Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Umre İbadetini Anlamak / Dr. Yusuf Bahadır DEREN

Umre İbadetini Anlamak / Dr. Yusuf Bahadır DEREN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Umre İbadetini Anlamak-I

Bilinç altımızda hep görüntüleri, duvarlara asılan resimleri, ilahileri, hasret kokan ağıtları, çocukluğumuzdan beri okuduğumuz tarihi, “Kâbenin yolları…canım Kâbem varsam sana”, “Medine’ye varamadım, gül kokunu alamadım” hasretleri ile varamamanın verdiği yangın ve vardıktan sonra ayrılmanın verdiği derin hüzün içerisinde tekrar gidebilmenin samimi duâları. İşte heyecanı, daha o beldelere gitmeden başlayan asırlar sonrasına rağmen nurlu, sevimli ve meşakkatli bir yolculuk. Kimilerinin turizm diye adlandırdığı bir gezip görme hareketi, kimilerinin ise bir daha gidebilmek için günleri saydığı, zor dayandığı her dakikası kıymetli, ibâdetle geçen bir zaman dilimi.

YOLCULUK

Büyük yolculuğun küçüğüdür. Bir prova mahiyetinde anlamaya çalışılması gereken ve bazı hazırlıklar isteyen bir yolculuk. Yolculuğa daha başlamadan “bana nasıl hazırlanıyor ve telaşlanıyorsanız o büyük yolculuğa da hazırlanınız ve telaşlanınız” der insana. Sanki başlangıçta duyulmayacak bu telaş ve hazırlıklarla, prova hakîkatinin pek de sağlam bir şekilde ortaya koyulamayacağının işaretlerini verir gibidir. “Neyiniz var ki bu dünyada, ecel gelse hepsini bırakacaksınız ancak üstünüzü örtecek bir parça bez size kâfi gelecek” der gibi elbiseleri de garip olan bu yolculuk içerisinde alışveriş telaşı da vardır. “İhram” denilen altı üstü iki parça örtü. Hâlbuki giyilecek o kadar elbisemiz varken, hepsini geride bırakarak sadece iki parçasını aldık. Oysa çoğunu eskitememiştik bile. Ana rahminden gelen vucudlarımızın üzerini iki parça bez ile sardık.

İHRAM

Bir garip elbisedir ihram. Giyilmediğinde, Kâbe ile Safa ve Merve ile tanıştırılmadığında, başkalarının üzerinde görülmediğinde kıymeti pek anlaşılmıyor. Manası açılmıyor. Yeni doğan bebeklere hazırlanan elbise gibidir ihram. Resûlullah Aleyhissalatu Vesselâm Efendimizin “Allah rızası için gününü, akşama kadar, güneş altında telbiye çekerek geçiren hiçbir muhrim (hacc veya umre için ihrama giren) yoktur ki günahları güneşle beraber batmasın ve annesinin kendisini doğurduğu (günahsız) şekle dönmesin.1” Buyurduğu üzere yeniden doğmak için giyilir.

Dikişsizdir. Dünya ile sağlam dikişleri olanlara, dikişsiz bir elbise (kefenle) ile gönderilecekleri uzun bir yolculuğu hatırlatır. Rızâ-yı ilâhi, Kabûl-u Rabbâni, İltifat-ı Rahmânî ve İttiba-i Sünneti Peygamberî için bugüne kadar dikiş tutturamadıysan, sana son ihtarını yapar ihram. Bir daha şirke dönmemenin elbisesidir. Zira onu giydin mi şiarı vardır. “lebbeyke lâ şerike lek” dir. “Senin şerikin yoktur”. Başkaları da ihramla tıpkı sana benzer. İki parça bezdir ama sınıf ayırımınının olmadığı, insanların hep Rahmân’ın kulu olduğunun ve onları Rahmân’ın huzurunda eşit olarak görmenin ifadesidir. Şimdi, ancak ihram’la girebileceğimiz mikat alanına doğru gidelim.

MİKAT

Beldetül emin2 ” denilen bir yere gidiliyor. Öyleki etrafı “mikat” denilen sınırlar ile çevrili. Beş ayrı noktanın oluşturduğu bu sınırların içerisi özellikle tanımlanmış bir alan. Bu alan, Rahmân’ın emrine itaat edip gelen kullarının, dünyanın suri güzelliklerini terkedecekleri ve âhiret meyvelerini netice verecekleri hareketleri gerçekleştirecekleri bir mekân. Kâbe’ye varmadan önce bir hazırlık aşamasından geçilir ki, bu aşamada özellikle şirki red ve terk etmek vardır. Zira Kâbe, tevhidin tek Allah (cc) itikadının merkezi ve varlığıyla şirkin reddedildiği en kutsal mekândır.

Mikat sınırlarının içerisi, Kâbe’ye ve O’nun Rabbine yakışır hareketleri içermelidir. Özellikle dünya kokan, boş lakırdılardan uzak ve mümkün olduğu kadar ibâdetle meşgul olup her anı değerlendirilmelidir. Zira o hususi mekân, bütün peygamberlerin mekânı ve “Lâ ilâhe illallah” tevhid-i azimesinin membaıdır. Resûlullah Efendimiz’in (asm) Mekke’de haram bölgesinde 1’e 100 bin sevaba işaret ettiği ve bunun ancak mikat sınırları içerisindeki hassasiyetlerin taşınması sonucunda elde edilebileceği unutulmamalıdır. Bu hakîkatleri idrak ederek Mekke’deyiz.

MEKKE

Mekke, ibâdetin kaynağı ve meşakkat yeri. Kâbe’nin ev sahibi. Öyle ki Kur’ân-ı Kerim, Kâbe’yi “yeryüzünde ibâdet için kurulan ilk mabet3”olarak tanımlıyor. İşte Kâbe, Mekke’yi bütün beldeler arasında çok önemli bir konuma taşıyor. Bütün Müslümanların “Kıblem Kâbe’ye” ile dünyanın dört bir yanından döndükleri ve şehirlerin anası “Ümmül Kura4”.

Zaman çok hareketli, hızlı ve yorucu. Eğer Mekke’de insan, zamanını ve hareketlerini programlamazsa istenilen verimi ve feyzi alamayabiliyor. Yoğun ibâdet programı arasında gerektiği kadar dinlenmek çok önemli. Özellikle de Ramazan ayının son 10 gününde farklı bir program var. Bunun önemi Resûlullah Efendimiz’in (asm) “Ramazan gelince umre yap. Zîra Ramazan’daki bir umre Hacca muâdil olur5.” Hadisi şerifine binaen beş vakit namaza ek olarak teravih namazı ve gece yarısı 0100-03.15 arasında hatimle kılınan teheccüd namazları ile neredeyse bütün gün ibâdetle geçirilmektedir. Havanın sıcaklığı da eklenince belli bir dinlenme programı dâhilinde bu ağır ama manevi hazzı çok yüksek ibâdetleri yerine getirmek oldukça zor olabiliyor ve vucut zayıf düşüp hastalanabiliyor.

KÂBE Yİ DOYA DOYA SEYRETMEK

İşte, tevhidin merkezi, Hz. Âdem (as) ın temelini attığı ve işaretlediği, Hz. İbrahim (as)’ın inşasını gerçekleştirip Hz. Resûlullah Efendimiz’in (asm) putlardan temizlediği ve ibâdetlerini kurumsallaştırdığı Kâbe. Ne kadar da heybetli duruyor. Tavaf hareketinin kazandırdığı manevî hava, zikir, duâ, tahmid, tehlil ve yakarışlar Kâbe’ye kâinatta eşi benzeri olmayan bir değer kazandırıyor. Bu mekânda herkes birbirine benziyor, herkes iki parça ile örtülü. Herkesin kafası ve sağ omuzu açık. Özel muameleler yok. Renk ayırımı da. Herkes nurani bir beyazlık içerisinde, siyah, beyaz, sarı da olsa. O nuranilikte renkler eriyor. Acaip bir havuzda herkes dönüyor ve ağızlarda telbiyeler. Herkes dönüyor ve duâ ediyor. Manevralar büyük bir sadelik ve hoşgörü içerisinde. İnsanın Kâbe-i Muazama’ya “Ey Kâbe! Seni var eden Allah’a hamd olsun nasıl bir kuvvetle bu insanları buraya topluyorsun?” demesi geliyor. Cazibe kanununun azim bir şekilde işlediğini görüyorsunuz. Bu azim kanunun bir gün âhiret etrafında da bizi toparlayacağını ve bu kudrette olduğunu düşünerek Hz. Resûlullah Efendimiz’in (asm) tevhid inancını ne kadar da köklü yerleştirdiğini düşünüyorsunuz. Kâbe’nin O’nu, getirdiği dinle nasıl da bütünleştirdiğini yakinen görebiliyorsunuz.

Senelerdir “döndüm kıbleye, kıblem Kâbe’ye” niyetlerimizle kıldığımız namazlarda istikamet aldığımız yerdeyiz. Senelerdir çok uzaklardan seslendiğimiz Kâbe’nin yanındayız. İşte namaz vakti ve ona çok yakından seslenebilirsiniz. Her yerden ona dönmüş ve istikamet almış durumdasınız. Kılın, Allah (cc) için doya doya seyrederek kılın namazlarınızı. Kâbe’nin üst katlarından ön saflarda yer tutarak sizler namaz kılarken hem Kâbe’yi hem de tavaf eden ümmeti görebilirsiniz. Kimi, kıyamda-rükûda-secdede kimi, tavafda-duâda-zikirde hep beraber Rablerinin huzurunda ve en mükerrem kıldığı beldede.

TAVAF

Dönme merkezli bir harekettir tavaf. Dönme ile oluşan dairesel hareketin tam ortasında Kâbe-i Muazzama vardır. Genel itibari ile neyin etrafında döndüğümüzü hatırlatır. Hayatlarının merkezine Kur’ân ve sünneti seniyyeyi koyanların dönme hareketidir tavaf. O zaman Kâbe de memnun, dönen de. Yoksa hayatlarında Kur’an’a dillerini döndürmeyenlerin dönme hareketi değildir.

Her biri şavt diye adlandırılan 7 dönüşten oluşur. Öyle ki tavaf için şartları yerine getirilecek yedi dönüş hareketi söz konusudur. Yoksa şaftı bozukların şavtı değildir tavaf. Belki bozuk şaftların şavta dönüştüğü yerdir. Varlık ve benlik izlerini barındırmaz içerisinde, hani dönerken belki gururlanır, kibirlenir de insan, Kâbe’nin en üst katından baktığında insanların tavaf havuzunda eridiğini görünce benliği de erir.

Nasıl ki evrende herşey dönerek hareket eder ve senin emrine itaatle şu kâinattaki nizam ve intizamı tesis etmek için çalışır, ben de onlar gibi dönüyor ve sana itaat ediyorum. Ya Rabbi, kitabında zikrettiğin “yedi başak bitiren bir danenin hali 6” gibi, “yedi kebairi terk ederek”, “Yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder 7” emrinle seni tesbih ederek, “De ki: Yedi göğün Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir? 8” sorusuna, “sensin yâ ilâhenâ” diyerek, “Yemin olsun ki, biz sana (namazın her rekâtında) tekrarlanan yedi âyeti (Fâtiha’yı) ve yüce Kur’ân’ı verdik9” kasemine binâen Kur’ân’ına layık olmak için dönüyoruz. Sen, yüce katında kabul buyur!

SAFA VE MERVE

Tarih bize Hz. İbrahim’in (a.s) Rabbinin emri gereği Hz. Hacer ve Hz İsmail’i çöle bırakması ve Hz. Hacer’in “Ey İbrahim bizi burada bu ıssız çölde nereye bırakıp gidiyorsun” diye sormasına karşılık arkasını bile dönüp bakmadan onları Allah’a tevekkül edip gittiğinden bahsetmektedir. Issız, kimsesiz bir çöl, sermayesiz bir valide, muhtaç küçük bir çocuk, rabbinin emrine arkasına bile bakmadan itaat eden şefkatli bir baba ve eşsiz bir tevekkül hadisesi”10. Hz Hacer validemizin bütün sıkıntılara ve imkânsızlıklara karşı Safa ile Merve arasında çabalama, koşuşturma, uğraş, elden gelen her gayreti gösterme hareketi, biz günümüz müslümanları açısından Allah’a (cc) karşı olan tevekkülsüzlüğümüzü sorgulama, İslâmiyet için çok ciddi gayretler içerisine girme, manevi terakkiyatın yanında maddi terakkiyat için de çalışmanın ne kadar önemli olduğunu bize hatırlatıyor. Neticede Hz. İbrahim (as) ve ailesinin tevekkülüne karşılık çöl ortasında bir zemzem kaynak tesisi halk ederek onları ve umum Müslümanları kıyamet sabahına kadar kana kana doyuran Cenâb-ı Hak bizlerin de ciddi gayretlerimizin karşılığını mutlaka ve mutlaka verecektir.

Say harekeketinden sonra Peygamber Efendimiz’in (asm) yukarıda arz ettiğimiz “hiçbir muhrim yoktur ki günahları güneşle beraber batmasın ve annesinin kendisini doğurduğu (günahsız) şekle dönmesin” hadisindeki müjdeye kavuşmak için umreyi tamamlamak üzere yine sünnet-i seniyye gereği yeni doğan günahsız evlatlarımızın saçlarını kestrdiğimiz gibi kendi saçlarımızı da kestirerek umremizi tamamladık.

HACER-ÜL ESVED HAREKÂTI

“Kim Hacerü’l-Esvede yönelirse, şüphesiz Rahmân (olan) Allah’a yönelmiş olur 11 ” Hacer-ül Esved, Resulullah’ın (asm) öptüğü, Hz Ömer (ra) in “Biliyorum sen bir taşsın, Resulullah (asm) seni öpmeseydi ben de öpmezdim” dediği mübarek taş. Özellikle Hac ve Ramazan umrelerinde sırf Resulullah (asm) öptü diye ümmetin azim bir teveccühüne mazhar oluyor. Kâbenin üst katlarından bakıldığında sürekli bir dalgalanmanın ve Hacerül Esved harekâtının olduğu daha belirgin bir şekilde görülmekte. Ezilme, yaralanma, sıkışma pahasına, sırf O (asm) öptü diye. Peygamberlerini bu kadar seven bir ümmet. Subhânellâhi ve bi hamdihi detirten bir manzara.

CENAZE NAMAZLARI

Umre’nin Kâbe’de bize verdiği dersler ve hatırlattığı hakîkatlerin biri de hemen ilk namazda tanıştığımız cenaze namazları. Özellikle kalabalık zamanlarda arkasında cenaze namazının olmadığı vakit namazı yok gibi. İslamiyetin neresini yararsanız yarın, karşınıza çıkan ölüm hakîkati Kâbe’de de karşınızda. Öyle ki bir insan Ramazan umresinde veya Hac da bir ömürde kılacağı cenaze namazlarının birkaç katını kılabiliyor. En büyük hakîkat olan ölüm, en seçkin belde, Allah’ın evinde de karşınızda.
Evet, Mekke meşakkat, Medine rahat ve ziyaret yeri. Sıra Mekke’ye veda Medine-i Münevvere’ye Resûlullah’ın (asm) şehrine doğru yönelmeye gelirken, Kâbe’ye sonsuz selam, ta’zim, hürmet, muhabbet ve bir daha gidebilmek için Kâbe’nin Rabbine, Rabbimize duâ ile…

KAYNAKLAR
[1] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17. cilt, 371. sayfa
[2] Bakara Sûresi, 126, Bir zamanlar İbrahim (as) “Rabbim! Burasını emniyetli bir belde kıl ve halkından Allah’a ve Âhiret gününe îman edenleri mahsullerle rızıklandır” demişti.
[3] Ali İmran Sûresi, 96, Şüphe yok ki, mübarek ve âlemlere bir hidayet olarak, insanlar için kurulan ilk mabet, Mekke’deki (Kâbe) dir.
[4] En’am Sûresi, 92, İşte bu (Kur’ân) da bizim indirdiğimiz, mübarek, kendinden önce gelen kitapları tasdik edici bir de şehirlerin anası (Mekke) ve etrafındakileri sakındırasın diye (indirdiğimiz) bir kitaptır. Âhirete iman edenler ona iman ederler ve onlar namazlarına devam ederler.
Şura Sûresi 7, İşte sana böyle arapça bir Kur’ân vahyettik ki, şehirlerin anası (Mekke) ve etrafındakileri uyarasın ve geleceğinde hiç şüphe olmayan toplanma günü (kıyamet) ile onları korkutasın.
[5] Buhârî, umre 4, Cezâu’s-Sayd 26; Müslim, Hacc 222; Nisâî, Sıyâm 6, (4,130)
[6] Bakara Sûresi, 261, Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin misali, yedi başak bitiren bir danenin hali gibidir ki, her bir başakta yüz dane vardır. Allah dilediği kimseye kat kat verir. Allah vasi’dir (lütfu geniş olandır), alîmdir (niyetleri bilir).
[7] İsra Sûresi, 44, Yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’na hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur.
[8] Müminün Sûresi, 86, De ki: Yedi göğün Rabb’i ve büyük arşın Rabb’i kimdir?
[9] Hicr Sûresi, 87, Yemin olsun ki, biz sana (namazın her rekatında) tekrarlanan yedi Ayeti (Fatihayı) ve yüce Kur’anı verdik.
[10] Yusuf Bahadır Deren, “Sermayesiz Tevekkül”, İrfan Mektebi, Temmuz 2007, Yıl 1, sayı 8, sayfa 4-6
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17. cilt, 388. sayfa.

Umre İbadetini Anlamak (2)

Mekke ve Kâbe ile olan beraberliğimizden sonra yorgun ama oldukça heyecanlı ve sevinçli olarak Resûlullah Efendimizin (asm) Medîne’ye girişlerinde duydukları sevinç ve mutluluklarının1 küçük nümunelerini taşıyarak, yıllardır özlemini duyduğumuz, hasretini çektiğimiz ve “Her kim benim mescidimde hiç bir namaz vaktini kaçırmayarak kırk vakit namaz kılarsa, kendisine cehennemden berat ve azabtan necat, kurtuluş yazılır ve münafıklıktan beri olur” 2 hadisi şerifinin hükmüne binaen 40 vakiti / 8 günü içine alacak şekilde Resullullah Efendimize (asm) ve onun şehri Medîneye doğru yoldayız.

MEDİNE – HİCRET YURDU

Ey Taybe ve Tâbe gibi adlarla anılan mütevazı şehir! Sen, hazineleri kabul etme. Ben senin evlerini bütün kasabaların evlerinden daha yüksek (şerefli) kılacağım” 3.

Asırlar sonra şöhretini Peygamber Eefendimizin (asm) buraya hicret etmesinden sonra kazanmış, daha sonra Efendimizin (asm) mübarek, pak, mutahhar vucudlarının buraya defnedilmesi ile büyük bir şerefin sahibi olmuştur.

Şehirlerin tarihlerini yazıp nakledenler Medîne’nin Efendimiz’den senelerce öncesinden kendisi için hazırlandığından bahsetmektedirler. Semavi kitaplarda son peygamberin geleceği ve bu beldede yerleşeceği işaretleri üzerine onun bekleyenleri babadan oğula, dededen toruna senelerdir yollarını gözlemişler. Nice yıllar sonra bu hakikat tahakkuk edecek, kadınlar ve çocuklar Resûlullah Efendimiz’i (asm) görebilmek için evlerin çatılarına ve yüksekçe yerlere çıkacaklar, deflerini çalarak hep bir ağızdan şu beyitleri söyleyeceklerdir,

Ay doğdu üzerimize Veda Tepelerinden
Şükür gerekti bizlere Allah’a davetinden
Ey bizden seçilen elçi Yüce bir davetle geldin.4

Ta Himyeri meliklerinden Melik Tubba5 (Ebu Keriyb Es’ad’ül Himyeri) zamanında hükümranlığı altındaki Mekke’yi ziyareti esnasında Mekke ahalisinden istediği saygıyı görememesi üzerine Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiği, bunun üzerine hastalandığından bahseden kitaplar, himayesindeki tek Allah (cc) inancına sahip olan âlimlerin kendisine telkinleri sonucunda bu niyetinden vazgeçerek Kâbe’yi örttüğünü ve hastalıktan kurtulduğunu anlatıyorlar6. Dönüş yolunda ordu Medîne’ye geldiğinde araziyi evsafından tanıyan 400’e yakın âlim, burada kalmak istediklerini ve O kutlu nebiyi bekleyeceklerini hükümdarlarına iletirler. O da kabul edip âlimleri evlendirip onlara evlerini yaptırır, bir fazla ev yaptırarak “Gelecek Peygamber burada otursun” diye vasiyet eder. Tarihçiler, Ebu Eyyûb el Ensari’nin (ra) evinin bu ev olduğunu söylerler. Ayrıca Melik Tubba, bir de mektup yazarak nesilden nesile aktarılıp Son Peygamber’e ulaştırılmasını emreder.

İşte Celaleddin es Suyuti (rahmetullahi aleyh), Resûlullah Efendimizi (asm) bekleyen insanların atalarının bu âlimler olduğunu anlatır ve asırlar sonra Melik Tubba’nın mektubunun İstanbul’da meftun Halid bin Zeyd Ebu Eyyüb el Ensari’nin neslinden ta Resûlullah Efendimize (asm) kadar ulaştığından bahseden rivayetleri verir. Zaman asırlar sonra bu hadiseyi tefsir eder. Efendimize mektup ulaştırılınca, okur ve üç defa “Tubba, salih kardeşim, merhaba sana!” der. Resulullah Efendimizin Medîne-i Münevver’ye hicretinde Ebu Eyyûb el-Ensari tarafında bu evde yedi ay misafir edilmesi 7 Melik Tubba’nın “gelecek Peygamber burada otursun”  niyetinin asırlar sonra kader-i İlahi tarafından onaylandığının bir göstergesi gibidir.

Böyle kutlu bir geçmişi olan bu beldenin İslâm için hazırlanması çok suhuletli olmuştur. Önce Medîne’ye sancaktar-ı Resûlullah Hz. Mus’ab Bin Umeyr (ra) gönderilmiş sonra 1. ve 2. akabe biatlarından sonra hicret yurdu olarak Müslümanlara ve Resûlullah Efendimiz’e (asm) bağrını açmıştır. Hz. Resûlullah (asm) ile özdeşleşmiş, O’nun tarafından Mekke gibi haram kılınmış8, O’nun sakinliği, yumuşaklığı üzerine sinmiş bir şehir. Mekke’ye göre günümüzde daha şehirleşmiş olan Medîne, sakin fıtratı, yumuşak havası ve konaklama imkânlarıyla bir ziyaret ve ibadet şehri havasındadır.

RAVZA

Kelime manası “Temiz Bahçe” anlamına gelen, Cennet bahçelerinden bir bahçe, âşıkların mekânı, Fahr-ı Âlem, Resûl-ü Kibriya Efendimizin (asm) ve yâri güzinlerinin vücudlarını kucaklayan belde, nazargâh-ı ilâhi, sohbet-i ve iksir-i nebevînin cevelengahı, hicretten sonra Resûlullah (asm) için mesken, irtihalinden sonra medfen olan temiz, pak Ravza-i Mutahhara… Gelenlerin günlerce rüyalarını süsleyen, gelemeyenlerin ise yıllarca bağırlarını yakan Ravza. Resûlullah Efendimizin “Benim mescidimde kılınan namaz Mescid-i Haram hariç diğer mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Mescid-i Haram’da kılınan namaz ise benim mescidimde kılınan 100 bin namazdan efdaldir”9 buyurduğu Ravza. “Bu cihan bana yetmiyor diyen”10 yedi iklim sahibi osmanlı padişahlarının gelemedikleri, yüz süremedikleri ateşlerinden yandıkları Ravza.

Bugün haram bölgesi çok geniş bir alana kaydırılmışsa da en son Sultan Gazi Abdülmecid Han ecdadımızın en son ve teferruatıyla yenilediği Ravza hep bizden izleri taşıyor ve bizlere çok tanıdık geliyor. Şanlı ecdad Ravzaya gelememenin yangınını Ravza’ya hizmet etmekle söndürmeye çalışmış. Var güçleri ile Ravza’yı Mutahharaya ve onu barındıran Medîne ahalisine ihsanlarda bulunmuşlar. Vucudları pay-i tahtta olsa dahi kalpleri Mekke ve Medîne’de Ravza da atmış. Neticede Harameyn-i Şerifeyne gidemedikleri halde ol Habib-i Kibriyanın mukaddes, münevver emanetlerini Halife-i Ruy-i Zemin ve Hadimül Harameyn Sultan Yavuz Selim Han aracılığı ile alıp pay-ı tahta getirip teselli bulmuşlar ve bizzat muhafaza edip bizlere emanet bırakmışlar. İslâmiyet’e ve özellikle Haremeyn-i Muhteremeyn’e bu denli hizmet ve hürmet eden bir ecdadın torunu olarak vardığımız Ravza’da onlarla bir kez daha iftihar ediyoruz. Allah’ın rahmeti ve mağfireti üzerlerine olsun.

CENNET

Ravza-i Mutahhara’nın içinde cennet var. Hürmeten halılarını da yeşil yapmışlar. Gelen hacılar, hanımların ziyaretinden sonra aradaki örtü açılır açılmaz büyük bir gürültü ile oraya doğru akın ederler. Resûlullah Efendimizin (asm) “Evim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir”11 buyurduğu, hemen Efendimizin kendisinin ve Ümmül Müminin olan hanımlarının hanelerinin yanından başlayıp minbere kadar uzanan bu küçük alanda dünyada ravzasına gelinen, vahyin cevelanının onun ve necip ashabının etrafında cereyan ettiği o mübarek yerlere ayak basıp, O’nun sünetine ittiba ile O’na ittiba edip Allah’a (cc) ittiba etmenin vereceği azim netice olan cennete bir küçük numune olan cennet bahçesine girip namaz kılıp tefekkür etmek. Aslında şu dünyada Kur’ân’a ve imana hizmetle bir cennet hayatının yaşanabileceğinin idrakine varmak.

Ravzanın bize en büyük hediyelerindendir Cennet Bahçesi. İşte evlerimizi de O’nun evi gibi Kur’ân ve iman hakikatlerinin menbağı ve O’nun sünnetine ittiba ile ettiğimiz gayretin bir ifadesidir Cennet Bahçesi. O’nun mescidine sahâbeleriyle tamamladığı İslâmiyet ile girilir ve şartları yerine getirilirse vereceği neticedir Cennet Bahcesi.

SUFFE

Ravza’nın içinde, vasıfları Kur’ân’da medhü sena edilmiş bir topluluğun yeri var. Küçük, Ravzanın mütevazılığine yakışır bir yer. Hz. Resûlullah’ın (asm) bizzat bakıp, ilgilendiği ve gözettiği Suffe ashabının yeri. Gelen hacıların gözde yerlerinden biri olan bu küçük alan, izzetli fakirlerin, kendilerini Allaha adamışların yeri. Kur’ân onları şöyle anlatıyor: “(Sadakalar), kendilerini Allah yoluna adamış, yeryüzünde (maîşet için) dolaşamayan fakirler içindir. İffetli olmalarından dolayı, bilmeyen onları zengin zanneder. Onları sîmalarından tanırsın. Israr ederek insanlardan bir şey istemezler”. 12

Ashabı Suffe’nin o ilim tahsil ettikleri yurt içinde yurt, ev içinde ev, Ravza içinde Ravza edindikleri mübarek yerde, Sanki Kur’ân bize “Resûlullah Efendimizin (asm) kucağında izzetli fakirler gibi olunuz. Öyle izzeti İslâmiyet’i muhafaza ediniz ki bilmeyenler sizi zengin zannetsinler. Sadece Allah’tan isteyin ki başkalarına ısrar etmeyin. Bu sizi Allah katında yüceltir. İlmi tahsil ediniz. İlim sizin kıymetinizi arttırır. Böyle davranırsanız Allah size maişet sıkıntısı vermez” demektedir. Üstad Bediüzzaman Kur’ân’a dayanan eserinde, “Ey Kur’ân şakirdleri! Sizi vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri bırakan, maişet telâşesidir. O ise, Kur’ân’ın feyziyle bereket nev’inden sizlere veriliyor, vazifenize bakınız.”13 sözleri ile Suffe gibi olmanın, Suffe gibi izzetle anılmanın ifadesidir Suffede oturmak, namaz kılmak ve o havayı teneffüs etmek.

SELAMLAMA

Kubbe-i Hadra ilk olarak Memlük Sultanı Sultan Kayıtbay zamanında yaptırılmış, şimdilerde herkesin “Yeşil Kubbe” diye tanıdığı haline, Sultan II.Mahmud zamanında kurşun döktürülüp yeşile boyanarak kavuşmuştur. Mescid-i Nebevî’nin uzaklarından da görülebilen Kubbe-i Hadra Ravzanın ve mescidin sembolüdür. Resûlullah Efendimiz (asm), yârları olan Şeyheyn (Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer) ile tam bu kubbenin altındadırlar. Selamlama Bâb-u Selam’dan başlıyor. Sultan Abdülaziz Han zamanında düzenlenen dış duvarların içlerine boydan boya ecdad hattı Kur’ân-ı Kerîm nakş edilmiş. Sanki “Kur’ân’ın mübelliği, mürebbisi, tercümanı olan Hz. Sultan-ı Levlâk’ın huzuruna, Kur’ân ayetleri ile gidilir” mantığı taşıyan selamlama yolunda salât-ü selam ile huzura varılıp, sonsuz selam, tazim, hürmet, muhabbetler takdim edilir. İlaveten gelenlerin gelecekleri haberini duyup da gelemeyenlerin yangın ve gözü yaşlı hasretlerini barındıran selamlar huzura sunulur.

Selamlama “Kim kabrimi ziyaret ederse ona şefaatim vacip olur”14, “Kim vefatımdan sonra kabrimi ziyaret ederse beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir.15” Hadis-i şeriflerinin ışığında O’nu hayatında ziyaret ediyormuş gibi sahâbevari bir edeple yapılır. Hemen kabr-i pakilerinin yanında olan Halife-i Resûlullah Hz. Ebu Bekr (ra) ve Emir-el Mü’minin Hz. Ömer (ra) selamlanarak dua, salavat ile çıkılır.
Gönül rahattır artık, âşık maşukuna kavuşmuş karşılıklı selamlaşılmıştır.

SEYYİDİNÂ HAMZA (ra) ve UHUD

“Hamza, şehîdlerin seyyidi, efendisidir!”16
Emmi-i Resûlullah, ıssız çöllerin arslan avcısı, evveli de ahiri de korkusuz, Uhud’un can damarı, Müslümanların ciğerparesi, seyyidü’l şüheda, seyyidinâ Hamza. Uhudun eteklerinde kendi gibi seçkin şüheda ile yatıyor. Medînede kime “Seyyidina Hamza” deseniz sizi ona ve Resûlullahın gülleri, ashabın güzinleri uhud şehitlerine götürür. Hemen süvarilerin 2-3 dakikada alabilecekleri bir yol mesafesinde Uhud dağı eteklerinde, Efendimizin çekilirken Ebu Dücane (ra) nin sırtında çıkarılıp tedavi edildiği ve etrafında birçok sahâbenin şehit verildiği küçük mağara var.

İslâm tarihinde Uhud harbi sonrası Ebu Süfyan ile Hz. Ömer (ra) arasında geçen meşhur konuşmanın da olduğu bu mağara Uhud dağının yarım daire şeklindeki boşluğunun doğu tarafında bir insanın rahatça uzanabilmesine yetecek kadar geniştir.17 ve bugün dahi miskler gibi kokmaktadır.
Umre sevabı için Mescid-i Kuba ve Resûlullahın en sevgililerinin ve sahâbelerinin meftun olduğu Cennetü’l Baki kabristanı. Hepsi aynı edeple ziyaret edilir.

VEDA

Medîne’nin garip bir havası var. Resûlullah’la beraber olmak O’nun ravzasında misafiri olmak bir müddet sonra alışkanlık yapıyor. Ramazan, Şevval iftarları, sofralar, selamlamalar ruhunuza işliyor. Ayrılmak vakti yaklaşınca bir yandan sevdiklerinize kavuşma sevinci diğer yandan en sevgiliden ayrılma hüzününe dönüşüyor. Öyle ki zor geliyor ayrılmak. Her geceninin baharı her kışın bir neharı gibi her vuslatın bir ayrılığı oluyor dünyada. Zaman ayrılık ve veda hüznünü tatma zamanı. Son kez selamlayıp veda ediyoruz Resûlullaha, hem ashabı güzînine, ezvacına.

Dilimizde hep aynı duâ:

Bir daha gelmeyi nasip et yâ ilâhenâ!

Ya Rabbi Resûlullah sellellahu aleyhi vesellem Efendimize ihsan ettiğin maddi manevi bereketler yüzü suyu hürmetine bizim de maddi manevi rızıklarımıza bereketler ihsan eyle. Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere hürmetine kalplerimizi Envar-ı İmaniyyeye mazhar, kalemlerimizi Esrar-ı İmaniyyeye ve Esrar-ı Kuraniyyeye naşir eyle! Amîn!

KAYNAKLAR
[1] [Buhâri Fezâilu’l-Medîne 10, Umre 17; Tirmizî Da’avâtı 44, (3437).] Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferden dönünce, Medîne’nin duvarlarına bakar, develerini hızlandırırdı. Eğer bir bineğin üzerinde ise, onu tahrik ederdi. Bu davranışı Medîne’ye sevgisinden ileri gelirdi.”
[2] Ahmet bin Hanbel, el-Müsned, 3/155, Medîne’deki mescidler bölümü.
[3] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri isimli kitabında Zübeyr bin Bekkâr´ın “Ahbârü´l-Medîne” adlı kitabında “Allah´ın Musa´ya indirdiği kitapta Medîne´ye hitaben bu şekilde buyurduğunu söylemektedir.
[4] İbn-i Kesi, el-Bidaye ve’n nihaye,2/154
[5] Muhammed el-Emin el Mekki, Osmanlı Padişahlarının Harameyn Hizmetleri, sayfa 117. Himyeri devletinin bir döneminde hükümdarlar, Tubba lakabını kullanmışlardır.
[6] Konu hakkındaki İbn-i Kesirin El-bidaye ve’n-nihaye isimli eserindeki diğer bir rivayete göre hadise şöyle nakl edilmektedir: Ebu Kerib Tübban Es’ad, Medîne’ye gelerek iki Yahudi âlimini Ye¬men’e sevk eden ve Ka’be’yi onarıp üzerine örtü geçiren hükümdardır. Rebia b. Nasr’dan önce hüküm sürmüştü. Doğu ülkelerine yaptığı sefer¬den dönerken Medîne’ye uğramıştı. Sefere giderken de Medîne içinden geçmişti ama halk tedirgin olmamıştı. Oğlunu oraya bırakmıştı. Fakat bir suikasd neticesinde oğlunu öldürmüşlerdi. Sefer dönüşü Medîne’ye uğradığında orayı tahrib etmeye, ahalisinin kökünü kazımaya, hurma¬lıklarını kesmeye kararlıydı. Tek Allah inancına sahip iki bilgin, -Medîne’yi ve halkını mahve¬deceği haberini duydukları için- ona şöyle dediler: “Ey hükümdar! Sakın böyle yapma. ‘Mutlaka Medîne’yi ve halkını kırıp geçireceğim.’ diyorsan, bu amacına ulaşamazsın. Kısa zamanda bir azaba çarptırılmandan korkarız!” Hükümdar, “Neden?..” diye sorunca şu cevabı verdiler: “Medîne, ahir zamanda şu haremden (Mekke’den) çıkacak olan Kureyşli bir pey¬gamberin hicret edeceği yerdir. Buraya yerleşecek ve burada yaşaya¬caktır.”
[7] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/24.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/176-177. “Ey Allahım! Hz. İbrahim Mekke’yi haram kıldığı gibi, ben de [Medîne’yi] iki dağı arasıyla haram kılıyorum. Allahım, (Medîne halkını) müdd ve sa’larınla mübarek kıl” buyurdular
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/101-102.
[10] Hasırcızade Metin Hasırcı, Büyük Osmanlı Tarihi, Yavuz Sultan Selim han bahsi.
[11] Buhari, Fazlu’s-Salat 5, Fezailu’l-Medîne 11, Rikak 53, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 502 (1392); Muvatta, Kıble 10, (1, 197). Hadis-i Şerifin devamında Efendimiz (asm) “Minberim havuzumun üzerindedir.” buyurmaktadırlar. Havuzdan murad, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a verilmiş olan Kevser havzı’dır. Şu halde minberi, ahirette onun üzerinde kurulacaktır.
[12] Hayret neşriyat, Kuranı Kerim Meali, Bakara suresi 273.ayet. Bu Ayet suffe ashabı hakkında nazil olmuştur. Bunlar Medîne’de evleri ve aşiretleri olmayan muhacirlerdendi. Geceleyin Resûlullah (a.s.m.)’ın mescidine yakın suffe denilen yerde kalırlar, gündüzleri asla ondan ayrılmazlardı. Sayıları dört yüz kadar olup bütün vakitlerini ilim ve ibadete hasretmişlerdi. Hz. Peygamberin gönderdiği bütün seriyyelere katılırlardı. (Nesefî).
[13] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, orijinal Osmanlıca nüsha, 32. sayfa
[14] Hac İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2007, Beyhaki, Muhammed b. Hüseyn b. Ali, es-Sünenü’l-Kübrâ, V, 402. Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Birinci Baskı, Beyrut, 1994.
[15] Hac İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2007, Beyhaki, V, 403.
[16] Hadis-i şerif, Celaleddin es Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, 30. bölüm.
[17] Hz. Peygamberin savaşları, Muhammed Hamidullah, sayfa 59/106 ve 60/111.

irfanmektebi.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Kastamonu Asıllı, Tartışmalı Bir Ünlü: Mustafa Reşid Paşa / Ahmet Süha

Kastamonu Asıllı, Tartışmalı Bir Ünlü Mustafa Reşid Paşa Bayezid II’ye ait vakıfların ruznamçecisi Mustafa Efendinin …

Kapat