Ana Sayfa / Yazarlar / Ümit Meriç’in “Babam Cemil Meriç” Kitabından Alıntılar – 2

Ümit Meriç’in “Babam Cemil Meriç” Kitabından Alıntılar – 2

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Ümit Meriç’in “Babam Cemil Meriç” Kitabından Alıntılar, Cemil MERİÇ – 2

Necmettin Şahiner, Aydınlar Konuşuyor diye bir kitap hazırlıyor. O zaman Necmettin Şahiner ile aynı apartmanda oturuyoruz, dostumdu, sık sık görüyüyoruz. “Bir de Cemil Meriç’le görüşseniz” dedim Necmettin Şahiner’e; Gürbüz Azak da “Cemil Hoca’ya gidin” demiş.

Haluk İmamoğlu’nun bir volkswagen’i vardı, arabaya doluştuk, Hoca’ya gittik. Soruları öğrenince ayağa fırladı “Yaz evladım” dedi. “Bediüzzaman Türk tefekkür semasında iki yüz yıldır, düşünen tek adamdır. Bediüzzaman’ı tanımamak, Türk aydınının ve benim yüz karamdır. Ben nasıl yazı yazıldığını iyi bilirim. Dünyada da bu işi en iyi bilenlerden biriyim, ama Bediüzzaman başka bir şey” dedi. “Hazret’in yanında Kur’an dışında hiçbir referans kitabı yok. Dağda bayırda bu olacak iş değil. Bu vehbî… Bediüzzaman hakkında bütün bildiğim Necip Fazıl’ın Son Devrin Din Mazlumları, Kadir Mısırlıoğlu’nun Sarıklı Mücahitler’i ve Sedat’ın bana okuduğu üç beş bahisten ibarettir. Ben bir insan hakkında bir cümle yazmak için ne yazmışsa hepsini okurum. Bediüzzaman bunun istisnasıdır.” dedi. Metnin ilk şeklini bana yazdırdı. Daha sonra “evladım bu böyle basılmaz” dedi.

Daha sonraki gidişimde o şaşaalı ifadeyi biraz yumuşattı. Sonra bana “Bediüzzaman’ı tedkik etme fırsatını bulamadım. Okumak isterim, bana külliyatından bulup gelebilir misiniz? Parasıyla …” dedi. Ben de gittim Yeni Asya Gazetesi sahibi Mehmet Mutlular’a “Benim talebe harçlığımla külliyat alacak param yok, bütün arkadaşlarımızın harçlığını toplasak harçlığımız bir külliyat etmiyor. Talebeyiz, siz bunu bir şekilde halledin, dedim. Kutlular bir takım külliyat buldurdu, küliyatı paketledik, Perşembe günü yine saat üç, Hoca’ya hediye olarak götürdük. Külliyata hemen yazıhanenin üzerinde bir yer ayırdı. “Şuraya koyun” dedi. Sonra “Bunların dili ağır herkesin dili dönmez, bana bir de bunu okuyacak arkadaş bulun.” Ben hemen atıldım. “Hocam ben okurum” dedim.

O sırada Sebil Gazetesi’nde İsmail Gültekin “Risale-i Nur tahrif ediliyor” diye bir yazı yazmış “çok üzüldüm” dedi. “Yani biz tahrib edilmiş bir metin mi okuyacağız?” Ben dedim ki; “Bediüzzaman’ın eski eserlerinde 1. Dünya Harbi’nin öncesi ve sonrası arasında fazı ifade farklılıkları vardır. Bunlar o zaman için yasak olmayan şeylerdir. Mesclis-i Mebusan’da Kürdistan Mebusu ya da Lazistan diye yazılıyor. Fakat milli devlete geçtikten sonra, bu gibi şeyler hoş karşılanmış. 1955’ten sonra risalelerin matbaada basılmaya başlandığı devirde üzerlerinde bazı rötuşlar yapılmış. Bu her yazar için son derece normaldir” dedim. Hoca tatmin oldu. Bana başta Necip Fazıl olmak üzere Süleymancılar, Mücadeleciler, Nakşiler, o zamanki cemaatler ve tarikatlar hakkında kanaatimi sordu. “Hangi kitaptan başlayalım?” dedi. Hutbe-i Şamiye’den başladık. Hoca mest oldu. Daha sonraki günlerde İhlas Risalesini okudum, sade ben değil birçok arkadaş Hoca’ya risale okudu.

Onun kitabı ne kadar dikkatle dinlediğini, heyecanlarını biliyorum. Hoca, Risale-i Nur’u mabedde mukaddes bir metin dinler gibi dinliyordu. O zaman sigara içiyor, Maltepe sigarası. Risale-i Nur okunacağı zaman sigara sönüyor, eline teşbihini alıyor, ben hamdele ve salveleden sonra okumaya başlıyorum. Her bahisten sonra Hoca elini  masanın üstüne pat diye vuruyor, “Çok doğru evladım, devam et.” diyor. Ümit sen de dinle, Feyziye bak, ne güzel” kendi heyecanlarını onlarla paylaşıyordu. 1974 – 80 arası haftada iki üç gün Hoca’ya gittim.

Evlendikten sonra Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde de yine kendisini ziyaret ederdim. Yanlış kelime ve vurgularımı afetmezdi. Mesela, Devlet-i Aliye der, a’yı uzatarak söylerdim. ”A uzun değil kısa evladım” diye düzeltmişti. Ben iş için Ankara’ya giderken kendisine yardımcı olması babında Mehmet Paksu arkadaşımızı Hoca’ya götürürdüm. Ondan sonra o devam etti. Hoca’ya kitap okurken bir günde yüz elli iki yüz sayfa okuduğum oluyordu, artık insanın tükürüğü kuruyor, çatır çatır yüksek sesle kitap okuyorsunuz, spiker gibi. Hoca’da da doymak bilmeyen bir iştah var anam babam. Yani Hoca enteresan bir adamdı. Okuyorsun okuyorsun, senin iflahın kesiliyor. Hoca’da tık yok. Bazan okuduğumu anlamazdım. Her şeyi hafızasına mı alıyor ne yapıyor… “Evladım falan kitabın falan yerinde Bediüzzaman Hazretleri şöyle bir şey söylemişti, bunun izahatı odur” diyordu. Yani Risale-i Nur’u Risale-i Nur ile açıklıyordu.

“Bediüzzzaaman’daki Kader, Haşir, adalet gibi ana konuları derleyip bir metin haline getirmemiz lazım. Bunun için Üstadın münteşir-gayri münteşir bütün eserlerini bir araya getiren bir çalışma yapmak gerek. Bu ortaya çıktıktan sonra diğer mütefekkirlerle mukayeseli olarak Bediüzzaman’ı hem tarih hem tefekkür dünyası içerisindeki yerine oturtacağız. Ancak beş senelik bir zamanla yapılır bu” dedi. Fakat o günkü şartlar altında bu proje tahakkuk etmedi. Bu proje Hoca’nın ve hepinimizin bir projesi olarak kaldı.

Hoca’da müsamaha vardı. Farklı dünya görüşlerini, farklı yaklaşımları sıcak, samimi, kırıp dökmeden anlama çabası. Ben bunu öğrendim Hoca’dan. Bu belki en büyük kazancımdır. Türkiye’de bugün bize bu lazım. Hoca batının büyük düşünce adamlarını, aşağılık kompleksine kapılmadan, ezilmeden, onlarla boy ölçüşebilecek bir azim ve irade içerisinde tanımayı başarabilmiş bir insandı. Ayrıca bir gönül adamıydı. “Şark gönlün vatanıdır.” Bu Hoca’nın şairane yönü. Hoca her haysiyetli insanın demesi icab eden şeyi bize söylüyordu. Ölçüler kaybolmuş, fikir hayatı, sanat hayatı, siyasi hayat kaos halinde. Hoca bir takım sağlam kazıklar çakıp veyahut deniz feneri gibi durup herkesin mesafesini ayarlamasını istiyordu. “Fikir hayatı hamasetle de düşmanlıkla da hallolacak bir mesele değil.” diyordu. “Müsteşrik kafalarla da müstağrib kafalarla da ilim olmaz. Medeniyet değiştirmesi gözü kapalı gidilecek bir iş değildir; üzerinde tetebbuat yapılacak, kafa yorulacak bir iştir. Batıda da bir takım insanlar emek vermiş, kafa yormuş, zekasını gönlünü eserlerine gömmüş” derdi. Batıyla temas ettiğin zaman Batı’yı batı yapan bu insanlarla, yani insanlığın ortak medeniyetine taş koyan insanlarla uğraş. Geçmişimizle ilgili hamaset yapacağımıza geçmişimizde olan sağlam değerleri alalım. Bunu sentez yapalım.

Biz Hoca’yı yeteri kadar anlamadık, bu bir. İkincisi Hoca bence eserini vermeden gitmiştir. Bence bütün yazdıkları  yazması gereken eserin önsüzünden ibarettir. Niye bu büyük eseri veremedi? O günkü şartlar altında veremezdi. Biz yirmili yaşlarlarda heveskâr gençlerdik. Hoca’nın muhatabı olamazdık. Bir ömür boyu düşünen, bu uğurda gözlerini yitiren, gözlerini yitirdikten sonra hâlâ düşünmeye devam eden bir insana nasıl muhatab olabilecektik? İnsanlara yazdığı kitaplarını takdim ediyor, kendini anlatmaya çalışıyor, ama anlayan yok. İçeler acısı. Oturur ağlarsın. Hoca’nın memeleri süt dolu, fakat sağan yok. Herkes etini düşünüyor Hoca’nın. Bundan kaç kilo et çıkar? Siyasetciler, Hoca’ya siyaset teklif ediyor, dernekler gel bize konferans ver diyor. Hoca’nın doğru dürüst muhatabı olan insanlar olsaydı, Hoca’nın o fiziki özürleri olmamış olsaydı, Hoca âbidevî eserler yazardı. Ona ufuk açacak birkaç kişi olsaydı, o zaman sen seyret Cemil Meriç’in eserlerini, biz bugün buralarda anmazdık onu; Amerika’da, Fransa’da anılırdı. Meriç akarken buraya baraj yap, enerji ve sulama tesisleri kur, buradan bir cennet inşa et… Yapamadık.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Namaz hakikatinden daha yüksek bir basamak yoktur”

İmam Rabbani’nin Mektubat’ında geçen, “-Dur! Ya Muhammed Allah namaz kılıyor!..” ifadesi ne anlama geliyor?.. İmam-ı …

Kapat