Vehhabi de Şia da Risale-i Nur’u okuyor

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Vahhabi de Şia da Risale-i Nur’u okuyor
arslan_huyut3.jpg
Emekli müftü Mehmet Arslan’la (Hacı Hoca) yapılan röportajdan bir bölüm
……

MEKKE VE MEDİNE’DE RİSALE-İ NUR SOHBETLERİ

 

Mekke ve Medine’de dershane var değil mi?

Evet, ben 1984’lerden beri Mekke’de dershane olduğunu biliyorum. Mesfele tarafında bir dershanemiz var. Orada yine Nur talebeleri var. Bir araya gelip, konuşuyorlar, ders yapıyorlar. Daha sonra müstakil bir yere geçildi. Üst tarafı da kullanılıyor. Hacca gelen birçok Nur talebesi orada da kalıyor. Çok büyük bir hizmete vesile oluyor. Ve en son mülk dershane yapılıyor. Harem-i Şerif’e yürüyüşle on beş dakika. Üç dört katlı…  Zannedersem bitme noktasına gelmiş. Türkiye’den de büyük destekler sağlanıyor. Çünkü Mekke’de insanlar cemaat farkı gözetmiyor. Her türlü cemaat, insan oraya geliyor. Özellikle Türkiye’de hizmet eden bütün Nur cemaatleri oraya geliyor.

 

Medine de ise dört sene önce bir mülk aldılar. Çok şahane bir terası da var. Çok güzel bir salonu var. Çok büyük hizmetlere vesile oluyor. Bir de Mekke’de haftada bir semt dersleri oluyor. Orada Suudlulardan da Risale-i Nurları tanıyan Seyyitler var. Onların evlerinde de dersler yapılıyor.

 

Arapça olarak mı yapılıyor?

Arapça da yapılıyor. Türkçe de fark etmiyor. Dershaneye de haftada iki gece onlar gelip Arapça ders yapıyorlar. Herkes eline bir kitap alıyor. Herkes sırayla okuyor.

 

Hanımların faaliyetleri nasıl?

Medine’deki dershanede ikinci kat hanımlara ait. Onların hizmetleri de orada devam ediyor. Fakat büyük bir gelişme daha var Suudi Arabistan’da. Daha önce kitapları içeri bırakmıyorlardı. İşte Hizbul Kur’an, Cevşen falan… Şimdi öyle bir gelişti ki, Cidde’de yayınevi kuruldu. Risale-i Nuru basan bir yayın evi. Arapça olarak basıyorlar Risaleleri. Geçenlerde orada bir kitap fuarı da düzenlendi. Araplarda, Suudlarda Risale-i Nuru tanıyan çok insan var. Hatta Risale-i Nurla ilgili, Kralın bir sınıf arkadaşı var, şu anda Üstad’la alakalı bir kitap hazırlıyor.

 

VAHHABİ DE ŞİA DA RİSALE-İ NUR’U OKUYOR

 

Hacda İslam alemi nasıl? Yani üstadın anlattığı gibi tanışma, yardımlaşma ve dayanışma gibi bir sonuç ortaya çıkıyor mu?

Orada bir eksiklik var. O da dil problemidir… Yoksa bakıyorsun bir Türk bir Arabı karşısına almış anlatıyor. Tarzanca… Veya bir Arap, diğeriyle konuşuyor. İngilizce… Ama bir harikalık var ki, o kaynaşmalar oluyor. Bu fikir alış verişlerinde Nurun hakikatleri anlatılıyor. Risale-i Nurun bu hususta büyük bir zenginliği var. Mesela ben iki üç sene önce bir mühendisle arkadaş oldum. Her ramazan da geliyor. Ben de orada bulunuyorum çok şükür. İkindiden sonra geliyor orada risalesini açıyor okuyor.

 

Tanıştıktan sonraydı. Bir gün Bediüzzaman’dan bahsettik. Dedi ki, “Varsa O’nun bir tarihçesini bana getir.” Ben de küçük bir Arapça kitabını ona götürüp verdim. Bediüzzaman’ın hayatı kısa şekilde yazılmıştı. Dedi, “Ya çok güzel. Bu zatın bir kitabı yok mu? Bana getir.” Arapça olarak Hastalar Risalesini götürdüm. Okudu geldi dedi ki, “ Bundan dört tane daha getir. Bu Said Nursi çok acayip bir insan.” “Neden?” dedim. Hani onlarda biraz Vahhabilik var ya, “Bu sufi değil” dedi. Üstad tevhid meselesinde “Yüzde yüz tamdır” dedi. Sadece Hastalar Risalesinde Üstadın itikadını tam mükemmel olarak anlamış.

 

Şimdi tam zıt kutuba git. Cevşen’i bir Şia’ya veriyorsun. Bakıyorsun çok güzel karşılıyor. Yani Üstad birbirine zıt olan Vahhabi ve Şia gibi iki gurubu kucaklamış. Yani herkes kendine göre bir şey buluyor Risale-i Nurda. Acayip bir iş… Hatta orda devam ettik. Bizim Selim kardeş var. Suriyeli, Türkiye’de okumuş. Güzel hizmetler yapıyor. Çok güzel Türkçe ve Arapça konuşuyor. Onunla da tanıştırdık o mühendisi.

 

Yani sen oturmuş Cevşen okuyorsun. Bakıyorsun yanındaki Arap, “Onu bana verir misin?” diyor. Adam böyle mest oluyor. Arapça Risale veriyorsun. Çok memnun oluyor. Yani aslında bizim oralara -bir seferberlik gibi- Risale-i Nuru götürmemize ihtiyaç var.  Mesela diyelim ki yüz kişi sadece bu işle meşgul olsa. Hakikaten büyük hizmetlere vesile olabilir.

 

BUGÜN BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN GÜNDEMİNE OTURMUŞ DURUMDA RİSALE-İ NUR

 

Risale- i Nur’un bugün geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?

Tabi biz şimdi hem Türkiye, hem de İslam âlemi cihetiyle bakıyoruz bu olaya. Said Nursi… Onlar “Nevarsi” diyor. “Said Nevarsi” diyenler var. İslam Aleminde Üstad’ı hemen hemen işitmeyen çok az insan var. Türkiye’de de öyle. Said Nursi dediğin zaman herkes duymuş. Saygıyla, hürmetle anılıyor.  Kimse aleyhinde bir şey söyleyemiyor. Birkaç tane istisna insanların dışında her gurup, her ehli iman, her ehli tarik Üstadı sitayişle kabul ediyor. Ve Üstadın yüz sene, atmış sene önce söyledikleri bugün tahakkuk ediyor. Türkiye’nin hürriyete doğru gittiği görülüyor. Ferdi teşebbüsün önemi artıyor. Özelleştirmeler bunu gösteriyor.

 

Bugün Risale-i Nur herkesin evinde var. Muhalif gurupların evinde bile var. Kendini Üstadın bir talebesi, Nur talebesi olarak görmeyen insanlar bile, Risale-i Nurdan istifade ediyor. Üstad’ın müjdelerinde de geçen, hani siz Risale Haber’de de demiştiniz. Badıllı ağabeyin bir hatırası vardı. Bugün Suriye’nin kapılarının açılmasına kadar, Üstad bunları istiyor, temenni ediyor. İslam âleminin gelişmesine, İttihad-ı İslam’ın gelişmesine Risale-i Nur büyük bir önayak olacağı görülüyor. Bu gün Filipinler’de, Malezya’da, Avrupa’da, Mısır’da, Ürdün’de, Suriye’de Risale-i Nur sempozyumları yapılıyor. Ve İslam âleminin ittifakını sağlayacak noktaya geldi Risale-i Nur. Şimdi bu gün 40-50 dile çevrilmesi bunu gösteriyor. Bugün Birleşmiş Milletlerin gündemine oturmuş durumda Risale-i Nur.

 

Bütün Nur cemaatleri arasında da güzel bir yakınlaşma başladı.

Evet. İşte onu da görüyoruz. Özellikle Mekke ve Medine’de bu daha güzel bir şekilde ifade ediliyor. Aradaki sebepler kalkıyor tabiri caizse. Bu Türkiye’ye de yansıyor. O lüzumsuz gerginlikler ve sürtüşmeler artık kalkıyor. Teavün başladı.

Geçenlerde Medine’de bir vakıf arkadaşımız ders okudu. Artık kimse “Bu bizim cemaatimizden değil” demiyor. Herkes hizmet yapıyor. Nur talebeleri, diğer ehl-i İslam herkes hizmetini yapmakla meşgul. Zaten Nur talebelerinin her cemaati kucaklaması, kardeş olması gerekiyor. Onların aleyhinde olmanın gıybet olduğunu söylüyor herkes. İşte bu noktaya gelindi. Hani Üstad diyor ya, “Senin mesleğin hak olabilir. Ama senden başka haklılar da var.” Yani meslekleri, yolları hak olan çok guruplar var. Bu çok önemli… Bir de hizmet de insanın yaşına benziyor sanki. Kemale eriştikçe o noktada daha iyi anlaşılıyor diye düşünüyorum. Ve hakikaten kaynaşmalar, yakınlaşmalar oluyor elhamdülillah.

 

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Son olarak söyleyeceğim nokta şu; belki de sizin son sorunuzun cevabının mütercimi olur. Şimdi tabi birçok insan birbirini tanımıyor. Zamanla guruplara ayrılırken aradaki açı büyümüş ve yeni katılan insanlar birbirini tanımamış. Bu nokta da Risale Haber’in yaptığı büyük bir hizmet var. Risale Haber sayesinde herkes birbirini tanımaya başladı ve insanlar fikirlerini söylüyor, orada yayınlanıyor. Yani herkes hizmetin bir ucundan tutmuş veya elini taşın altına koymuş görünüyor. Risale Haber bunu gösteriyor. Ve insanlar görüyor. Hac da İslam aleminin kaynaşmasına büyük bir vesile oluyor ama Türkiye’de Risale Haber buna önayak oldu. Ucundan tuttu diyelim. Ben sizi bütün arkadaşları tebrik ediyorum Risale Haber olarak.

 

İnsanları sevmek lazım… Muhabbet etmek lazım… Hele Nur talebelerini itmemek, kakmamak lazım… Düşman olmamak lazım… Dışlamamak lazım. O gayrıdır, diğeridir dememek lazım… Yani herkes bize lazım… Herkesi kucaklamak lazım… Hele hele kapasiteli, fikir üreten, güzel projeler üreten insanların herkesi kucaklaması lazım. Üstad onu öyle yapmış. Bakın herkesi idare etmiş. Herkesi o şefkat kanatlarının altına almış. “Yok gözünün üstünde kaşın vardır” diye insanları dağıtmamak lazım diye düşünüyorum. Biz bundan sonra daha toparlayıcı olacağız inşallah diye düşünüyorum.

 

VALİYE BAYRAM NAMAZINI “NEREDE KILACAKSINIZ” DEYİNCE

Bir de özellikle hizmetlerle ilgili şunu söylemek istiyorum: 1970 yılları inkarcılığın ve komünizmin kasıp kavurduğu dönemdi. Türkiye de bundan çok etkilenmişti. Bilhassa üniversite ve liseli öğrenciler karasaban gibi gelen bu musibete karşı çok etkileniyordu. Deccalizm de diyebileceğimiz inkarcılığın ilimden gelmesi büyük tehlike arzediyordu.

 

Tam bu helaket ve felaket döneminde Kur’an hakikatlarının tefsiri Risale-i Nur imdada yetişti. İlmi olduğu gibi, akla kabul ettiren delillerle inkarcılığa karşı koymuş. Gençlere bilhassa öğrencilere bir sığınak ve kale olmuştur. Kasırga gibi gelen inkarcılık fırtınasını kesmiş, etkisiz hale getirmiş hatta mağlup etmiştir. Üstad’ın belini kırmış olduğu dinsizliğin nefesi çıkmaz olmuş.

 

Tam bu sıralarda Anadolunun her yerinde olduğu gibi liseli gençlerin merkezi, uğradığı ve nefes alıp huzur bulduğu yerler dershaneler olmuş.

O dönemde Kur’an okumaya gelen ve Risale-i Nurları tanıyıp muvaffak olan çok genç vardı.

 

O dönemlerde Mustafa Sungur ağabey sıkça uğrardı. Her sene Urfa mevlidinden sora Kadir gecesi Birecikte Fevzi Allahverdi ağabeyin babasının evinde iftar ve ihya için birçok ağabey de gelip iştirak ederdi. Fevzi ağabeyin kendisi de gelirdi.

Mahmut Paşa camiinde dersane olarak kullandığımız oda vardı. Kitaplarımız hep ordaydı. Tabi ben kime ne verileceğini biliyordum. İzine ayrıldığım sırada arkadaşlar gençlere kitap veriyorlar. Halk partili birisinin oğluna da küçük kitaplardan vermişler. Babası kitabı almış Emniyete şikayet etmiş. Onlar da arama kararı almışlar. Kitapları aldıkları gibi beni de istemişler. Hemen geri döndüm. Emniyete gittim. Kitapların benim olduğunu, okuduğumu söyledim.

Emniyet beni alıp savcılığa sevk etti. Peşimize insanlar, cemaat takılmış, 1974 yılı idi. İçişleri bakanı Oğuzhan Asiltürk’tü. Büyük bir cürüm işlemiş gibi savcılık ifademi aldı. İfade sırasında Ene ve Zerre Risalesini verdi “oku” dedi, bir şey anlıyor musun. Bu kitaplardan bir şey anlaşılmıyor zaten diyordu. Ben okudun izah ettim. Savcı “ezberlemiş” dedi. Tutuksuz yargılama devam etti. Neticede kitaplarımızı da aldık.

 

Bu sırada adliyenin üstünde kaymakamlık vardı. Kaymakam da Üstadın kardeşi Abdülmecid abinin damadı, ismini yanlış hatırlamıyorsam İbrahim Kaymak idi.

Adıyaman’da uzun bir süre kaldım. On yıl kadar başta valiler olmak üzere Emniyet ve diğer dairelerle iyi diyaloglarımız ve hizmetimiz oldu. Adıyaman’da Alevi vatandaşlarımızla da iyi diyaloglarımız oldu. On iki senedir ayrılmışım, halen arayan alevi vatandaşlarımız var. Mübarek gün ve gecelerde mahalli TV’de programlarımız oluyordu. Bir Beraat gecesinde halkın da telefonla soru sorduğu programda Alevi kardeşlerimizden Mustafa Bayır, daha sonra da iyi dost olduğum ve halen görüştüğüm zat soru sordu.

 

“Devlet cami yapıyor, niye cemevi yapmıyor?”

Ben de; “Devlet cami yapmıyor halk yapıyor. Ayrıca cami bütün müslümanların ortak ibadet yeridir. Alevi, Tarikatçı, Nurcu, Süleymancı, yani herkes gelir beraber namazını kılar. Sonra kendi cemaatlerinin özel mekanına gider. Devlet Nurculara Medrese, Süleymancılara Kur’an Kursu, Tarikatçılara Tekke yapmadığı gibi Alevilere de Cemevi yapmıyor” dedim.

 

Bunun gibi birkaç soru daha sordu, gerekli izahı yaptık. İkna oldu. Halen dostluğumuz devam ediyor.

 

Biz Adıyaman’da önemli bir şey daha yaptık. 1993 yılı yaz tatilinde bütün okullarda yaz Kur’an Kursu açtık. Danıştay saldırısında öldürülen Mustafa Yücel Özbilgin vali olarak izin verdi. Hatta yaz kurslarını resmi bir programla açtık. Açılışını da Vali yaptı. Tabi atv bir gün flaş olarak duyurduğu bu hizmeti büyük bir cinayetmiş gibi birinci haber olarak verdi. Bunun üzerine çok tebrikler aldığımız gibi tehditler de aldık.

 

Bir arefe günü adı geçen valimizin makam arabasında Alay Komutanı ile beraber köyden geliyorduk. Valimiz camiye gitmiyordu. Ben Valiye, “Yarın bayram namazını hangi camide kılacaksın dedim.” Vali “benim dinime karışma” dedi. Ben de, “siz bir vali olarak sevmeseniz de ilin takımının oynadığı maça seyirci ve Adıyamanlılar için de olsa gitmeniz gerektiği gibi;halkın çoğunun gittiği bir bayram namazına da gitmeniz gerekmez mi?” dedim. Alay komutanı “Müftü Bey doğru söylüyor “ dedi.

 

Adıyaman’da hizmetlere omuz veren şevkli, gayyur, mütesanid bir cematimiz vardı. Aynı minval üzere devam ediyor. Nurettin abimiz halen her sabah dershaneye gelir, gençlerle sabah namazını kılar ve derslerini okurlar. Hizmette şunu esas almak gerektiği kanaatına vardım: Cemaat içinde mütevazi olmak. Herkes beni dinlesin, en iyiyi ben bilirim noktasından uzak durmak. Hep konuşmak değil, dinlemesini de bilmek lazım. Hep ben önde görüneyim, kimse beni geçmesin gibi kıskançlık duygulardan uzak kalmak. Gençlere değer verip önlerini açmak. En önemlisi de kucaklayıcı olmaktır.

risalehaber.com 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Azâmet ve Kibriyâ Hakkında Muhteşem Bir Bahis

Azâmet ve Kibriyâ Hakkında Muhteşem Bir Bahis Bediüzzaman Hazretlerinin muhteşem eseri Âyetü’l-Kübrâ’nın Mukaddimesinde yer alan, …

Önceki yazıyı okuyun:
Ünsî Hasan Efendi

ÜNSÎ HASAN EFENDİ 17.-18. yüzyıl velilerinden Ünsî Hasan Efendi, 1645 senesinde Kastamonu Taşköprü’de doğdu. Babası …

Kapat