Dinin iman ve amel (uygulama, yaşama) ile ilgili kuralları “usûl” ve ”fürû’ diye ikiye ayrılır. Kökler manasındaki usûl kelimesinin tekili ‘el-aslu’, dallar manasındaki fürû kelimesinin tekili de ‘el-fer’u’dur. Yani fürû kelimesi çoğuldur, eğer ‘fürû’ât’ diye Arapça’da olmayan, dil kurallarına uymayan bir çoğul yaparsanız, çoğulu tekrar ve uygunsuz olarak çoğul yapmış olursunuz.
Teferru’ kelimesi tekil bir mastardır, bunu ‘teferruât’ şeklinde çoğul yapmak dil kurallarına uygundur.
Bu kelimeleri ait oldukları ilim dallarındaki (ıstılâhî) manalarında kullanırsak karşımıza şu manalar çıkar:
Usûl, fıkıhta fıkıh usulü ve küllî kaideler manalarında kullanılır.
Kelam ve akaid kitaplarında ise amel ile değil de itikad (iman, inanç) ile ilgili alan manasında kullanılır.
Fürû ise fıkıhta, fıkıh usulünü uygulayarak (ictihad ederek) ortaya konan ve amel (uygulama) ile ilgili olan kurallardır, hükümlerdir.
Teferruât kelimesi ıstılâhî olarak pek kullanılmazsa da her iki alanda (itikad ve amel alanlarında) asıl/temel kuralların detayları manasını ifade edebilir.
“Namaz”, “başörtüsü” ve “yolsuzluğu” örnek alarak bu terimleri açalım ve dindeki yerlerini ortaya koymaya çalışalım:
Ahirete iman, itikad alanında kullanılan ‘usûl’e girer. Kıyametten sonra dirilmenin nasıl olacağı konusu ise bu imanın teferruâtıdır; teferruât önemsiz manasına gelmez, esas inancın açılımı manasına gelir.
Namaz kılma, başörtüsü takma (veya genel olarak tesettüre riayet) ve yolsuzluk yapmama yükümlülükleri itikad ve amel alanlarında kullanılan ‘usul’e dahil değildir, ‘amelî, uygulamaya yönelik’ manasında ‘fürû’a dahildir.
Bunların fürû’a dâhil olması hem önemsiz demek değildir, hem de terk edilebilir hükmü taşımaz. Namazın kılınması ile örtünmenin ne ile ve nasıl olacağına dair kurallar teferruâttır; ama bu manada teferruat da hem önemlidir hem de terk edilemez.
Fıkhın fürû dalında, dinî hayatımızı düzenleyen kuralların tamamı yer almıştır; bunları hayatımızdan kaldırırsak İslam’ı kaldırmış oluruz. Ayrıca namaz, tesettür, kul hakkı yememek gibi İslam’dan olduğu kesin bulunan ‘fürû’u inkar edenler,
“bunlar İslam’da yoktur” diyenler dinden çıkmış olurlar.
İmanı açıklamak ve namazı açıkça kılmak, başı dışarıda örtmek bunları yapana, içinde bulunduğu olumsuz şartlar yüzünden önemli bir zarar (hayati bir zarar) getiriyorsa, bu zararı defedinceye kadar imanı açıklamamak, namazı göstererek kılmamak, başı açmak,.. zarureten caiz olabilir. Yani eğer zaruret durumu gerçekleşirse, uygulama ve açıklamayı zaruret kadar terk etmek yalnızca fürû ile ilgili değildir, kısmen usule de şâmildir.
Hasta olan bir mümin, muayene ve tedavinin gerektirdiği kadar avret (örtülmesi gereken) yerlerini doktora ve hemşireye açar ve dokundurur. Bir mazlumu ve masumu zalimden saklayan mümin, yeri sorulduğunda ‘bilmiyorum’ diye yalan söyeleyebilir. ‘Müslümanım’ diyeni öldüren bir zalim sorduğunda, ‘değilim’ diyebilir. Bunlara ruhsat (izin) vardır. Ama zaruret halinde geçici olarak terk edilen usul, füru ve teferruât, İslam’dan olmaktan çıkmaz ve önemini kaybetmez.
Miras terimi olarak usûl ve fürû için tıklayınız
Konuyla ilgili alttaki bağlantıyı tıklayınız.
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024