Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Ülfet mi Mihnet mi? İnsanın İnsanla İmtihanı

Ülfet mi Mihnet mi? İnsanın İnsanla İmtihanı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ÜLFET Mİ MİHNET Mİ?
İNSANIN İNSANLA İMTİHANI

Fatma BAYRAM
Başvaiz/ Üsküdar Müftülüğü

Kur’ân-ı Kerîm’de Rabbimiz hayatı ve ölümü bizleri denemek için yarattığını söyler (Hûd, 11/7; Mülk, 67/2). Bu imtihanın hangi konular üzerinden yürütüleceği, yani nelerle deneneceğimiz konusunu da sayısız ayette açıklayarak dünya imtihanımızla ilgili hiçbir noktanın muğlak kalmamasını sağlar. Böylece Kur’ân’a vakıf bir müslüman adeta çalışması için
eline sınav soruları önceden verilmiş bir öğrenci gibi kendisini neyin beklediğini açık seçik bilir. Biz bu yazımızda, hayatın her alanını kapsayan imtihan olgusunun bir cephesine ağırlık verecek, insanın diğer insanlarla ilişkileri münasebetiyle yaşadığı sınavları ele alacağız. Bunu yaparken de sözü geçen ayetleri Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsiri1 penceresinden ve konunun insan ilişkilerini ilgilendiren boyutlarını da Gazzâlî’nin İhyâ-ı Ulumi’d-Din2 adlı eserinin “Ülfet” bahsi çerçevesinden değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle Elmalılı’nın imtihan konusuna bakışını özetleyelim. Ona göre “İmtihan iki emri tazammun eder: Birisi bir şeyin hafî olan halini tanımak istemek, diğeri de o şeyin cevdet ve redâetini, kemâlini veya noksanını meydana çıkarmaktır (…) Allah’ın imtihanı ikinci emr ile mülahaza olunur.”3 Yani her imtihan, az veya çok, insandaki kemâl veya noksanı ortaya çıkarıp kişiye kendisini tanıma ve gereken hususlarda noksanını telafi edip kemâl yolunda ilerleme şansı verir. İnsana bu fırsatı sunan imtihanların içinde öne çıkanı ise insanlar arası ilişkilerde denendiği hususlardır. Hadislerde insanın başkalarıyla ilişkilerinin onun ahlâkî durumunu olduğu kadar itikâdî durumunu dahi etkilediği ifade edilir. Zira Resûlullah mümini “başkalarıyla ülfet eden kimse” diye tanımlamış, başkalarıyla ülfet etmeyen kimsede hayır bulunmadığını bildirmiş (Müsned, II, 400; V, 335), münafıkların kusurlarını sayarken, “Kibirlidirler, ne onlar başkalarıyla ne başkaları onlarla ilişki kurabilir.” demiştir (Müsned, II, 393)

Evlâd ü Iyâl: İkram mı, İmtihan mı?

Kur’an’a göre insanlar arası ilişkilerde nelerle imtihan edildiğimize bakacak olursak bunların başında evlâd ü ıyâlin bir imtihan konusu olması gelir. Elmalılı Enfal Suresi 27. ayette Allah’a, Resûlü’ne ve emanetlere hıyanet etmeme emrinin hemen arkasından 28. ayette mallar ve evlatların bir imtihan konusu olduğunun bildirilmesini, aslında müminin, mümin olmak bakımından hıyanet etmeyeceğini, ancak gafletle, maîşet derdiyle, mal ve evlat endişesiyle bazen böyle bir zaafa düşebileceğini, böyle bir durumda da malların ve evlatların mü’min için fitneden başka bir şey olmayacağını söyleyerek yorumlar. Yani özünde bir nimet olan mal ve aile, onlar sebebiyle en temel inançlara ihanet edildiğinde bir belâ ve musibet vesilesine dönüşebilirler. Bu durum mal ve evladın kötülüğünden değil, bizim, değerler hiyerarşisinde onların yerini düzgün tespit edemeyişimizden doğar. Tegâbün Suresi 14. ayette ise aile ilişkilerindeki zaaflarımızın vereceği zararın bir noktadan sonra düşmanlık raddesine dahi varabileceği konusunda uyarılırız. İlginç olan düşmanlık aşamasına gelmiş bu ilişkilerde dahi af, hoşgörü ve bağışlama yolunun tavsiye edilmiş olmasıdır.

Gazzâlî de insanların üzerimizdeki haklarını anlatırken yakınlık sıralamasından doğan hiyerarşiye dikkatimizi çeker ve buna “ilişkinin edebi” der. Bu hiyerarşide en üst noktada bulunan ana baba hakkını uzun uzun anlattıktan sonra da her şeye rağmen Allah’a ait bir hak söz konusu olduğunda onun ana babaya tercih edilmesi gerektiğini vurgulayarak değerler hiyerarşisinin en üstünde ilâhî hakların bulunduğunu hatırlatır.

Başkalarına Verilenler/Verilmeyenler
Bizim İmtihanımız Olur mu?

Kur’ân-ı Kerîm’e göre diğer insanlarla ilişkilerimizde denendiğimiz konulardan biri de onlara verilip de bize verilmeyen bir takım olumlu özellikler konusuna nasıl baktığımızdır. Bu imtihan konusuna açıkça değinilen Nisa Suresi 32. ayet-i kerîmede anahtar kelime “temenni”dir. Bir başkasına, yaratılışta veya hayatın kontrolümüz dışındaki taksimatı sırasında verilen meziyetleri kendimiz için temenni edip durmak, kaderdeki hikmete karşı gelmek ve boş bir ızdırap olduğu kadar, hased, kin ve düşmanlık duyguları uyandırması bakımından da tehlikelidir. Aynı zamanda Allah’ın takdir ve taksimine razı olmadığımızı gösterir ki, ayet bize kaderde başkalarının payına düşmüş olanı temenni edip durmak yerine, Allah’ın bize bağışladığı kabiliyet ve yeteneğe uygun olarak çalışmayı ve Allah’tan istemeyi öğütler. Çünkü “…Verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminize üstün kılmıştır.” (En’am 6/165) diyerek insanlar arasındaki farklılıkların bir imtihan konusu olduğunu bildiren Yüce Yaratıcı’dır.
Elmalılı’ya göre bu farklılıklar şahıslar arasında olduğu gibi ümmetler arasında da mevcuttur. Bir milletin bugünkü durumu, dünkü imtihanının bir sonucudur. Yarınki durumu da bugünkü imtihanın bir sonucu olacaktır. Ve bu şekilde Muhammed ümmeti, yalnız kendi fertleri ve sınıfları arasında değil, topyekün halef olduğu geçmiş ümmetler ile de bir imtihana tâbîdir ve onlardan ibret alıp yarışmayı kazanmak ihtiyacındadır. Derecelerinin farklı olması da bu imtihan ve müsabakanın gereklerindendir. Bunun sonucunda nice yükseklerdekiler düşebilir. Ve nice aşağıdakiler çıkabilir. Bütün bu nedenlerle Kur’an bizi, başkalarına verilen nimetlere gözümüzü dikmememiz, onların bu nimetlerle denendiği konusunda bilinçli bir tutum içinde olmamız konusunda uyarır (Tâhâ 20/131).

Bazen insanlar arasındaki bu kişisel ve sosyal farklar nedeniyle kendini üstün gören, nispeten aşağıda gördüğü kişiyi küçümser. En’am Suresi 52 ve 53. ayetlerde açıklandığına göre Allah katında kıymeti yüksek olan bazı şahsiyetlerin dünyada görece düşük konumlarda yaratılmış olması da hem kendileri hem de onları küçük görenler için bir imtihandır. Kureyş’in eşrafından bir grubun Hz. Peygamber’in meclisinde bulunmak için alt tabakadan gördükleri Selman, Süheyb, Bilâl gibi sahabinin orada bulunmamasını talep etmeleri üzerine nâzil olduğu söylenen bu ayetler şu cümleler ile sona erer: “Biz onlardan kimini kimi ile, neticede ‘Allah bula bula aramızdan bunları mı lütfuna lâyık gördü!’ desinler diye, işte böyle imtihan ettik. Allah kimin şükrettiğini, kimin lütfuna daha lâyık olduğunu bilmez olur mu?”

Gazzâlî, ülfet bahsinin son bölümünü kölelerle ilişkiye ayırarak toplumun bu en zayıf tabakasına karşı bizi şiddetle uyarır. Hadislerde çok yoğun bir şekilde işlenen köle haklarını zikrettikten sonra bu haklara riayet edebilmek için temel şartın onlara kibir ve hakaret gözüyle bakmamak olduğunu söyler. Bunu başarabilmek için de Hakk’ın bizim üzerimizdeki kudretinin, bizim onlar üzerindeki kudretimizden fazla olduğunu akıldan çıkarmamak gerektiğini ekler.

Dostluk Bir Sınav mıdır?

Gazzâlî, İhyâ’da insanlar arası ilişkileri derin tahlil ve sınıflandırmalarla işlediği “Ülfet” bahsine girerken arkadaşlık ve dostluk ilişkilerinin Allah için yürütülmesini ve Allah yolunda kardeşler olmayı ibadetlerin en faziletlilerinden sayar ve dindarlığın zarifliğini bu ilişkilerin güzelliğine bağlar. Ona göre din kardeşliği hukukunu îfâ etmek insanı Allah’a yaklaştıran ve ona üstün dereceler kazandıran bir kulluk biçimidir. Dolayısıyla insanlarla güzel geçinebilmek kulluk sınavındaki muvaffakiyetin göstergesidir. Tersi ise sû-i ahlâk nişanesidir. Bu noktada modern psikolojinin üzerinde ısrarla durduğu,  ilişkilerimizdeki kalitenin muhataplarımızın değil; bizim karakter ve ahlâkımıza bağlı olduğu tezi, Gazzâlî tarafından açıkça ifade edilmiş olur. Gazzâlî, insanlarla güzel geçinmenin, insanlarla değil, kişinin kendi ahlâkı ile ilgili bir durum olduğuna delil olarak da Efendimiz’den naklen, “mü’minin güzel geçinen ve kendisi ile de güzel geçinilen kimse” olarak tarif edildiği rivayeti gösterir.

Gazzâlî’ye Göre İlişkilerimizin Tasnifi

Bu noktada Gazzâlî’nin ilişkilerimizi sınıflandırdığını, öncelikle ihtiyarî ve mecburi (ittifakî) olmak üzere de ikiye ayırdığını görüyoruz. Mecburi ilişkiler, komşuluk, okul veya iş arkadaşlığı gibi seçimlerimiz dışında kalan ilişkilerdir. Gazzâlî bunlar üzerinde çok durmaz. Asıl denendiğimiz kısım olan ihtiyarî ilşkileri detaylı bir şekilde tasnif ederek inceler. Buna göre biz biri ile ya bizzat zatını sevdiğimiz için veya onun zatı vasıtası ile elde edeceğimiz bir hedefe ulaşmak için dostluk yaparız. Dostluğumuz o kişinin zatından dolayı ise bu, ya zahirî özelliklerinden -görünümü, yaşantısı gibi nitelikleri nedeniyle o kişi ile birlikte olmak estetik bir zevk verebilir, Gazzâlî bu tür bir tercihi doğal karşılar, eleştirmez- ya batınî evsafından -o kişinin aklının ve ahlâkının kemali nedeniyle- veyahut da hiçbir sebebe dayanmayan ve açıklanması da mümkün olmayan tabii bir ülfetle -tabiatların birbirini çekmesi- gerçekleşir. Eğer bir insanla dostluğumuz onun vasıtası ile bir amaca ulaşmak gayesini güdüyorsa, Gazzâlî’ye göre burada üç amaçtan söz edilebilir: Dünyevî, uhrevî ve sırf Allah için. Dünyevî bir amaç için dostluk yapmak kişinin niyetinin ne olduğuna bağlı olarak mezmum da olabilir mübah da. Bazı dostluk türlerinde ise dünyevî ve uhrevî amaçlar birbirine karışır. Mesela birisi bize dünya işlerimizde yardımcı olduğu için onu severiz, ama bu sadece dünyevî bir amaç olmaz, çünkü bu işleri biz kendimiz yapmadığımız için kazandığımız zamanı ahiret işleri için harcamaktayızdır. Gazzâlî bu ilişki türünü de uhrevî olarak niteler. Sırf Allah için sevmeye gelince, bu dostlukta en üstün derecedir. Çünkü o kişiden ne dünyevî ne de uhrevî bir fayda elde etmemişizdir, sadece Allah yolunda olduğu için sevmekteyizdir. Buna örnek olarak geçmiş peygamberlere duyduğumuz sevgiyi verir.

Bütün bu detaylı tasniflerden ortaya çıkan, dostluk ilişkilerimizde “niyetlerimizle” denendiğimizdir. Bugünkü psikolojide farkındalık denilen niyet, yani neyi niçin yaptığımıza dair bilincin net olması, ilişkilerin biz farkına varmadan istenmeyen noktalara gelmesini önlemek açısından da çok önemlidir. Gazzâlî, insanın kendisini ilişkileri aracılığı ile inşâ ettiği fikrindedir. Ona göre iki insan bir müddet arkadaşlık yaptıklarında hallerinde bir benzeşme meydana gelir. Eğer benzeşme gerçekleşmezse bu sefer de yolları ayrılır. Bu hakikat arkadaşlar konusunda seçici davranmanın gereğini gösterir. Günümüzde, kişilerin en yakınlarında yer alan beş kişinin ortalaması oldukları üzerine yapılan çalışmalar da bu konuda Gazzâlî’yi destekler görünmektedir.

Madalyonun İki Yüzü: Sevgi ve Buğz

Gazzâlî’ye göre Allah için sevmek, kaçınılmaz olarak bazılarından da buğz etmemizi gerektirir. Bu anlamda Allah için buğz etmek, Allah için sevmenin doğal sonucudur. Gazzâlî buğz edilecek kişileri de ciddi bir tasnife tabi tutar. Allah’ın emrine muhalefet ederek buğzu hak etmeyi temelde “inanç ve amelde muhalefet” olmak üzere ikiye ayırır. İnançta muhalefet ya küfür ya da bid’at yoluyla olur. Bid’atçiler de ya insanları kendi yoluna davet ederler ya da suskun kalırlar. Suskun kalmanın da temelde iki nedeni vardır: Ya acizlik veya susmayı tercih etmek. Gazzâlî, bu sınıflardan sadece davetkâr bid’atçi ile mücadele edilmesi gerektiğini söyler, diğerleri ile ilişkimiz kırıcı olmayacak şekilde nasihat etmekten ibaret olmalıdır. Kafire gelince muharip olan öldürülür, zımmî olan ise kendisi ile ihtilattan sakınılmakla beraber sözlü olarak dahi olsa taciz edilmez. Allah’a amelî konularda muhalefet edenlere gelince Gazzâlî onları da, “zulmü başkasına etki eden” ile “nefsine münhasır kalan” olmak üzere ikiye ayırır. İsyan ve zulmü başkalarına da ulaşan kişilerle ilişkimiz, en azından, onlardan yüz çevirmek ve dostluk yapmamak şeklinde yürümeli. Günahının zararı kendi nefsinde kalan kişiyle bu günahı işleme sırasında karşılaşılırsa tebliğ ve emr-i bi’l-ma’ruf gerekir. Bunu da herkes kendi yöntemiyle yapar. Gazzâlî bu aşamada
zulüm ve günahlar karşısında tepki vermemenin çoğunlukla yaranma isteği ve kalp kırmaktan korkmakla açıklar. Bu konudaki imtihanımızı kaybetmeye sebep olan şeylerden biri de şeytanî vesvese ile ahmak kişilerin kendi korkaklıklarını, “rahmet nazarı ile bakmak” şeklinde tevil etmeleridir. Bunu şeytanın iltibası olarak değerlendiren Gazzâlî benzer durumlarda tepkisiz kaldığımızda kendimizi tahlil etmemiz için bir kriter
de sunar: Bu zulüm ve hata bize yönelik yapıldığında yine rahmet nazarı ile bakabiliyor muyuz?!

Arkadaşımız Ne Zaman Sınavımız Olur?

İnsan ilişkilerinin temelini oluşturan duygu ve davranışlarımızı bu şekilde tahlil ettikten sonra Gazzâlî
arkadaşlarımızın seçiminde bize rehberlik edecek beş vasıf zikreder. Bunlardan ikisi “olmak”la, üçü de “olmamak”la ilişkilidir. Ona göre sağlam bir arkadaş akıllı ve güzel ahlâklı olmalı; fâsık, bid’atçi ve dünyaya düşkün olmamalıdır. Bu vasıfları tek tek açıklarken de Hz. Ali’nin “Kişi arkadaşıyla kıyas edilir.” sözünü aktararak, bunları ihmal etmemiz durumunda başımıza ne gibi imtihanlar açılacağını hatırlatır.

Bir arkadaş edindikten sonra ise imtihanımız onunla ilişkimizi belirleyen hukuk üzerinden devam eder. Bu hukuk, bir sıkıntı anında dostumuzun kendi halini arz etmesine gerek kalmadan malen ve bedenen onun hizmetinde olmak, ayıplarını setretmek, sevgi ve takdirimizi ifade etmek, hata ettiğinde affedip, her durumda iyiliğini istemek, ona ve yakınlarına karşı vefalı, hiçbir şekilde yük olmamak şeklinde tâdâd edilir. Kendi dostluklarımızı da ölçebileceğimiz bir liste sunan bu hakların her biri dostluğumuzun sınavdan geçtiği başlıklardır. Malî yardımdan bahsettiği bölümde, arkadaşımızın sıkıntısını biz anlayamadan o bize söylemek
zorunda kalmışsa, kardeşlik akdinin mün’akid olmadığını hatırlatarak dostluğun, dostun ihtiyacına âgâh olmak anlamına geldiğine dikkat çeker.

Gazzâlî bütün bu konuları işlerken bilindiği gibi ayetlere, hadislere, sahabe ve meşâyihin sözlerine bol bol atıfta bulunur. Biz de yazımızı bu atıflardan birini zikrederek ve dostluğun, aslında kendini kontrol, öfkeye hâkim olma ve sabır imtihanı olduğunu pekiştirerek bitirelim. Ahnef b. Kays’ın buyurduğuna göre dostluğun hakkı üç şeyi sîneye çekmektir: Öfke anında öfkesini, nazlanma anında nazını ve sürçü lisan halinde de hatasını.

Dipnotlar

1 Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1971, c. I.
2 İmam Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, terc. Mehmed A. Müftüoğlu, Vefa Yay., İstanbul, 2007, c. II, s. 371-510
3 Yazır, a.g.e., s. 490

Din ve Hayat Dergisi, 2020,Yaz

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Abdullah Yeğin Ağabeyin Kaleminden Mehmed Feyzi Efendi

Okumak için alttaki fotoğraflı başlığı tıklayınız. Ayrıca sitemizde Mehmed Feyzi Efendi hakkında onlarca bilgi, hatıra …

Kapat