Cemil Meriç’in Kızı Ümit Meriç’in “Babam Cemil Meriç” Kitabından Alıntılar
Cemil Merç’in Kızı Sosyolog Ümit Meriç babasıyla ilgili yazdığı kitapta Risale-i Nur ve bazı Nur talebelerinden bahseder. Kitap İnsan Yayınları’ndan çıkmış 2018 yılında, 412 sahife, adeta kızı tarafından hem Türkiye’nin hem de kızının gözünden bir özel biyografi ve kronik. Cemil Meriç, Necmettin Şahiner’le 1975 yılının yazında yaptığı röportajda “Said Nursi’yi nasıl tanıyorsunuz?” sualine şöyle cevap veriyor.
“Cevabım bir günahın itirafına benzeyecek. Esefle arzederim ki Bediüzzaman gibi Türk inanının şuuraltına işlemiş ve kalabalıkların ruh dünyasını yoğurmuş, uğrunda büyük fedakarlıklara katlanılmış bir fikir ve dava adamını bütün cepheleriyle tanımıyorum. Bediüzzaman benim için sisler arkasındadır. Bu yalnız benim için değil bütün aydınların ortak günahı. Öyle peşin hükümlerin, şuursuz korkuların eseri olan bir sis. Sonra halkın aydına karşı duyduğu itimatsızlığın Said Nursi’yi kıskanç bir ihtimamla kendine saklamak istemesi; nihayet davası uğrunda büük nikmetlere göğüs geren bu samimi ve inanmış, adamın grift, çetin ve okunması güç uslubu, onu bütün hüviyetiyle tanımama engel oldu. Bu itibarla hakkında söyleyeceklerim bir ilim adamının kati kanaatlerini belirtmekten çok, bir okuyucunun intibaları mahiyetinde olacaktır.”
Ümit Meriç bazı yazar Nur talebelerinden bahseder, bunlardan biri Muhsin Demirel’dir.
1973 yılında Köprü dergisini çıkarmaya başlayan Nurcular, 1974 de Cemil Meriç’in Bu Ülke’siyle büyülenirler (yazarın kanaati). İçlerinden biri Muhsin Demirel daha önce Hisar’dan Cemil Meriç imzasını tanımaktadır. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olduğu sırada Muhsin Demirel hoş bir tesadüfle Cemil Meriç’i şahsen tanıma fırsatı bulur.
“Bu ülke üzerinde düşündüğümüz meseleler birkaç satır içinde o kadar şairane ve vurucu bir şekilde anlatılıyordu ki kitabı tekrar tekrar okuma ihtiyacını hissettim. 1974 yılının Mayıs ayında Hukuk Fakültesi öğrencisi olmama rağmen ömrüm Edebiyat Fakültesinde geçiyordu. Mehmet Kaplan’ın, Ali Alparslan’ın derslerine devam ediyordum.
Bir gün vezneciler kapısından Edebiyat Falüktesine girerken Abdullah Uçman, Mustafa Miyasoğlu, Sedat Yenigün karşıdan geliyorlardı. Sedat Beni görünce “Yahu dedi, Cemil Meriç Hoca’dan sen mi randevu istemişsin” Ben “Ben değil Yusuf istemiş” dedim. Randevuyu hemen kabul edip Yusuf Çınar’ı buldum ve durumu kendisine anlattım. O gün Yusuf ve Ali ile buluştuk. Saat üçte Hoca bizi bekliyordu. Vakit biraz erkendi. Öğlen namazını kılmamıştık, Göztepe’deki evin yakınındaki bir inşaatta kıldık, çıktık. Baktık Hoca zemin katındaki dairesinin küçük balkonuna çıkmış, kehribar teşbihini çekiyor, Hoca’yı öyle uzaktan gördüm. Saat tam üç oldu, zili çaldık, Hoca büyük bir sevgiyle bizi karşıladı. Kitaplar başımı döndürdü. Hoca’nın ciddiyeti, vakarı, bizimle bir arkadaş gibi ilgilenmesi.. Necip Fazıl’ın insanla münasebeti beni hep rahatsız etmiştir. Ama Cemil Hoca öyle değildi. Son derece mütevazi ve cana yakındı, hatırımızı sordu, kim olduğumuzu öğrendi. “Ne okuyorsunuz? Ne işle meşgulsünüz?” dedi. Yusuf Çınar Orhan Seyfi üzerine bitirme tezi yazıyordu. Hoca “evladım değmez” dedi.
Ali Fars filolojisindeydi, “İbn-i Arapşah tarihi üzerine çalışıyorum” dedi. Bu kitap pek bilinmeyen bir kitapmış. Nihat Çetin Hocamız bunu bulmuş, dedi. Cemil Hoca “bulmuş ne demek ben onu okuyorum” dedi. “İbn-i Arapşah tarihi Timur dönemini anlatır. Kemal, Topal Kasırga bir roman yazıyordu. Okusun diye Kemal’e verdim. Fakat onu son haline getiremeden vefat etti. Efendim Kemal kim, dedik, Kemal Tahir’miş. Koskoca Kemal Tahir’e Kemal diyor Hoca. Daha sonraki bir ziyaretimizde de “Evladım Necip Fazıl hiçbir kitabı başından sonuna kadar ….” dedi.
(Yazarlar kendi ışıklarıyla avunur, başkalarını ışık bile görmezler, bu da bir tecelli – Himmet Uç)
“Hoca, ilmî verileri şairane ifade eden insandır. Bu herkesin yapabileceği bir iş değildi. Bunu ben arıyordum esasında. Meseleye objektif yaklaşacağım diye soğuk ifade kullanan kuru ilim adamları hoşuma gitmez. Hoca’daki şiirin sıcaklığı bende büyük bir etki yapmıştı. Hoca leb demeden leblebiyi anlayan bir adamdı. Çok dolu bir insandı. Meseleleri sesli düşünüyordu. Yaramazlıkları, haşinlikleri olurdu, ama bazan da gerilerdi. Diyelim ki Tanpınar ya da Cevdet Paşa karşısında kendi mesafesini ayarlardı. Karşımızda bizi aşan bir irfan bir ilim vardı. Yahya Kemal’den bahsederken “Kuğunun son şarkısıdır” dedi. Karşımızda adeta Yahya Kemal’le güreşti. Kâh alta düştü kâh üste çıktı. O gün üçten altıya kadar onunla görüştük. Benim kütüphaneye kapanıp yoğun bir şekilde okumam lazım. Biz Cemil Hoca’ya muhatap olamayız. Fakat talih bu ilk görüşmeden altı yedi ay sonra beni Hoca’ya talebe yaptı. Onu da anlatayım.
Devamı var
- Çanakkale Şehitlerine - 18 Mart 2023
- 12 Mart Erzurum’un Düşman İşgalinden Kurtuluşu ve İstiklâl Marşı - 11 Mart 2023
- Mustafa Kavurmacı ile İlgili Bir Hatıra - 20 Kasım 2022
- Zafer Ayı Ağustos - 28 Ağustos 2022
- Kırkıncı Hoca, Hikmet Parıltıları - 22 Temmuz 2022
- Orhan Pamuk Maceram - 28 Ocak 2022
- Bir Yayıncıdan Rica - 3 Kasım 2021
- Resim ve Heykel Sanatı ve Denizli - 25 Ekim 2021
- Türkiye’nin Romanı Olarak Gün Doğmadan.. - 20 Ekim 2021
- Henri Troyat ve Lev Tolstoy Biyografisi - 9 Eylül 2021