Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Vahy-i İlâhî’nin Mâhiyyeti ve Mertebeleri

Vahy-i İlâhî’nin Mâhiyyeti ve Mertebeleri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Ömer Nasuhi BİLMEN (rha)

Vahy-i İlâhî’nin Mâhiyyeti ve Mertebeleri:

Vahiy lûgatta işaret, kitabet; risâlet, ilham, gizli söz, teshir gibi ma’nâlara gelir. îhâ da: Bir şey’i nefse sür’atle ve gizlice ilka etmek ma’nâsınadır. Vahiy, din ıstılahınca: (Allahu Teâlâ’nın dilediği şey’leri Peygamber­lerine muhtelif hallerden biriyle bildirmesi) demektir. Peygamberler, in­sanlar arasında fıtrî safvetleriyle, akıl ve irfanlariyle mümtaz yaratılmış zâtlerdir. Allahu Teâlâ bunları vahyine mazhar etmiş, bunların vasıtalarîle beşeriyyete necatlarına rehber olan hükümleri, esasları bildirmiş, insanla­rı isti’datları nisbetinde, Zât-ı Ülûhiyyet’den haberdâr buyurmuştur, işte in­sanlar, ancak bu sayede mebde’ ve me’âdı anlamış, yaradılışındaki gayeyi öğrenmiş, saadet yollarını keşfedebilmiştir.1

Vahyin dokuz mertebesi, nev’i vardır:

1- Rü’yây-ı sâlihadır. Şöyle ki: Peygamberlerin gördükleri rü’yâlar, birer ilâhî i’lâmdır, mahz-ı hakiykattir, görüldükleri gibi zuhur eder. Pey­gamberlerin mübarek kalbleri hayâlâta ma’kes olamaz, misâl âleminde kalblerine muntabi olan herhangi birşey, aynı hakiykattir, başka değildir, on­ların rü’yâları yakaza hükmündedir. Nitekim bir Hadîs-i Şerif de buyurulmuştur. Ya’ni: “Biz nebîler zümresiyiz,   gözlerimiz uyur,  kalblerimiz uyumaz.” Peygamber Efendimize rü’yâ ile vahyin zuhuru Rebîu’l-Evvel ayına mü­sadiftir. Altı ay devam etmiş, sonra Ramazân-ı Şerîf içinde ve yakaza hâ­linde Vahy-i ilâhî başlamıştır. Hazret-i Âişe-i Sıddıyka validemizden rivayet edilen bir Hadîs-i Şerif de buyurulmuştur. Ya’nî: (Hazret-i Peygam­ber bir rü’yâ gördü mü, hemen sabahın aydınlığı gibi zuhur ederdi!) Sabâhın ziyasında şek edilemeyeceği gibi bu rü’yâların doğruluğunda da şüphe­ye mahal bulunmamıştır. Vahyin böyle bir rü’yâ ile başlaması, yakaza hâlinde tevâlî edecek olan Vahy-i ilâhî ile istinas husulünü te’min hikmetine mebnîdir. Vahy-i Rabbânî’nin mehabeti her türlü tasavvurların fevkindedir. Buna ancak Allahu Teâlâ’nın inayeti  sayesinde Peygamberler takat getirebilmiş­lerdir

2- Rü’yâ âleminde Hak teâlâ’nın cemâl-i bâ kemâlini müşahede ve sübhânî hitabelerini istima’ suretiyle vuku’ bulur. Nitekim bir Hadîs-i Şerîf’de buyurulmuştur ki vahyin bu kısmını göstermektedir.

3- Silsile-i ceres hâlinde vuku bulur. Şöyle ki: Vahiyden önce çan se­sine benzer gayet heybet-âver bir savt duyulur, bunun kesilmesini müteâkib vahyolunan şey’ler Peygamberin kalbinde temâmen mahfuz bulunmuş olur. Böyle bir savtın husulü, Peygamber olan zâtın bütün alâkalardan soyula­rak vahye olanca varlığîle yüz tutması hikmetini mutazammındır.

4- Peygamber olan zât, vahye âid savtı işitir, musavviti göremez. Bunun bir Vahy-i İlâhî olduğuna bir zarurî ilm ile muttali’ olur. Allahu Teâlâ, bu savtı cevv-i havada ya bizim bildiğimiz kelâm nev’inden olarak yaratır, veya başka bir nevi’ olarak vücûde getirir de bundan murâd ne olduğunu Peygamberine bildirir.

5– Kalbe vasıtasız bir halde ilka olunur. Şöyle ki: Peygamber olan zâtin kalbinde dîni hükümler hususundaki içtihadı ânında taraf-ı İlâhîden melek vâsıtası olmaksızın ilim husule gelir.

6– Kalbe vâsıta ile ilka olunur. Şöyle ki, Vahiy getirmeğe me’mur olan melek, Hak Teâlâ’mn emirlerini Peygamber olan zâtin kalbine yakaza hâ­linde ilka ve ifâza eder. Nitekim Hadîs-i Şerifi. vahyin bu kısmına âiddir. Ya’nî “Cibril-i Emin kalbime üfledi ki: Bir kim­se ecelini ve rızkını büsbütün bitirmedikçe ölmeyecektir. Artık Allah’dan korkunuz, rızkınızı araştırmakta güzel bir yol tutunuz.”

7– Melek vâsıtasîle olmaksızın yakaza hâlinde vuku bulur. Şöyle ki: Bu vahiy, ya hicâb arkasından zuhur eder veya hicab bulunmaksızın müşâfeheten tecellî eder. Semâların fevkında namazın farziyyetine dâir taraf-ı îlâhi’den vuku’ bulan vahiy, bu nevi’dendir. Mi’râc Gecesi rü’yetu’llâh’ın vukuuna kail olmayan zâtlere göre hicab bulunmaksızın vahiy vukuu, müsteb’addir. Âyet-i Kerîmesi de bunu gösterir. Mûsâ aleyhi’s-selâm’ın mazhar olmuş olduğu vahiy de verâ-i hicabdan tecelli etmiştir.

8- Melek-i Vahy’in, temessül edib tebliğde bulunmasîle olur. Nitekim bir Hadîs-i’ Şerîf’de buyurulmuştur. Ya’nî: “Cibrîl, bana gelir, benimle konuşur: Nitekim birinize arkadaşı gelib konuşur, onu arada bir hâil olmak­sızın görür.” Cibrîl-i Emîn, çok kere Ashâb-ı Kirâm’dan (Dahyetü’l-Kelbî) suretinde temessül ederdi. Meçhul bir a’râbî suretinde temessül edip Ashâb-ı Kirâm’a göründüğü de vâkı’dir. Dahye radıye’llâhu anh, Bedir Gazvesi’nden sonra İslâm şerefine nail olmuştur. Bu halde Hazret-i Cibril’in Dahye suretinde temessülü, Bedir Gaz­vesinden sonraki vahiylerde olmak i’câb eder.

9- Melek-i Vahy’in kendi sûret-i asliyyesi üzere görülerek tebliğde bulunmasiyle olur. Bu suretle vahiy, yalnız Resûl-i Ekrem Efendimiz’e iki de­fa vuku’ bulmuştur. Şöyle ki: Bir def’a Bi’set’in evvellerinde Peygamber Efendimiz Hirâ’da iken Cibrîl-i Emîn’i Ufuk-ı A’lâ’da müşahede etmiştir ki Cibril’in altıyüz kanadı Şark ile Garb’ı kaplamış bulunuyordu diye hitâb ediyordu.  Nazm-ı Celîl’i bunu nâtıktır. Resûl-i Ekrem Hazretleri ikinci defa olarak da Cibrîl-i Emîn’i Mi’râc Gecesi bu veçhile müşahede Âyet-i Celîlesi de bunu beyan buyurmaktadır. Meleklerin kanatları, Allahu a’lem hâiz oldukları melekiyyet sıfatların­dan, ruhanî kuvvetlerden ibarettir, yoksa kuşların kanatları gibi değildir. Melâike-i Kirâm’ı, kendi ruhanî fıtratları üzere görmek pek güçtür. Buna beşerî kuvvetler takat getiremez, meğer ki bir insan, Hazret-i Pey­gamber gibi ilâhî te’yidâta mazhar olsun. 794 târihinde vefat etmiş olan Zerkeşî unvanlı eserinde diyor ki: Resûl-i Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, Kur’ân-ı Mübîn’in âyetlerini iki tarîk ile telâkki buyurmuştur. Birisi, Re­sûl-i Ekrem, beşeriyyet hâlinden melekiyyet hâline intikal ederek Cibrîl-i Emin’den vahy olunan âyetleri telâkki buyururdu ki bu, vahyin en güç bir tarzıdır. İkincisi de Cibrîl-i Emîn melekiyyetten beşeriyyet suretinde zu­hur  eder,  inzaline me’mûr olduğu âyetleri Resûl-i Ekrem’e tebliğ  ederdi. Cibrîl-i Emîn de Kur’ân-ı Kerîm’in nazmını, ma’nâlarını ya taraf-ı İlâhî’den rûhânî bir tekarrub ve ittisal suretiyle ve hemen zâtinde mürtesem olacak bir sür’atle telâkki eder, yahud Levh-i Mahfûz’dan telâkki ve hıfz ederek yere nüzul eder, Resûl-i Ekrem’e tebliğde bulunurdu. Velhâsıl Kur’ân-ı Azîm’in nüzulü başlıca bu nevi’ vahye müsteniddir. Şunu da ilâve edelim ki vahyin mâhiyyetini lâiki veçhile bilmek bizim için mümkün değildir. Ancak vuku’u ve hakkıyyet öyle vazıh bir hakiykattır ki insaf sâhibleri için bunu inkâra mecal yoktur. Zâten Vahy-i îlâhî’ye dayanan şeylerin kendi yüksek mahiyyetleri de vahyin en parlak delillerin­den, şâhidlerinden bulunduğundan bu hakiykati başkaca isbata lüzum gö­rülmez. Kur’ân-ı Kerîm’in ulviyyetini, Resûl-i Ekrem’in mukaddes hayâtını, Vahy-i Sübhânî sayesinde vücûde getirmiş olduğu o harikulade, mes’ûd in­kılâbı tefekkür etmek de vahyin mevcudiyetini ve hakkıyyetini bilib tasdik etmek için kifayet eder. Bu mebhas, bir Felsefe-i Dîniyye olan Kelâm îlmi’ne âid olduğundan biz burada bu kadar ma’lûmat vermekle iktifa ediyoruz.2

Ömer Nasûhî BİLMEN (rha), Büyük Tefsir Tarihi

1. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi (Tabakatü’l-Müfessirin), Bilmen Yayınevi: 1/17.
2 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi (Tabakatü’l-Müfessirin), Bilmen Yayınevi: 1/17-20.
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hakikata Şahit Tarih; Ama Resmî Olmayanı…

İnsan “en câmi” bir fıtratta yaratıldığından çok zaman mihanikî bir duygu gölünde saklanamıyor. Bazen “sükûnette” …

Kapat