Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Üstadın Hüznü / Ayşe TİLBEÇ

Üstadın Hüznü / Ayşe TİLBEÇ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Hüzün sanki çok garip bir şey gibi hayatınızın orta yerine düştüğünde deyin ki kendinize; “Kim söyledi sana, yaşamanın kolay bir şey olduğunu?” Bakara Suresi 155. ayet-i kerimede Rabbimiz buyuruyor; “Sizi mutlaka biraz korku ve açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden bir noksanlık ile imtihan edeceğiz. (Ey Resulüm!) O hâlde sabredenleri (Cennetle) müjdele!”

Evet, hüzün bazen bağrını delik deşik edecek. Ayrılık iniltileri dalga dalga yayılacak, zaman yaralayacak seni. Allah Resulü sevgili oğlu İbrahim’i kaybettiğinde ne demişti hatırla; “Şüphesiz göz yaşarır, kalp hüzünlenir; biz ancak Rabbimizi hoşnut edecek olanı söyleriz. İbrahim! Senden ayrıldığımıza üzgünüz.” İşte bütün mesele buydu belki de, o hüzün karşısında Rabbimizin hoşnut olduğundan başka bir şey söylememek, isyan etmemek. Yoksa hüzün çok da garip bir şey değildi.

Hüzne bir renk verseydik, aydınlığa muhtaç karanlık bir renk seçerdik büyük ihtimal. Ne kadar karanlık varsa onların tümünü aydınlatmaya muktedir Allah Azze ve Celle Bakara Suresi 257. Ayet-i Kerime’de şöyle buyuruyor; “Allah, inananların dostudur. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır.” Hayatının hüzne boyanmış sahnelerinde Kur’an’ın nuruyla aydınlandığını çokça dile getiren Üstad Bediüzzaman Said Nursi de, hüzünlü kalplerimize şifaen hatıralarını paylaşıyor. İşte onlardan biri:

1. Dünya Savaşı bitmiş, Van Ruslarca yıkılmış, bir harabeye dönmüştür. Van kalesindeki Horhor Medresesi de yıkılanların arasındadır. Üstadın ders verdiği talebelerinin çoğu vefat etmiştir. Üstad o günlerini 26. Lem’a’da şu satırlarla dile getiriyor; “Evet, o vaziyetim o vakit beni nasıl ağlattırmış; on senedir hayalim o vaziyete uğradıkça yine ağlıyor. Evet, binler sene yaşamış o ihtiyar kalenin başındaki menzillerin harap olması ve onun altındaki şehrin sekiz sene zarfında sekiz yüz sene kadar ihtiyarlanması ve kale altındaki gayet hayattar ve mecma-i ahbap olan medresemin vefatı, umum Osmanlı Devletinde bütün medreselerin vefatını gösteren cenazesinin manevi azametine işareten, koca Van Kalesinin yekpare taşı ona bir mezar taşı olmuş. Adeta o medresedeki, sekiz sene evvel benimle beraber bulunan merhum talebelerim, kabirlerinde benimle beraber ağlıyorlar.

Belki o kasabanın harabe duvarları, dağılmış taşları benimle beraber ağlıyorlar. Ve onları ağlıyor gibi gördüm. Ben o vakit anladım ki, vatanımdaki bu gurbete dayanamayacağım. Ya ben de kabre, onların yanına gitmeliyim veyahut dağda bir mağaraya çekilip ecelimi orada beklemeliyim diye düşündüm. Dedim, ‘Madem dünyada böyle tahammül edilmez, sabır-şiken, mukavemetsûz, yandırıcı firkatler var; elbette mevt, hayata râcihtir. Hayatın bu ağır vaziyeti çekilir dertlerden değildir.’

O vakit cihât-ı sitte denilen altı cihete nazar gezdirdim, karanlıklı gördüm. O şiddet-i teessürden gelen gaflet, bana dünyayı korkunç, boş, hâli, başıma yıkılacak bir tarzda gösterdi. Ruhum ise, düşman vaziyetini alan hadsiz belâlara karşı bir nokta-i istinad ararken ve ruhta ebede kadar uzanan hadsiz arzuları tatmin edecek bir nokta-i istimdad taharrî ederken ve o hadsiz firak ve iftiraktan ve tahrip ve vefattan gelen hüzün ve gama karşı teselli beklerken, birden, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın (Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder. Onun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır. Göklerin ve yerin mülkü ona aittir. Hayatı da, ölümü de o verir. Onun kudreti her şeye yeter. Hadid Sûresi-1 ) ayetinin hakikati tecelli etti. O rikkatli, firkatli, dehşetli, hüzünlü hayalden beni kurtardı, gözümü açtırdı.

Baktım ki, meyvedar ağaçların başlarındaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda bana bakıyorlar, ‘Bize de dikkat et; yalnız harabezâra bakıp durma’ diyorlardı. Bu ayet-i kerimenin hakikati böyle ihtar ediyordu ki: ‘Van sahrasının sayfasında misafir olan insanların eliyle yazılan ve şehir suretini alan sunî bir mektubun, Rus istilâsı denilen dehşetli bir sel belâsına düşüp silinmesi neden seni bu kadar müteessir ediyor? Asıl Mâlik-i Hakikî ve her şeyin Sahibi ve Rabbi olan Nakkaş-ı Ezelîye bak ki, bu Van sayfasında, mektubatı kemâl-ı şaşaa ile, eski zamanda gördüğün vaziyeti yine devam edip yazılıyorlar. O yerler boş, harap, hâli kalmış diye ağlamaların, Mâlik-i Hakikîsinden gaflet ve insanları misafir tasavvur etmemekten ve mâlik tevehhüm etmek yanlışından ileri geliyor.’

Hüzün konusunda tahlili yapılması gereken bir diğer konu ise, hüznümüzün neye dair olduğudur. Mesnevi-i Nuriye’de bu tahlile yardımcı olacak şu nefis sözler söyleniyor;

İ’lem eyyühe’l-aziz! Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü’l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur. Allah Bâkîdir; âlemin bekası ancak onun bekasıyladır. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah, Ganiyy-i Muğnîdir; her şeyin anahtarı ondadır. Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur.”

İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!”

Nurlara ihtiyacımız var. Bizi karanlıklardan aydınlıklara çıkaracak Nurlara… Ve ufak bir tavsiye daha: Hüzün ve keder kalbinizi daralttığında gökyüzüne, yıldızlara bakın. Bir vakit Üstadımız kardeşi Abdulmecid Efendiye şöyle diyor; “İnsan gökyüzüne, yıldızlara şöyle bir bakar da, hiç kederi kalır mı?”

“Rabbimiz! Bizden öncekilere onu yüklediğin gibi, bize de ağır bir yük yükleme! Rabbimiz! Kendisine (dayanabilmek için) takatimiz olmayan şeyi de bize yükleme! Hem bizi affeyle! Ve bizi bağışla! Hem bize merhamet buyur! Sen bizim Mevla’mızsın; artık kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara Suresi, 286)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Tefekkürü gibi Tesettürü de İslam Olan Kızlar / İhsan Şenocak

İslam’dan önce kız çocuklarını diri diri toprağa gömen Araplar, İslam’dan sonra kız çocukları dünyaya gelince …

Kapat