Ana Sayfa / Yazarlar / Vahidiyet-Ehadiyet Hakikatından Bir Kokucuk / Ahmet KATIN

Vahidiyet-Ehadiyet Hakikatından Bir Kokucuk / Ahmet KATIN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

VAHİDİYET – EHADİYET

Nurlarda çok istimal edilen ve çok ehemmiyet verilen bir meseleye dair hayalime inkişaf eden bir manayı, alemime daha iyi yerleşmesi için kaydediyorum.

Vahidiyet ve Ehadiyet için Nurlarda birçok izahlar var. Bugün hayalime bir Padişah veya bir Sultanın vahidiyeti olduğu geldi. Yani saltanatında tek ve bir olduğu, şerike müsaadesi olmadığı.. Ama bu Sultanın umumi olarak ehadiyeti olmadığı hatırıma geldi. Yani, raiyet ve halkının her halini, her arzusunu bilmediği, görmediği, işitmediği…

Oradan hatırıma 16. Sözdeki sual ve temessül bahsi geldi. Yani (hulasaten) Allah bir olduğu halde, hadsiz işleri nasıl görür? Üstadımız aynadaki akis ve misallenme ile üç misal veriyor.

Temessülün çok enva’ından şu mes’eleye medar olacak üç nev’ine işaret ederiz:

Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil. Hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hasiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zîhayat yalnız sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hâssaları onlarda yoktur.

Yani insan kesif bir mahluk olduğu için aynadaki görüntü ve misali şeklendir, hayat özellikleri aynaya aksetmez. Aynadaki görüntüsü ölüdür. Yani ruhundaki özellikler aynaya yansımaz ve aynada kabiliyetleri görünmez.
Hayalimizdeki Sultanı hatırlayalım. Raiyet ve halkının, her halinden habersiz; onların yanında değil.

İkincisi: Maddî nuraninin akisleridir. Şu akis ayn değil, fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor, fakat o nuraninin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hayy sayılıyor.

Meselâ: Şems dünyaya girdi. Herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin herbirinde, Güneş’in hâssaları hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ı seb’a bulunuyor.

Eğer faraza Güneş zîşuur olsa idi, harareti ayn-ı kudreti, ziyası ayn-ı ilmi, elvan-ı seb’ası sıfât-ı seb’ası olsa idi; o vakit o tek ve yekta bir güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirisini kendine bir arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mani olmazdı. Herbirimizle âyinemiz vasıtasıyla görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.

Güneş yarı maddi, yarı nurani olduğu için, maddi olarak 150 milyon km. uzaklıkta fakat nuraniyeti itibariyle aynamızda ısı, ışık gibi hususiyetleriyle bulunuyor ve bize tesiri var. Hatta göz bebeğimizden bize (nuraniyetiyle) daha yakın. Fakat yine nakıs, çünki hayatı ve hayat hassaları olmadığından bizi bilmesi, görmesi… yok.

Üçüncüsü: Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem hayydır hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefs-ül emriyesini tamamen tutmuyor.

Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu bir anda, huzur-u İlahîde haşmetli kanatlarıyla Arş-ı A’zam’ın önünde secdeye gider. Hem o anda hesabsız yerlerde bulunur, evamir-i İlahiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mani olmazdı.

İşte şu sırdandır ki; mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salavatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirisine mani olmaz.

Hattâ evliyadan, ziyade nuraniyet kesbeden ve ebdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zât, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş.

Evet nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçerler ve o ruhanîler hayal sür’atiyle o meraya-yı nazifede, o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.

Üçüncüsünde ise, ruhlarındaki nuraniyet, cesedindeki maddiyatı sıfıra yaklaştırmış olanların akisleri.. Bunların ruhlarındaki nuraniyet, bütün kabiliyetlerini aynanın kabiliyeti nisbetinde gösterebiliyor. Yani muhatabını görüyor, işitiyor, cevap veriyor, isteklerini yerine getirebiliyor. Ama yine bir cihette noksaniyet var. Aynanın kabiliyeti bazı kabiliyetleri sınırlandırıyor. Elektrik gibi. Yani elektrik, ütü aynasında kendini ısı ile gösterebilir, ışık olarak veya görüntü veya alıcı verici olarak gösteremez. Çünki ütü aynasının kabiliyeti sınırlı, elektrik bir derece sınırsız.

Üstadımız bu misallerle meseleyi aklımıza yaklaştırıp, nefsimizi ikna edince, mananın hakikatına geçiyor.

Acaba, maddeden mücerred ve muallâ ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra ve şu umum envâr ve bütün nuraniyat onun envâr-ı kudsiye-i esmasının bir kesif zılali ve umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal nim-şeffaf bir âyine-i cemali ve sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi ferd uzak kalabilir, hangi şahsiyet külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir?

Bütün nur sahiblerine nur veren, bütün nurları yaratan, bütün nurların ezeli ve ebedi menbaı olan, koca güneş, Onun Nur isminin kesif, karanlık bir gölgesi olan Allah, Ehadiyetiyle her mahlukunun, her hayat sahibinin her an, her yerde… bütün isim ve sıfatlarıyla yanındadır. Onun şahdamarından, ona daha yakındır. Her halini görür, her sesini ve sessizliğini işitir, her arzusunu bilir, her işini görür…

Sultan gibi değil. Sultan vahiddir ama, ehad değil.

Ehadiyet manası ne kadar inkişaf ederse, insan o kadar kemale erer. Huzur-u İlahide olduğunu bilir. Her hali emr-i İlahi ve rıza-yı İlahiye daha da yaklaşır. Allahın muhabbetine ve muhibbiyetine yaklaşır. Hakiki abd olur. Her ne kadar biz Onu görmüyorsak da, O bizi görüyor. Biz de, görmediğimiz halde, Onun görür gibi davransak, bize nurdan kapılar ve pencereler açar, dünyadaki kesif tecellilerden, ahiretteki nurani tecellilere kapı açar.

28. Lem’ada işaret edildiği gibi:

… bu âlem-i fâni ve âlem-i şehadet ise âlem-i gayba ve dâr-ı bekaya bir perdedir. Cennet’in merkez-i kübrası uzakta olmakla beraber, âlem-i misal âyinesi vasıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi, hakkalyakîn derecesindeki imanlar vasıtasıyla, Cennet’in bu âlem-i fânide -temsilde hata olmasın- bir nevi müstemlekeleri ve daireleri bulunabilir ve kalb telefonuyla yüksek ruhlar ile muhabereleri olabilir, hediyeleri gelebilir.

14. Lem’ada ise:

Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir.

Ya Erhamerrahimin. Bize ehadiyet hakikatını aç. Bütün istidat ve kabiliyetlerimizi, kalb ve ruhumuzu, letaif ve hissiyatımızı ehadiyet ile sünbüllendir. Beşeriyet itibariyle unutarak, gafletle ehadiyetinin huzurunda yaptığımız edepsizlikleri, günahları, ayıpları, hatalarımızı afv et, mağfiret et, setr et, merhametinle bize muamelede bulun. Seni görür gibi olmayı, hareket ve ibadet etmeyi nasip eyle. Gafletten huzura, uzaklıktan yakınlığa, maddiyattan maneviyata, nimetten Mün’ime, isim, sıfat ve şuunatından Zatına muhatab olmaya bizleri çıkar. Rahmet ve şefkatinin hakkına ve hürmetine dualarımızı kabul eyle Ya Erhamerrahimin..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri

Manevi Buhranlar ve İman Hakikatleri Günümüzün hayat hızı ve anlayış tarzının getirdiği şeyler İslam’ın evrensel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Eski Meslekler

https://youtu.be/XV1vENqyVTw

Kapat