Ulü’l-Emre İtaatin Önemi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İDARECİYE İTAATİN ÖNEMİ

Yazar: Muhammed Zakir Çetin

Hilafet ve İmamet Nedir?

Hilafet; lügatte, “birinin yerini alma ve ona vekillik etme manalarına gelir. İslam ıstılahında ise “Hz. Muhammed (asm)’a vekil olarak Müslümanları ve İslam’ı koruma ödevini yerine getirme” demektir.

Bu vazifeyi üzerine alan kimseye de “Halife” ve Emir” de denilmektedir. Bu son tabirler, daha çok “Hulafa-yı Raşidin” (Dört Halife) devrinden sonraki İslam reisleri için kullanılmıştır.

İslam âlimlerine göre, Hilafet veya imamet; “Hz. Muhammed (asm)’a vekil olarak umuma riyaset edip din ve dünya siyasetini korumaktır.”1

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaate göre, Seyyid Şerif Cürcanî’nin de dediği gibi imamet bahsi, dinin ve akaidin asıl meselelerinden değil, belki mükelleflerin fiillerine taalluk eden füruat derecesindeki meselelerindendir.2

Saadeddin Teftazani’ye göre de imamet itikadî değil; amelî hükümlerdendir.3

Yani helalleri yapmak ve haramları terk etmek gibi idareciyi seçmek de Müslümanların üzerine farz bir muameledir. 

Bir İmam Seçme Mecburiyeti 

“Müslümanların bir imam (idareci) etrafında toplanmaları farzdır.”

“İmam seçme”, Ehl-i Sünnet ve’l-cemaate göre şer’an farz-ı kifayedir.4

Teftazani, de Peygamberimiz (asm)’dan sonra İslam şeriatına göre bir idarecinin seçilmesinin farz olduğunu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ve bütün mutezile gruplarının ittifakla kabul ettiklerini söyler.5

Şüphesiz toplumun başına bir idarecinin seçilmesi, sayamayacağımız kadar menfaatlerin celbine vesile olduğu gibi, herkes tarafından gözle görülen birçok zararların da def’ine vesiledir. Bu menfaat ve zarara binaen ‘şeriatın bir idarecinin seçilmesini farz kılmasını’ akıl da kabul eder.6 Evet, bu din nakil dinidir şeriat ne buyurursa aynen kabul edilir fakat hiçbir meselesi de yoktur ki akıl onu kabul etmesin.

Bediüzzaman Hazretleri de bu hususta şöyle der: “Takarrur etmiş usuldendir: Akıl ve nakil teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl gerektir.”7 Yani din-i mübin-i İslam’ın kaynağı Kur’an ve Hadis’tir ve vahiydir. Eğer nakil denilen bir ayet veya bir hadis akla muhalif düşerse akıl esas yapılır. O ayet veya hadis akla göre tevil edilir. Şüphesiz o tevili yapan aklın da akıl olması gerekiyor yani ümmetin kabul ettiği mezhep imamları ve akaid imamları gibi müctehidlerin veya müceddidlerin aklı olması gerekmektedir. Yoksa cumhur-u ulema denilen ümmetin kabul ettiği âlimlere muhalefet eden veya İslamiyet’i hakkıyla yaşamayan veyahut felsefe ile yetişen İslamiyet’te ehil söz sahibi olmayanların akıllarına itibar edilmez. Onlara uyan dalalete sapar. 

Bediüzzaman Hazretleri, Ayetü’l-Kübra Risalesi’nin başında bu hususta şöyle diyor: “Binler ehl-i küfrün, velev ki kendi alanlarında prof ve dâhî olsalar da imanî meselelerdeki fikirleri, bir tek mü’minin sözleri kadar makbul olmaz.” 

“Ve bir hastalığa dair bir tek ehl-i ihtisasın, uzman doktorun sözü, o meslekte mütehassıs olmayan, yetişmeyen yüzler bilim adamlarının sözüne tercih edilir.”

“Bir fennin veya bir sanatın medar-ı münakaşa olmuş bir meselesinde, o fennin ve o sanatın haricîndeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve sanatkâr da olsalar, sözleri o meselede geçmez ve hükümleri hüccet ve delil olmaz. Ve o fennin icma-ı ulemasına dâhil sayılmaz yani fende yetişmiş insanların arasına giremez.

Meselâ: Büyük bir mühendis, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabib kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa maddiyata dalıp da onunla çok uğraşan ve gittikçe maneviyattan uzaklaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun, imanî bir meseleyi inkâr ederek konuşması, maneviyatta ve imanî meselelerde nazara alınmaz ve kıymetsizdir.”

Hulasa dinimizi onu bilip de yaşayan ve ümmetin kabulüne mazhar olan âlimlerden öğrenmekten başka çaremiz yoktur.

Müslümanların, başlarına bir imam seçme mecburiyetleri, hususunda, Ehl-i Sünnet âlimlerinin ileri sürdükleri deliller şunlardır:

a) Kur’an-ı Kerim

Cenab-ı Hak, Rasûl-i Ekrem (asm)’a Allah’ın hükümleri ile hükmetmesini açık bir şekilde şöyle buyurmuştur:

فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ ِبِمَٓا أنَزَلَ اللهُ وَلَ تَتَّبِعْ أهَْوَاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّ

“Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Hak’tan sana gelenin dışında onların hevalarına, arzularına uyma.”8

وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ ِبِمَٓا اَنْزَلَ اللهُ وَلَ تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنوُكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللهُ اِلَيْكَۜ

“Onların arasında Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Onların heva ve heveslerine uyma ve seni Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından saptırırlar diye onlardan sakın.”9

Cenab-ı Hakk’ın emrinin sadece Peygamber (asm)’a söylediğine dair bir delil bulunmadıkça Peygamber (asm)’a hitap, ümmetine de hitaptır. Burada da ayetlerin Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e has olduğuna dair bir delil bulunmamaktadır. Buna binaen bu hitap Müslümanların da Allah’ın indirdikleri ile hükmetmelerini gerektiren bir emirdir. Zira Halifenin seçilmesi de Allah’ın hükümlerinden biridir. 

Nitekim Allah’u Teâlâ kendilerinden olan ulü’l-emre, yöneticilere itaati, tüm Müslümanlara farz kılmıştır. O halde ayet, Müslümanları idare eden bir yöneticinin varlığının farz olduğunu emretmektedir. 

Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا أيَُّهَا الَّذِينَ آمَنوُاْ أطَِيعُوا اللهَ وَأطَِيعُوا الرَّسُولَ وَأوُلِي الْمَْرِ مِنْكُمْ

“Ey îmân edenler! Allah’a itaat edin ve peygambere de itaat edin ve sizden olan ulü’l-emre (emir sâhibi idarecilerinize de itaat edin!)”10

Süfyan İbnu Uyeyne diyor ki: “Ayette ulü’l-emirden kimin kastedildiğini Eslem’in oğlu Zeyd’e sordum, öyle ki; Medine’de, Ka’b’ın oğlu Muhammed’den başka onun gibi Kur’an’ı tefsir eden bulunmuyordu. O da dedi ki, bu ayetten önceki ayeti okursan:  إِنَّ اللهَ يَأْمُرُكُمْ أنَْ تُؤَدُّواْ المََانَاتِ إِلَى أهَْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ أنَْ تَحْكُمُواِبِالْعَدْلِ

“Şübhe yok ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder!”11 ulü’l-emrden maksadın idareciler olduğunu anlarsın.

Allah’u Teâlâ, olmayan bir şeye itaati emretmeyeceğine göre idarecinin bulunması farziyet kazanır. Yani Allah’u Teâlâ idareciye itaati farz olarak emrederken aynı zamanda idarecinin var olması gerekliliğini de emretmiş demektir. Zira ancak idareci varsa İslamî hükümler uygulanabilecektir. İdarecinin bulunmaması ise İslamî hükümlerin uygulanmaması anlamına gelir. Bu da idarecinin varlığının farz oluşunu gösterir. İdarecinin yokluğu ve ikamesi için çalışılmaması, İslamî hükümlerin hayattan uzaklaşması gibi büyük bir haramın işlenmesine sebep olur.

b) Sünnet 

عَنْ أَِبَِي هُرَيْرَةَ، أنََّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: مَنْ أطََاعَنِي فَقَدْ أطََاعَ اللهَ 

وَمَنْ عَصَانِي فَقَدْ عَصَى اللهَ مَنْ أطََاعَ أُمَِيرِي فَقَدْ أطََاعَنِي وَمَنْ عَصَي أمَْيِرِي فَقَدْ عَصَانِي

Ebû Hüreyre Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur. Devlet başkanına itaat eden bana itaat etmiş, devlet başkanına karşı gelen bana karşı gelmiş olur.”12 Nafi’den rivayetle:

“Abdullah b. Ömer bana dedi ki: Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’i şöyle derken işittim:

مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَ حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنقُِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً

“Kim itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiç bir delil bulunmaksızın Allah’u Teâlâ’nın karşısına çıkacaktır. Kim de boynunda biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.”13

Bu rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem her Müslüman’ın boynunda bir biatin bulunmasını farz kılmış, boynunda biat olmadan ölenin ölümünü, “cahiliye ölümü” ile vasıflandırmıştır. Biat bir başkasına değil, ancak devlet otoritesinin başı olan Halifeye yapılır. Rasulullah (asm), bu sözü ile her Müslümanın boynunda bir idareciye biatin bulunmasını farz kılmıştır, yoksa her Müslümanın bizzat gidip idareciye biat etmesini değil. İfadeyi biraz daha açacak olursak burada farz olan, Müslümanın boynunda biatin bulunmasını sağlayacak olan bir idarecinin var olmasıdır. İdarecinin bulunması ister bilfiil biat etsin isterse etmesin her Müslümanın boynunda biatin bulunduğu anlamına gelir. Bu nedenle bu hadis bir Halifenin seçilmesinin farz olduğuna delildir, yoksa biatin farziyetine değil. Zira Rasulullah (sav)’in yerdiği şey ölünceye kadar bir Müslümanın boynunda biatin bulunmayışıdır. Dolayısı ile Rasulullah (asm) hadiste Müslümanların biat etmemesini değil, boynunda biatin bulunmamasını yermiştir.14 Cahiliye Devri’nin insanları hiçbir Peygamber ve imam tanımadan, kendi heva ve heveslerine göre yaşarlar ve öylece ölürlerdi. Zamanlarının imamını tanıyıp buyruğuna girmeyenler de bu insanlara benzetiliyor ki; bu ağır bir tehdit, zamanın imamına, buyruğuna girmenin dinen farz olduğunu beyan etmektedir.15

c) İcma’

Tevatüren sabittir ki, Hz. Muhammed (asm)’ın vefatından sonra imamsız bir vaktin geçmediği hususunda bütün sahabe ittifak etmişlerdir. Hatta imamın seçilmesini farzların en mühimlerinden kabul etmişlerdir. Sahabenin ittifakı ise dört aslî delilden biri olan icma’ olur.

Hatta Rasûlullah (asm)’ın vefatı üzerine, Hz. Ebu Bekir (ra) meşhur hutbesinde şöyle demiştir.

“Dikkat ediniz ey insanlar! Kim Hz. Muhammed (asm)’a tapıyorsa şüphesiz ki, O (asm) öldü. Kim de Hz. Muhammed (asm)’ın Rabb’ine ibadet ediyorsa şüphesiz ki O (cc) Hay’dır ve ölmeyecektir. Bu dini ayakta tutacak bir kimse mutlaka lazımdır. İyi düşününüz ve fikirlerinizi ortaya koyunuz. Allah sizlere rahmet eylesin. Her taraftan acele ediniz.”

Sahabenin hepsi, bu sözü hemen kabul etti. Hiç birisi “imama ihtiyaç yoktur” demedi Rasûlallah (asm)’ın defni meselesini bile tehir ederek, Beni Saide’nin sofasında toplandılar ve bir halife seçtiler.16

d) Kıyas

Yapılması gereken pek çok dinî ve dünyevî işler, imamın mevcudiyetine bağlıdır. Cenab-ı Hakk’ın muamelat, mücazat, münakehat (nikâh konuları), cihat vs. hakkındaki hükümleri, kulların dünya ve ahiret menfaatleri içindir. Bütün bunları yürütmek ise bir imam ile mümkündür.

Yukarıdaki sayılan hükümlerin yerine getirilmesi farzdır. İslam fıkhındaki umumî kaideye göre, “Farzlara vesile olan şey de farzdır.” Bu sebepten müminlerin bir imam seçmeleri, kendi selametleri ve dinin devamı için şarttır. Bütün müminlerin imam hakkında çok tafsilatlı bilgiye sahip olmaları şart değildir. Ayrıntılı bilgiyi, imamı seçecek olanların bilmeleri lazım gelir. Müslümanların ise hiç değilse başlarındaki imamın kim olduğunu bilmeleri gerekir.17

Kâinatta Devam Eden Fıtrî Kanunlar da İnsanların Bir İdareciyi Seçmelerini Emreder

Evet, kâinatta cari olan İlahî bir kanun vardır. O da bütün sistemlerin belli bir merkeze bağlı olarak çalışmalarıdır. Mesela: atomdaki sistem, merkezdeki çekirdeğe bağlı elektronların çalışmasıyla devam ettiği gibi, Güneş sistemi de gezegenlerin merkezdeki Güneş’e bağlı hareketleriyle hayatını sürdürmektedir. Bu kanun bütün galaksiler ve kâinat için de geçerlidir. Bediüzzaman Hazretleri’nin de dediği gibi: “karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz.”18 Şüphesiz ki; insanlar ve hayvanlar dahi bu kanuna tabiidir. Bu kuralın dışında kalamazlar.

Evet, her bir arı kovanının bir beyi vardır. Hatta arıların ilk verdikleri oğul içinde üç dört beyi bulunmaktadır. Kovana konulduktan sonra kendileri o beylerin hepsini öldürüp bir tanesini bırakmaktadırlar. Çünkü idare bir tek merkezden olmazsa hayatlarını devam ettiremezler. Öyle de bir karınca yuvasının devamı, bir tek idarecinin ve emirin varlığına bağlıdır. Hatta bu kanun o kadar önemlidir ki; balıklar yavrularını bırakırken o yavrular hayatlarını devam ettirmek için suyu az olan kıyılarda yaşıyor. Anneleri onlara sahip çıkamadığından Cenab-ı Hak o yavrulardan birisini onlara idareci seçer, emir yapar. Bütün yavrular ona bağlı olarak hareket ederek hayatlarını devam ettirirler. Buna binaendir ki; her köyün bir muhtarı ve her vilayetin bir valisi ve her devletin de bir idarecisi olduğu gibi elbette ve elbette koca Âlem-i İslam da başsız ve idarecisiz olmaz ve olmayacaktır.

İmama İtaat Şarttır

Müminlerin, kendi aralarında, liyakatli görerek seçmiş oldukları Reise itaat etmeleri farzdır. Bu hususta, şu ayeti kerime açık emirdir: يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنوُٓا اَط۪يعُوا اللهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاوُلِي الْمَْرِ مِنْكُمْ

“Ey iman edenler, Allah’a itaat ediniz, Peygambere de itaat ediniz ve sizden olan idareciye de”19
عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ رَضِیَ الله عَنْهُ قَالَ دَعَانَاالنَّبِیُّ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ فَبَا یعَْنَاهُ فَقَالَ فِمَا أخََذَ عَلَینْاَ أنَْ بَایعَْنَا عَلَی السَّمُْعِ وَالطَّاعَةِ فِی مَنْشَطِنَا وَمَكْرَُهِنَا وَ عُسْرِنَا وَ یسُْرِ ناَ وَ أثََرَةٍ 

عَلَیْناَ وَ أنَْ لَننَُازَِعَ الْ مْرَأهَْلَهُ اِلَّأنَْ تَرَوْاكُفْرابًَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللهِ فِیهِ بُرْهَانٌ.

Übade İbn-i Samit (ra) şöyle buyurmuştur. Nebi (asm) (Akabe Gecesi, biz Ensar’ı) (bîat) için davet etmişti. Biz de hemen ona bîat ettik Übade dedi ki: (Peygamberimiz (asm) bizimle antlaşma yaparken):

“İdarecilerimizi –hem neşeli hem kederli zamanımızda; hem zor hem kolay halimizde– ve haklarımızı vermeseler dahi onları dinlemeyi ve itaat etmeği ve kesinlikle niza etmemeği (onlarla savaşmamayı) şart koştu. İlla ki sizin için idarecinizde (tevili mümkün olmayan) ayet ve hadislerle küfrü açıkça sabit olsun.”20

Bu hadisten âlimlerin çıkardıkları mana şudur: İdarecilerin yaptıkları küfür olmadığına tevil edilebildiği müddetçe onların üzerine yürümek caiz olmaz. İmam Nevevi, bu hadiste, “küfür” kelimesinden maksadın isyan ve günah olduğunu söyler. Ve hadise şöyle mana verir. İdarecilerle, idare hususunda niza ve kavga etmeyiniz ve onlara karşı çıkmayınız. Ancak kesin olarak bildiğiniz İslamî esaslara zıt bir günahı ve zulmü onlardan görürseniz yaptıkları o günahı ve zulmü kabul etmeyiniz, (o zulme rıza göstermeden emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker vazifesini yerine getirmek için nasihat babından) nerede olursanız olunuz hakkı söyleyiniz. (fakat onlara karşı silahlı mücadelede bulunmayınız.)

Başka âlimler de şöyle demişlerdir; bu hadisteki günahtan maksat isyan ve küfür olarak iki manayı ifade eder. Ve kesinlikle sultandan, idareciden açık küfür görülmedikçe ona karşı çıkılmaz. 

Hülasa: Bu hadis-i şerifte günahın küfür olduğu rivayetinde ortaya çıkan şu olur; idare hususunda hiçbir zaman idareci ile niza edilmez ancak o idarecide açık bir küfür olursa karşısına çıkılır.

Hadisteki küfürden maksadın günahkârlık olduğu rivayetinde ise şöyle olur: İdare hususunda idarecinin günahından dolayı da onun karşısına çıkılmaz.

Bir kimse idarecinin hatalarına da rıza göstermeden (nasihat ve) şefkat ile o hatalarını gidermeye çalışmalı ve bir sıkıntıya meydan vermeden idareci ile niza ettikleri meselede hakkın idareciye ait olmadığını kendine ait olduğunu ispat etmelidir. Allah daha iyi bilir, bu nasihati ve muameleyi ancak gücü yeten yapar.

Davudî demiştir ki, zalim idareciler hakkındaki âlimlerin görüşü şudur: (Onların yaptığı zulme rıza göstermeden) ve bir fitneye ve zulme meydan vermeden onu değiştirmek mümkün ise değiştirmek farz olur. Yoksa farz olanı (onların zulmüne) sabretmektir. Bir kısım âlimler de demişler ki: Fasık bir adama biat edip onu idareci yapmak caiz değildir. Eğer âdil iken sonradan zulmederse ona karşı çıkmakta ayrı ayrı görüşler var. Doğru ve sahih olanı, ona karşı çıkmamaktır ancak küfre giderse karşı çıkılır.21

Kâfir olan idareciye karşı çıkmak demek, yine de kendimiz ve toplum için helakete vesile olmayacak bir mücadele yolunun takip edilmesi demektir.  “Mümin Allah’ın nuruyla bakar” kuralına binaen bir mümin her zaman olumlu olan mücadele yolunu olumsuz olan yola tercih etmelidir.
عَنْ أَِبَِى ذَرٍّ رَضِىَ الله عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى الله
ُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ

مَنْ فَارَقَ الْجَمَاعَُةَ شِبْرًا فَكَاَنَّمَا خَلَعَ رِبْقَةَ الِْسْلَمِ مِنْ عُنقُِهِ

Ebu Zer (ra), Peygamber Efendimiz (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Kim cemaatten bir karış ayrılırsa, muhakkak ki İslam halkasını boynundan çıkarmış olur.”22

Cemaatten maksat idareciye tabii olan toplumun çoğunluğu demektir

Yani idareciye, imama itaat etmezse isyan etmiş olur, küfre gitmiş olmaz. Bu hususta İbn Battal demiş ki; sultana yani idareciye velev ki zalim olsun karşı çıkılmayacağına dair bu hadis-i şerif delil olur.

Şüphesiz ki bütün âlimler ittifak etmişlerdir ki; milletin başına gelen idareciye itaat etmek ve onunla beraber düşmana karşı savaşmak farzdır, velev ki baskı ile gelmiş olsun.

Ona itaat etmek karşı çıkmaktan daha hayırlıdır. Zira itaatte kanların durması ve şiddetli zulümlerin sakinleşmesi vardır. Ve âlimler bu hadisi ve buna benzer hadisleri kendilerine delil getirmişler. Açıkça küfre girmemek kaydıyla idareciye karşı çıkılamayacağında ittifak etmişlerdir. Küfre giren idareciye karşı ise her müminin gücü yettiği kadar mücadele etmesi farzdır.

Bir idarecinin küfre girmesi ise, cumhur-u ulemanın ittifakıyla kesin olarak tevili mümkün olmayan ayet ve hadislerle sabit olması lazımdır öyleyse idarecinin hataları küfrüne sebep olmadığına dair tevili mümkün ise tevil edilir. Yoksa ümmetin birliğini beraberliğini bozan ve büyük bir fitne olan herkesin kendi nefsanî arzularına göre, bahanelerle her türlü idareciye küfür nispet ederek onları dalaletle itham etmelerinin İslamiyet’le bir alakası yoktur. 

Böyle cahillerin veyahut art niyetlilerin sözlerine itibar edilmez.23
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِیَ الله عَنْهُمَا أنََّ النَّبِیَّ صَلَّی اللهُ عَلَیهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَنْ كَرِهَ مِنْ أمَ۪یرِهِ شَیْأً فَلیَصْبِرْ فَاِنَّهُ مَنْ خَرَجَُ مِنَ السُّلْطَانِ شِبْرًا مَاتَ م۪یتَةً جَاهِلِیَّةً وَ ف۪ی رِوَایةٍَ أخُْرٰی عَنْهُ 

قَالَ مِنْ رَأٰی مِنْ أمَْیرِهِ شَیْأً یكَْرَهُهُ فَلْیصْبِرْ عَلَیْهِ فَاِنَّهُ مَنْ فَارَقَ الْجَمَاعَةَ شِبْرًا فَمَاتَ 

اِلَّمَاتَ مِیتَةً جَاهِلِیَّةً.

İbn-i Abbas (ra)’dan rivayete göre, Nebi (asm) şöyle buyurmuştur:

“Her kim emirinden sudur eden bir hareketi fena görürse sabretsin (isyankâr vaziyet almasın!) çünkü her kim Sultan (a itaatten) bir karış (dışarı) çıkarsa, o, cahiliyet ölümüyle ölür.”24

İbn-i Abbas (ra)’tan gelen diğer bir rivayette de Rasulü Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur:

“Her kim emirinden fena bir halin sudur ettiğini görürse, onun fenalığına sabretsin, (isyan etmesin!) çünkü her kim cemaatten bir karış ayrılır da ölürse, muhakkak o cahiliyet ölümüyle ölür.”

Bu hadisi Buhari, Rasulü Ekrem (asm)’ın ashabını fitne ve ihtilalden tahsire ve kendisinden sonra devlet adamlarında dinî esaslara aykırı hal ve hareketler göreceklerine dair açtığı bir babında rivayet etmiştir. Vahiy ile hareket eden Peygamberimiz (asm) devleti idare eden bir kısım amirlerin gayrimeşru hareketlerde bulunacaklarını nübüvvet nuruyla görüyor ve biliyordu bu vaziyet karşısında sabır ve sükûnet ile hareket etmelerini ve bozgunculuktan sakınmalarını vasiyet ediyordu. Ve her kim sabırsızlanarak umumun seçtiği Sultan’dan yani milli otoriteyi temsil eden devlet Reisinden ve İslam ümmetinden bir karış ayrılırsa cahiliyet ölümüyle ölür, yani başsız ve toplum düzeninden mahrum, cahil milletlerin âsi bir ferdi gibi ölür demektir, yoksa kâfir olarak ölür demek değildir. Bu hadisten önce Buhari’nin, Abdullah ibn-i Mesud (ra)’ın rivayetinde Resul-i Ekrem (asm):

قَالَ لَنَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ بَعْدِي أثََرَةً وَأمُُورًا تُنْكِرُونَهَا قَالوُا 

فَمَا تَأْمُرُنَا يَا رَسُُولَ اللهِ قَالَ أدَُّوا إِلَيِْهِمْ حَقَّهُمْ وَسَلُوا اللهَ حَقَّكُمْ

 “Ashabım! Benden sonra çok geçmez yakın bir istikbalde gayrımeşru bir takım hal ve hareketlere şahit olacaksınız” buyurmuştur. Ashab-ı Kiram: “Ya Rasûllallah! Bu vaziyet karşısında nasıl hareket etmemizi emredersiniz?” demeleri üzerine Rasulü Ekrem (asm): “Onların haklarını veriniz” yani itaat ediniz, âmirinize mali zekât vecibelerinizi veriniz, cihada davet olunduğunuzda icabet ediniz. Ve bunlara benzer emirlerini yerine getiriniz, “Mahrum kaldığınız haklarınızı da Allah’tan isteyiniz.” yani ihtilal ile hak aramaya kalkışmayınız.25

Ancak bu mutlak itaatin bir haddi var ki o da idarecinin küfrünü ispat eden tevili mümkün olmayan ayet ve hadislerle sabit olmasıdır. Küfrü sabit olduğu takdirde herkesin onun karşısına çıkması farz olur.

عَنْ أنََسِ بْنِ مَالِكٍ رَضیَ الله عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّی الله عَلَیْهِ وَ سَلَّمَ: اِسْمَعُوا وَ 

أطَِعُوا وَاِنِ اسُْتُعْمِلَ عَلَیْكُمْ عَبْدٌ حَبَشِیٌّ كَأنََّ رَأْسَُهُ زَِبِیبَةٌ.

Enes ibn-i Malik (ra)’dan rivayete göre Rasûlullah (asm) şöyle buyurmuştur:

(“Ey Ashabım! Halifeniz tarafından başınıza tayin edilen idarecilerinizi ister vali olsun, ister kumandan olsun, isterse başka bir vazife ile vazifelendirilmiş olsun onları) dinleyiniz ve onlara itaat ediniz; üzerinize tayin olunan (idareci), başı siyah kuru üzüm gibi Habeşî bir köle olsa bile.”26

Buhari, bu hadisi imamın ve onun tayin ettiği ümeranın Allah’a masiyet olmayan emirlerini dinlemek ve onlara itaat etmek farz olduğuna dair açtığı bir babında rivayet etmiştir. Müellif bu unvanını teyid ederek Abdullah ibn-i Ömer’den şu hadisi rivayet rivayet ediyor: عَنْ عَبْدِ اللهِ  بْنِ عُمَرَ رَضِيَ الله عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ عَلَى الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ فِيمَا أحََُبَّ وَكَرِهَ مَا لَمْ يؤُْمَرْ ِبِمَُعْصِيَةٍ فَإِذَا أمُِرَ ِبِمَعْصِيَةٍ فَلَ

سَمْعَ وَلَ طَاعَةَ

(“Devlet âmirlerinin) emirlerini dinlemek ve masiyetle emr olunmadıkça itaat ve icabet etmek, mü’min üzerine farz bir haktır. Günahla emr olunduğu zaman da onları dinlemek ve onlara boyun eğmek yoktur.” buyurulmuştur.27 Şu halde itaat etmeyip de isyan ve ihtilal mi edilecek? Hayır, günah hususunda onlara itaatin farz olmaması, onlara karşı isyan ve ihtilalin farz olduğunu gerektirmez. Haccac’ın bunca zulmüne ve binlerce Ashab’ın kanına girmesine karşı, Enes ibn-i Malik isyana müsaade etmemiştir. İslam dini, her ne şekil suretle olursa olsun toplum anarşiliğinden ve ümmetin birlik ve beraberliğinin kırılmasından ümmeti sakındırmıştır. Bu cihetle Davudî derki; Zalim idareciler hakkında ulemanın görüş ve içtihadı şöyledir: Bir fitne ve fesada, bir zulüm ve sıkıntıya sebep olmadan vazifeden alma mümkün olursa uzaklaştırmak lazımdır, mümkün olmazsa sabretmek ve kalben onun günahı ve ma’siyetini kabul etmemek gerekir.28

Bu hadis şeriflerden âlimlerin ittifak ile çıkardıkları mana; idareci zalim bile olsa kanın dökülmemesi ve anarşiliğin çıkmaması için onun zulmüne karşı çıkılmayacağını ve ona itaatin farz olduğunu söylemişlerdir.

Zira bu büyük fitne ve fesada meydan vermemek için ehven-i şer yani daha az şer denilen idarecinin zulmüne rıza gösterilmesinin farz olduğunu kabul etmişlerdir.

Şüphesiz bu itaat meselesi; yukarıda anlatılan meşru dairede, devleti idare edenden ta vilayeti idare eden valiye kadar toplumun her kesimi için toplumla ilgili yapılması gerekli olan bütün işlerde geçerli bir kuraldır. Ve Cenab-ı Hakk’ın emirlerine muhalefet etmeden onbaşından ta genelkurmay başkanına kadar memurların âmirlerinin emirlerini yerine getirmelerinden ibarettir.

***

Hem son yıllarda Irak, Libya, Suriye ve Yemen gibi İslamî devletlerdeki idarecilere karşı çıkmak ile meydana gelen harpler, iç savaşlar İslamiyet’in bu hükmünün ne kadar hakkaniyetli ve isabetli olduğunu gösterip ispat eder. 

Fakat irademizin dışında fitne fesat çıkıp da saflar ayrıldıktan sonra elbette zalimleri terk edip haklı olan tarafla beraber olmak gerekmektedir.

Zira uluslararası araştırmacılar, bu savaşların blançosunu şu rakamlarla ifade etmişlerdir.

Irak’taki savaşta, 1 milyon 200 bin kişi ölmüş,29 4,5 milyon çocuk yetim kalmış,30 4,5 milyon kişi yerlerinden olmuş ve bu savaş her iki Iraklıdan birini etkilemiştir.31

Libya’daki iç savaşta ise 387 sivil32 ölmüş, 324 sivil yaralanmıştır.33

Suriye’deki iç savaşta ise 400 binden fazla kişi yaşamını yitirmiş, 56 binden fazla kişi kayıp olmuştur. Bu iç savaşta 3 milyon kişi yaralanırken, 1 milyon insan da sakat kalmıştır. Tarihi yapılar onarılamayacak şekilde yok edilmiştir.34 Savaş öncesi (21 milyon olan ülke) nüfusunun yarısına yakını evlerini terk etmek zorunda kalmıştır.35

Yemen’de ise 10 binden fazla insan ölmüş ve 30 bin kişi yaralanmıştır.36 Hapishanelerde ise işkence görenlerin sayısı 5 bine ulaşmış,37 17 bin ailenin de yerinden olduğu doğrulanmıştır.38

Maalesef, bu acı tabloya bakıp bir soru soru sorsak, bu devletlerin önceki halleri mi daha iyiydi, yoksa şimdiki halleri mi?

Elbette cevap olarak; hiçbir akıl ve vicdan sahibi bu ülkelerin savaştan sonraki hallerinin, savaştan önceki hallerinden daha iyi olduğunu söyleyemez. 

***

Bediüzzaman Hazretlerinin bu husustaki fikrinin hulasası şudur:

“Dış düşmanın saldırısına karşı kuvvetle, silahla mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde manevi tahribata karşı manevi, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Zira hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır.”39

Zira Müslümanların arasında bir fitnenin çıkmaması ve kanın dökülmemesi için menfî hareket etmemek, asayişi muhafaza etmek ve bunun için sıkıntılara katlanmak lazımdır. Çünkü dâhilde cihad, silahla değil toplumun ıslahı için ilim ve nasihatle yapılan manevi cihaddır. Öyleyse Müslümanların elinde bulunan güç ve kuvveti dâhilde yanlış şekilde kullanmayıp asayişi muhafaza için kullanmak icab eder. Bu noktada bize numune olacak, Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşadığı iki misal:

Birincisi, diyor ki: “Birinci Dünya Savaşı’ndan evvel ben Van’da iken bazı dindar muttaki zatlar yanıma geldiler, dediler ki: ‘Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel bize iştirak et. Biz bu münafık reislere itaat etmeyeceğiz.’ Ben de dedim: ‘O fenalıklar, o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu, onlarla mesul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya karşı kılıç çekmem. Size iştirak etmem.’ O zatlar benden ayrıldılar. Kılıç çektiler.  Bir netice elde edemediler. Az bir zaman sonra, Birinci Dünya Savaşı patladı. O ordu, din-i İslam namına harbe iştirak etti. Cihada girdi. O ordudan yüz bin şehit evliya mertebesine çıktılar. Beni o davamda tasdik ettiler.”40

İkincisi: Şeyh Said Hadisesinde, Şeyh Said, Bediüzzaman Hazretlerini yaptıkları harekâta katılmaya davet ettiklerinde, Bediüzzaman Hazretleri de cevaben ona demiş ki: “Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir. Ve neticesizdir. Çünkü Türk milleti bin senedir İslamiyet’e bayraktarlık etmiş. Dini uğrunda binlerle şehit vermiş ve binlerle veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslam müdafilerinin torunlarına yani Türk milletine kılıç çekilmez. Ve ben de çekmem.” diyerek hem red cevabı vermiş hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.”41 Bediüzzaman Hazretleri, bu şekilde davranmakla, Müslümanların arasında asayişin sağlanması ve kanın dökülmemesi için muhalefeti değil itaati esas yapmıştır.

Hulasa; hal-i hazırdaki içler acısı İslam devletlerindeki bütün karışıklıklar ve katliamların sebebi menfi hareket ve itaatsizlik olmuştur. Dâhilî ve haricî bütün düşmanların Türkiye’yi de o karışık hale getirmeye çalışmalarına rağmen şüphesiz ki, Türkiye’de yapılan müsbet hareket ve itaat, o sıkıntıların ve felaketlerin engellenmesine asıl sebep olmuştur.

Ayrıca bakınız 

Dipnotlar
1. Maverdi, El-Ahkâmu’s-Sultaniyye Vel- Vilayetü’d Diniyye (İslam’da Hilafet ve Devlet Hukuku), Bedir Ya., Istanbul, 1976, s. 5
2. Cürcani, Şerhu’l-Mevakif, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiye, Beyrut, Birinci Baskı, 1998, c. 8, s. 376
3. Ömer Nesefi, İslâm İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayıncılık, Istanbul, 2011, s. 133
4. Maverdi, El-Ahkâmus-Sultaniyye Vel – Vilayetüd Diniyye, Dâru’l-Kütübü’l-ilmiye, Beyrut, 2000, s. 19
5. Taftazani, Şerhu’l-Makásıd, Daru’l-Kütübü’l-İlmiye, Birinci Baskı, Beyrut, 2001, c. 3, s. 473
6. Taftazani, Şerhu’l-Makasıd, Daru’l-Kütübü’l-ilmiye, Birinci Baskı, Beyrut, 2001, c. 3, s. 475
7. Bediüzzaman, Asar-ı Bediye, Muhakemat, Osmanlıca Nüshası, Birinci Mukaddime, s. 163
8, Maide. 48
9, Maide. 49
10. Nisa, 59
11. Nisa, 58
12. Sahih-i Müslim, Kitabü’l-İmare, Daru’l-Feyha, 1. Baski, Dimeşk, 2010, c. 4, s. 240, Hadis No: 1835
13. Sahih-i Müslim, Kitabü’l-İmare, Daru’l-Feyha, 1. Baski, Dimeşk, 2010, c. 4, s. 259, Hadis No: 1851
14. Sahih-i Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1973, c. 12, s. 293
15. Omer Nesefi, İslâm İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayınclık, Istanbul, 2011, s. 134
16. Şerhu’l-Makasıd, Teftazani, Daru’l-Kütübü’l-İmiye, 1. Baskı, Beyrut, 2001, c.3, s. 474
17. Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri Akaid, Bayrak Yayıncılık, istanbul, 2011, s. 135
18. Bediuzzaman, Osmanlıca Nüsha Mektubat 2, Altınbaşak Neşriyat Yay. Istanbul, 2012, s. 258
19. Nisa, 59
20. Fethu’l-Bâri Şerhu’l-Sahihu’l-Buhari, Kitabü’l-Fiten, Bab 3, 1. Baskı, Daru’s-Selam, Riyad, 2000, c. 13, s. 8, Hadis No: 756
21. Fethu’l-Bari Şerhu’l-Sahihu’l-Buhari, Kitabu’l-Fiten, Bab 3, 1. Baskı, Daru’s-Selam, Riyad, 2000, c. 13, s. 12
22. Fethu’l-Bari Şerhu’l-Sahihu’l-Buhari, Kitabu’l-Fiten, Bab 3, 1. Baskı, Daru’s-Selam, Riyad, 2000, c. 13, s. 10
23. Sünen-i Ebi Dâvud; Fethü’l-Bari Şerhu’s-Sahihi’l-Buhari, Kitābü’s-Sünne, 1. Baski, Daru’s-Selam, Riyad, 2000, c. 13, s. 10,11
24. Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Türk Tarih Kurumu, Anlara, 1973 c.12, s.292
25. Fethu’l-Bari Şerhu’l-Sahihu’l-Buhari, Kitabu’l-Fiten, Bab 3, 1. Baskı, Daru’s-Selam, Riyad, 2000, c. 13, s. 9
26. Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1973, c.12, s.314
27. Fethu’l-Bari, Şerhu’l-Sahihu’l-Buhari, Kitabü’l-Ahkâm, Bab 4, 1. Baski, Daru’s-Selam, Riyad, 2000, e. 13, s. 15, Hadis No: 7144
28. Sahih-i Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Türk Tarih Kurumu, Anla ra, 1973, c. 12, s. 315
29. The Guardian gazetesi, ORB isimli bir araştırma şirketi
30. Iraq Body Count/IBC araştırma şirketi
31. https://www.timeturk.com/tr/2009/02/08/abd-nin-irak-isgalinin-urkutucu-bilancosu.html
32. Airwars ve ABD merkezli düşünce kuruluşu New America’nın yaptığı araştırma
33. https://www.mepanews.com/kaddafi-sonrasi-libya da-duzenlenen-hava-saldirilari-ve-olen-siviller-16824h.htm
34. https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/suriye-7-yilda-ic-savasla-nasil-coktu,tGP:8413cEGDdd DZuMj3yA/UNVbKkl6vEusN
H5Yawreg
35. https://www.haberturk.com/suriye-deki-ic-savasta-yedi-yilda -korkunc-bilanco-1872930#
36. Araştırma ve iletişim Bilgi Merkezi tarafindan hazırlanan “Savaş Surlarının Ardında” başlıklı bir araştırma
37. Merkezi İngiltere’de bulunan Arap İnsan Haklar Örgütü’nün araştırması
38. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEFin) araştırması https://www.aksam.com.tr/dunyalyemende-ic-
savasin-4-yillik-bilancosu/haber-750903
39. Emirdağ Lahikası 2, s. 456
40. Bediüzzaman, Şualar 2, Altınbaşak Neşriyat, Osmanlıca Nüshası, İstanbul, 2008, s. 273
41. Bediüzzaman, Asa-yı Musa, Altınbaşak Neşriyat, Osmanlıca Nüshası, İstanbul, 2013, s. 268

İrfan Mektebi Dergisi 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Mealci modernist akıma ılımlı bakılabilir mi?

Yazar: Abdülhamid Karagiyim Modernist tahribat Önce İslam muktesebâtına, sonra hadis-i şeriflere, son zamanlarda da yavaş …

Kapat