Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Ümmetin Duasından Mahrum Eden Günah

Ümmetin Duasından Mahrum Eden Günah

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

DÜNYEVİ CEZASI ÜMMETİN DUASINDAN MAHRUMİYET OLAN GÜNAH; ALDIĞI BORÇLARI ÖDEMEMEK

Yazan: Dr. Mehmet SÜRMELİ

İnsan hayatının genişlik alanını boş bırakmayan Yüce Allah, borçların ödenmesi, şahitliği ve katipliği ile ilgili ayrıntılara kadar Kur’an’dan kullarına açıklama yapıp onları en doğru olan davranışlara sevk etmiştir. Senetleşmenin ve noter huzurunda alacak-verecek davalarının detaylarına kadar bahsedilen ayete, “müdayene” ayeti denilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti diye bilinen bu ayet, Bakara Suresinin 282. ayetidir. Allah Teala, Müdayene ayetinde kullarının birbirlerine haklarının geçmemesini, alacakların zaman aşımına bağlı değer kaybetmemesini, vade sürelerinin kayda bağlanmaması neticesinde kavga çıkmamasını ve unutmaya bağlı borcun inkar edilmemesi gibi maslahatları gözetmiştir.

‘Her hak sahibine hakkını ödemek’ dinin ilkesi olduğu için evvela Allah Teala’ya karşı sorumluluklarımızı  yerine getiririz. İbadetlerde tembel davranarak fevt eder ve O’na karşı borçlu kalırsak, onları da kaza etmek suretiyle geç de olsa öderiz. Kılınmayan namazın kazası, verilmeyen zekatın ölümden sonra tadiyesi, tutulmayan orucun fidyesi de verilmek suretiyle borçlar geç de olsa ödenmelidir. Fakat, borcun her türlüsünü geciktirmek doğru bir davranış değildir. Peygamber Efendimiz borçların geciktirilmesini hoş karşılamamış ve kullara olan borçla ilgili şu uyarıyı yapmıştır: “Varlıklı kimse(ler)in borcunu vaktinde ödemeyip uzatması zulümdür” Hele de borca karşılık faiz almak; “Allah’tan ve Resulünden açılacak bir savaşa” taraf olmaktır. Bu bağlamda, borcun vaktinde ödenmesini isteyen Allah Teala, “Eğer borçlu zorluk içerisinde ise onun maddi olarak genişleyebileceği bir zamana kadar süre verin. Şayet (zor durumdaki kimselere alacaklarınızı) sadaka olarak verirseniz, bilesiniz ki bu sizin için daha hayırlıdır.” buyurmuş ve kullarını gerekli biçimde yönlendirmiştir.

İslam dini, fakirliğin dağıtımdaki ehliyetsizlik, kabiliyetsizlik ve adaletsizlikten kaynaklandığını bildiği için siyasetin ehil eller tarafından Rabbani bir yöntemle işlemesini istemiştir. Hal böyle iken fakirlik problemini fatalitik bir sorun olarak görüp kadere yüklemek doğru bir yaklaşım değildir. Buna rağmen fakirlik sorununu tek kaleme indirgemek yerine, siyasetten ve kişiden kaynaklanan nedenlerini bilip çözüm aramak gerekir ki doğru olan da budur. İşsizlik, emeğinin karşılığını alamamak, ücret politikalarının kurbanı olup hak aramayıp verilene razı olmak, sakatlık, hastalık, doğal afetler, tembellik, umudunu kumar ve şans oyunlarına bağlamak, iş tercihindeki bilinçsizlik, alış veriş ve tüketimdeki dengesizlik, lüzumsuz harcama alanları açmak, iflas, bereketsizlik ve israf fakirliğin bazı bireysel nedenleridir.

İsraf, borçlanmalara da kapı araladığı için belki de fakirliğin en önemli sebeplerindendir. ‘İnsana tükettiği kadar değer veren’ liberal siyasalarda israfın olmaması mümkün değildir. Halbuki Resulullah (s.), Müslümanları israf konusunda şöyle uyarmıştır: “Kim iktisatlı davranırsa fakirleşmez” Bizzat kendisi de hayatının standartlarını bütün zamanlarda hiç değiştirmemiş ve ümmetine iktisatlı yaşama hususunda örnek olmuştur. Mekke’de nasıl yaşadı ise Medine’de devlet başkanı olduktan sonrada aynı yaşamıştır. Hayat standartlarını sabit tutan Resulullah(s.), israftan da borçtan da uzak durmuştur. İsrafla borç arasında doğru orantı olmakla beraber borcun bizatihi kendisini hoş karşılamayan Hz. Peygamber (s.); “Sizleri borçlu yaşamaya karşı uyarırım. Çünkü borcun evveli gam ve keder, sonu da savaştır” buyurmuştur. Vaktinde  ödenmeyen borçlar yüzünden çıkan kavgalar yüzünden nice ocakların söndüğü herkesin malumudur.

Borç yüzünden alacaklıya karşı mahcup olmak veya şahsiyetinden ödün vermek, Müslümanın izzetine yaraşan bir durum değildir. Peygamberimiz (s.), “kendinizi küçük düşürmeyin” buyurduğunda, sahabiler; “bunun nasıl olacağını sormuşlar”, Resulullah (s.) da; “borçla” karşılığını vermiştir. Borç geceleri keder gündüzleri de zillettir” açıklamasını yaparken de aynı noktaya değinmiştir. İnsanı zillete düşürmesi dahil birçok iktisadi, sosyal, ahlaki ve hatta itikadi endişelerinden dolayı Hz. Muhammed (s.), günaha ve borca batmaktan defalarca Allah’a (c.), sığınmıştır. Bunun sebebini sorduklarında; “borçlanan kimse konuştuğunda yalan söyler; sonra da verdiği sözden cayar” demiştir. Konuşunca yalan söylemek ve sözünden caymak münafıklık alameti olması hasebiyle, borçlu yaşamak insanı böyle kötü bir konuma sürükleyebilir. Yüce Allah da, aldığında ödememeyi hedefleyen bir kimsenin huzuruna borçlu olarak çıkmasını en büyük günahlardan saymıştır.

Borçlu kimse; “aldıklarını hak sahibine ödemezse, kendisi velev ki Allah yolunda öldürülse bile o borçlarını ödemedikçe cennete giremez” tenbihatını yapan Hz. Peygamber; “Allah yolunda öldürülmek borcun dışındaki bütün günahlara kefarettir/onların affına vesile olur” buyurmuştur. Bir başka rivayette ise şu açıklamayı yaparak meseleyi daha da netleştirmiştir: “Şehidin toprağa düşen kanının ilk damlası (hürmetine) bütün günahları bağışlanır ancak kul hakları (borçlar) hariç” Nesai’deki rivayette ise; “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bir insan Allah yolunda öldürülse sonra diriltilse, yine öldürülse sonra diriltilse, öldürülse ve sonra yeniden diriltilse, üzerinde de borç olursa o borcunu ödemedikçe cennete giremez” anlamlı uyarısında bulunmuştur..

Hz. Muhammed (s.), borca ve borçluya olan bakış tarzını değişik biçimlerde ifade etmiştir. Bu konulardaki nebevi uyarıların amacı müslümanları boçsuz yaşamaya alıştırabilmektir. Özellikle hiç kimsenin, başkasının ömrünün karşılığı olan emeğini gasp etmesini istememiştir. Şehidin bile üzerinde kul hakkı varken cennete giremeyeceğini söyleyen Allah Resulü, insanlar aldıkları borçları mülklerine geçirmesinler diye bir ara borçluların cenaze namazlarını bile kılmamıştır. Bu münasebetle de kişi öldüğünde İslam fıkhında vasiyet ve (miras’dan) önce borçlarının ödenmesine hükmedilmiştir. Hz. Ali’nin rivayet ettiği bir uygulamada, Resulullah’ın huzuruna bir cenaze getirildiğinde, onun borcunun olup olmadığını sorarmış. Şayet; ‘ödenmemiş borcu vardır’ denilirse o kişinin cenaze namazını kılmazmış. Yine bir defasında musallaya cenaze getirildiğinde; “üzerinde borç var mı?” diye sormuş. ‘Evet’ cevabını alınca; ‘peki geride bu borcu ödeyecek mal bıraktı mı’ sorusunu yöneltince; “evet” demişlerdir. Hz. Peygamber de (s.) bunun üzerine o kimsenin cenaze namazını kılmıştır. Başka bir günde getirilen cenazenin, borçlu olup geride de bu borcu ödeyecek mal bırakmadığı için Resulullah cenaze namazını kılmamış ve sahabilere; “siz arkadaşının cenazesini kılabilirsiniz” demiştir. Ebu Katade; “Ben bu kişinin borcunu üstleniyorum” deyince Hz. Peygamber, yeniden cenaze namazını kıldırmıştır. Borçlu kimsenin cenazesini kılmayışını da Peygamber Efendimiz şöyle gerekçelendirmiştir: “Kabrinde borcuna karşılık rehin tutulan ve kıyamet gününde de (önce borçlarından dolayı) hesaba çekilecek adam için cenaze namazı kılmamın size ne yararı dokunacaktır” “Mümin vefat ettiğinde borcuna mahsuben cennetten alıkonulacaktır. Bu durumda kardeşinizin ister borcunu ödeyin, isterseniz Allah’ın azabına terk edin” Nebevî buyruğu da borçlu ölmenin uhrevi durumunu bizlere hatırlatmaktadır.

İslam devletinin genişleyip maliyesinin güçlenmesiyle beraber Resulullah (s.), borçluların borçlarını devletin kasasından ödemiştir. Velisi olmayanın velisi olan Resululah, bu uygulamasıyla kendi  sağlığında kimseyi Allah Teala’nın huzuruna borçlu göndermemeye çalışmıştır. Günümüzde ne böyle bir devlet ne de Müslümanların yardım kurumları vardır. Bu kurumlar yoktur diye boşluğa razı olmak yerine ilgili kurumları oluşturmak müslümanların üzerine vecibedir. Bu sayede müslümanlar ütopik konuşmaktan da kurtulmuş olacaklardır. Öyle ki kardeşliği kendisine temel argüman olarak seçen tasavvufi kurumların bile ‘ihvan’a(!) yönelik böyle ciddi bir çalışması yoktur. Kısacası, her şey laftan ibaret.

Bu durumda  yapılması gereken; iktisatlı yaşamak ve borç batağına düşmemektir. Lüzumsuz harcamalar ve borçlanmalar nedeniyle kendinden sonrakilerin hayatını da ipotek altına almamaktır. Daha küçük yaşlardan itibaren iktisatlı yaşamasını bilen bir nesil yetiştirmektir. İktisat ahlak ilişkisine dair dersler vermek ve bu dersleri tabana yayabilmektir. Dere kenarında abdest alırken bile iktisatlı olmayı öneren İslam kültürünün kültürel zenginlikleri böyle dersler vermeye çok müsaittir. Kaynaklarımız bu bilgilerle doludur. Fakat, bunların tamamı eğitime bağlı bireysel önlemlerdir. İnsanları, sürekli tüketime teşvik eden reklamların etkisinden kurtarmak da borca dalmamak hususunda bireysel bir tedbir olarak önerilebilir. Günümüzde  kredi kartlarıyla bilinçsiz alış veriş yapmak da ülkemizde halkın borç limitini artırmaktadır. Neticede, alacaklı taraf mağdur edildiği gibi; borçlu da borcunu ödeyemeyince bunalımlara girmekte ve büyük  aile faciaları meydana gelmektedir. Yine bu bağlamda gerekli telkin ve teşvik yapılabilir; ikna edilebilirse alacaklı  dilerse alacağından vazgeçebilir. Alacaklının dilerse alacağından vazgeçmesine ‘karz-ı hasen’ denilir.Yüce Allah, güzel borç verme diye ifade edilen karz-ı haseni Kur’an-ı Kerim’de şöyle teşvik etmiştir: “ Sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah rızası için karz-ı hasen yapanlar var ya, işte onlara(verdikleri) kat kat ödenir. İşte onlar için( Allah katında ) çok değerli bir ödül vardır.” Allah yolunda savaşan mücahitleri techiz etmek anlamına da gelen karz-ı hasen, karşılıksız olduğu gibi daha sonra almak üzere verilen borca da ad olarak verilmiştir. Kur’an, ilk gelen surelerden itibaren sevabını Allah’tan beklemeyi içeren karşlıksız borç vermeyi teşvik etmiştir.Yalnız, borçlanmanın karz-ı hasen olabilmesi için bilinmesi gereken şartları vardır. Şartlarını taşımayan her borç karz-ı hasen değildir. Bu şartlar şunlardır: Borçlanmanın helal sermayeden yapılması, harcamaların meşru alanlarda olması, alınan miktarın netlikle kaydedilmesi, borcun ödenme tarihinin belirtilmesi, ödeme tarihlerine riayet edilmesi ve verilen borca karşılık bir fazlalık  istenmemesidir. Borca karşılık istemeyi ve bu niyetle borç vermeyi Hz. Peygamber(s.) şu hadislerinde yasaklamıştır: “ Menfeat karşılığı verilen her borç faizdir.” Karşılıksız borç verme konusuyla ilgili Hz. Peygamber (s.)’ de şu müjde verici teşviki yapmıştır: “Her kim ki Yüce Allah’ın mutlak koruması altına girmek istiyorsa, borçluya/darda kalana genişlik tanısın veya alacağından tamamen vazgeçsin” Vazgeçilen değil de vaz geçen olmak istiyorsak varlıklı olup  iktisatlı yaşamalıyız  ve borcun azından da çoğundan da uzak durmalıyız. Bu anlayışa göre ‘borç yiğidin kamçısı’ değil; özgürlüğüne vurulan prangadır. Borçsuz yaşayan özgürdür. Bu hakikati Hz.Peygamber(s.), kendine has veciz uslubuyla şöyle ifade etmiştir: “Az günah işle ki Allah(c.), sana ölümü kolaylaştırsın; az borç yap ki özgür olarak yaşayasın.” Peygamber Efendimiz’in bu uyarısı yeterince anlaşılsaydı bugün bir çok insan tefecilerin, bankaların, çok uluslu şirketlerin siğortalarının ve dünya ticaret merkezinin  kölesi haline gelmezdi. Gerek bireysel gerekse toplumsal alanda yapılan borçlanmalar bireyi ve toplumu köleleştirmektedir. Devletler arası borçlanmalarda borçlu devletin siyasetini, ekenomisini, hukukunu, eğitim-öğretim  proğramını ve dış politikasını borç veren emperyal zengin devletler belirlemektedir. Çünkü işin doğasında var olan kural şudur: Bugün borç alan yarın buyruk alır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman Said Nursî’nin Tarihçe-i Hayatı -4; İlk Hayatı – 2

Genç Said fıtraten, bir kanun altında yaşamayı ve harekâtının tahdid olunmasını sevmez. Her halinde, her …

Kapat