Vehbi KARA

Denizcilerin Dillerinden Düşürmedikleri Cümle: Allah Selamet Versin Hem Bahriyede hem de ticaret gemilerinde en çok …

Kapat