Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Nurdan Hatıralar / “Üs­tad’ın sö­zü­nü din­le­me­yin­ce…”

“Üs­tad’ın sö­zü­nü din­le­me­yin­ce…”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

SA­LİH GÜN­DÜZ (1914 – 1992)

DE­MİR­Cİ SA­LİH Ağa­bey, 1914 doğumlu olup, Eğir­dir­li­dir. Bar­la’nın  ilk Nur ta­le­be­le­rin­den Bah­ri Çağ­lar’ın damadı­dır. Kayınpeder Bah­ri Çağ­lar da, Bar­la’ya ilk geldiğinde Be­di­üz­za­man Hazret­le­ri­ni bir hafta evinde misafir eden Muhacir Hafız Ahmed’in damadıdır. Sa­lih (Gündüz) Ağa­bey, mes­le­ğin­den do­la­yı “De­mir­ci Sa­lih” ola­rak bilinmek­te­dir. Bu mü­ba­rek, sa­fî kalp ağa­be­yi­miz, Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı-II’de Üs­tad’ımız ta­ra­fın­dan an­la­tı­lan “mo­tor­lu ka­yık” ha­di­se­si­sin bi­rin­ci mü­seb­bi­bi­nin ken­di­si ol­du­ğu­nu an­lat­mak­ta­dır. Ha­di­se 1954 se­ne­sin­de Eğir­dir Gö­lü’nde ce­re­yan et­miş­tir. Sa­lih Ağa­bey, 3 Eylül 1992 tarihinde ve­fat et­miştir. Al­lah rah­met ey­le­sin!

Eğir­dir Gö­lü’n­de ya­şa­nan hâ­di­se

Bu ha­di­se­yi, Hz. Üs­tad Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı-II’de şöy­le an­lat­mak­ta­dır:

“Aziz kar­deş­le­rim,

“Bu de­fa mo­tor­lu ka­yık için­de Eğir­dir’den Bar­la’ya gi­der­ken de­ni­zin deh­şet­li, em­sal­siz fırtına­sı Ley­le-i Ka­dir­de­ki deh­şet­li has­ta­lık gi­bi, zah­met no­kta­sı­nı kal­dı­rıp bü­yük bir rah­me­te ve­si­le ol­du­ğu­nu siz­le­re müj­de ve­ri­yo­rum. Al­tı ar­ka­daş­la be­ra­ber şe­hit ol­mak, ye­di ih­ti­mal­den al­tı ih­ti­mal­le de­niz bi­ze ge­niş bir ka­bir ol­mak için ze­min ha­zır­lan­dı. Fa­kat o hal al­tın­da, müker­rer tec­rü­be­ler­le yağ­mu­run Ri­sa­le-i Nur’la alâ­ka­dar­lı­ğı ve şim­di çok za­man­dır yağ­mu­ra şid­det­li ih­ti­yaç ol­du­ğu bu za­man­da Ri­sa­le-i Nur’un giz­li düş­man­la­rı­nın teh­li­ke­sin­den ve ge­niş plâ­nın­dan kur­tul­ma­sı­na bir işa­ret ola­rak o deh­şet­li ha­le­ti­miz bir sa­da­ka-i mak­bu­le hük­mü­ne geç­ti­ği rem­ziy­le, o rah­met-i İlâ­hî­den ge­len emr-i Rah­mâ­nî­yi im­ti­sa­lin­de­ki iş­ti­yak­la yağmurun bir an­ne­si olan bu de­niz, o rah­me­te dair emr-i İlâ­hî­yi ga­yet he­ye­can­la ve iştiyakla, ace­le­lik­le ge­tir­mek için, bir şef­kat to­ka­dı ne­vin­den Nur ta­le­be­le­ri olan bi­zim başımı­zı to­kat­la yü­zü­mü­zü ve gö­zü­mü­zü yağ­mur­la ok­şa­dı.

“Biz bu ha­le­ti za­hi­ren hid­det, mâ­nen şef­kat­kâ­râ­ne ok­şa­mak nev’­in­­de gör­dük. Ben daha fırtına ve yağ­mur baş­la­ma­dan ev­vel hiss-i kab­­lel­vu­ku ile, ha­zi­ne-i rah­me­te bir anah­tar olacak deh­şet­li ve he­ye­can­lı bir mu­si­bet his­set­ti­ğim­den, mü­te­ma­di­yen Cev­şen’i ve Şâh-ı Nak­şi­bend’in vir­di­ni oku­yor­dum. De­ni­zin o deh­şe­ti için­de ke­mâl-i şevkle o mü­ba­rek de­ni­zi ka­bir ola­rak ka­bul edi­yor­dum. Böy­le ka­za ile ve­fat eden şe­hit hük­mün­de ol­du­ğu gi­bi, şe­hit de ve­li hük­mün­de ol­ma­sın­dan, al­tı ar­ka­da­şı­ma acı­ma­dım. Yalnız için­de bu­lu­nan ço­cu­ğa bir parça acı­dım. O ka­yı­ğın ma­ki­ne­si bo­zul­du­ğu ve yel­ke­ni de, rüz­gâr onun ak­siy­le gel­di­ği için fai­de ver­me­di­ği­ni ve de­ni­zin mevcle­ri de pek bü­yük, ev­ve­lâ ka­yı­ğa ve za­hi­ren bi­ze hü­cum et­me­siy­le be­ra­ber ka­yı­ğın içi­ne gir­me­di­ği için, ke­mâl-i sa­bır ve şü­kür­le kar­şı­la­dık ve sâlimen sa­hi­le çıktık. ‘El­ham­dü lil­lâ­hi alâ kül­li hal’ de­dik. Said Nur­sî” (Emir­dağ Lâ­hi­ka­sı-II, 198)

 “Üs­tad’ın sö­zü­nü din­le­me­yin­ce…”

Mo­tor­lu ka­yık ha­di­se­si­nin baş mi­ma­rı De­mir­ci Sa­lih’in an­lat­tık­la­rı ise şöy­le:

“Se­ne 1954… Üs­tad Haz­ret­le­ri, Eğir­dir’e Hak­kı Efen­di’nin (Tığ­lı) evi­ne gel­di. Çi­lin­gir Ali (Sav­ran) Ağabey­le biz var­dık. Üs­tad Haz­ret­le­ri üçün­cü kat­ta idi, gir­dik ya­nı­na. Çi­lin­gir Ali bir ku­pa don­dur­ma ge­tir­di. Üs­tad, ‘Ka­ça al­dın?’ de­di. ‘25 ku­ru­şa al­dım’ de­di. ‘50 ku­ru­şa ka­bul edi­yo­rum’ de­di. Za­ten 50 ku­ru­şa al­mış imiş. Biz de onu sı­ray­la ye­dik. Ye­dik­ten son­ra Üs­tad Haz­ret­le­ri bi­ze, ‘Dı­şa­rı­ya çı­kın!’ de­di. Çık­tık dı­şa­rı­ya… Bi­zi ça­ğır­dı. Pa­ra ver­di eli­mi­ze: ‘Ben Bar­la’ya git­mek­ten vaz­geç­tim, oto­büs bu­lun Ispar­ta’ya’ de­di. Ama biz Bar­la’ya git­mek için babam­la­rın mo­to­ru­na ha­ber ver­miş­tik, gel­mek üzereydi…

“Ka­pı­dan çık­tık. Ben de­dim ki Çi­lin­gir Ali’ye: ‘Üs­tad Haz­ret­le­ri Bar­la’ya git­mek için geldi, mo­tor da geli­yor. Gel ga­ra­ja git­me­ye­lim, şu han­dan gi­re­lim, ara­ba bu­la­ma­dık di­ye­lim, Bar­la’ya gi­de­lim, Üs­tad’ın ar­ka­sın­da na­maz kı­la­lım!’ Ney­se o de­di­ğim ye­rin ka­pı­sın­dan girdik; sağ ta­raf­ta hiç bil­me­di­ği­miz, tanıma­dı­ğı­mız bi­ri­si var­dı, ‘Ne arı­yor­su­nuz?’ de­di. Tek­rar edin­ce ‘Ma­ki­ne (ara­ba) arı­yo­ruz’ de­dim. ‘Benim ma­ki­nem var’ de­di. Üs­tad Haz­ret­le­ri de bi­ze pa­ra ve­rir­ken: ‘Kar­de­şim! Be­nim ru­hum in­san­la­rı kal­dır­mı­yor, üç ki­şi­den faz­la ol­ma­sın içinde’ de­miş­ti. Ben de ada­ma: ‘Üç ki­şi­den faz­la ol­ma­ya­cak ama!’ de­dim. Adam: ‘Bir şo­för, bir de ben…’ de­yin­ce hay­ret et­tim… ‘Yü­rü’ de­dim. Bir ta­raf­tan da ada­ma kızıyo­rum, Bar­la işi kal­dı di­ye…

“Evi­ne var­dık ada­mın, dı­şa­rı­da da bi­zim Şa­kir Am­ca bek­li­yor. Bar­la’ya git­mek için va­sıta bu­la­ma­mış da bi­zim mo­to­ra bi­ne­cek… Şa­kir Am­ca, ka­yın­pe­de­rim Ha­cı Bah­ri Çağ­lar’ın ağa­be­yi Şa­kir Çağ­lar… ‘Ne o Sa­lih?’ de­di. ‘Bu ada­mın ma­ki­ne­si var­mış, Üs­tad Haz­ret­le­ri Barla’ya git­me­ye­cek, Is­par­ta’ya gi­de­cek’ de­dim. ‘Ya! Ama o Is­par­ta’ya gi­de­cek­se, biz Bar­la’ya neyle gi­de­ce­ğiz şim­di?’ de­di. ‘Çı­kı­ver söy­le’ dedim ben de… Çık­tı. Ma­ki­ne sa­hi­bi aşa­ğı­da bek­li­yor. Lâu­ba­li gi­bi… ‘Efen­dim, siz Is­par­ta’ya gidecekmiş­si­niz, ama biz Bar­la’ya na­sıl gi­de­ce­ğiz? Barla’ya gi­de­lim’ de­di. Üs­tad Haz­ret­le­ri: ‘Pe­ki’ de­di, ama çok ce­lâl­li ‘Pe­ki’ de­di… Aşa­ğı­ya inip maki­ne sa­hi­bi­ne du­ru­mu bil­dir­dik.

“Dal­ga­lar, ev­ler gi­bi bü­yük­tü!”

“Ben, Said (oğ­lum al­tı ya­şın­da), Şa­kir Am­ca, Üs­tad Haz­ret­le­ri, mo­to­run mü­ret­te­ba­tı bin­dik. Mek­tup­ta da al­tı ki­şi di­yor ya… Tah­mi­nim­ce bir sa­at son­ra bir fır­tı­na kop­tu, su­yun yüzün­de dal­ga fır­tı­na… Ka­yı­ğı bir o ta­ra­fa atı­yor, bir bu ta­ra­fa atı­yor yon­ga gi­bi… İçin­de­ki biz­ler ke­li­me-i şehadet ge­ti­ri­yo­ruz. O cesur mo­tor­cu­la­rın ayak­la­rı, mo­tor gi­bi tit­ri­yor kor­ku­dan… Dal­ga­lar ev­ler gi­bi bü­yük, gi­ri­ver­se bi­ri mo­to­run içi­ne, git­tik!

“Şim­di bu hal­de iken ben ba­kı­yor­dum Üs­tad Haz­ret­le­ri­ne hiç me­ta­ne­ti­ni boz­mu­yor­du. Kork­ma­yan, bir çocuk­la (oğ­lum Said) Üs­tad Haz­ret­le­ri var. Ka­yı­ğın mo­tor kıs­mı bo­zul­du, yel­ken at­san ters çe­vi­re­cek. O esn­ada Üs­tad Haz­ret­le­ri: ‘Ben bu­ra­da ve­fat et­mek is­ti­yo­rum! Bu­ra­da ve­fat et­mek, ve­li ve şe­hit mer­te­be­si ta­şı­yor. Bir ve­li 40 se­ne­de mey­da­na ge­li­yor, 40 se­ne­lik mer­te­be ala­cak­sı­nız!’ de­yin­ce, ‘Aman efen­dim!’ di­ye çığ­lık ko­par­ma­ya baş­la­dık.

“Sı­ğın­dı­ğı­mız ev­de yan­gın çı­kı­yor­du!”

“Ney­se ora­da bir li­mon­luk yer var­dı, ora­ya in­dik. Ev sa­hi­bi, ka­dın… Ben rüz­gâ­rın, yağmu­run te­si­riy­le ci­ğer­den tit­ri­yo­rum! Her­kes in­di, ben Üs­tad Haz­ret­le­ri­ne şöy­le yan dön­düm, yol ver­dim. Üs­tad Hazretle­ri­ne bir bak­tım, hiç­bir ta­ra­fın­da ıs­lak­lık yok! Üs­tad in­di. Ka­dın: ‘Al­lah’ım ne­re­den gön­der­din bun­la­rı!’ di­ye se­vi­ni­yor. Oda­sı var ka­mış­tan, gir­dik içe­ri… ‘Çay yok mu?’ de­dik. Ka­dın ‘Çay âde­ti­miz yok!’ de­di. Ora­da bir ta­şın al­tın­da kâ­ğı­dın için­de bir içim­lik çay… İk­ram-ı İlâ­hî! Na­sıl ol­du, ben de bilmi­yo­rum… Za­ten has­ta gi­bi­yim. Çay­dan­lı­ğı koy­duk oca­ğa. İş şe­ke­re gel­di. O bi­zim Şa­kir Am­ca, ‘Şe­ker ben­den ol­sun!’ de­di. Üs­tad: ‘Ben 80 se­ne­lik kai­de­mi boz­mam’ de­di. Pa­ra­yı ver­di, sa­yı­y­la şe­ke­ri al­dı. Ney­se ça­yı iç­ti­ler.

“Ben ate­şin ba­şın­da otu­ru­yo­rum, ka­dı­na de­dim ki: ‘Bi­raz ya­ka­cak ge­tir.’ Ka­dın da ih­tiyar… Ora­da bir de­met odun var­mış, al­dım onu oca­ğa at­tım. Ocak bir­den par­la­dı, alev­le­ri yüksel­di. Şa­kir Çağ­lar Am­ca be­nim hey­bem di­ye hey­be­sini kur­tar­ma­ya ça­lı­şın­ca, ka­dın ‘Bu­ra­da üç yüz li­ra­lık eş­ya var!’ di­ye feryada baş­la­dı. Be­re­ket tes­ti­de su var­mış, su­yu he­men bo­şalt­tık, yan­gın da sön­dü. O za­man Üs­tad Haz­ret­le­ri: ‘Ora­da öy­le et­tin, bu­ra­da da böy­le et­tin!’ di­ye iki ta­ne to­kat vur­du. Ama bir ta­ne­si ateş gi­bi yak­tı, gö­züm açıl­dı! Şöy­le bir bak­tım, gü­lüm­se­di­ler. ‘Kal­kın na­maz kı­la­lım’ de­di Üs­tad Haz­ret­le­ri. O imam ol­du, biz de ar­ka­sın­da ce­ma­at ol­duk.

“Ev­rad-ı Ba­hai­y­ye’yi okur­ken an­la­mış­tım mu­si­be­ti…”

“Ak­şa­ma doğ­ru Bar­la Med­re­se­si­’ne var­dık. Ben ka­yın­pe­der­le­re (Bah­ri Çağ­lar) git­tim, ora­da ya­tım. Üstad Haz­ret­le­ri­nin hiz­met­kâr­la­rın­dan bi­ri­si gel­di: ‘Se­ni Üs­tad Haz­ret­le­ri ça­ğırı­yor’ de­di. Var­dım, Üs­tad kar­yo­la­da otu­ru­yor, ta­le­be­ler et­ra­fın­da sı­ra­lan­mış… Ba­na kar­puz ver­di: ‘Git bu kar­pu­zu Said’e ver, çabuk gel!’ de­di. Kar­puz yo­ktu ora­da, ne­re­den çık­tı bilmem… Al­dım kar­pu­zu ka­yın­va­li­de­ye: ‘Bu karpuzu Üs­tad, Said’e ver­di, ye­sin di­ye’ de­dim. Kar­nım da çok aç… Üs­tad Haz­ret­le­rin­den be­ri er­te­si sa­baha ka­dar bir şey ye­miş de­ğil­dim. Bir şey­ler ye­me­ye ça­lı­şı­yor­dum, fa­kat iş­ta­hım da yok. Bir hizmet­kâ­rı­nı da gön­der­miş Üs­tad, ‘Çabuk gel­sin’ de­miş. Kal­bim­den de­dim: ‘Bu­nu ye­me­den git­mem!’ O, ya­rı yo­la var­ma­dan bi­ri­ni daha gön­der­miş, ‘Kar­de­şim! Ce­za­lıy­mış­sın, ye­mek ye­me­den gi­de­cek­sin’ de­di. Ay­nen böy­le…

“Var­dım baş­ta sa­kal­lı bir adam; ta­ri­kat şey­hi imiş… Üs­tad: ‘Dün si­ze bir va­zi­fe ema­net et­tim, ema­ne­ti yap­ma­dı­nız, to­kat ye­di­niz. Bi­li­yor mu­sun?’ de­di. “Üs­tad’ım, am­cam…’ de­dim. ‘Ben am­ca­na mı işi havale et­tim? Si­ze ha­va­le et­tim. Bu­gün meş­gul ol­dum, an­la­dım ki, eğer ka­der-i İlâ­hî ol­ma­say­dı si­zi bu­ra­ya sok­ma­ya­cak­tım. Fa­kat rah­met-i İlâ­hi­ye­den be­ra­at et­tin kar­de­şim, bir daha böy­le yap­ma! Siz Üs­tad’ımı­zın ar­ka­sın­da na­maz kı­la­lım de­di­niz, o iki ki­şiyi bul­du­nuz, tâ ka­pı­nın önü­ne ka­dar ge­tir­di­niz’ de­di. Üs­tad’ın o üçün­cü kat­ta o ada­mı gör­mesi müm­kün de­ğil…

“‘Fa­kat ben Ev­rad-ı Ba­hâi­y­ye’yi okur­ken an­la­mış­tım mu­si­be­ti. Fa­kat ka­der-i İlâ­hî­de var­mış. Ka­de­ri­miz bi­zi so­ktu bu­na, fa­kat be­ra­at et­tin. Rah­me­tin gel­me­si­ne ve­si­le ol­dun, be­ra­at et­tin. Bu çek­ti­ği­miz sıkıntı, bir sa­da­ka-i mak­bu­le hük­mü­ne geç­ti, bü­yük bir be­lâ­nın def’ine se­bep ol­du, be­ra­at et­tin. Ba­na do­ku­nan ney­di kar­de­şim, bi­li­yor mu­sun? O masum ço­cu­ğu ge­tir­me­ye­cek­tin. Bu mu­si­bet bi­zim günahımız­dan gel­di.’

Üs­tad Haz­ret­le­ri böy­le bi­ze hem bir ders ver­di, hem de be­ra­at et­tir­di. ‘Fa­kat bir daha böy­le yap­ma! Be­nim de­dik­leri­min tat­bi­ka­tı ya­pıl­ma­dı mı to­ka­dı yer­si­niz ve ye­dik!’ de­di.”

Ağabeyler Anlatıyor-1’den

Yazar : Ömer ÖZCAN

1950 yılında Milas’ta doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini İzmir’de tamamladı. 1968 senesinde lise ikinci sınıfta iken Risale-i Nur’u tanıdı. 1969’da ‘Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na (Bugünkü adıyla: Teknik Eğitim Fakültesi) kaydoldu… Ankara’da beş seneye yakın Bayram Yüksel Ağabeyin nezaretinde muhtelif Dersane-i Nûriyelerde kaldı. 1973 senesinde öğretmen olarak mezun oldu. 1973’den 1984’e kadar 11 sene Zonguldak’ta lise öğretmenliği yaptı. Sonra İzmir’e, mezun olduğu liseye öğretmen olarak atandı. 2000 senesinde aynı okuldan emekli oldu. Ömer Özcan evli ve iki kız babasıdır. Şimdi İzmir’de ikamet ediyor. Bütün mesaisini iman ve Kur’an hizmetlerine ayırmaya çalışmaktadır.
Ömer Özcan’ın Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri hakkında hatırı sayılır bir arşivi vardır. Kendisinde, Hz. Üstad’la görüşen veya görüşmeyen kadim ağabeylerden fotoğraf, ses, video veya yazılı olarak yaptığı kayıtlar mevcudtur. Ayrıca Risale-i Nur’un teksir veya matbaa olarak ilk baskılarının tamamına yakını Ömer Özcan’ın arşivinde bulunmaktadır. El yazılı orijinaller de vardır.
Ömer Özcan, Üstad Said Nursi Hazretleriyle hatıraları olan Ağabeylerle yaptığı röportajların bir kısmını kitaplaştırmıştır. “Risale-i Nur Hizmetkârları AĞABEYLER ANLATIYOR” adıyla seri olarak yayınlanmış sekiz kitabı bulunmaktadır. Yeni kitap hazırlıkları ve araştırma çalışmaları devam etmektedir.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

2 Yorumlar

  1. avatar
    Hüseyin Yılmaz

    Allah rahmet etsin Allah hizmetinizi daim kılsın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kışa Gelen Bahar

Yazan  İmran Elâgöz Taşkın | İstanbul Ümraniye Başvaizi “Kış müminin baharıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, …

Kapat