Vakf-ı Hayat Etmek ve Haslar Dairesi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

HASLAR DAİRESİNİN VARLIĞI

Risale-i Nur mesleğinde ve hizmet hayatında “dar da­ire” ve “haslar da­iresi” tabir edilen birinci iman hizmeti da­iresinde hiz­met edenlerin varlığı muha­faza edilip devam et­mesi, değişmez bir hususiyettir.

Evet, Risale-i Nurda iman, şeri’at, hayat tabir edilen üç va­zifeden birinci iman hizmetini esas alanlar, medre­seler bünye­sinde ve irtibatında haslar daire­sini teşkil ederler.

Risale-i Nur eserlerinde haslar dairesinin varlı­ğını ifade eden ve erkânlar, vârisler, nâşirler, sâhipler ve has ta­lebeler gibi tabirlerle nazara verilen ve bi­rinci iman hizme­tine bakan beyan­lardan bazı kısımlar buraya alın­mıştır.

En birinci vazife olan iman hizmetinin has daire­sinde, saff-ı evvel maka­mını kazanan merhum Hulusî ve Sabrî Ağabeylerin haslar dairesindeki iman hizmetinde derece-i alâkalarını nazara verip bu hizmete teşvik eden Üstad Bediüzzaman Hazretleri di­yor ki:

1- «Bu iki zat hakikî talebelerimden ve ciddî arka­daş­larımdan ve hizmet-i Kur’ân’da arkadaşlarım içinde tale­belik ve kardeş­lik ve arkadaşlığın üç hassası var ki, bu iki zat üçünde de birin­ciliği kazanmışlar.

Birinci hassa: Bana mensup herşeye malları gibi tesa­hup edi­yorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alı­yorlar, Allah’a şükrediyorlar. Adeta ce­setleri muhtelif, ruhları bir hükmünde, hakikî manevî ve­reselerdir.

İkinci hassa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en bü­yük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıta­sıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i ha­kikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hiz­met olduğunu telâkki­leridir.

Üçüncü hassa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve ecza­hane-i mukaddese-i Kur’âniye’den aldığım ilâç­ları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları mer­hem sure­tinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mü­tehassis olu­yorlar. Ve ehl-i imanın iman­larını mu­hafaza etmek gay­reti, en yüksek derecede ta­şı­maları ve ehl-i imanın kal­bine gelen şübehat ve ev­hamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yük­sek bir derece-i şefkatte his­setmeleri­dir.» (Barla Lâhikası sh: 21)

Risale-i Nur’a haslar gibi sahib çıkılması için ya­pılan teşvik:

2- «Isparta kahramanları gibi, Konya’nın mübarek âlimleri Risale-i Nur’a sahip çıktıklarından, daha dün­yaca, vazife-i Nuriyeye bir endişem kalmadı. O müba­rek ve kuvvetli ellere Risale-i Nur’u emanet edip ra­hat-ı kalb ile kabrime gidebilirim.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 129)

Yine haslar dairesini teşkil eden talebeliğin şart­ları ve hu­susiyetleri hak­kında şu izahat veriliyor:

3- «Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi telif et­miş ve yaz­mış nazarıyla bakıpneşrine ve ehil olan­lara iblâğına ça­lışmaktır

Bir talebe, yüz dosta müreccahtırSözler namın­daki en­vâr-ı Kur’âniye ise, en mühim ibadet olan ibadet-i tefekküriye nev­’indendir. Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saâdet-i ebe­diyenin anahtarıdır.» (Barla Lâhikası sh: 328)

4- «Ben öldüğümde sizi arkamda vâris bıra­karak fe­rahla kedersiz kabrime girmek Rahmet-i İlâhiyeden ümit ederim.» (Barla Lâhikası sh: 115)

5- «Abdurrahman’ın vazifesi de size ilâve edildi. O benim ha­kikî bir vârisim idi. Yazdıklarımı ve malımı kendi malı telâkki ederdi, öyle de sahip oluyordu. Sen de bun­dan sonra yazı ve söz­leri, senin hocanın yazısı diye tutma kendi malın ve se­nin sözle­rindir bil, öyle sahip ol. Hakkı Efendiye söyle ki, o da kar­deşim Abdülmecid yerinde kendini anlasın ve onun va­zifesiyle mükellef oldu­ğunu bilsin.» (Barla Lâhikası sh: 249)

6- «Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî ola­rakSözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazınıedâ etmek, yedi kebâiri işle­memektir.

Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim va­zife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.» (Mektubat sh: 344)

Hizmet-i imaniyeyi yüklenen has daire heyeti:

7- «Senin hakikat-i rüya nev’inden olan vakıalar, o hakikatin temessülâtıdır. Şöyle ki:

O vâsi meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihaye­tindeki mescid, Isparta vilâyetidir. Etrafı bulanık, çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atâlet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşma­dan, sür’atle mescide eriştiğin, herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sahip çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kal­dığına işa­rettir. Mesciddeki küçük cemaat ise, Hakkı, Hulûsi, Sabri, Süleyman, Rüştü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühtü, Lütfi, Hüsrev, Refet gibi, Sözlerin hameleleridir. Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözlerdeki kuvvet ve sür’at-i intişarlarına işarettir. Birinci safta sana tahsis edilen ma­kam ise, Abdurrahman’dan sana münhal ka­lan yerdir. O cemaat, telsiz âletlerin âhizeleri hük­münde, bütün dün­yaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikati ise, inşaal­lah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çe­kirdek iseler de ileride tev­fik-i İlâhî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın mer­kezi olurlar. Sarıklı, küçük, genç bir zat ise, Hulûsi’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükme­de­mem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atıla­cak bir zattır.» (Mektubat sh: 349)

İlk devredeki haslar ve sonraki ehl-i hizmet:

8- «Üstad, tâ Barla’dan beri daima has talebele­riyle, Nurların neşrine çalışanlarla görüşmüş, onları hizmet­lerinden dolayı tebrik ve teşcî et­mişti. Bu tarihten sonra mektepliler ve memurlar Nurlara müteveccih oldular. Nur hizme­tini hayatları­nın gayesi addeden ve bu hizmetle vatan, millet ve İslamiyet’e en büyük faydayı temin eden talebeler mey­dana çıkarak hizmete başladılar.» (Tarihçe-i Hayat sh: 614)

9- «Hizmet-i Kur’âniyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlâhî ile nezaret eden ve himmet ve du­asıyla yardım eden Gavs-ı Âzamın bir nevi kerameti beyan edile­cek. Tâ ki, bu hizmet-i kudsi­yede bulunanlar, ciddiyetle­rinde, hizmet­lerinde sebat et­sinler.

Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir.

Birinci nevi: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimle­rini o hiz­mete sevk etmek cihetidir.

İkinci kısım: Mânileri bertaraf etmek ve muzırla­rın şerrini def edip onları tokatlamaktır.

Bu iki kısmın hadiseleri çoktur, hem çok uzun­dur.HAŞİYEBaşka vakte tâliken, en hafif olan üçüncü bir kı­sımdan bahsedece­ğiz.

Üçüncü kısım şudur ki: Hizmette hâlisen çalı­şanlara fütur geldiği vakit şefkatli bir tokat yer­ler, intibaha ge­le­rek yine o hizmete girer­ler.» (Lem’alar sh: 40)

10- «Evet bu risale, iki kısım olarak yazılmış. Birinci kısımdahas ve sâdık Kur’ân Hizmetkârlarının sehiv ve hataları neti­cesinde yedik­leri tenbihkârane şefkat tokatları. İkinci kısımda zâ­hiri dost ve kalbi muarız olanların bilerek verdikleri zarara mu­ka­bil, zecirkârane yedikleri tokatla­rından bahsedile­cekti.» (Lem’alar sh: 380)

Himayet-i ilâhiye ile dünya alâkalarını terkeden has daire hizmetkârları:

11- «Hizmet-i Kur’âniyede bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli—tâ, ihlâsla, ciddiyetle hiz­met-i Kur’âniyede bulunsun.» (Lem’alar sh: 42)

12- «Cenâb-ı Hak bir abdini severse, dün­yayı ona küs­türür, çirkin gösterir. İnşaallah sen de o sevgililerin sınıfın­dansın. Sözlerin neşrine mâni­lerin çoğalması sizi müteessir etme­sin. İnşaallah, neş­rettiğin miktar bir rah­mete mazhar olduğu za­man, pek bereketli bir surette o nurlu çekirdekler, kesretli çiçekler açacaklar.» (Mektubat sh: 278)

13- «Evet Cenab-ı Hak (C.C.), bir abdini se­verse, dünya­nın süs ve zînetlerini ona sevdir­mez. Belki bela ve musi­betlerle ona kerih gös­te­rir.» (Mesnevi-i Nuriye sh: 193, Tercüme A. Badıllı)

Has daireyi bertaraf etmek için zendekanın değişik bir planı:

14- «Sizin beraatiniz ve mânen galebeniz zâlim­leri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanâne taar­ruzdan vazgeçip, dostâne hulûl edip, has talebe­leri Risale-i Nur’un hizmetin­den geri bırak­mak için memu­riyet gibi bir meşgale bulu­yor­lar, veya terfian işi çok di­ğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 147)

15- «Ehl-i dalâlet, Risale-i Nur’un intişarına set çek­mek için, has talebelerin ve ciddî çalışanların şevklerini kırmak ve onlara fütur vermek için, ayrı ayrı tarzlarda, umumî bir plân dahilinde taarruz edili­yor. Hâlislere fütur veremediklerinden, başka meşga­le­ler bulmakla çalışma­larına zarar veriyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 197)

Has dairedeki iman hizmeti muhafızları ve bekçi­leri:

16- «Her vakit yanımda bulunan kardeşlerim, Risale-i Nur’a sizin gibi pek ciddî sahip ve mu­hafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zatların benim ye­rimde benden daha kuvvetli, ih­lâslı olarak vazife-i Kur’âniye ve imaniyede çalış­tıkla­rını gördüğümden, ke­mâl-i ferah ve sürur ve itminan ve isti­rahat-i kalble ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılı­yorum, bekliyo­rum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 5)

17- «Rabb-i Rahîmime hadsiz şükür olsun ki, si­zin gibileri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir ve muhafız halk etmiş benim gibi âciz bir biçarenin za­yıf omuzundaki ağır yükü çok hafif­leştirmiş.» (K. Lâhikası sh: 14)

18- «Hâlık-ı Rahîme hadsiz şükrederim ki, sizler gibi se­batkâr ve fedakâr kardeşleri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir yapmış. Ben sizleri düşün­dükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medâr-ı tees­süf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye, mevte, dostâne ba­kıyorum, ecelimi telâşsız bekliyo­rum. Allah sizden ebe­den râzı ol­sun. Âmin, âmin, âmin.» (Kastamonu Lâhikası sh: 21)

19- «İhtiyar, zayıf, âciz bir Said yerine genç, kavî, ik­tidarlı çok Said’ler sizlerde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı iman… Hadsiz şükür ve senâ olsun ki Rabb-i Rahîm sizleri Risale-i Nur’a hâmi, nâşir, sahip, şakird eylemiş. Bizlere pek çok ağır müş­kilât içinde kudsî hizmete muvaf­fakıyet ihsan etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 27)

20- «Risale-i Nur’un iki Lütfü’leri ve Mustafa’ları ve Hâfız Ali’leri, Küçük Sabri olan Nureddin ile beraber has talebeler da­iresinde, Ramazan feyzine, mâ­nevî kazanç­lara inşaallah hissedar kabul edildi.» (Kastamonu Lâhikası sh: 36)

21- «Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sahip ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime (Kastamonu Lâhikası sh: 76) bugünlerde vuku bulan bir hadise münase­be­tiyle beyan ediyorum ki, Risaletü’n-Nur hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ih­tiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvet­lendir­mek ve tahkikî yapma­nın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır.»

Şirket-i uhreviye duasına mazhar, has kardeşler da­iresi:

22- «Bu mübarek Ramazan’da, iştirâk-i a’mâl düs­tur-u esa­siyle, herbir has kardeşimizin kırk bin dili bulunan bir melâike hükmünde, kırk bin dil­lerle, yani kardeşlerin adedince mânevî dilleriyle ettik­leri ve edecekleri dualar, rahmet-i İlâhiye nezdinde makbul olmasını, o lisanlar adedince, Cenab-ı Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz. Bu mahiyetteki Ramazan’ınızı tebrik ediyoruz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 94)

23- «Bundan yirmi gün evvel, eyyam-ı mübare­ke­den sonra hatırıma geldi ki, vazifedarâne kalemi her gün istimal etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri ünvan-ı icmâlî­sinde her yirmi dört saatte yüz defa hissedar ol­mak yeter diye, hususî isimlerle has şakird­ler da­iresi içinde bir kıs­mın isimleri muvakkaten tayye­dildi. Kardeşimiz Hakkı Efendi de onların içinde idi. Birkaç gün öyle devam etti. Sonra birden hiç sebep his­setmeden yine Hakkı, Hulûsi’ye arkadaş oldu. İsmiyle, resmiyle has dairesine girdi. Hakkı’nın “Beni du­adan unutmasın” diye, mektubunuz­daki fıkra­nın ya­zıldığı aynı zamanda, hususî duayı ka­zanmış he­sabıyla tahmin ettik.» (Barla Lâhikası sh: 372)

24- «Merhum Hâfız Ahmed’in akrabasına benim ta­rafımdan tâziyeyle beraber de ki: Bir iki ay evvel bir­den bire dua ederken, en has akraba ve en hâlis talebele­rin dairesine Hâfız Ahmed girdi, “Benim de bu dairede hak­kım var” dedi gibi hissettim. Onu o has daire içinde her vakit mânevî kazançlarıma hissedar ol­mak için bıraktım ve öyle de kalacak inşaallah. Ve an­ladım ki, iki­niz bidâye­ten, beraber Risale-i Nur’a hizme­tiniz içindir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 34)

25- «Sıddık Süleyman, Rüştü buraya gelmek ihti­mali var. O kahraman kardeşim yakînen bilsin ki, ben ondan ziyade ona müş­takım. Fakat o her gün, has da­iresinin bi­rinci safında mânen yanımızda bulunu­yor, mânevî ka­zançlarımıza da hissedar oluyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 214)

26- «Umum kardeşlerime, hususan haslarına birer birer selâm ve dua ederim.» (Kastamonu Lâhikası sh: 8)

27- «Hem sen hem Hüsrev, Halil İbrahim’den bah­sediyorsu­nuz. O zat, Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir ta­le­besi ve iktidarlı bir nâşiridir, hem haslardan­dır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 35)

28- «Hâfız Ali’nin kıymettar bir kardeşimiz olan Aydınlı Hasan Âtıf hakkında medhi ve tafsili bizi min­net­tar etti. O karde­şimizhaslar içinde her sabah yanımızda­dır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 108)

29- «Salisen: Nis’li Kureyşîlerden Ahmed Kureyşî, muhterem pederiyle ve ammizadesi Ahmed ile Nurların has naşir ve talebelerinden olması, o havali şakirdlerinin namına Nurlar hakkında güzel manzum fıkraları Lâhikaya girdi.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 161)

30- «Teşrik-i mesai sırrıyla ve her has Nurcu, umum Nurcuların mânevî kazancına hissedar olma­sıyla, mânen binler dille ibadet ve dua ve istiğfar ve tes­bihat yapmaya hakikî uhuvvet ve ihlâs ile mazhariyeti­nizi rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz ve öyle de ümit ediyoruz.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 17)

31- «Hem Sav Köyünün bahadır çobanları torba­la­rında Risale-i Nur’u yazmak için taşımaları, aynı oradaki hanım­ların fedakârlıkları gibi, bu hava­lide gayet tesirli bir medar-ı teşvik olacak. O hanımla­rın ve o çobanların hu­susî isimlerini bilmek arzu ediyoruz tâ hususî isimle­riyle has talebe­ler içine girsinler.» (Kastamonu Lâhikası sh: 95)

Has şakirdler, içtimaî ve siyasî alâkalardan uzak du­rurlar:

32- «Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken zâlimlerin satranç oyun­larına bakmakla vazife-i kudsi­ye­lerine fütur vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştır­mamak ge­rek­tir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 118)

33- «O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi it­ti­had-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir sal­tanat ve kuvvet ve mil­yonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört de­rece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli gö­rü­nüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeş­lerimizin tâbire ve te­vile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve ver­miş.» (Sikke-i Tasdikî Gaybî sh: 9)

34- «Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanâne ta­ar­ruzdan vazgeçip, dostâne hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için memu­riyet gibi bir meş­gale buluyorlar veya terfian işi çok di­ğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada, o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz, bir cihette daha zararlı gö­rünüyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 147)

Has şakirdlerin makam-ı manevîyeleri:

35- «Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mâ­nevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferid” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarru­fun­dan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mec­bur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu ta­nımaya mecbur olmuyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 196)

36- «Hasan Feyzi’nin bir mektubu vardır. Hülâsası:

“Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili ve hakkın il­hamı olup onun izniyle yazıldığına şüphe yok… Ben kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitaptan alınmadım, hiçbir eser­den çalınmadım. Ben Rabbânî ve Kur’ânîyim. Bir lâyemu­tun eserinden fışkıran kera­metli bir Nurum… Sen çok fe­yizli ve rahmetli bir hak kitapsın. Bazı has ve hâlis talebe­lerini evliya ve asfiya nişanlarıyla tal­tif ve tezyin edi­yorsun.» (Şualar sh: 436)

37- «Bu hakaik-i imaniye-i Kur’âniye başka cere­yan­lara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve el­mas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların naza­rında cam parçalarını indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizme­tini tam yerine getirmek için,Risale-i Nur’un has ve sâdık talebeleri, gayet şiddet-i nef­retle siyasetten kaçıyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 146)

Has şakirdlere bakan işarat-ı gaybiye:

38- «Yalnız bu kadar anlaşıldı ki, [1] بِاَيْدِى سَفَرَةٍ كِرَامٍ بَرَرَةٍ fıkrası Risale-i Nur’un nâşir ve kâtiplerine mânâ-yı işârî ile ba­kıyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 82)

39- «İşârât-ı Kur’âniye risalesinde Fatiha’nın âhi­rinde sırat-ı müstakim ashabı ki, الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyetiyle tarif edilen taife içinde, hem لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى (ilâ ahir) hadisinin âhirzamanda gös­terdikleri mücahidler içinde ve hem Ve’l-Asri Sûresinin اِلاَّ الَّذِينَ اۤمَنُواdan başlayan üç cümlenin mânâ-yı işârisinde hu­susî bir surette bir ferdi, Risale-i Nur’un has şakird­leri olduğuna sebep nedir ve veçh-i tahsisi ne­dir?» (Kastamonu Lâhikası sh: 209)

Mahrem risaleler haslara mahsustur:

40- «İşârât-ı Kur’âniye ve üç keramet-i Aleviye ve keramet-i Gavsiye hakkındaki Sikke-i Gaybiye risa­le­sine bir tenbih ve ih­tardır.

Bu gayet mahrem risaleler, nasılsa, muannit bir nâ­mahre­min eline bu risalelerden birisi geçmiş. Gayet sathî ve inat naza­rıyla bir iki yerine haksız bir itirazla ehemmi­yetli bir hadiseye se­bebiyet verdiğinden, bu mecmua, Risale-i Nur’un has talebe­lerine, belki ehass-ı havassa mahsus olduğu halde ve benim ve­fatımdan sonra intişa­rına müsaade olmasıyla beraber, şimdi mezkûr hâdisenin sebebiyle herkese de­ğil, belki ehl-i insaf ve Risale‑i Nur’la alâkadar ve tale­belerinden bulunanlara haslar­dan birkaç şakirdin tensi­biyle gösterilebilir fikriyle yaz­dık.» (Kastamonu Lâhikası sh: 213)

41- «İşârât-ı Selâse

On Yedinci Lem’anın On Yedinci Notasının Üçüncü Meselesi iken, suallerinin şiddet ve şümulüne ve cevapla­rının kuvvet ve par­laklığına binaen, Otuz Birinci Mektubun Yirmi İkinci Lem’ası ola­rak Lemeâta karıştı. Lem’alar bu Lem’aya yer vermelidirler. Mahremdir, en has ve hâlis ve sâdık kardeşleri­mize mah­sus­tur.» (Lem’alar sh: 168)

Haslarda tam fedakârlık:

42- «Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissi­yat bulun­duğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve din­lemiyor ki on­larla ıslah olsun ve kusurunu anla­sın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un er­kânları gibi, her şeyini, ena­niyetini bıraksın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 233)

İsimleriyle bilinen has şakirdler:

43- «Mübarek Hüsrev, mektubunda, has kardeşlerimizden Refet, Rüştü, Kâtip Osman, Osman Nuri, Âtıf ve Feyzi’nin bir yâdigâr-ı ta­hattur olarak, birer nüsha yazı­larını bizlere he­diye edil­melerini yazıyor. Cenab-ı Hak, onlara, yazdık­ları herbir harfe mukabil bin hasene versin. Âmin.» (Kastamonu Lâhikası sh: 240)

44- «Başta Hüsrev, Bekir Bey, Rüşdü, Hafız Ahmed, Sezâi, Keçeci Şeyh Mustafa, Tenekeci Mehmed Efendi gibi has kardeşle­rinize selâm, dua ediyorum.» (Barla Lâhikası sh: 340)

Risale-i Nur bir daire değil:

45- «Risale-i Nur, bir daire değil mutedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşir­ler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var. Erkân dâiresine liyakatı olma­yan Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraf­tar olmamak şartıyla dâire haricine atılmaz. Hasların hâsiyeti, bu­lunmayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe ola­bilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olma­mak şar­tıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusurla düş­man sı­nıfına iltihak etmemek için, dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur’un erkânlarında ve sahiplerindeki esrar­lar ve nazik tedbirlere onları teşrik etmemek gerektir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 248)

Has şakirdlere muhalefet etmemek:

46- «Bu musibette biz birbirimizden şekvâ etmek hem haksız hem mânâsız, hem zararlı, hem Risale-i Nur’dan bir nevi küsmek­tir. Sakın, sakın, has rükün­lerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir se­bep görüp on­lardan gücenmek ise, Risale-i Nur’dan çekilmek ve ha­kaik-i imaniyeyi öğ­renmeden pişman olmaktır.» (Şualar sh: 322)

Haslardan saff-ı evvel olanlar:

47- «Risale-i Nur’un gayet ehemmiyetli bir şa­kirdi olan Hulûsi Beyin ehemmiyetli bir mektubunu gördüm. Elhak, o karde­şimiz, birinciliğini daima mu­ha­faza edi­yor. Ben onu daima kalem elinde, Risale-i Nur’un işi ba­şında biliyorum. Hem bütün muhabe­re­lerimde birinci safta (Kastamonu Lâhikası sh: 244)muhataptır.»

48- «Pek çok alâkadar olduğum Kastamonu ve için­deki ehemmiyetli kardeşlerim, Isparta şakirdle­riyle va­sıta-i irti­bat, Mustafa Osman, hakika­ten az bir zamanda çok ehemmiyetli bir iş gör­me­sinden, birinci saftaki has­lar içine girmeye hak kazanmış. Demek ihlâsı tamdır ki, az bir za­manda çok zaman işini gördü. Cenab-ı Hak, onun emsa­lini o ha­va­lide çoğaltsın ve selâmet versin. Âmin.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 70)

Hasların hayatı Risale-i Nur’a aittir:

49- «Salâhaddin, hususî, kendine ait bir meseleyi so­ruyor. Dünya, hayat-ı içtimaiyeye bağlanmak istiyor. Madem o haslar içindedir, kat’iyen Risale-i Nur’un hiz­metine zararı varsa, girmeyecek. Olarak çalıştırsa, o hayata girebilir. Çünkü hasların hayatı, Risale-i Nur’a aittir ve şahs-ı mânevîsini temsil eden şakird­lerinin tensibiyle kayıt altına girebilir. Peder ve validesinin reyleri de varsa, in­şaallah zararı ol­maz.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 80) Eğer bilse ki, o refika-i hayatını bazı has kardeşleri­miz gibi Risale-i Nur’un hizme­tinde yardımcı olarak çalıştırsa o hayata girebilir.

Haslardan varis olan şakirdlerdir:

50- «Vasiyetnamemdir

Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim,

Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sün­net­tir. Benim metrûkâtım ve Risale-i Nur’dan olan be­nim hu­susî kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmuala­rım ve sair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabri­ka­ların heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî ola­rak o heyetten on iki* kahra­man kardeşlerime va­siyet ediyorum. Onlara bırakıyo­rum ki, emr-i Hak olan ecelim gel­diği zaman, benim ar­kamda o metrûkâ­tım, benim bedelime o sâdık ve müba­rek ellerde hiz­met-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve isti­mal edilsin.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 136)

51- «Rüştü’nün çok defadır hususî selâm eden kah­raman bi­raderi Burhan, eskiden beri, ümmîliğiyle bera­ber, Nurlara lü­zumlu zamanlarda ehemmiyetli hizmet­leri için, onu da haslar sırasında her gün is­miyle kazançlarımızda hissedar edi­yoruz.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 151)

Has şakirdler taife-i nisadan da vardır:

52– «Hüsrev’in himmetiyle daireye giren ve Nurun yeni şa­kirdlerinden bana mektup yazan Hatice ve Râbia, haslar içinde kabul edildiler.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 165)

53- «Kastamonu’da iken nasıl hergün dualarımda ve mânevî kazançlarımda Nurun has şakirdlerin­den Âsiye, Ulviye, Lütfiye’ler, Zehra’lar, Şerife’ler, Hâcer’ler, Necmiye’ler, Nimet’ler, Aliye’ler hissedar olmak için mânen yanımda bulunuyordular aynen şimdi de öyledir­ler.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 177)

54- «Nurlara az zamanda çok hizmet eden Mustafa Osman’ın gayet tevazukârâne ve mahviyetkâ­rane mek­tubu, tam onun hâlisane sadakatini ve ihlâ­sını ispat edip on beş senelik has­larla omuz omuza geldiğini gös­terir. Zaten yazdığı Asâ-yı Mûsâ mecmuası kuvvetli bir de­lildir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 172)

Has şakirdler, Hazret-i Üstaddan sonra hizmeti yü­rü­tür:

55- «Benim vazifem bitmek üzeredir. Risale-i Nur, hususan mecmuaları, herbir nüshası, Said’e karşı hüsn-ü zannınızın fev­kinde onun vazifesini görebilir ve görü­yor. Ve Nur şakirdlerinin haslardan her­bir feda­kârı, o Said’in vazifesini mükem­mel görebilir. İnşaallah ileride tam gö­recekler. Bir Said içinizde nok­san olmakla, yüzer mânevî Said olan mecmualar ve binler maddî Said’ler, içinizde halis ve mü­kemmel o vazifeyi görebilirler ve görüyor­lar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 180)

56- «Size hayatımda vefattan sonra elinize geçe­cek mânevî malımı ve hukukumu size vermeye ve [2] مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا sırrına bi­naen, ölümden evvel sizi bil­fiil vâris yapmaya dair bir Nur şakirdi sordu ki: “Hikmet nedir? Sizi daha çok zaman aramızda görmek istiyoruz. İnşaallah öyle kalacaksınız.”

Ben de dedim ki: Eğer vefattan sonra bu hakikî ve hakikatli vârislerin eline bu malım geçse, dünya malı gibi bir derece tak­sim olur derecesine göre her birisi maldan bir kısmına hakikî ma­lik olur, umumuna mâ­lik olamaz. Fakat ölümden evvel vârislere verilse em­vâl-i uhrevî gibi, herbirisi umum o mala, o nur lâmba­sına derecesine göre mâlik sayılır. Her birisi küçük birer Said olur bir nöbetçi yerine, binler nöbet­çiler olur. Said’in, ir­siyette yalnız binden bir hisse sahibi bir Nurcu olmaz, belki tam bir genç Said olur.

Meselâ o emvâl, emvâl-i Nuriye, faraza bir hazine kadar olsa, binler Nurculara tevziatta, taksimatta yirmi­şer, yüzer altın düşe­bi­lir. Fakat vefat etmeden onları on­lara vermek, bir sırr-ı azîme bi­naen, her birine isti­dadına göre, haslara bir milyon birden düşebi­lir. Bu sırrın bir sırrı var, şimdi izah edemem.

Yine o şakird dedi ki: “Herbir has şakirdin, se­nin gibihayatını ve bütün rahatını feda edebi­lir mi ki, o koca malı bütün birden alsın?”

Ben de dedim ki: İnşaallah, tesanüdün sırr-ı âzîmi ile—ki, üç elif has şa­kirdlerin mabeynindeki te­sanüd-ü hakikînin verdiği kuv­vet, benim gibi bir biçarenin sizce fevkalâde zannedilen fedakârlı­ğından geri kalmayacaktır inşaallah.»(Emirdağ Lâhikası-l sh: 216) tesanüdle yüz on bir kuvvetinde gösterdiği gibi

Has şakirdler, hizmetin tedvirinde söz sahibidir:

57- «Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirdlerin ve sizle­rindir. Benim de şimdi bir reyim var.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 223)

58- «Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur’un has şakirdleri ve müdakkik nâşirleri, meşveretle, hususan Isparta’dakilerle,maslahat ne ise yaparsınız.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 109)

Has şakirdliğe kabul edilme:

59- «Alamescid imamı faal kardeşimiz İbrahim Edhem’in kendi sisteminde tam Nurcu olarak bulduğu vaiz Ali Şentürk’ün ve vâiz Osman Nuri’nin samimî ve fe­dakârane ve Nur hizmetinde azimkârane mektup­la­rında arzu ettikleri tarzda has şakirdler dairesinde kabul olmuş­lar. Cenab-ı Hak onları muvaffak eyle­sin. Âmin.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 260)

Has, vâris şakirdlerin bazısını iftiralarla çürütme planları:

60- «Gerçi has kardeşlerim herbirisi mü­kemmel bir Said hükmünde Nura sahiptirler. Fakat ihlâstan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bu­lunduğundan ve meşrep­lerin ihtilâ­fıyla, hapiste ol­duğu gibi, bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar gelmesi ihtimaline binaen bu bi­çare ihtiyar hasta hayatım, tâ Lem’alarSözler mecmu­ası da çı­kıncaya kadar ve kor­kaklık ve kıskançlık da­marıyla hocaları Nurlardan ürküt­mek be­lâsı def olun­caya kadar ve tesanüd tam muhkem­leşin­ceye kadar o hayatımı muhafazaya bir mecburiyet his­se­diyorum. Çünkü uzun imtihanlarda mahkemeler, düşman­larım, benim gizli ve mevcut kusurlarımı göre­mediklerinden, hıfz-ı İlâhî ile bütün bütün beni çürüte­mediklerinden, Risale-i Nur’a galebe edemiyorlar. Fakat hayat-ı içtima­iyede çok tecrübelerle mahiyeti bi­linmeyen, benim vâ­rislerim genç Said’lerin bir kısmını, Nurun za­rarına iftiralarla çürütebilir­ler diye o telâştan bu ehem­miyetsiz hayatımı ehemmi­yetle muhafazaya ça­lı­şıyorum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 14)

Haslardan vakıf şakirdler:

61- «Üstadımızın vasiyetnâmesi

Hem benim şahsımın hem Risale-i Nur’un şahs‑ı mânevîsi­nin sermayesini, kendilerini Risale‑i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayınlarına ver­mek, hususan nafakasını çıkara­mayanlara vermek lâ­zımdır.

Şimdiye kadar birkaç senedir tayınatları verilen Nur talebe­leri, haslara malum olmuş. Ben de yanımda şimdi bulunan kardeşlerimi kendime vâris ve benim vazifemi yapmaya çalışmak lâzım. Tesanüdü de muhafaza etsin­ler.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 200)

62- «Vasiyetnamenin bir zeyli

Eşref Edib’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat’ın otu­zuncu sayfasın­daki Said’in hususiyetlerinden altı nü­munesin­den yedinci nümu­nesi ki, mukabelesiz hedi­yeyi ömründe ka­bul etmemek, kanaat ve iktisada isti­naden, şiddet-i fak­riyle beraber, altmış yetmiş sene ev­velki kendi tale­beleri­nin tayınatını da kendisi verdiği acip vaziyetin şimdiki bir misâli ve bir sırrı kaç senedir anlaşıldı diye, vasiyet­name­nin âhirinde bunu yazma­nın zamanı geldi.

Evet, şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamakla beraber, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, yasak ol­mayan daktilo ma­kinesiyle intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile, şimdi mânevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilâyetindehayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bu­lamayan fedakâr Nur ta­lebelerinin tayınatına acip bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiyatı olan o mübarek sermayeyi ben öldük­ten sonra da o hâlis, feda­kâr kardeşlerime vasiyet ediyo­rum ki, altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler.İnşaallah Risale-i Nur’un tab’ serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder.

Medâr-ı hayrettir ki, o eski zamanda evkaftan beş talebenin tayınatını Van’da Eski Said kabul etmiş, o az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çık­tığı halde kendi talebelerinin tayı­natını kendisi veri­yordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini boz­madı. O za­man meşhur Tâhir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı. O altmış yetmiş senelik düs­tur-u ha­yatının, bir işaret-i gaybiye ile altmış yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inâyet-i İlâhiye ile ihsan edildi ki, o kadar mahkemeler ve ya­saklar ve mü­sadereler ve eski hurufla izin vermemekle beraber, kaç senedir dört beş vilâyet vüs’atindeki mâ­nevî Medresetü’z-Zehranın feda­kâr talebelerinin tayı­natını Risale-i Nur kendisi he­diye etti…

…Şimdi mânevî evlâtlarım, fedakâr hiz­metkârlarım olan Zübeyir, Ceylân, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafagibi ve has ve hâlis Nurun kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zatların nezare­tinde o düsturumun mu­hafaza edilmesini vasiyet ediyo­rum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 216)

63- «Şimdi Risale-i Nur kendi hakikî talebeleri­nin tayınlarını neşriyatıyla mükemmel vermeye baş­lamış. Âzamî ihlâsı kırma­mak için, Risale-i Nur has tale­belerine, hususan nafakasını tedarik edemeyen­leri tam tamına idare edecek derecede Risale-i Nur’un satılan nüshalarının beşten birisi Risale-i Nur’un hakkı olduğu cihetle, şimdi elli altmış talebesine kâfi sermayesi çıkı­yor. Benim (biçare Said’in) içinde hiçbir hakkı yok­tur. Yalnız Risale-i Nur’un kıymettar hâsiyeti ve şakird­lerinin şahs-ı mânevi­sinin kemâl-i sadakati bu mânevî Nur bayramına vesile oldu.

Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, be­nim en yakı­nımda, hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört beş adamı mutlak vekil ya­pıyorum. Ben öl­sem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizme­timin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tâhirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir iki adam daha mutlak veki­lim olarak vasiyet edi­yorum. Şimdi Risale-i Nur’un satılan nüshalarının serma­yesi, Risale-i Nur’un malıdır. Said de bir hiz­metkârdır. Hayatta tayı­nını alabilir. Hattâ bugünlerde ölüm bana çok yakın gö­ründü. Ben de altı vilâyette bulunan elli altmış talebeyi iki üç sene Nur sermayesinden tayınını vermek kat’î niyet ederken, belki bazılarını bazı mâniler on­ları talebelik hizmetinden vazgeçi­recek diye vazgeçtim. Şimdi vasiyetimi yazdım.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 232)

64- «Mânevî ve geniş Medresetü’z-Zehranın hâlis ve nafaka­sını temin edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlâhî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayınla­rıdır ve tayınlarına sarf edilecek. Ve kaç senedir benim yaptığım gibi, benim mânevî ev­lâtla­rım, benim verese­lerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyo­rum. İnşaallah tam Risale-i Nur intişara başlasa, o sermaye şim­diki feda­kâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdler­den çok ziyade feda­kâr tale­belere kâfi gelecek ve mânevî Medresetü’z-Zehra ve medrese-i Nuriye çok yerlerde açı­lacak, be­nim bedelime bu hakikate, bu hale mânevî evlat­larım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nura ken­dini vak­feden kah­raman ve herkesçe malûm kardeşle­rim bu vasiyetin tatbi­kine yardımlarını rica ediyo­rum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 234)

65- «İki ehemmiyetli sebep ve bir kuvvetli ihtara bi­naen, ben bütün vazife-i müdafaatı buraya gelen ve ge­le­cek Nur erkânla­rına bırakmaya kalben mecbur ol­dum.» (Şualar sh: 492)

Haslar, hizmetin idaresinde erkânlarla meşveret eder. Yani erkânlar has­ları istihdam eder:

66- «Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki, kar­deş­lerin, zi­yade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve mânevî ders ve yardım ve himmet bekliyor­lar. Sen nasıl dünya işlerinde has­ları tevkil ettin, er­kânların meşveret­lerine bıraktın ve isa­bet ettin. Aynen öyle de uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî işle­rinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı mânevîle­rini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı mânevîleri sen­den çok mükemmel o vazi­feni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen mu­vakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risale-i Nur’dan, bir cüz’ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan na­sihat alır, sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları, bu vazi­feni her vakit yapıyor­lar. Ve inşaallah pek yüksek bir makamda bu­lu­nan ve duası makbul olan on­ların şahs-ı mânevî­leri, daimî beraberlerinde bir üstad ve yardım­cıdır diye ruhuma hem teselli hem müjde hem isti­rahat verdi.» (Şualar sh: 492)

Hasların hizmeti her devrede devam eder. Tesbit edi­len bu birinci iman hizmeti heyeti, geniş dairedeki hâkimiyet devresinde de devam edeceği, şu ifadeden sa­rihan anlaşılı­yor. İfade aynen şöyledir:

67- «Birincisi: Çok defa mektuplarımda işaret etti­ğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cema­atinin şahs-ı mânev­îsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çık­mazsa, o vazi­feleri onun cemiyeti ve seyyidler ce­maati yapacağını rah­met-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç bü­yük vazifesi olacak:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddi­yun ve tabiiy­yun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşey­den evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam sustu­racak bir tarzda imanı kurtarmaktır.

Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu va­zife hem dünya hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedki­kat ile meşguli­yeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetin­deki saltanatı, onunla iştigale vakit bı­rakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette gö­re­cek. O zat, o taifenin uzun tetkikatıyla yaz­dıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci va­zifeyi tam yap­mış olacak.

Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mâ­nevî or­dusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdler­dir. Ne kadar da az da olsa­lar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılır­lar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 265)

Has şakirdlerin resmen diyanet işlerine bakabile­cekle­rine dair bir cevaz:

68- «Saniyen: Ankara’da dindar Ahrarların kon­gresinde beni Diyanet Riyaseti dairesinde bir vazife ile tavzif etmeyi hararetle is­temelerine ve Medresetü’z-Zehranın Nur talebelerini, bu meselede bana kabul et­tir­mekte vasıta yapmalarına karşı derim:

O toplantıda bu teklifi yapan meb’uslara ve dindar arkadaş­larına çok teşekkür ve çok selâm ve muvaffaki­yet­lerine çok dua ederiz. Fakat ben ziyade zayıf ve şid­detli hasta ve ihtiyar ve kabir kapısında ve perişan ol­du­ğum­dan, o kudsî vazifeyi yapmaya ikti­darım olma­ma­sından, benim yerimde Risale-i Nur’un şahs-ı mâ­nevîsi, benim bedelime Nur şakirdlerinin has ve hâlis ve İslâmiyetin hakikî fedakârlıklarının şahsiyet-i mânevi­yesi, o kudsî vazifeyi şimdiye ka­dar gayr-ı resmî perde altında yaptık­ları gibi, inşaallah resmî bir surette dahi yapabilecekler. Onlara havale ederiz…» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 211)

Yukarıda tesbit edilen sarih beyanlar ve üç vazi­fenin en bi­rincisi olan iman hizmetinin ve onun has daire heye­ti­nin varlığı sarahaten ve inkıta ve teb­dile uğratılamaz husu­siyetiyle sâbit ve zahir oluyor.


HAŞİYE Meselâ: Halk Partisi, Nur talebelerine verdikleri azap ve sıkıntı ve ihanetlerden, kendileri dünyada daha ziyade cezasını çektiler, aynını gördüler. (Bediüzzaman)

[1] Abese Sû­resi, 80:15-16.

* Kardeşim Abdülmecid, Zübeyir, Mustafa Sungur, Cey­lân, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih. (Bediüzzaman)

* Kardeşim Abdülmecid, Zübeyir, Mustafa Sungur, Cey­lân, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih. (Bediüzzaman)

[2] el-Ac­lûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:29.


Risale-i Nur Mesleğinde

VAKF-I HAYAT ETMEK BİR ESASTIR

(Hayatını Hizmet-i İmaniyeye Vakfetmek)

“Sadakat” esasına da bakı­nız.”

1- «Bediüzzaman, Kur’ân, imân, İslâmiyet hiz­meti için, dün­yevî rahatlıklarını fedâ etmiş dünyevî, şahsî ser­vetler edinmemiş, zühd ve takvâ ve riyâzet, iktisad ve ka­naatla ömür geçirerek dünya ile alâkasını kesmiştir.

Bu cümleden olarak, Müslümanların refah ve sa­adeti için, bütün ömür dakikalarını sırf imân hizme­tine vakf ve has­retmek ve ihlâsa tam muvaffak ol­mak için, kendini dünyadan tecrit ederek mücer­red kalmıştır. Evet, Bediüzzaman imân ve İslâmiyet hizmeti için herşeyden bu derece fedakârlık yapan, fakat bütün bunlarla beraber ubudiyet, zühd ve takvâda da bir is­tisna teşkil eden tarihî bir İslâm fedâisi ve Kur’ân-ı Hakîmin muhlis bir hâdimi payesine yüksel­miştir.» (Sözler sh: 758)

2- «Bediüzzaman Said Nursî, çok ilimlerde müs­tesna birer eser yazabilirdi. Fakat o “zaman, imânı kur­tarmak zamanıdır” demiş ve bütün himmet ve me­sâ­isini ve ha­yatını, ulûm-u imâniyenin telif ve neşrine hasretmiştir.» (Sözler sh: 763)

3- «Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi mer­humdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm bu­gün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeyehazır ola­cak.”….

İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en par­lak misali­dir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. » (Tarihçe-i Hayat sh: 11)

4- «Daima mücerred kalmak ve dünyada hiçbir şeyle alâka peyda etmemek. Bunun içindir ki, “Bütün ma­lımı bir elimle kaldırıp götürebilmeli­yim” demiştir. Bu ha­lin sebebi soru­lunca, “Bir zaman gelecek, herkes benim halime gıpta edecektir. Saniyen, mal ve servet bana lezzet vermiyor dünyaya ancak bir misafirhane nazarıyla bakı­yorum” derdi.» (Tarihçe-i Hayat sh: 48)

5- «Kırk seneden beri gayet dehşetli bir zendeka hü­cumu kar­şısında, herşeyini feda edecek hakikî fedakârlar lâzım geldiği bir zamanda, Kur’ân-ı Hakîmin hakikatına, değil dünya saadetimi belki lü­zum olsa âhiret saadetimi dahi feda etmeye ka­rar ver­dim. Değil bir sünnet olan muvakkat dünya zevcele­rini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırak­maya mecburdum ki ihlâs-ı hakikî ile hakikat-ı Kur’âniye’ye hiz­met ede­bileyim. …..

Mâdem şahsî ve hususî kemalât-ı bâkıyesi için dün­yayı terk edenler, selef-i sâlihînden çok var. Elbette hususî değil, küllî ve umumî olarak çok bîçarelerin sa­adet-i bâkı­yeleri için ve dalâlete düşmemeleri ve îmân­larını takviye edip kurtarmaları için ve haki­kat-ı Kur’âniye ve îmâni­yeye tam hizmet etmek ve hariçten gelen, dahilde çıkan dinsizlere karşı dayanmak için, zail ve fânî dünya­sını terk etmek, elbette sünnet-i se­ni­yeye muhalefet değil belki hakikat-ı sünnete mutabakattır. Ve Sıddîk-ı Ekber’in: “Cehennemde vü­cudum büyüsün, tâ ehl-i îmâna yer bu­lunmasın” diye fe­dakârlıkta âzamî sadakatın bir zerresini kazan­mak fikriyle, bîçare Said bütün ömründe tecer­rüdü, is­tiğnayı ihtiyar et­miş.» (Hanımlar Rehberi sh: 25-28)

Bir talebesinin şahsında, umuma bakan fedakâr­lığa teşvik dersi:

6- «Madem Hacı Kılıç Ali bir buçuk sene bütün Risale-i Nur eczalarına sahip çıkmış, kısmen okumuş na­zarımızda yirmi sene­lik bir Nur talebesidir. Ben her sabah haslar içinde onun ismiyle bütün mânevî kazanç­larıma, defter-i a’mâline geçmek için hisse­dar ediyorum. Öyleyse o da bütün hayatını Risale-i Nur’a vermeye mükelleftir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 26)

7- «Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâ­kam yok. O adam­lardan ücret mukabilinde iş gören­ler, belki kendilerini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı taraf­girâne, rakibâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek, gayet fena bir hatadır. Çünkü, sabıkan ispat edildiği gibi, siya­set‑i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız, bütün vaktimi ve hayatımı ha­kaik-i imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyle­dir bana eziyet verip rakibâne ilişen adam düşün­sün ki, o muamelesi zendeka ve imansızlık na­mına imana ilişmek hükmüne geçer.» (Mektubat sh:71)

8- «Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmi­şiz ki, güneş­ten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve sa­adet-i ebediye gibi şirin­dir. Elbette biz bu sıkıntılı hal­lerle müf­tehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i mâ­ne­viye yapı­yoruz diye, şekvâ etmemek lâzımdır.» (Şuâlar sh: 312)

9- «Ben kusurlarımla beraber bu milletin saade­tine ve ima­nının kurtulmasına hayatımı vakfettim. Ve milyon­larla kah­raman başların feda oldukları bir ha­kikate, yani Kur’ân hakika­tine benim başım dahi feda olsun diye bü­tün kuvvetimle Risale-i Nur’la çalıştım. Bütün zâlimâne tâziplere karşı tevfik-i İlâhî ile dayan­dım. Geri çekilme­dim.» (Şuâlar sh: 446)

10- «Benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs‑ı mânevîsi­nin sermayesini, kendilerini Risale‑i Nur’un hizmetine vakfedenlerin ver­mek, hususan na­fakasını çıkara­mayanlara vermek lâ­zımdır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 200) tayınlarına

11- «Ecnebîlerin entrikalarıyla ve muhalif komi­te­ci­lerin do­laplarıyla mevcut ve münteşir müteaddit cemi­yet­lerin hiçbirisiyle, Risale-i Nur’un hiçbir şakir­dinin münase­bettarlığını gösterecek hiçbir madde bu­lunma­ması, gayet zahir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i İlâhiyeye ve İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.), Risale-i Nur’a ait keramet-i gay­biyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmâniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki mâsum ve mazlum kardeşle­rimizin dergâh-ı İlâhiyeye açılan elle­riyle dol­durup, geri çevirip, atanların başlarında mânen patlat­tırdı. Bizlere, yalnız ehemmiyetsiz, sevaplı, hafif birkaç yara bere­den başka olmadı. Böyle bir seneden beri dol­durulan bir top­tan, böyle pek az zararla kurtul­mak ha­rikadır. Böyle pek büyük bir ni­mete karşı, şükür ve sü­rur ve sevinçle mu­kabele etmek gerektir.

Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz çünkü müfsid­le­rin plânlarına göre, yüzde yüz mahv idi. Demek bundan son­raki hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakf etmeliyiz. (Tarihçe-i Hayat sh: 239) Şekvâ değil, şük­rettirecek rahmetin izini, yü­zünü, özünü görmeye ça­lışmalıyız.»

12- «Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kuman­danı olarak esir düştüğü Rusya’da Moskof Çarlığına karşı iz­zet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna di­zileceği hen­gâmda “Âhirete gitmek için bana bir pasa­port lâzımdı” diye ölümü istihkar eden böyle ni­met-i uzmâ­sına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zu­lümden zulme de sürüklensek, öm­rümüzün ni­hayetine kadar şükran secdesinden de kalkmasak, bize yine ucuz­dur.» (Tarihçe-i Hayat sh: 701)

13- «Risale-i Nur talebelerinin müdafaaları ve bu ta­lebelerin İslâmiyete hizmetleri esnasında, gizli İslâmiyet düşmanı, insafsız, cebbar zâlimlerin entrika­lariyle maruz kaldıkları işkencelerden yılmamak, şa­hıs­larını düşünme­den, yani, şahsî refahlarını İslâmın refah ve saadeti için fedâ ederek, sıddı­kıyetle sebat etmeleri ve eşedd-i zulme mukavemet etme­leri, âşikâr bir delil teşkil etmektedir.

Evet, hem yirmi beş seneden beri Risale-i Nur’la imân hiz­metine, bütün varlığını vakfeden ve şimdiye kadar “gaddar din düşmanlarının” çok defalar tecâvüz ve taarruzuna ve taharri­yata mâruz kaldığı halde, yirmi beş senedir inziva içinde,Risale-i Nur’un nâşirliğini yapan Nur kahramanları ağabeyle­rimiz, bizlere birer nümune-i imtisal olan, imân ve İslâmiyet fedâileridir.» (Sözler sh: 766)

14- «Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile, şimdi mâ­nevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilâyetinde ha­ya­tını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalış­maya zaman bulamayan fe­dakâr Nur talebelerinin ta­yınatına acip bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshaları­nın fiyatı olan o mü­barek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış yetmiş sene ev­velki kaidemi yetmiş sene son­raki şimdiki düsturla­rıma aynen tatbik etsinler. İnşaallah Risale-i Nur’un tab’ ser­besti­yeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder…

…kaç senedir dört beş vilâyet vüs’atindeki mâ­nevî Medresetü’z-Zehranın fedakâr talebeleri­nin tayınatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 216)

15- «Üstadımız Said Nursî’nin Risale-i Nur eser­leri basıl­maktadır. Hissesine düşen bir miktar kitap fi­yatlarını Üstadımız, hayatını Nurlara vakfedip na­fakasını çıkara­mayan Nur talebelerine tayın olarak vermektedir. Kendisi de bugün ar­tık herke­sin malûmu olmuş olan âzamî bir iktisat ve kanaatle ya­şa­maktadır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 218)

16- «Ben de beyan ediyorum ki:

Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi, hem mucizatlı Kur’ânımızı tab ettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’ân’ın tevafukla ve fotoğrafla tab­’ına ait.* Yanımızdaki sermaye ise, Risale-i Nur’un sermayesidir. O sermaye, Cenab-ı Erhamürrahimîne hadsiz şükür olsun ki, yetmiş küsur sene evvel, o za­ma­nın âdetine muhalif olarak, kendim fakirliğimle be­ra­ber onların tayınlarını verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbânî olarak, o zamandan elli alt­mış sene sonra Cenab-ı Erhamürrâhimîn o örfî âdete muhalif ka­idemi mânevî ve geniş Medresetü’z-Zehranın hâlis ve na­fakasını temin edemeyen ve zama­nını Risale-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlâhî neticesi ola­rak şimdi yanı­mızdaki sermaye onların tayınlarıdır ve tayınlarına sarf edilecek. Ve kaç senedir benim yaptığım gibi, benim mânevî evlât­larım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet edi­yorum. İnşaallah tam Risale-i Nur intişara başlasa, o ser­maye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdler­den çok zi­yade fe­dakâr talebelere kâfi gelecek ve mânevî Medresetü’z-Zehra ve medrese-i Nuriye çok yer­lerde açılacak, be­nim bedelime bu hakikate, bu hale mâ­nevî evlatlarım ve has ve fe­dakâr hizmetkârlarım ve Nura kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeş­lerim bu va­siyetin tatbikine yardımla­rını rica ediyorum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 234)

17- «Bediüzzaman, iki buçuk sene kadar Sibirya ta­raflarında esarette kalır. Bütün hayatını, fîsebilil­lâh Kur’ân’a, İslâmiyete, Sünnet-i Seniyenin ihyasına hasr ve vakfeden bu fedakâr-ı İslâm, buralarda da ka­t’iyen boş durmaz. İçerisinde bulunduğu muhiti tenvir ve ir­şad için çalışır. Bu müddet içinde kendisiyle be­raber esarette bulu­nan zabitlere dersler veriyordu.»(Tarihçe-i Hayat sh: 115)

18- «Hem madem, Risale-i Nur bu asra has husu­si­yetler ta­şıyor. Hem madem binlerce âlimlerin takdir­le­riyle karşılanıyor. Hem madem, Kur’ân’ın dellâllığını yapan kahraman Üstad, eşine rastlanmayacak bir mü­kemmeli­yetle, dürüst adımlarla, hakikî prensip­lerle, bütün haya­tını iman ve İslâmiyete vak­fet­miş, dünyevî hiçbir men­faat aramadan sırf Allah rı­zası uğ­runa çalışmıştır. Hem mâdem, bütün kuvvetiyle Nur talebeleri de, iman ve İslâmiyete Ehl-i Sünnet daire­sinde hizmet için hayatla­rını dahi çekinme­den veriyor ve süflî menfaat peşinde değil­dirler. Ve madem yüz binlerce Nur talebeleri bütün tazyik ve tehdit­lere rağmen bu hakikati fiilen ispat etmişler.»(Tarihçe-i Hayat sh: 624)

19- «Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çok­tandır anladı­lar ki, Nur talebelerinin kefenleri bo­yunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve Üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şey­tanî plânlarını, desiselerini değiş­tirdiler. Bir zayıf da­marla­rından veya sâfiyetlerinden isti­fade ederiz fik­riyle aldatmak yolunu tuttular. O münafık­lar veya o müna­fıkların adamları veya adam­larına aldan­mış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şek­line gi­rerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmet­tir bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eser­dir” gibi birtakım kandı­rışlarla, sırf o Nur tale­be­sinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere naza­rını çevirip,nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle al­datmaya veya korkutmakla hizmet­ten vazgeçirmeye gayret ediyorlar.

Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki, bütün böyle al­datmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teş­vik ve o dessas münafıkların maksatla­rı­nın tam ak­sine olarak bir tesir ve bir netice hâsıl ediyor. Fesübhanallah! Hattâ öyle Nur talebeleri mey­dana gelmek­tedir ki, asıl halis niyet ve kudsî gaye­den sonra, bir sebep olarak da, münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağmına dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vakfediyor ve Üstadımızın dediği gibi diyorlar: “Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zama­nı­dır.”» (Tarihçe-i Hayat sh: 690)

20- «Yine bu azîm sırr-ı ihlâsa binaendir ki, Risale-i Nur ta­lebeleri, iman ve İslâmiyet hizmetinde ağır şartlar ve kayıtlar ve tahdidatlar içinde muvaffak oluyorlar ve hayatlarını Risale-i Nur’a ve Üstadlarına vakfetmişler. Risale-i Nur’u, sermaye-i ömür ve gaye-i hayat edinmiş­lerdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 700)

21- «Risale-i Nur’un yüksek değerini anlamakta veya onu işitip tanımakta biraz gecikmiş olan gençler iç­leri sızlaya sızlaya şöyle demektedirler: “Şu geç uyanan kıy­mettar gençliğimifâni, geçici şeylerle zayi etme­yeceğim. Ancak ve ancak Kur’ân’a ve imâna hizmet uğ­runda, sev­gili Allah’ım ve sevgili Peygamberimin emir­lerine itaat yo­lundaki hizmetlere vakfedece­ğim. Ancak böylelikle, bu muvakkat gençliğimde bâkî bir gençliği elde etmiş olaca­ğım.» (Gençlik Rehberi sh: 226)

22- «Risale-i Nur’un hizmetine hasr-ı va­kit eden rü­künlere ve çalışanlara zekâtla yar­dım etmek de Risale-i Nur’a bir nevi hizmettir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 223)

23- «Basiretli Nur nâşirleri, otuz beş sene evvel Risale-i Nur’daki yüksek hakikatleri görmüş, o kudsî ders­leri almış ve o zamandan beri ihlâs ve sadakatla gizli din düşmanlarına göğüs germiştir. Nur kahraman­larının ha­neleri müteaddit defalar arandığı ve kendileri defalarca hapislere atılarak orada şiddetli azaplar ve sı­kıntılar çekti­rildiği halde, elmas kalemleriyle Risale-i Nur’un bu kadar senedir nâşirliğini yapmışlardır. İstedikleri tak­dirde dünya nimetleri kendilerine yâr ol­duğu halde, her türlü şahsî, dünyevî rütbeler­den, varlıklardan feragatle, ömür­lerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfetmişlerdir.

“Acaba, Risale-i Nur şakirdlerindeki bu cehd ve kuv­vetin, bu feragat ve fedakârlığın ve bu derece sebat ve sa­dakatın sebebi ne­dir?” diye bir sual sorulursa, bu su­alin cevabı muhakkak ki şu ola­caktır: Risale-i Nur’daki cerh edilmez yüksek hakikatler, iman hizme­tinin yalnız ve yalnız rızâ-yı İlâhî için yapılması ve Bediüzzaman Hazretlerinin âzamî ihlâsıdır.»(Tarihçe-i Hayat sh: 165)

Hayatlarını Nurlarla Kur’an hizmetine hizmetine vakfeden, ilk talebelerden iki zatı numune-i misal olarak zikreden Üstad der ki:

“Bu iki zât hakikî talebelerimden ve ciddî arkadaşlarımdan… Vehizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hâssası var ki, bu iki zât üçünde de birinciliği kazanmışlar.

Birinci Hassa: Bana mensub her şeye malları gibi tesahub ediyorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve te’lif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Âdeta cesedleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakikî manevî vereselerdir.

İkinci Hassa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksadları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’an’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimmi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telakkileridir.

Üçüncü Hassa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’aniyeden aldığım ilâçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.

Cenab-ı Hak bunların emsalini ziyade etsin ve onları da muvaffak etsin ve tarîk-ı haktan ayırmasın, âmîn.

 

اَللَّهُمَّ وَفِّقْنَا وَ اِيَّاهُمَا وَ اَمْثَالَهُمَا مِنْ اِخْوَانِنَا لِخِدْمَةِ الْقُرْاۤنِ وَ اْلاِيمَانِ كَمَاتُحِبُّ وَ تَرْضَى بِحَقِّ مَنْ اَنْزَلْتَ عَلَيْهِ الْقُرْاۤنَ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلاَةِ وَ اَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَا اخْتَلَفَ الْمَلَوَانِ وَ مَا دَارَ الْقَمَرَانِ

Said Nursî (Barla Lahikası – 23)

Risale-i Nur eserlerinden kısmen alınarak nakle­dilen mezkûr beyan ve tavsiyeler, Risale-i Nurla Kur’an ve iman hizmetine ha­yatını vakfetmek fedakâr­lığı, kıyamete kadar devam etmesi gere­ken ve BediüzzamanınHazretlerinin vasiyetname­leriyle de te’­yid edilen de­ğişmez bir esastır.

Bu değişmez esası tam yerine getiremeyen talebe­ler, haya­tını hizmete vakfeden İslâm fedailerine, tam bir mu­avenet, tesa­nüd ve teşvik ile bu fazilete ortak olup manevî şirkete dâhil olurlar.



* On bin liradır. (Bediüzzaman)

 

ittihad.com.tr

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Manevî Hayata Hizmetleri

Üstad Said Nursi’nin Manevi Hayata hizmetleri   Bedîüzzaman Hazretleri hayatını ‘eski Said’ ve ‘yeni Said’ …

Önceki yazıyı okuyun:
Rabbim dilimdeki düğümü çöz! / Yasemin GÜLEÇYÜZ

Rabbim dilimdeki düğümü çöz! Yasemin GÜLEÇYÜZ Yukarıdaki başlık onun sayısız duâlarından biri. “Rabbim göğsümü genişlendir. …

Kapat