Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Nurdan Hatıralar / Üstadın Hayatından Yeme İçme Dersleri / Ayşe TİLBEÇ

Üstadın Hayatından Yeme İçme Dersleri / Ayşe TİLBEÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.
Üstadın Hayatından… Nimetlere bakışı

Al-i İmran – 31. Ayet-i Kerime : (Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tâbi’ olun ki, Allah (da) sizi sevsin ve günahlarınızı size bağışlasın!” Çünkü Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.

Sünnet üzere bina edilmiş bir hayat yaşayanlar işte tam da bu yüzden böyle yaşıyorlar. Yaptıkları hep Allah’ı sevdiklerinden… O yüzden öyle giyiniyor, öyle konuşuyor, öyle davranıyor, öyle yiyor, öyle içiyorlar. Merkezine hevasatın oturduğu, şeytanın telkinlerine uyulan bir asırda “zamanın acibi, garibi” oluyorlar ama onların gökte sevdalıları var.

Hayatla ilgili sağlam prensiplerimiz olsaydı mesela; ihlâs gibi, uhuvvet gibi, tefâni gibi ve bizde Allah’ı ve onun Resulünü çok sevseydik  pekâlâ Üstad Said Nursi gibi yaşayabilirdik.

Size bu acib hazretin hayatından bir kesit sunmak isteriz.

Üstad’ın kendisi ve bilhassa talebeleri, dışarıdan alacakları yiyecek ve içecekleri kimsenin göremeyeceği şekilde ve âzami derecede bir dikkat ve itina ile taşıyıp eve getirirlerdi. Tâ ki, o nimetin üzerine kimsenin nazarı düşmesin, o­nda kimsenin gözü kalmış olmasın…

Hatta fırından bir ekmek aldıracak olursa, onu da kimsenin gözüne görünmeden torbanın içine konularak getirilmesini tembihlerdi. Aksi halde, yiyeceği herşey Üstad’a dokunurdu.

Yenilip, içilenin dört bir koldan milletin gözüne sokulduğu bir zaman için gerçekten acib bir hareket. Üzerinde bir sürü açın veya aç gözlünün nazarlarını taşıyan bir yemek belki manevi bir virüs gibi hastalık yayıyor. Ve kimbilir, belkide son zamanın bitmek bilmeyen hastalık sebeplerinden biride budur.

İlle de paylaşmak için nefis bir soframız mı olmalı? Uhuvvet sırrına biraz vakıf olabilsek elimizdeki bir somun ekmek de olsa yarısını kardeşimize böleceğiz. Üstad Bediüzzaman’ın yanında ve hizmetinde bulunan Sıddık Süleyman’ın yeğeni Barlalı Hüseyin Bülbül bizzat şahit olduğu bir hatırasını şöyle anlatıyor:

Birlikte kahvaltı yaptıkları bir gün, eline bir parça ekmek alan Üstad, o­na şunları söyler:

“Hüseyin, bak kardeşim. Birisi seninle bir dilim ekmek paylaşırsa yahut bir elmayı bölüşürse, eğer yarıdan fazlasını kendine alırsa, o kişiyle sakın arkadaşlık yapma.”

Üstad,  fakr-û zaruret içinde yaşadığı halde, kendi yiyeceklerinden de talebelerine ve misafirlerine ayrıca ikram ederek, o­nların nefsini kendi nefsine tercih ederdi. Bizzat talebeleri bunu şöyle ifade ediyorlar: “Yanında olursak, bize de muhakkak ikram ederdi. Biz ise, almak istemezdik. O da ‘vermezsem, ikram etmezsem bana dokunur’ derdi.

Kendimize kurduğumuz sofrada ne kadar israfa kaçtığımızın tahlilini yapmalıyken, misafire kurduğumuz sofrada ne kadar riyaya kaçtığımızın tahlilini yapmalıyız. Bir talebesi Üstadımızın yapılan bir davete şu şekilde cevap verdiğini anlatıyor: “Bediüzzaman, çok az yemek yerdi. Bir gün kendisini evimize dâvet etmiştik. Bizimle önceden pazarlık yaptı. ‘İki dilim ekmek ve bir tek çeşitten az yemek’ diye, şart koşarak geldi ve yemekte ayrı oturdu.”

Yine talebelerinden öğreniyoruz Üstadın sevdiği yiyecekleri, bunlardan biri limon…

“Üstad çayı fazla içmezdi. Harareti olduğu zamanlarda, o da limonlu olarak bir bardak ancak içerdi.”

“Limonu çok severdi. Yemeklerinde de limon kullanırdı. Limon bulunmadığı zamanlarda ise, çayına çok cüz’i miktarda limon tuzu koyardı.”

Ve Emirdağ Lahikasında geçen üryani erik;

“…Kahraman Tahirî’nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acip bir bereketle, her gün ikişer üçer yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış. İktisat için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı’nın iki mâsum evlâdının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahirî’nin lokmaları gibi, hem o­nun miktarında elime verildi. Ben bu tatlı tevafuktan zevk alırken, dünkü gün, aynı saatte çok hararetim vardı, çok su içiyordum. Canım üryani erik hoşafı istedi. Ben bilmiyordum, unutmuştum; şiddetli bir arzuyla hararetimi teskin edecek eskide alıştığım ve çok istimal ettiğim üryani erik, bir kutu içinde ve Âsiye’nin has arkadaşlarından Nurcu Şerife Hanım’ın şekeriyle elime verildi. Ben de bu çok tatlı tevafukun hatırı için hem mâsumların, hem o­nların teberrüklerini yüz misli kadar kabul ettim.”

Rabbimiz nimetlerine şükür, ibret, tefekkür gözüyle bakmayı, Resulüne sımsıkı tabi olmayı nasib eyle. Bizleri ayetlerindeki müjdelenenlere ilhak eyle;

9/21- “Rableri, onları kendi katından bir rahmet, bir rıza ve bir cennetle müjdeler ki o cennette onlar için bitmez tükenmez nimetler vardır.”

İrfan Mektebi Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Ne Hürriyeti, Ne Hürriyeti!”

MUS­TA­FA CHİT TÜRK­ME­NOĞ­LU AĞABEY ANLATIYOR   ACİP BİR İS­TİH­DAM HA­Dİ­SE­Sİ: NE HÜRRİYETİ! (…)   “Mat­baa …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Tren yoksa kalkınma da yok

Tren yoksa kalkınma da yok Nerdeyse bir asra varan tren sevdamız Leyla’sına bir türlü kavuşamayan …

Kapat