Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Üstünlük Meyli (Meyl-i Tefevvuk) ve Mahviyet

Üstünlük Meyli (Meyl-i Tefevvuk) ve Mahviyet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

MEYL-ÜT TEFEVVUK VE MAHVİYET

     Nail YILMAZ

Risale-i Nur Külliyatı’nda son asırlardaki İslam âleminin içine düştüğü çok yönlü geri kalmışlığımızın muhtelif sebepleri üzerinde durularak çok önemli tesbitler yapılmıştır.

Genel olarak içine düştüğümüz karanlıklardan (atâlet zindanından), bizi kurun-u vustânın (Orta Çağın) şartlarında, yaşamaya mecbur eden çeşit çeşit sâri hastalıklar iki ana başlık altında toplanmıştır.

1.Sosyal şartlar

2.Ferdi şartlar                                   

R. Nur külliyatındaki içtimai prensiplere vede Üstad Hz. hayatına ve hizmet tarzına bakıldığında görülüyor ki,  atâletin getirdiği esaret zindanından, kurtulabilmemiz için sosyal şartlardan ziyade ferdi şartlar üzerinde daha çok durulmuştur. Özelliklede İkinci Said dönemindeki hizmet tarzına bakıldığında bütün himmetini ve gayretini fertleri birinci plana alarak, iman ve irşad faaliyetleri üzerine mesaisini teksif ederek, yoğunlaştığı görülmektedir.

Üstad Bediüzzaman, dersimiz ana konusu olan meyl-üt tefevvuk ve emsali hastalıkları, Münazarat ve Muhakemat gibi eserlerinde temas ederek, çok önemli teşhis ve tesbitler yapmıştır. Genellikle, bizi esaret zindanında mahkûm eden, düşman veya düşmanlık kavramları, herhangi bir toplum veya şahsa indirgenmeyerek, mevzu sıfatlar üzerinden ele alınmıştır. Dâhili ve hârici düşman tanımlaması da bu esaslar üzerine bina edilmiş. Bu teşhis ve tespitlere göre:

Bizi kurunu vustaya mahkûm eden dâhili ve hâricî düşmanlarımız:

1.Harici düşman: Cehalet, zaruret, ihtilaf vs. (Sosyal hayat alanı)

2.Dâhili düşman: Yeis, MEYLÜTTEFAVVUK, aculiyet, fikr’i infiradi, tekâsül vs.(Ferdi hayat alanı)  

Bu bahisler, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Münazarat isimli eserinde şöyle yer alır.

“ S- Zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebebi nedir?

1. “YEİS”
* Hayat bir cidaldir. Şevk ise matiyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı  لاَ تَقْنَطُوا  kılıncını istimal ediniz. [Ümîdinizi kesmeyin! Zümer, 54]

2. “MEYLÜ’T-TEFEVVUK”
* Sonra müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zabteden meyl-üt tefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz  كُونُوا لِلّٰهِ hakikatini o düşmana gönderiniz. [Allah için berâber olunuz]

3. “ACÛLİYET”
* Sonra da ilel-i müteselsiledeki terettübü atlamakla müşevveş eden aculiyet çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz, وَاصْبِرُوا وَ صَابِرُوا وَ رَابِطُوا  yu siper ediniz. [Ey îmân edenler! Sabredin! Sabırda (düşmanlarınıza) üstün gelin! (Her an cihâda) hazırlıklı olun ve Allah’tan sakının! Âl-i İmrân, 200]

4. “FİKR-İ İNFİRÂDÎ VE TASAVVUR-I ŞAHSΔ
* Sonra da, medenî-i bittab’ olduğundan ebna-yı cinsinin hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramağa mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-ı şahsî karşı çıkar. Siz de, خَيْرُ النَّاسِ اَنْفَعُهُمْ لِلنَّاسِ olan mücahid-i âlîhimmeti mübarezesine çıkarınız. [İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır. El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463]

5. “BAŞKASININ TEKÂSÜLÜNDEN ETKİLENMEK”
* Sonra başkasının tekâsülünden görenek  fırsat bulup, hücum edip , belini kırar. Siz de, فَلْيَتَوَكَّلِالْمُتَوَكِّلُون  عَلَى اللّٰهِ لاَ غَيْرِهِ olan hısn-ı hasîni himmete melce ediniz. [Tevekkül edenler ise, artık ancak Allah’a tevekkül etsin! İbrâhîm, 12]

6. “İŞİ BİRBİRİNE BIRAKMAK”
* Sonra da acz ve nefsin itimadsızlığından neş’et eden ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ olan hakikat-ı şahikayı üzerine çıkarınız. Tâ o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin. [Hidâyete erdiğiniz takdirde dalâlete düşenler size zarar vermez. Mâide, 105]

7. “DİNSİZ DÜŞMAN”
* Sonra Allah’ın vazifesine müdahale eden dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de اِسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ وَلاَ تَتَاَمَّرْ عَلَى سَيِّدِك olan kâr-aşina ve vazifeşinas olan hakikatı gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin. [Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Şûrâ, 15]

8. “MEYLÜ’R-RAHAT”
* Sonra umum meşakkatın anası ve umum rezaletin yuvası olan meylürrahat geliyor. Himmeti kaydeder, zindan-ı sefalete atar. Siz de لَيْسَ ِلْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى      [Şüphesiz insan için çalıştığından başkası yoktur. Necm, 32] olan mücahid-i âlîcenabı o cellad-ı sehhara gönderiniz. 

Evet size meşakkatta büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı, yalnız sa’y ve cidaldedir.  

اِنَّ لَكُمْ فِى الْمَشَقَّةِ الرَّاحَةَ اِنَّ اْلاِنْسَانَ الْمُتَهَيِّجَةَ فِطْرَتُهُ رَاحَتُهُ فِى السَّعْىِ وَ الْجِدَالِ

[Size meşakkatte büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı sa’y ve cidaldedir.]”1

Bu metnin geneline bakıldığı zaman, Üstad Bediüzzaman Hz. atâlet zindanında kalışımızın sebeplerini sadece teşhis etmekle kalmamış, aynı zamanda Kur’ani hakikatlerle her hastalığın tedavi çarelerini ve çıkış yollarını da izah etmiş ve göstermiş. Bu yapılan tespitleri ve Âlem-i İslam üzerindeki atalet ve perişanlığın sebeplerini, kısaca özetlemek gerekirse: 

1- Ümitsizliğe kapılmak 

2- Meyl-üt-tefevvuk (Üstün gelme arzusu.)

3- Acelecilik 

4- Fikr-i infiradi ve tasavvur-u Şahsi (Ferdiyetçilik fikri.)

5- Başkasının tembelliğini kendine mazeret göstermek 

6- İşi birbirine bırakma alışkanlığı 

7-  Kendi mes’uliyetini aşıp, Allah’ın vazifesine karışmak

8-. Rahatını düşünme arzusu

Burada sayılan sekiz çeşit düşmanların hedefinde, daha ziyade sarsılmış ve zaaf’a uğramış, HİMMET- HAMİYET gibi duygularının olduğu görülmektedir. Buna göre Hz. Üstad ’ın meşrebimizin esası dediği, dört şıktan birisinin niçin ŞEVK olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Belki de bu sebepten dolayı Münazarat tâ: “Çabuk ye’se inkılap eden hamiyet, hamiyet değildir2 diyerek HİMMET ve HAMİYET gibi duygulara çok tahşidat yapmıştır. 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bizi bu ‘Atâletten Zindanından’ kurtaracak olan, Kur’an eczanesinden istihraç ettiği ilaçlar ve tiryaklar şunlardır:    

 1-  Yeis hastalığına karşı: El emel (Ümidimizi kesmemek)

2-  Meyl-ül tefevvuk hastalığına karşı: Menfi Rekabetin kaldırılması. 

3- Aculiyete karşı: Çalışmada Merhalelere Riayet ve Sabırlı olma ihtiyacı. 

4- Fikr-i infiradi ve tasavvur-u şahsi hastalığına karşı: Kollektif çalışma Şuuru. 

5- Başkasının tekâsülünü örnek almak yerine: “Başkasının kusuru insanın kusuruna   

Senet ve özür olamaz”  prensibiyle hareket etmek.

6- İşi birbirine bırakmak olan “havelecilik” yerine: vazifeye sahip çıkmak.

7- Allah’ın vazifesine karışmak yerine: Sana emredileni dosdoğru yapmak.                    

8- Son olarak da: umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan “meylü’r-rahat” yerine de: çalışmanın ve gayretin esas alınmasıdır.

Bu kısa ama çok ehemmiyetli tesbit ve teşhisler bu zamandaki, hem ferdin, hem de sosyal hayatın hastalıklarına ve ihtiyaçlarına tiryak kıymetinde cevaplardır. Fakat bu cevaplar ferdi hayatı birinci plana, sosyal hayatı da ikinci plana alarak verilmiş cevaplardır. Çünkü bizi maddi ve manevi hayattan geri bırakan şartlar veya düşmanlardan, ferdi hayata bakanları daha tehlikelidir.

Çünkü sosyal hayata musallat olan dış düşmanlar cehalet, zaruret ve ihtilaf gibi şeyler bir cihette elle tutulur gözle görünür müşahhas şeylerdir. Mücadelesi iç düşmana göre daha kolaydır. Fakat ferdi şartları oluşturan iç düşmanlardan ye’is, meyl-üt tefavvuk, acûliyet, fikr’i infiradi ve meylül rahat gibi emsali hastalıklar mücerret kavramlar olmasından, teşhisi tedavisi ve mücadelesi dış düşmana göre daha zordur.  

Efendimiz de (as) belkide bu ve emsali hakikatlar için bir savaş dönüşünde: “asıl büyük  cihadın nefis ile  yapılan cihad olduğunu ifade etmiştir.” Hutbe-i Şamiye’de ittihad-ı İslam ve İttihad-ı Muhammedi cemiyeti ile ilgili bir bir soruya verilen cevapta bu hadisi şerife şu atıf yapılmıştır. “İttihadın hedefi ve maksadı i’lâ-yı Kelimetullah ve mesleği de kendi nefsiyle cihad-ı ekber ve başkalarını irşaddır.”3

 İşaratül’icaz’da ise bu mesele şöyle anlatılır: ‘’Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur. Aldatıcı olursa fesadı daha şedit olur. Çünkü dâhili düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Harici düşman ise salâbeti arttır”4

Bu sebeplerden dolayı, Risâle-i Nur’da enfüsî boyuttaki dâhilî düşmana karşı çok tahşidat yapılmış. Çünkü dâhilî düşmanların taarruz ettikleri kalâ, kalb-i insanîdir ki, en büyük dini musibetlerin menşei veya muhatabıdır. 

Kalbî hastalıklarla ilgili İmam-ı Gazalî’den nakledilen şu ifade çok önemlidir. “Kalbî hastalıklardan kurtulmak herkese FARZ-I AYNDIR.”5 Aynen diğer İslami farzlar gibi. Yine İşarat’ül İ’cazda: “kalbin sathında bulunan bir hastalık bütün amâl-i bedeni sekteye uğrattığı gibi kalbin iç yüzünü de ‘yeis, meylüttefavvuk, aculiyet, tekâsül, havalecilik, meylürrahat ve nifakla hastalandığı zaman,   efa’li ruhiye istikamet üzerine hareket etmez.”6

On Beşinci Söz ve 28. Lem’a’nın, 28. Nükelerinde özet olarak: Kalb-i insanî, meleklerin ilhamı ile şeytanların desise ve tehacümlerinin mübareze ve mücadele meydanıdır. Bu kalbî hastalıkları öğrenip tedavisine çalışmak, aynı zamanda şeytanların desiselerine karşı bir siper ve melek-i ilhamlara bir ihzariyedir.

Bu manaları teyid  eden bir hadisi şerifte de Efendimiz (as): “Köpek giren eve melâike girmez”7 buyurmuştur. Muhaddisler ve ehl-i hakikat âlimleri, bu hadisin işarî ve manevî tefsiri için demişler ki: evden maksad insanın kalbidir ki, vahiy ve ilhamların geldiği yerdir. Bu ilhamları getirenler de meleklerdir. Şayet kalbimizde, kin, nefret, kıskançlık, öfke, gurur, tasannu meylüttevaffuk gibi şeyler varsa o kalbe melek-i ilhamlar gelmez. Onun için Mevlana Hz Mesnevisinde demiş ki:  “Kalbindeki bu manevi kelplerini KITMİRE tahavvül ettir ki, Ashab-ı Kehf’ten sayılasın.”8

Bu hakikatler ve doğru tespitler muvacehesinde denilebilir ki: Risale’i Nur’un ana konularından birisi de ‘HİSLERİN YÖNETİMİDİR’ Çünkü ubudiyetin bir esası, “Re’sül malımız olan istidatlarımızı nemalandırmak”9 ve terbiye etmektir. Yani hislerimizi ve duygularımızı ifrat ve tefritten muhafaza edip, sırat-ı müstakime tevcih ederek, istikamet üzere sebat, birçok cihetleriyle HİSLERİN YÖNETİMİ veya doğru yönetimidir.

Meyl-üt tefevvuk hastalığıyla mücadele prensiplerinden bazıları:

Bediüzzaman Hz. Münazarat isimli eserinde, bizi Atalet Zindanına atan şartları ve sebepleri sekiz ayrı başlık halinde ele alır. Meyl-üt tefavvuk bölümü ise şu şekilde ifade edilir.

“Müzahametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zabteden meyl-üt tefevvuk istibdadı hücuma başlar. Himmetin başına vurur atından düşürtür sizde كُونُوا لِلّٰهِ hakikatini o düşmana gönderiniz”10 der. Burada duygular arası veya sıfatlar arası bir ihlâs testinin olduğu açık olmakla beraber, böylesi durumlarda ne yapılması gerektiğine dair bazı kriterler verilir:

Bu cümle galip tarafa yani müstebide şöyle der:

1: Hakkın hizmetinde müzahame, münakaşa, niza’a ve ihtilafa yer yoktur ve olmamalıdır.

 2: Çünkü Hakkın hizmetinin menfiliğe ihtiyacı yoktur. İstibdat, tasannu ve meyl-üt tefevvuk ile hareket ettikten sonra, muvaffak bile olsan, galip bile olsan, hakikat noktasında mağlup olmuşundur.                         

3: Eline verilen bazı maddi ve manevi imkânlardan dolayı istibtadını tasannuunu ve meyl-üt tefevvukunu haklı göstermek için deme ki; 

“Halk içinde ben intihab edildim. Bu meyveler benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hâyır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünki herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.”11

4: üstünlük vesilesi saydığın imkanlar ve vesile olduğun olduğun hayırlar ve güzelliklerde sakın hadiste belirtilen recül-ül facir sen olmayasın çünkü, yirmi altıncı sözün hatimesinde:

“Sen ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma. اِنَّ اللّهَ لَيُؤَيِّدُ هذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ (ALLAH BU DİNİ FACİR BİR ADAMIN ELİYLE DE KUVVETLENDİRİR) sırrınca: Müzekkâ (tezkiye edilmiş paklanmış aklanmış) olmadığın için, belki sen kendini o recül-i fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubudiyetini; geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farîza-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucb ve riyadan kurtul.”12

Şimdilik mağlup olan tarafa da şöyle der:

Ey ehl-i hamiyet ve hakikat: Sizde Celaleddin-i Harzemşahın dediği gibi deyin;

1: Biz zafere memur değil sefere memuruz.

2: Şimdilik kuvvet galip gelmişse üzülmeyin. “Akibet-ül müttakin13 sırrıyla akıbetteki asıl galibiyet elbette muttakilerindir.

3:  Hem de böyle geçici mağlubiyetlerde hemen ye’se kapılıp teslim olmayın. Çünkü çabuk kırılan hamiyet hamiyet değildir prensibiyle كُونُوا لِلّٰهِ hakikatini o düşmana gönderiniz. Çünkü: sen Allah için istikamette oldukça başkalarının dalaleti size zarar vermediğini ayet söylüyor. لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُم “Hidâyete erdiğiniz takdirde dalâlete düşenler size zarar vermez”.14

Riyânın ve nifakın sath-ı mâili olan meyl-üt teffevvuk:

Isparta civarında İhlas Lem’aları neşredildiği zamanlarda, Hz. Üstad iki küçük hadise münasebetiyle şiddetli bir İHTAR kalbe geldi, diyerek Kastamonu Lahikasındaki bir mektupta: 

“Aziz Sıddık… Hâlis muhlis kardeşlerim, hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, EMSALİNE TEFAVVUK etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek tasannukerane, tekellüfkârane (layık olmadığı yüksek makamlarda görünmekle) insan RİYA eder15 diyor. Demek ki ihlâs prensiplerine muhalif iki küçük hadisenin bile şiddetli bir ihtara sebep olması, vâkıanın ciddiyeti ve ehemmiyeti açısından çok önemlidir. Çünkü bu ikaza sebeb olan:

Emsal ve akranlar arasında geçen:

    • Hırs-ı şöhret 
    • Hubb-u cah 
    • Makam sahibi olmak 
    • Emsaline tefavvuk etmek yani meyl-üt tefavvuk 
    • İnsanlara iyi görünmek 
    • Tasannu ve tekellüfkârane (layık olmadığı yüksek makamlarda görünmekle) 

insan riyâ eder;

Denilerek yapılan sıralamada, bizce basit gibi görünen biraz tanınmak ve bilinmek gibi bir arzunun sonu riyaya ve nifaka kadar dayanabiliyor. Demek ki ihlâs ve ihlâsaterettüp eden davranışlarımız, asla suniliği ve ikinci bir niyete tahammülü yok. Çünkü amel ve ibadetlerde ikinci bir niyet, o ameli ya yakıyor, yâda iptal ediyor. Bu bahisle ilgili Mesnevi-i Nuriye’de:

“Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucb, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzât hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta’ bulur. Nasılki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ: Tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfif eder.”16

Lem’alar’da ise konunun hassasiyeti ve nezaketi için: “Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, GÖZ bir saçı kaldıramyor”17 denilmiş. Yani ihlas ve uhuvet prensiplerine ters düşerek EMSAL VE AKRANLAR ARASINDA bir saç ağırlığı kadar olan:

  • Hırs-ı şöhret 
  • Hubb-u cah 
  • Makam sahibi olmak 
  • Emsaline tefavvuk etmek yani meyl-üt tefavvuk 
  • İnsanlara iyi görünmek 
  • Tasannu ve tekellüfkerane  (layık olmadığı yüksek makamlarda görünmekle) 
  •  RİYA’nın sebeb olduğu:

Gaflete ve masiyete; sırr-ı ihlas, sırr-ı uhuvvet ve şahsı manevinin bazı üniteleri dayanamıyor.

  • Ya sönüyor 
  • Ya ölüyor 
  • Ya da kayboluyor.

İşte bütün bu ehemmiyetli sırlardandır ki, Hutbe-i Şamiye’de: “Evvelâ umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaşa olmadığından (bu hizmette her kim):

  1.  Münakaşaya, rekabete kalkışsa ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.”18
  2. Riyakârlık (ise), fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni’-i Zülcelal’in kudretine iftira etmektir.19

Efendimiz (as) kabul edilmeyen duası:

Burada menfi hissiyat ile meydana gelen en büyük düşmanlarımızdan birisinin İHTİLAF olduğu açıktır. Belkide dâhilde yaşadığımız imtihanın en büyüklerinden birisi İHTİLAFTIR. Efendimiz (as) bir hadisi şeriflerinde ihtilaf ile ilgili buyuruyor ki: “Ümmetimden dört şey kaldırması için Allah’a dua ettim. Rabb Teâla bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmadı. Ben ümmetimden:

  1. Gökten taş yağması 
  2. Yerin yarılması.
  3. Aralarında ayrılıklara düşüp parçalanmaları. (ve)
  4. Birbirlerinden sıkıntı azabı çekmeleri.

şekline gelebilecek cezaların kaldırılmasını dilemiştim. Allah taş yağma ve yer yarılma cezalarını kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaktan imtina etti.”20 Bu hadis-i şeriften anlaşıldığı kadarıyla imtihahın zirve yaptığı ihtilafların tamamen bitmesi ve her konuda ittihad ve ittifakın yüzde yüz sağlanması zor gibi görünüyor. Yani sıfır ihtilaf, yüzde yüz ittihad ve ittifak bir ideal bir hedef olabilir. O hedefe doğru koşulabilir. Ulaşmak şart değil.

İkinci olarak da: Yirmi ikinci mektupta: اِخْتِلاَفُ اُمَّتِى رَحْمَةٌ hadis-i şerifindeki, ihtilafın her zaman kötü bir şey olmadığı, bilakis hakkın taharrisinde bir rahmete vesile olabileceğine işaret edilerek şöyle denilmiş: 

“Hadîsteki ihtilaf ise, müsbet ihtilâftır. Yani: Herbiri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa’yeder. Başkasının tahrib ve ibtaline değil,… Hak namına, hakikat hesabına olan (ihtilaf) ise; maksadda ve esasta ittifak ile beraber, vesailde ihtilaf eder. Hakikatın her köşesini izhar edip, hakka ve hakikata hizmet eder.” Hutbe-i Şamiye’deki makalelerin birinde de:

“Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreblerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklid yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.”21 Aynı mana tuluatta biraz daha netleşir: “Teşarük, maddiyatta eseri azimleştirir, fevkalede yapar; maneviyatta ve efkarda adileştirir, belki çirkinleştirir.”22

Meyl-üt tefevvuk  hubb-u nefisten ve tarafgirlikten geliyor.

Muhakemat’ın 11. Mukaddemesi’nde: “İltizam-ı hilâf ve taassub-u bârid ve meyl-üt tefevvuk ve hiss-i tarafdarlık ve vehmini bir asla irca’ ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavi görmek ve gayrın tenkisiyle kendi kemalini göstermek ve gayrı tekzib veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilan etmek gibi sefil ve süfli emirlerin menşei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mugalata ederek çok bahaneler bulabilir.”   

Bu metinde meyl-üt tefevvuku tetikleyen diğer yandaş duygulara dikkat çekilmiş:

İLTİZAM-I HİLAF, yani başka görüşlere, hele ki genel kabul gören görüş her ne ise ona ille de muhalefet etme hastalığı.

TAASSUB-U BÂRİD, yani meseleye asabiyet penceresinden, başka fikirlere bir türlü ısınmayan soğuk bir taassup’la bakmak…

MEYL-ÜT TEFEVVUK, başkalarıyla ortaklaşa bir ‘anlama yolculuğu’ yerine, başkalarına üstün gelme arzusu ve eğilimi.

HİSS-İ TARAFTARLIK, dolayısıyla takım tutar gibi meseleye bakma, ‘ilkesel’ duruştan mahrum kalıp ‘ilişkisel’ değerlendirmeler yapma.

VEHMİN BİR ASLA İRCA İLE KENDİNE ÖZÜR GÖSTERME, fehm’in değil vehmin eseri olduğunu vicdanen hissettiği fikrini temellendirme çabası.

ARZUSUNA MUVAFIK OLAN ŞEYLERİ KÂFİ GÖRMEK, yani lehine-aleyhine diye ayırmadan bilgiyi tarafsızca toplayıp ondan sonra sıhhat ve önem sırasına göre de tasnif ederek bir değerlendirme ve yoruma ulaşacağı yerde, ‘işine gelene göre’ seçmecilik” yapmak 

GAYRİN TENKİSİYLE KENDİ KEMALİNİ GÖSTERMEK, yani kendi işine bakacağı, kendi düşüncesini eksiğini tamamlayıp fazlalıktan arındırıp olgunlaştırmaya çalışacağı yerde, başkalarına çamur atarak, onları itibarsızlaştırarak aradan sivrilmeye kalkışmak

GAYRI TEKZİB VEYA TA’DİL ETMEKLE KENDİ SIDK VE İSTİKAMETİNİ İLAN ETMEK, başkalarına ilişmeden doğru yolda doğru bir düşünce geliştirme çabası gireceği yerde, başkalarını ‘yalancı’ ve hatta ‘sapkın’ göstererek, kendisini ‘sıdk ve istikamet eri’ olarak sunmak..

SEFİL VE SÜFLΠdiye tarif ettiği bu sekiz davranış kalıbının ‘menşei’ olarak ise, ‘hubb-u nefis’e dikkat çekiyor Bediüzzaman.”  

Meyl-üt tefevvuk  hakka değil kuvvete istinat eder.

Muhakemat 8. Mukaddeme’ de: “Vaktã ki mâzi derelerinde hükümfermâ olan garaz ve husumet ve meyl-üt tefevvuku tevlid eden hissiyat ve müyulat ve kuvvet idi. O zamanın ehlini irşad için iknaiyat-ı hitabiye kâfi idi. Zira hissiyatı okşayan ve müyulata tesir ettiren, müddeayı müzeyyene ve şaşalandırmak veyahut hâile (trajedi tarzında tiyatro eseri) veya kuvve-i belâgatle hayale me’nus kılmak, bürhanın yerini tutar idi. 

Fakat bizi onlara kıyas etmek, hareket-i ric’iyye ile o zamanın köşelerine sokmak demektir. Herbir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile aldanmayız”23 Bu sekizinci Mukaddemede meyl-üt tefevvukun, garaz ve husumet gibi iki ortağına daha dikkat çekilerek her üçünün de neşvü nema buldukları zeminin KUVVET olduğu belirtiliyor. Bunlar:

     1.Süflî hissiyat 

     2.Gayr-ı meşru meyiller 

     3.Kuvvetlinin haklı ve üstün olduğu düşüncesi

Özelliklede KUVVET kavramına vurgu yapılarak, kuvvet hakkın emrinde olmaz da, kuvvetlinin haklı olduğu esas alınırsa o zeminden garaz, husumet ve meyl-üt tefevvuk gibi istibdat meyvelerinin tevellüd ederek bizi vahşetin ve zulmün hâkim olduğu mazi derelerine götüreceği, hâlbuki istikbalde yalnız ve yalnız, kuvvete değil hakka istinat edenlerin yükseleceği münazaratta şöyle anlatılır.

“zaman-ı meşrutiyetin zenbereği, ruhu, kuvveti, hâkimi ağası, haktır, akıldır, marifet’tir, kanundur, efkârı ammedir;  kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezayüt, KUVVET ihtiyarlandıkça tenakus ettiklerinden, KUVVETE istinat eden Kurûn-u Vustâ hükümetleri inkıraza mahkûm olup, asr-ı hazır hükümetleri ilme istinat ettiklerinden, Hızırvâri bir ömre mazhardırlar.”24

Bu metinlerden anlaşıldığı kadarıyla, hem ferd olarak insanı, hemde fertlerden meydana gelen toplumları ve devletleri, ayakta tutacak olan hak adalet ve fazilettir. Hakkın yerine kuvvet ve istibdat hâkim olursa oradan, süfli hissiyat, gayrı meşru meyiller, enaniyet, unsuriyet, meyl-üt tefevvuk ve zulüm doğmaktadır.   

Otuzuncu Söz’de: “Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr; her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde… Biri, silsile-i nübüvvet ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor”25 diye yapılan tesbitte, silsil-i felsefe ve kuvve-i gadabiye  mensubları ile sisile-i nübüvvet mensupları arasında şöyle bir mukayese ve muvazene yapılıyor:

  1. Silsile-i felsefe ve kuvve-i gadabiye mensupları ne zaman ellerine ilim, güç, kuvvet ve iktidar gibi nimetler geçse Üstadları Karun gibi: اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْم Yani ben kendi ilmimle kazandım26 diyerek isyan etmişlerdir.
  2. Silsile-i nübüvvet mensupları ise ellerine geçen ilim, kuvvet ve iktidar gibi nimetler için onları Allahtan bilerek şükür ve hamd etmişlerdir. Mesele Sülayman (as)a dünya saltanatı mülk ve iktidar verildikten sonra, celb-i suret ve savt mucizesine de mazhar olunca Karun gibi isyan değil de hamd ve şükür etmiştir.27 Çünkü: ayette sırr-ı imtihan için bize farklı farklı nimetler verildiği şöyle anlatılıyor: 
  3. وَهُوَ الَّذ۪ى جَعَلَكُمْ خَلآَئِفَ اْلاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ى مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ  

SİZE VERİLEN NİMETLER HUSUSUNDA SİZİ DENEMEK İÇİN KİMİNİZİ KİMİNİZDEN ÜSTÜN KILAN ODUR’  buyrulmaktadır.28

On dakikalık mücahade ve kırk ikilik top güllesi  

Üstad Hz. Kastamonu Lahikası’nda: “Bir kardeşimizin kusurunu görmediği münasebetiyle, onu ikaz için yazılmış ince bir meseledir”29 dediği mektupta ana konumuz olan MEYLÜ’T-TEFFEVVUK ile ilgili çok önemli ipuçları var. Bu mektupta misal olarak anlatılan bir vakıada, insandaki çok ince hissiyat, asab, damar, nefis akıl ve kalp gibi duyguların nabızları tutularak, çok mühim tesbitler yapılmış şöyle ki:

“On dakika zarfında, büyük bir mücahede-i manevide benim cephemde kırk ikilik bir top gibi düşmanlarıma atıp yol açtığı halde iki nefsi emarenin, muvakkat bir gaflet fırsatında hodgamlık ve MEYLÜTTEFFAVVUK gayet zulümlü ve zülumatlı hissiyle bir şükür ve teşekkür yerine NİÇİN BEN ATMADIM diye en çirkin bir RİYA ve REKABET damarı hissettim.”30

Burada hissedilen riya ve rekabet damarının bir tezahürü olan MEYLÜTTEFFAVVUK, kimin tarafından hissedildiğine dair üç ihtimal var.

  1. Şık:  Üstadın kendisi tarafından bu düşüncenin hissedilmesi.
  2. Şık: Mücerret olarak MEYLTTEFFAVVUK duygusunun temsili olarak konuşturulması.
  3. Şık: RİYA ve REKABET damarıyla MEYLÜTTEFEVVUK’un, ikinci bir şahıs tarafından düşünülmesi.

Bu üç şıkkın her birinin olabilirlik ihtimali olmakla birlikte, benim tercihim 3. şıktır. Yani ikinci bir şahıs tarafından düşünülmüş olmasıdır.   

Çünkü Üstadın kalbinde, ihlasa mugayir olan riya, rekabet ve meyl-üt tefevvuk gibi hissiyat ve damarların olduğu ihtimali çok zayıf olduğundan, o ihtimale ihtimal verilmez. Yani ihtimalinde bir mantığı olması lazımdır. Denilmiştir ki “her şeyi tuz ile muhafaza veya saklamak lazımdır. Burada ya tuzda bozulursa sorusu abes kabul edilmiştir.” Orada esbab sükût etmiş demektir. Her ne ise…

MEYLÜTTEFFAVVUK ile ilgili ikinci bir örnek de, Barla Lahikası’ndaki, Hafız Ali abinin hattı ile ilgili olan mektuptur. Bu mektup tada hafız Ali abi:

“Kardeşlerimizden İslâmköy’lü Hâfız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymetdar gördüğüm için size beyan ediyorum: O zât yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. 

Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celp ettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşallah bu his büyük hizmet görecek.”31

Bu mektupta hafız Ali abi:

  1. Rekabet.
  2. Uhuvvet.
  3. Samimiyet.
  4. Meyl-üt tefevvuk.
  5. Kardeşlerinin meziyetleriyle iftihar etmek.
  6. Hatta kendisine rakip olabilecek bir kardeşinin meziyetiyle TELEZZÜZ etmek.

Gibi çok önemli İHLÂS testlerinden başarıyla geçmiştir. Yine Kastamonu Lâhikası’ndaki bir mektuptada: “sakın dikkat ediniz… yoksa az bir ihtilaf, bu vakitte Risale-i Nur’a büyük bir zarar verebilir. Hatta sizden saklamam işte şimdi Feyzi de Emin de biliyorlar ki, mabeyninizdeki gayet ehemmiyetsiz bir tenkit, bize burada zarar veriyor… İnsan kusursuz olmaz. Ve RAKİPSİZ DE OLMAZ”32 denilmiş. 

Hafız Ali abinin hat ile ilgili mektubun ilk cümlesinde: “kendine RAKİP olacak” demişti. Yani rekabete İHTİMAL manası yüklenmişken, burada “İNSAN RAKİPSİZ OLMAZ” denilerek kesinlik ifade eden bir cümle kullanıldı. Bu cümlelere göre:

a. Genelde her insanın rakibi vardır.

b. Bazı şahıslar bundan istisna olabilir. (Hafız Ali abi gibi)

Sonuç olarak; her insanda hırs, düşmanlık inat, haset ve emsali duygular olduğu gibi, rekabet damarı da potansiyel olarak az veya çok bulunabilir. Beklide olmalıdır. Burada yapılacak olan iş:

  1. Menfi duygular dediğimiz bu hissiyatları yok kabul etmek, veya yok etmek yerine mecralarını hayra çevirmek; mesale: REKABET duygusunu fazilet yarışına dönüştürmek gibi. 
  2. Fazilet ve yüksek meziyet sahipleride,  başımızda meyl-üt tefevvuk ile fazilet füruşluk yaparak gıpta damarımızı tahrik etmemeleri lazımdır. .  

Mesailererin tanzimi  ile  teşrik-i mesai sırrını katleden  meyl-üt teffavvuktur: 

Üstad Hz. Muhakemat isimli eserinin altıncı mukaddemesin de teşrik-i mesa-i ve mesailerin tanzimi sırrına muhalefet etmeyi, şeriat-ı fıtriyeye muhalefet sayıp abes ile iştigal addetmiştir. Ve bu konuda hülâsaten şu görüşlere yer verilmiştir:

  • “Cenab-ı Hak hilkat-ı âlemde câri olan TAKSİMÜ-L ÂMÂL kaidesiyle meydana gelen, terakki ve tekâmülden, marzî-i İlâhînin bu tarz olduğunun işaretlerini vermektedir. 
  • Mesela: Cumhuriyetçi karıncalar ve iş bölümünün piri olan arıların hayat tarzları en güzel fıtri modellerdir.
  • Çünkü inayet-i İlâhiyenin şartı evveli taksimü-l âmâl ve mesailerin tanzimi kaidesi olan şeriat-ı fıtriyeye riayeti emretmektedir.
  • Ve insanın mahiyetine ekmiş olduğu istidat ve meyillerine göre şeriat-ı fıtriyenin farz-ı kifayesi olan, fenlerin ve sanatların sanayiini öğrenip icra ve tatbik etmektir. 
  • Böyle fıtrata uygun olan MANEVİ bir EMİR  vermişken, suiistimal ederek, o istinat ve kabiliyetlerden doğan, meyillere kuvvet verici olan ŞEVKİ ve şu yalancı ve de riyakârlığın başı olan MEYLÜTTEFFAVVUK ile zayi edip söndürdük. 
  • Elbette isyan eden Cehenneme müstahak olur. Bizi bu azaptan kurtaracak olan TAKSİMÜ-L ÂMÂL ve MESAİLERİN TANZİMİ kanunuyla amel etmektir. Zira seleflerimiz taksimü-l âmâl kanununa ittiba ile ilim cennetlerine dâhil olmuşlardır.33
  • Onun için Efendimiz (as) bir hadisi şeriflerinde: taksimü-l âmâl ve teşrik-i mesa-i sırrı ve kanunun marzî-i İlâhî olduğunu şöyle ifade eder.  “Allah bir ok sebebiyle üç kişiyi cennete koyacağı. (buyrulur.)
  • Onu yaparken sevabını Allahtan bekleyen sanatkâr
  • Onu atan okçuyu 
  • Ve onu okçuya vereni.”34

Meyl-üt tefevvuk tevazu ve mahviyet gibi sıfatların yerleri değişse mahiyetleri ve hükümleri değişir. (Lemaat)

  • “Bir haslet.. yer ayrı, sîma bir. Kâh dev, kâh melek, kâh sâlih, kâh tâlih;(salih kimselerin zıddı, yaramaz amel, kötü iş)  misali şunlardır:
  • Zaîfin kavîye karşı izzet-i nefsi sayılan bir sıfat, ger olursa kavîde, tekebbür ve gururdur.
  • Kavînin bir zaîfe karşı da tevazuu sayılan bir sıfatı, ger olursa zaîfte, tezellül ve riyadır”
  • Bir ulü-l emr, makamında olursa ciddiyeti, vakardır; mahviyeti, zillettir
  • Hanesinde bulunsa mahviyeti tevazu, ciddiyeti kibirdir.
  • Mütekellim-i vahde olsa eğer bir zâtta: Müsamaha, hamiyet. Fedakârlık; bir haslet, bir amel-i sâlihtir
  • Mütekellim-i maalgayr olsa eğer o zâtta: Müsamaha, hıyanet. Fedakârlık; bir sıfat, bir amel-i talihtir.”35

Necip Fazıl, Üstadın Lemeat’ta  ifade ettiği bu hakikatları şiir diliyle şöyle ifade etmiş:                        

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; 

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. 

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; 

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. 

Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; 

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. 

Akışta demetlenmiş, büyük küçük kainat; 

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! 

Fakat sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, 

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; 

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. 

Hey sakarya, kim demiş; suya vurulmaz perçin?…  (Diyerek, şiir devam edip gidiyor)

Evet şiirin Üstadı olan Necip Fazıl:

“Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; 

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.” diyor. Hani derler ya akıl için yol birdir. Akl-ı selim sahipleri aynı hakikatlere farklı yollardan da olsa ulaşabiliyorlar. Üstad Hz de o çift akan olukları, insan ve fiillerini öne çıkararak ifade etmiş. Hakikaten o fiillerin birinden nur akıyor diğerinden kir.

 Nur ve kir olukları:   

  • İzzet-i nefis – tekebbür
  • Ciddiyet – zillet
  • Tevazu – tezellül
  • Mahviyet – kibir
  • Müsamaha – hıyanet
  • Amel-i salih – amel-i – talih 

Hz Üstad insanda bulunan menfi ve müsbet sıfatların, makamlar ve şahıslar değiştikçe, nasıl farklı farklı ve birbirine taban tabana zıt hükümler alarak,  mahiyetlerinin değiştiğinin bir örneğini sunuyor bu küçük metinde.  Mesnevi nuriyede ise: 

 “Bir ahırda atın kişnemesini işiten bir adam, yüksek bir sarayda andelibin terennümünü, güzel sadâsını işitir. Eğer o terennüm ile atın kişnemesini farketmeyip andelibden kişnemeyi taleb ederse, kendi nefsiyle mugalata etmiş olur.”36 derken, ilcaat-ı zamana ve muktezay-ı  hale muvafık hareket etmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu söylüyor.

Buraya kadar yapılan müzakerelerden, insanda iki grup duyguların olduğu,  bir kısmının müsbet, bir kısmının da menfi duygular olduğu, bütün problemin duyguların mahiyetinden ziyade yerli yerine kullanış şeklinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bunun içinde Dokuzuncu Mektup’taki ölçülerle davranıldığı zaman, menfi duygularında mahiyet değiştirerek müsbet duygulara dönüşeceği anlaşılmaktadır. Mesela:

“Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâb eder. İşte insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî.   

Meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen birşey’e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey’e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. 

O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder.”37

Meziyetleri ve faziletleri için size tahakküm eden 

Sakallı çocukları siz de büyük tanımayınız:

“S- Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.

C- Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni tevazu ve mahviyettir. Tekebbür ve tahakküm değildir. Demek tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız.

S- Neden tekebbür küçüklük alâmetidir?

C- Zira her bir insan için, içinde görünecek ve onunla nâsı temaşa edecek bir mertebe-i haysiyet ve şöhret vardır. İşte o mertebe eğer kamet-i istidadından daha yüksek ise; o, o seviyede görünmek için tekebbür ile ona uzanıp tetavül ve tekebbür edecektir. Şayet kıymet ve istihkakı daha bülend ise, tevazu ile tekavvüs edip ona eğilecektir”38

Gurur kibir ve tahakkümün ruha azap verdiği, tevazu ve mahviyetinde fıtrata daha uygun olduğunun anlatıldığı lemalarda: 

“gurur ve kibirde öyle bir ağır yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister, ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, daimî azap çeker. Evet, hürmet verilir, istenilmez. Hem, meselâ, tevazuda ve terk-i enaniyette öyle lezzetli bir mükâfat var ki, ağır bir yükten ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır.”39

Bu manayı teyiden İmam-ı Gazali’nin İhyasında âriflerden Urve isimli zât demiş ki: “Tevazu, şerefi elde etmenin en önemli vasıtalarından biridir. Aynı zamanda her nimet az veya çok başkaları tarafından kıskanılır. Yalnız tevazu nimeti bunun istisnasıdır.”40 Meyl-üt tefevvuk mahviyet tekebbür ve tevazu denklemini Bediüzzaman hazretleri Lemaat’taki şu cümleler ile özetleyerek formüle eder: 

“Ey enesi çifteli, kafası da kibirli! Şu mizanı bilmeli: Her adam için elbet cem’iyet-i beşerde, içtimaî binada,

Görmek görünmek için şu mertebe denilen bir penceresi var. Ger pencere, kamet-i kıymetinden yüksekse, tekebbürle tetavül edecek,

Uzanacak. Ger pencere, kamet-i himmetinden alçaksa, tevazu’la tekavvüs edecek, eğilecek.

Kâmillerde, büyüklük mikyasıdır küçüklük. Nâkıslarda, küçüklük mizanıdır büyüklük”.41

Dipnotlar

1. Münazarat ( 97 )
2. (Münazarat:214 Y. Asya Neşriyat)
3. Hutbe-i Şamiye ( 85 )
4. İ.İcaz.122 Y. Asya Neşriyat
5. Mehmet Paksu: Vesvese kitabı:78
6. İ.İcaz.12 Y. Asya Neşriyat
7. İ.Canan. Hadis küll.7.cilt: 480
8. Şerhü’l Mesnevi. 7. Cilt: 6315.
9. İşarat-ül İ’caz ( 13 )
10. Münazarat ( 97 )
11. Sözler ( 231 )
12. Sözler ( 473 )
13. Sözler ( 726 )
14. Mâide, 105] 15. Kastamonu Lahikası ( 185 )
16. Mesnevi-i Nuriye ( 201 )
17. Lem’alar ( 136 )
18. Hutbe-i Şamiye ( 98 )
19. Hutbe-i Şamiye (45-46)
20. İ. Canan. Hadis Küll:3. Cilt:470.
21. Hutbe-i Şamiye ( 99 )
22. Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 98 )
23. Muhakemat ( 36 )
24. (Münazarat 217 Y. Asya Neşriyat) İlk Dönem Eserleri/Münazarat. 449
25. Sözler ( 538 )
26. kasas Sur:78. Zümer Sur:49.
27. Neml Sur: 27/40
28. Enam Sur: 165.
29. Kastamonu Lahikası ( 233 )
30. Kastamonu Lahikası ( 234 )
31. Barla Lahikası ( 125 )
32. Kastamonu Lahikası ( 236 )
33. Muhakemat (30)
34. Camiüssağir. 2. Cilt. 510
35. Sözler ( 724 )
36. Mesnevi-i Nuriye ( 135 )
37. Mektubat ( 34 )
38. Münazarat ( 24 )
39. Hizmet Rehberi ( 176 )
40. İhya 3. Cilt. 736
41. Sözler. ( 724 )

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Başımızdaki Büyük Belâ

Allah dünyayı sevgi üzerine kurmuş ama insanların büyük bir kesiminin sevgiden söz ettiğini işitiyor musunuz? …

Kapat