HASLAR DAİRESİNİN VARLIĞI
Risale-i Nur mesleğinde ve hizmet hayatında “dar daire” ve “haslar dairesi” tabir edilen birinci iman hizmeti dairesinde hizmet edenlerin varlığı muhafaza edilip devam etmesi, değişmez bir hususiyettir.
Evet, Risale-i Nurda iman, şeri’at, hayat tabir edilen üç vazifeden birinci iman hizmetini esas alanlar, medreseler bünyesinde ve irtibatında haslar dairesini teşkil ederler.
Risale-i Nur eserlerinde haslar dairesinin varlığını ifade eden ve erkânlar, vârisler, nâşirler, sâhipler ve has talebeler gibi tabirlerle nazara verilen ve birinci iman hizmetine bakan beyanlardan bazı kısımlar buraya alınmıştır.
En birinci vazife olan iman hizmetinin has dairesinde, saff-ı evvel makamını kazanan merhum Hulusî ve Sabrî Ağabeylerin haslar dairesindeki iman hizmetinde derece-i alâkalarını nazara verip bu hizmete teşvik eden Üstad Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
1- «Bu iki zat hakikî talebelerimden ve ciddî arkadaşlarımdan ve hizmet-i Kur’ân’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hassası var ki, bu iki zat üçünde de birinciliği kazanmışlar.
Birinci hassa: Bana mensup herşeye malları gibi tesahup ediyorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve telif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Adeta cesetleri muhtelif, ruhları bir hükmünde, hakikî manevî vereselerdir.
İkinci hassa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telâkkileridir.
Üçüncü hassa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’âniye’den aldığım ilâçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.» (Barla Lâhikası sh: 21)
Risale-i Nur’a haslar gibi sahib çıkılması için yapılan teşvik:
2- «Isparta kahramanları gibi, Konya’nın mübarek âlimleri Risale-i Nur’a sahip çıktıklarından, daha dünyaca, vazife-i Nuriyeye bir endişem kalmadı. O mübarek ve kuvvetli ellere Risale-i Nur’u emanet edip rahat-ı kalb ile kabrime gidebilirim.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 129)
Yine haslar dairesini teşkil eden talebeliğin şartları ve hususiyetleri hakkında şu izahat veriliyor:
3- «Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi telif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıpneşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır…
Bir talebe, yüz dosta müreccahtır. Sözler namındaki envâr-ı Kur’âniye ise, en mühim ibadet olan ibadet-i tefekküriye nev’indendir. Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saâdet-i ebediyenin anahtarıdır.» (Barla Lâhikası sh: 328)
4- «Ben öldüğümde sizi arkamda vâris bırakarak ferahla kedersiz kabrime girmek Rahmet-i İlâhiyeden ümit ederim.» (Barla Lâhikası sh: 115)
5- «Abdurrahman’ın vazifesi de size ilâve edildi. O benim hakikî bir vârisim idi. Yazdıklarımı ve malımı kendi malı telâkki ederdi, öyle de sahip oluyordu. Sen de bundan sonra yazı ve sözleri, senin hocanın yazısı diye tutma kendi malın ve senin sözlerindir bil, öyle sahip ol. Hakkı Efendiye söyle ki, o da kardeşim Abdülmecid yerinde kendini anlasın ve onun vazifesiyle mükellef olduğunu bilsin.» (Barla Lâhikası sh: 249)
6- «Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarakSözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazınıedâ etmek, yedi kebâiri işlememektir.
Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.» (Mektubat sh: 344)
Hizmet-i imaniyeyi yüklenen has daire heyeti:
7- «Senin hakikat-i rüya nev’inden olan vakıalar, o hakikatin temessülâtıdır. Şöyle ki:
O vâsi meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilâyetidir. Etrafı bulanık, çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atâlet ve bid’atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan, sür’atle mescide eriştiğin, herkesten evvel envâr-ı Kur’âniyeye sahip çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mesciddeki küçük cemaat ise, Hakkı, Hulûsi, Sabri, Süleyman, Rüştü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühtü, Lütfi, Hüsrev, Refet gibi, Sözlerin hameleleridir. Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözlerdeki kuvvet ve sür’at-i intişarlarına işarettir. Birinci safta sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman’dan sana münhal kalan yerdir. O cemaat, telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikati ise, inşaallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de ileride tevfik-i İlâhî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı, küçük, genç bir zat ise, Hulûsi’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zattır.» (Mektubat sh: 349)
İlk devredeki haslar ve sonraki ehl-i hizmet:
8- «Üstad, tâ Barla’dan beri daima has talebeleriyle, Nurların neşrine çalışanlarla görüşmüş, onları hizmetlerinden dolayı tebrik ve teşcî etmişti. Bu tarihten sonra mektepliler ve memurlar Nurlara müteveccih oldular. Nur hizmetini hayatlarının gayesi addeden ve bu hizmetle vatan, millet ve İslamiyet’e en büyük faydayı temin eden talebeler meydana çıkarak hizmete başladılar.» (Tarihçe-i Hayat sh: 614)
9- «Hizmet-i Kur’âniyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlâhî ile nezaret eden ve himmet ve duasıyla yardım eden Gavs-ı Âzamın bir nevi kerameti beyan edilecek. Tâ ki, bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar, ciddiyetlerinde, hizmetlerinde sebat etsinler.
Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir.
Birinci nevi: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevk etmek cihetidir.
İkinci kısım: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def edip onları tokatlamaktır.
Bu iki kısmın hadiseleri çoktur, hem çok uzundur.HAŞİYEBaşka vakte tâliken, en hafif olan üçüncü bir kısımdan bahsedeceğiz.
Üçüncü kısım şudur ki: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler.» (Lem’alar sh: 40)
10- «Evet bu risale, iki kısım olarak yazılmış. Birinci kısımdahas ve sâdık Kur’ân Hizmetkârlarının sehiv ve hataları neticesinde yedikleri tenbihkârane şefkat tokatları. İkinci kısımda zâhiri dost ve kalbi muarız olanların bilerek verdikleri zarara mukabil, zecirkârane yedikleri tokatlarından bahsedilecekti.» (Lem’alar sh: 380)
Himayet-i ilâhiye ile dünya alâkalarını terkeden has daire hizmetkârları:
11- «Hizmet-i Kur’âniyede bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli—tâ, ihlâsla, ciddiyetle hizmet-i Kur’âniyede bulunsun.» (Lem’alar sh: 42)
12- «Cenâb-ı Hak bir abdini severse, dünyayı ona küstürür, çirkin gösterir. İnşaallah sen de o sevgililerin sınıfındansın. Sözlerin neşrine mânilerin çoğalması sizi müteessir etmesin. İnşaallah, neşrettiğin miktar bir rahmete mazhar olduğu zaman, pek bereketli bir surette o nurlu çekirdekler, kesretli çiçekler açacaklar.» (Mektubat sh: 278)
13- «Evet Cenab-ı Hak (C.C.), bir abdini severse, dünyanın süs ve zînetlerini ona sevdirmez. Belki bela ve musibetlerle ona kerih gösterir.» (Mesnevi-i Nuriye sh: 193, Tercüme A. Badıllı)
Has daireyi bertaraf etmek için zendekanın değişik bir planı:
14- «Sizin beraatiniz ve mânen galebeniz zâlimleri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanâne taarruzdan vazgeçip, dostâne hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar, veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 147)
15- «Ehl-i dalâlet, Risale-i Nur’un intişarına set çekmek için, has talebelerin ve ciddî çalışanların şevklerini kırmak ve onlara fütur vermek için, ayrı ayrı tarzlarda, umumî bir plân dahilinde taarruz ediliyor. Hâlislere fütur veremediklerinden, başka meşgaleler bulmakla çalışmalarına zarar veriyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 197)
Has dairedeki iman hizmeti muhafızları ve bekçileri:
16- «Her vakit yanımda bulunan kardeşlerim, Risale-i Nur’a sizin gibi pek ciddî sahip ve muhafız ve vâris ve hakikatbîn ve kıymetşinas zatların benim yerimde benden daha kuvvetli, ihlâslı olarak vazife-i Kur’âniye ve imaniyede çalıştıklarını gördüğümden, kemâl-i ferah ve sürur ve itminan ve istirahat-i kalble ecelimi ve mevtimi ve kabrimi karşılıyorum, bekliyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 5)
17- «Rabb-i Rahîmime hadsiz şükür olsun ki, sizin gibileri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir ve muhafız halk etmiş benim gibi âciz bir biçarenin zayıf omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.» (K. Lâhikası sh: 14)
18- «Hâlık-ı Rahîme hadsiz şükrederim ki, sizler gibi sebatkâr ve fedakâr kardeşleri Risaletü’n-Nur’a sahip ve nâşir yapmış. Ben sizleri düşündükçe, ruhum inşirah ve kalbim ferahlarla dolar. Daha dünyadan gitmek benim için medâr-ı teessüf olamaz. Sizler kaldıkça ben yaşıyorum diye, mevte, dostâne bakıyorum, ecelimi telâşsız bekliyorum. Allah sizden ebeden râzı olsun. Âmin, âmin, âmin.» (Kastamonu Lâhikası sh: 21)
19- «İhtiyar, zayıf, âciz bir Said yerine genç, kavî, iktidarlı çok Said’ler sizlerde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı iman… Hadsiz şükür ve senâ olsun ki Rabb-i Rahîm sizleri Risale-i Nur’a hâmi, nâşir, sahip, şakird eylemiş. Bizlere pek çok ağır müşkilât içinde kudsî hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 27)
20- «Risale-i Nur’un iki Lütfü’leri ve Mustafa’ları ve Hâfız Ali’leri, Küçük Sabri olan Nureddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, mânevî kazançlara inşaallah hissedar kabul edildi.» (Kastamonu Lâhikası sh: 36)
21- «Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sahip ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime (Kastamonu Lâhikası sh: 76) bugünlerde vuku bulan bir hadise münasebetiyle beyan ediyorum ki, Risaletü’n-Nur hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır.»
Şirket-i uhreviye duasına mazhar, has kardeşler dairesi:
22- «Bu mübarek Ramazan’da, iştirâk-i a’mâl düstur-u esasiyle, herbir has kardeşimizin kırk bin dili bulunan bir melâike hükmünde, kırk bin dillerle, yani kardeşlerin adedince mânevî dilleriyle ettikleri ve edecekleri dualar, rahmet-i İlâhiye nezdinde makbul olmasını, o lisanlar adedince, Cenab-ı Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz. Bu mahiyetteki Ramazan’ınızı tebrik ediyoruz.» (Kastamonu Lâhikası sh: 94)
23- «Bundan yirmi gün evvel, eyyam-ı mübarekeden sonra hatırıma geldi ki, vazifedarâne kalemi her gün istimal etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri ünvan-ı icmâlîsinde her yirmi dört saatte yüz defa hissedar olmak yeter diye, hususî isimlerle has şakirdler dairesi içinde bir kısmın isimleri muvakkaten tayyedildi. Kardeşimiz Hakkı Efendi de onların içinde idi. Birkaç gün öyle devam etti. Sonra birden hiç sebep hissetmeden yine Hakkı, Hulûsi’ye arkadaş oldu. İsmiyle, resmiyle has dairesine girdi. Hakkı’nın “Beni duadan unutmasın” diye, mektubunuzdaki fıkranın yazıldığı aynı zamanda, hususî duayı kazanmış hesabıyla tahmin ettik.» (Barla Lâhikası sh: 372)
24- «Merhum Hâfız Ahmed’in akrabasına benim tarafımdan tâziyeyle beraber de ki: Bir iki ay evvel birden bire dua ederken, en has akraba ve en hâlis talebelerin dairesine Hâfız Ahmed girdi, “Benim de bu dairede hakkım var” dedi gibi hissettim. Onu o has daire içinde her vakit mânevî kazançlarıma hissedar olmak için bıraktım ve öyle de kalacak inşaallah. Ve anladım ki, ikiniz bidâyeten, beraber Risale-i Nur’a hizmetiniz içindir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 34)
25- «Sıddık Süleyman, Rüştü buraya gelmek ihtimali var. O kahraman kardeşim yakînen bilsin ki, ben ondan ziyade ona müştakım. Fakat o her gün, has dairesinin birinci safında mânen yanımızda bulunuyor, mânevî kazançlarımıza da hissedar oluyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 214)
26- «Umum kardeşlerime, hususan haslarına birer birer selâm ve dua ederim.» (Kastamonu Lâhikası sh: 8)
27- «Hem sen hem Hüsrev, Halil İbrahim’den bahsediyorsunuz. O zat, Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir talebesi ve iktidarlı bir nâşiridir, hem haslardandır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 35)
28- «Hâfız Ali’nin kıymettar bir kardeşimiz olan Aydınlı Hasan Âtıf hakkında medhi ve tafsili bizi minnettar etti. O kardeşimizhaslar içinde her sabah yanımızdadır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 108)
29- «Salisen: Nis’li Kureyşîlerden Ahmed Kureyşî, muhterem pederiyle ve ammizadesi Ahmed ile Nurların has naşir ve talebelerinden olması, o havali şakirdlerinin namına Nurlar hakkında güzel manzum fıkraları Lâhikaya girdi.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 161)
30- «Teşrik-i mesai sırrıyla ve her has Nurcu, umum Nurcuların mânevî kazancına hissedar olmasıyla, mânen binler dille ibadet ve dua ve istiğfar ve tesbihat yapmaya hakikî uhuvvet ve ihlâs ile mazhariyetinizi rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz ve öyle de ümit ediyoruz.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 17)
31- «Hem Sav Köyünün bahadır çobanları torbalarında Risale-i Nur’u yazmak için taşımaları, aynı oradaki hanımların fedakârlıkları gibi, bu havalide gayet tesirli bir medar-ı teşvik olacak. O hanımların ve o çobanların hususî isimlerini bilmek arzu ediyoruz tâ hususî isimleriyle has talebeler içine girsinler.» (Kastamonu Lâhikası sh: 95)
Has şakirdler, içtimaî ve siyasî alâkalardan uzak dururlar:
32- «Risale-i Nur’un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlarla bulaştırmamak gerektir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 118)
33- «O zatın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş.» (Sikke-i Tasdikî Gaybî sh: 9)
34- «Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanâne taarruzdan vazgeçip, dostâne hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada, o neviden çok vakıalar var. Bu taarruz, bir cihette daha zararlı görünüyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 147)
Has şakirdlerin makam-ı manevîyeleri:
35- «Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferid” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 196)
36- «Hasan Feyzi’nin bir mektubu vardır. Hülâsası:
“Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili ve hakkın ilhamı olup onun izniyle yazıldığına şüphe yok… Ben kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitaptan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbânî ve Kur’ânîyim. Bir lâyemutun eserinden fışkıran kerametli bir Nurum… Sen çok feyizli ve rahmetli bir hak kitapsın. Bazı has ve hâlis talebelerini evliya ve asfiya nişanlarıyla taltif ve tezyin ediyorsun.» (Şualar sh: 436)
37- «Bu hakaik-i imaniye-i Kur’âniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatleri, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarını indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için,Risale-i Nur’un has ve sâdık talebeleri, gayet şiddet-i nefretle siyasetten kaçıyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 146)
Has şakirdlere bakan işarat-ı gaybiye:
38- «Yalnız bu kadar anlaşıldı ki, [1] بِاَيْدِى سَفَرَةٍ كِرَامٍ بَرَرَةٍ fıkrası Risale-i Nur’un nâşir ve kâtiplerine mânâ-yı işârî ile bakıyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 82)
39- «İşârât-ı Kur’âniye risalesinde Fatiha’nın âhirinde sırat-ı müstakim ashabı ki, الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyetiyle tarif edilen taife içinde, hem لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى (ilâ ahir) hadisinin âhirzamanda gösterdikleri mücahidler içinde ve hem Ve’l-Asri Sûresinin اِلاَّ الَّذِينَ اۤمَنُواdan başlayan üç cümlenin mânâ-yı işârisinde hususî bir surette bir ferdi, Risale-i Nur’un has şakirdleri olduğuna sebep nedir ve veçh-i tahsisi nedir?» (Kastamonu Lâhikası sh: 209)
Mahrem risaleler haslara mahsustur:
40- «İşârât-ı Kur’âniye ve üç keramet-i Aleviye ve keramet-i Gavsiye hakkındaki Sikke-i Gaybiye risalesine bir tenbih ve ihtardır.
Bu gayet mahrem risaleler, nasılsa, muannit bir nâmahremin eline bu risalelerden birisi geçmiş. Gayet sathî ve inat nazarıyla bir iki yerine haksız bir itirazla ehemmiyetli bir hadiseye sebebiyet verdiğinden, bu mecmua, Risale-i Nur’un has talebelerine, belki ehass-ı havassa mahsus olduğu halde ve benim vefatımdan sonra intişarına müsaade olmasıyla beraber, şimdi mezkûr hâdisenin sebebiyle herkese değil, belki ehl-i insaf ve Risale‑i Nur’la alâkadar ve talebelerinden bulunanlara haslardan birkaç şakirdin tensibiyle gösterilebilir fikriyle yazdık.» (Kastamonu Lâhikası sh: 213)
41- «İşârât-ı Selâse
On Yedinci Lem’anın On Yedinci Notasının Üçüncü Meselesi iken, suallerinin şiddet ve şümulüne ve cevaplarının kuvvet ve parlaklığına binaen, Otuz Birinci Mektubun Yirmi İkinci Lem’ası olarak Lemeâta karıştı. Lem’alar bu Lem’aya yer vermelidirler. Mahremdir, en has ve hâlis ve sâdık kardeşlerimize mahsustur.» (Lem’alar sh: 168)
Haslarda tam fedakârlık:
42- «Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un erkânları gibi, her şeyini, enaniyetini bıraksın.» (Kastamonu Lâhikası sh: 233)
İsimleriyle bilinen has şakirdler:
43- «Mübarek Hüsrev, mektubunda, has kardeşlerimizden Refet, Rüştü, Kâtip Osman, Osman Nuri, Âtıf ve Feyzi’nin bir yâdigâr-ı tahattur olarak, birer nüsha yazılarını bizlere hediye edilmelerini yazıyor. Cenab-ı Hak, onlara, yazdıkları herbir harfe mukabil bin hasene versin. Âmin.» (Kastamonu Lâhikası sh: 240)
44- «Başta Hüsrev, Bekir Bey, Rüşdü, Hafız Ahmed, Sezâi, Keçeci Şeyh Mustafa, Tenekeci Mehmed Efendi gibi has kardeşlerinize selâm, dua ediyorum.» (Barla Lâhikası sh: 340)
Risale-i Nur bir daire değil:
45- «Risale-i Nur, bir daire değil mutedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var. Erkân dâiresine liyakatı olmayan Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla dâire haricine atılmaz. Hasların hâsiyeti, bulunmayan, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusurla düşman sınıfına iltihak etmemek için, dışarıya atmayınız. Fakat Risale-i Nur’un erkânlarında ve sahiplerindeki esrarlar ve nazik tedbirlere onları teşrik etmemek gerektir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 248)
Has şakirdlere muhalefet etmemek:
46- «Bu musibette biz birbirimizden şekvâ etmek hem haksız hem mânâsız, hem zararlı, hem Risale-i Nur’dan bir nevi küsmektir. Sakın, sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebep görüp onlardan gücenmek ise, Risale-i Nur’dan çekilmek ve hakaik-i imaniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır.» (Şualar sh: 322)
Haslardan saff-ı evvel olanlar:
47- «Risale-i Nur’un gayet ehemmiyetli bir şakirdi olan Hulûsi Beyin ehemmiyetli bir mektubunu gördüm. Elhak, o kardeşimiz, birinciliğini daima muhafaza ediyor. Ben onu daima kalem elinde, Risale-i Nur’un işi başında biliyorum. Hem bütün muhaberelerimde birinci safta (Kastamonu Lâhikası sh: 244)muhataptır.»
48- «Pek çok alâkadar olduğum Kastamonu ve içindeki ehemmiyetli kardeşlerim, Isparta şakirdleriyle vasıta-i irtibat, Mustafa Osman, hakikaten az bir zamanda çok ehemmiyetli bir iş görmesinden, birinci saftaki haslar içine girmeye hak kazanmış. Demek ihlâsı tamdır ki, az bir zamanda çok zaman işini gördü. Cenab-ı Hak, onun emsalini o havalide çoğaltsın ve selâmet versin. Âmin.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 70)
Hasların hayatı Risale-i Nur’a aittir:
49- «Salâhaddin, hususî, kendine ait bir meseleyi soruyor. Dünya, hayat-ı içtimaiyeye bağlanmak istiyor. Madem o haslar içindedir, kat’iyen Risale-i Nur’un hizmetine zararı varsa, girmeyecek. Olarak çalıştırsa, o hayata girebilir. Çünkü hasların hayatı, Risale-i Nur’a aittir ve şahs-ı mânevîsini temsil eden şakirdlerinin tensibiyle kayıt altına girebilir. Peder ve validesinin reyleri de varsa, inşaallah zararı olmaz.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 80) Eğer bilse ki, o refika-i hayatını bazı has kardeşlerimiz gibi Risale-i Nur’un hizmetinde yardımcı olarak çalıştırsa o hayata girebilir.
Haslardan varis olan şakirdlerdir:
50- «Vasiyetnamemdir
Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim,
Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risale-i Nur’dan olan benim hususî kitaplarım ve güzel ciltlenmiş mecmualarım ve sair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikaların heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten on iki* kahraman kardeşlerime vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki, emr-i Hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sâdık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 136)
51- «Rüştü’nün çok defadır hususî selâm eden kahraman biraderi Burhan, eskiden beri, ümmîliğiyle beraber, Nurlara lüzumlu zamanlarda ehemmiyetli hizmetleri için, onu da haslar sırasında her gün ismiyle kazançlarımızda hissedar ediyoruz.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 151)
Has şakirdler taife-i nisadan da vardır:
52– «Hüsrev’in himmetiyle daireye giren ve Nurun yeni şakirdlerinden bana mektup yazan Hatice ve Râbia, haslar içinde kabul edildiler.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 165)
53- «Kastamonu’da iken nasıl hergün dualarımda ve mânevî kazançlarımda Nurun has şakirdlerinden Âsiye, Ulviye, Lütfiye’ler, Zehra’lar, Şerife’ler, Hâcer’ler, Necmiye’ler, Nimet’ler, Aliye’ler hissedar olmak için mânen yanımda bulunuyordular aynen şimdi de öyledirler.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 177)
54- «Nurlara az zamanda çok hizmet eden Mustafa Osman’ın gayet tevazukârâne ve mahviyetkârane mektubu, tam onun hâlisane sadakatini ve ihlâsını ispat edip on beş senelik haslarla omuz omuza geldiğini gösterir. Zaten yazdığı Asâ-yı Mûsâ mecmuası kuvvetli bir delildir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 172)
Has şakirdler, Hazret-i Üstaddan sonra hizmeti yürütür:
55- «Benim vazifem bitmek üzeredir. Risale-i Nur, hususan mecmuaları, herbir nüshası, Said’e karşı hüsn-ü zannınızın fevkinde onun vazifesini görebilir ve görüyor. Ve Nur şakirdlerinin haslardan herbir fedakârı, o Said’in vazifesini mükemmel görebilir. İnşaallah ileride tam görecekler. Bir Said içinizde noksan olmakla, yüzer mânevî Said olan mecmualar ve binler maddî Said’ler, içinizde halis ve mükemmel o vazifeyi görebilirler ve görüyorlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 180)
56- «Size hayatımda vefattan sonra elinize geçecek mânevî malımı ve hukukumu size vermeye ve [2] مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا sırrına binaen, ölümden evvel sizi bilfiil vâris yapmaya dair bir Nur şakirdi sordu ki: “Hikmet nedir? Sizi daha çok zaman aramızda görmek istiyoruz. İnşaallah öyle kalacaksınız.”
Ben de dedim ki: Eğer vefattan sonra bu hakikî ve hakikatli vârislerin eline bu malım geçse, dünya malı gibi bir derece taksim olur derecesine göre her birisi maldan bir kısmına hakikî malik olur, umumuna mâlik olamaz. Fakat ölümden evvel vârislere verilse emvâl-i uhrevî gibi, herbirisi umum o mala, o nur lâmbasına derecesine göre mâlik sayılır. Her birisi küçük birer Said olur bir nöbetçi yerine, binler nöbetçiler olur. Said’in, irsiyette yalnız binden bir hisse sahibi bir Nurcu olmaz, belki tam bir genç Said olur.
Meselâ o emvâl, emvâl-i Nuriye, faraza bir hazine kadar olsa, binler Nurculara tevziatta, taksimatta yirmişer, yüzer altın düşebilir. Fakat vefat etmeden onları onlara vermek, bir sırr-ı azîme binaen, her birine istidadına göre, haslara bir milyon birden düşebilir. Bu sırrın bir sırrı var, şimdi izah edemem.
Yine o şakird dedi ki: “Herbir has şakirdin, senin gibihayatını ve bütün rahatını feda edebilir mi ki, o koca malı bütün birden alsın?”
Ben de dedim ki: İnşaallah, tesanüdün sırr-ı âzîmi ile—ki, üç elif has şakirdlerin mabeynindeki tesanüd-ü hakikînin verdiği kuvvet, benim gibi bir biçarenin sizce fevkalâde zannedilen fedakârlığından geri kalmayacaktır inşaallah.»(Emirdağ Lâhikası-l sh: 216) tesanüdle yüz on bir kuvvetinde gösterdiği gibi
Has şakirdler, hizmetin tedvirinde söz sahibidir:
57- «Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirdlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 223)
58- «Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur’un has şakirdleri ve müdakkik nâşirleri, meşveretle, hususan Isparta’dakilerle,maslahat ne ise yaparsınız.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 109)
Has şakirdliğe kabul edilme:
59- «Alamescid imamı faal kardeşimiz İbrahim Edhem’in kendi sisteminde tam Nurcu olarak bulduğu vaiz Ali Şentürk’ün ve vâiz Osman Nuri’nin samimî ve fedakârane ve Nur hizmetinde azimkârane mektuplarında arzu ettikleri tarzda has şakirdler dairesinde kabul olmuşlar. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin. Âmin.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 260)
Has, vâris şakirdlerin bazısını iftiralarla çürütme planları:
60- «Gerçi has kardeşlerim herbirisi mükemmel bir Said hükmünde Nura sahiptirler. Fakat ihlâstan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduğundan ve meşreplerin ihtilâfıyla, hapiste olduğu gibi, bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar gelmesi ihtimaline binaen bu biçare ihtiyar hasta hayatım, tâ Lem’alar, Sözler mecmuası da çıkıncaya kadar ve korkaklık ve kıskançlık damarıyla hocaları Nurlardan ürkütmek belâsı def oluncaya kadar ve tesanüd tam muhkemleşinceye kadar o hayatımı muhafazaya bir mecburiyet hissediyorum. Çünkü uzun imtihanlarda mahkemeler, düşmanlarım, benim gizli ve mevcut kusurlarımı göremediklerinden, hıfz-ı İlâhî ile bütün bütün beni çürütemediklerinden, Risale-i Nur’a galebe edemiyorlar. Fakat hayat-ı içtimaiyede çok tecrübelerle mahiyeti bilinmeyen, benim vârislerim genç Said’lerin bir kısmını, Nurun zararına iftiralarla çürütebilirler diye o telâştan bu ehemmiyetsiz hayatımı ehemmiyetle muhafazaya çalışıyorum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 14)
Haslardan vakıf şakirdler:
61- «Üstadımızın vasiyetnâmesi
Hem benim şahsımın hem Risale-i Nur’un şahs‑ı mânevîsinin sermayesini, kendilerini Risale‑i Nur’un hizmetine vakfedenlerin tayınlarına vermek, hususan nafakasını çıkaramayanlara vermek lâzımdır.
Şimdiye kadar birkaç senedir tayınatları verilen Nur talebeleri, haslara malum olmuş. Ben de yanımda şimdi bulunan kardeşlerimi kendime vâris ve benim vazifemi yapmaya çalışmak lâzım. Tesanüdü de muhafaza etsinler.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 200)
62- «Vasiyetnamenin bir zeyli
Eşref Edib’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat’ın otuzuncu sayfasındaki Said’in hususiyetlerinden altı nümunesinden yedinci nümunesi ki, mukabelesiz hediyeyi ömründe kabul etmemek, kanaat ve iktisada istinaden, şiddet-i fakriyle beraber, altmış yetmiş sene evvelki kendi talebelerinin tayınatını da kendisi verdiği acip vaziyetin şimdiki bir misâli ve bir sırrı kaç senedir anlaşıldı diye, vasiyetnamenin âhirinde bunu yazmanın zamanı geldi.
Evet, şiddet-i fakr ve istiğna ile hediye almamakla beraber, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, yasak olmayan daktilo makinesiyle intişar eden Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile, şimdi mânevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilâyetindehayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayınatına acip bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiyatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler.İnşaallah Risale-i Nur’un tab’ serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder.
Medâr-ı hayrettir ki, o eski zamanda evkaftan beş talebenin tayınatını Van’da Eski Said kabul etmiş, o az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmışa kadar çıktığı halde kendi talebelerinin tayınatını kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadın bereketiyle ve kendi beş altı mavzer tüfeğini satmakla istiğna kaidesini bozmadı. O zaman meşhur Tâhir Paşa gibi çok yardımcılar varken kaidesini bozmadı. O altmış yetmiş senelik düstur-u hayatının, bir işaret-i gaybiye ile altmış yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inâyet-i İlâhiye ile ihsan edildi ki, o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski hurufla izin vermemekle beraber, kaç senedir dört beş vilâyet vüs’atindeki mânevî Medresetü’z-Zehranın fedakâr talebelerinin tayınatını Risale-i Nur kendisi hediye etti…
…Şimdi mânevî evlâtlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyir, Ceylân, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafagibi ve has ve hâlis Nurun kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 216)
63- «Şimdi Risale-i Nur kendi hakikî talebelerinin tayınlarını neşriyatıyla mükemmel vermeye başlamış. Âzamî ihlâsı kırmamak için, Risale-i Nur has talebelerine, hususan nafakasını tedarik edemeyenleri tam tamına idare edecek derecede Risale-i Nur’un satılan nüshalarının beşten birisi Risale-i Nur’un hakkı olduğu cihetle, şimdi elli altmış talebesine kâfi sermayesi çıkıyor. Benim (biçare Said’in) içinde hiçbir hakkı yoktur. Yalnız Risale-i Nur’un kıymettar hâsiyeti ve şakirdlerinin şahs-ı mânevisinin kemâl-i sadakati bu mânevî Nur bayramına vesile oldu.
Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda, hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler. Şimdilik Tâhirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. Şimdi Risale-i Nur’un satılan nüshalarının sermayesi, Risale-i Nur’un malıdır. Said de bir hizmetkârdır. Hayatta tayınını alabilir. Hattâ bugünlerde ölüm bana çok yakın göründü. Ben de altı vilâyette bulunan elli altmış talebeyi iki üç sene Nur sermayesinden tayınını vermek kat’î niyet ederken, belki bazılarını bazı mâniler onları talebelik hizmetinden vazgeçirecek diye vazgeçtim. Şimdi vasiyetimi yazdım.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 232)
64- «Mânevî ve geniş Medresetü’z-Zehranın hâlis ve nafakasını temin edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlâhî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayınlarıdır ve tayınlarına sarf edilecek. Ve kaç senedir benim yaptığım gibi, benim mânevî evlâtlarım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum. İnşaallah tam Risale-i Nur intişara başlasa, o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve mânevî Medresetü’z-Zehra ve medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak, benim bedelime bu hakikate, bu hale mânevî evlatlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nura kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 234)
65- «İki ehemmiyetli sebep ve bir kuvvetli ihtara binaen, ben bütün vazife-i müdafaatı buraya gelen ve gelecek Nur erkânlarına bırakmaya kalben mecbur oldum.» (Şualar sh: 492)
Haslar, hizmetin idaresinde erkânlarla meşveret eder. Yani erkânlar hasları istihdam eder:
66- «Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki, kardeşlerin, ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve mânevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de uhrevî ve Kur’ânî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı mânevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis hasların şahs-ı mânevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem daima da şimdiye kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risale-i Nur’dan, bir cüz’ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan nasihat alır, sohbet eder. Hem Nur şakirdlerinin hasları, bu vazifeni her vakit yapıyorlar. Ve inşaallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duası makbul olan onların şahs-ı mânevîleri, daimî beraberlerinde bir üstad ve yardımcıdır diye ruhuma hem teselli hem müjde hem istirahat verdi.» (Şualar sh: 492)
Hasların hizmeti her devrede devam eder. Tesbit edilen bu birinci iman hizmeti heyeti, geniş dairedeki hâkimiyet devresinde de devam edeceği, şu ifadeden sarihan anlaşılıyor. İfade aynen şöyledir:
67- «Birincisi: Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 265)
Has şakirdlerin resmen diyanet işlerine bakabileceklerine dair bir cevaz:
68- «Saniyen: Ankara’da dindar Ahrarların kongresinde beni Diyanet Riyaseti dairesinde bir vazife ile tavzif etmeyi hararetle istemelerine ve Medresetü’z-Zehranın Nur talebelerini, bu meselede bana kabul ettirmekte vasıta yapmalarına karşı derim:
O toplantıda bu teklifi yapan meb’uslara ve dindar arkadaşlarına çok teşekkür ve çok selâm ve muvaffakiyetlerine çok dua ederiz. Fakat ben ziyade zayıf ve şiddetli hasta ve ihtiyar ve kabir kapısında ve perişan olduğumdan, o kudsî vazifeyi yapmaya iktidarım olmamasından, benim yerimde Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, benim bedelime Nur şakirdlerinin has ve hâlis ve İslâmiyetin hakikî fedakârlıklarının şahsiyet-i mâneviyesi, o kudsî vazifeyi şimdiye kadar gayr-ı resmî perde altında yaptıkları gibi, inşaallah resmî bir surette dahi yapabilecekler. Onlara havale ederiz…» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 211)
Yukarıda tesbit edilen sarih beyanlar ve üç vazifenin en birincisi olan iman hizmetinin ve onun has daire heyetinin varlığı sarahaten ve inkıta ve tebdile uğratılamaz hususiyetiyle sâbit ve zahir oluyor.
HAŞİYE Meselâ: Halk Partisi, Nur talebelerine verdikleri azap ve sıkıntı ve ihanetlerden, kendileri dünyada daha ziyade cezasını çektiler, aynını gördüler. (Bediüzzaman)
[1] Abese Sûresi, 80:15-16.
* Kardeşim Abdülmecid, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylân, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih. (Bediüzzaman)
* Kardeşim Abdülmecid, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylân, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih. (Bediüzzaman)
[2] el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:29.
Risale-i Nur Mesleğinde
VAKF-I HAYAT ETMEK BİR ESASTIR
(Hayatını Hizmet-i İmaniyeye Vakfetmek)
“Sadakat” esasına da bakınız.”
1- «Bediüzzaman, Kur’ân, imân, İslâmiyet hizmeti için, dünyevî rahatlıklarını fedâ etmiş dünyevî, şahsî servetler edinmemiş, zühd ve takvâ ve riyâzet, iktisad ve kanaatla ömür geçirerek dünya ile alâkasını kesmiştir.
Bu cümleden olarak, Müslümanların refah ve saadeti için, bütün ömür dakikalarını sırf imân hizmetine vakf ve hasretmek ve ihlâsa tam muvaffak olmak için, kendini dünyadan tecrit ederek mücerred kalmıştır. Evet, Bediüzzaman imân ve İslâmiyet hizmeti için herşeyden bu derece fedakârlık yapan, fakat bütün bunlarla beraber ubudiyet, zühd ve takvâda da bir istisna teşkil eden tarihî bir İslâm fedâisi ve Kur’ân-ı Hakîmin muhlis bir hâdimi payesine yükselmiştir.» (Sözler sh: 758)
2- «Bediüzzaman Said Nursî, çok ilimlerde müstesna birer eser yazabilirdi. Fakat o “zaman, imânı kurtarmak zamanıdır” demiş ve bütün himmet ve mesâisini ve hayatını, ulûm-u imâniyenin telif ve neşrine hasretmiştir.» (Sözler sh: 763)
3- «Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeyehazır olacak.”….
İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en parlak misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. » (Tarihçe-i Hayat sh: 11)
4- «Daima mücerred kalmak ve dünyada hiçbir şeyle alâka peyda etmemek. Bunun içindir ki, “Bütün malımı bir elimle kaldırıp götürebilmeliyim” demiştir. Bu halin sebebi sorulunca, “Bir zaman gelecek, herkes benim halime gıpta edecektir. Saniyen, mal ve servet bana lezzet vermiyor dünyaya ancak bir misafirhane nazarıyla bakıyorum” derdi.» (Tarihçe-i Hayat sh: 48)
5- «Kırk seneden beri gayet dehşetli bir zendeka hücumu karşısında, herşeyini feda edecek hakikî fedakârlar lâzım geldiği bir zamanda, Kur’ân-ı Hakîmin hakikatına, değil dünya saadetimi belki lüzum olsa âhiret saadetimi dahi feda etmeye karar verdim. Değil bir sünnet olan muvakkat dünya zevcelerini almak, belki bu dünyada on huri de bana verilse idi, bırakmaya mecburdum ki ihlâs-ı hakikî ile hakikat-ı Kur’âniye’ye hizmet edebileyim. …..
Mâdem şahsî ve hususî kemalât-ı bâkıyesi için dünyayı terk edenler, selef-i sâlihînden çok var. Elbette hususî değil, küllî ve umumî olarak çok bîçarelerin saadet-i bâkıyeleri için ve dalâlete düşmemeleri ve îmânlarını takviye edip kurtarmaları için ve hakikat-ı Kur’âniye ve îmâniyeye tam hizmet etmek ve hariçten gelen, dahilde çıkan dinsizlere karşı dayanmak için, zail ve fânî dünyasını terk etmek, elbette sünnet-i seniyeye muhalefet değil belki hakikat-ı sünnete mutabakattır. Ve Sıddîk-ı Ekber’in: “Cehennemde vücudum büyüsün, tâ ehl-i îmâna yer bulunmasın” diye fedakârlıkta âzamî sadakatın bir zerresini kazanmak fikriyle, bîçare Said bütün ömründe tecerrüdü, istiğnayı ihtiyar etmiş.» (Hanımlar Rehberi sh: 25-28)
Bir talebesinin şahsında, umuma bakan fedakârlığa teşvik dersi:
6- «Madem Hacı Kılıç Ali bir buçuk sene bütün Risale-i Nur eczalarına sahip çıkmış, kısmen okumuş nazarımızda yirmi senelik bir Nur talebesidir. Ben her sabah haslar içinde onun ismiyle bütün mânevî kazançlarıma, defter-i a’mâline geçmek için hissedar ediyorum. Öyleyse o da bütün hayatını Risale-i Nur’a vermeye mükelleftir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 26)
7- «Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iş görenler, belki kendilerini bir derece mazur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namına bana karşı tarafgirâne, rakibâne vaziyet almak ve ilişmek ve eziyet etmek, gayet fena bir hatadır. Çünkü, sabıkan ispat edildiği gibi, siyaset‑i dünya ile hiç alâkadar değilim. Yalnız, bütün vaktimi ve hayatımı hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeye hasr ve vakfetmişim. Madem böyledir bana eziyet verip rakibâne ilişen adam düşünsün ki, o muamelesi zendeka ve imansızlık namına imana ilişmek hükmüne geçer.» (Mektubat sh:71)
8- «Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz bu sıkıntılı hallerle müftehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i mâneviye yapıyoruz diye, şekvâ etmemek lâzımdır.» (Şuâlar sh: 312)
9- «Ben kusurlarımla beraber bu milletin saadetine ve imanının kurtulmasına hayatımı vakfettim. Ve milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir hakikate, yani Kur’ân hakikatine benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risale-i Nur’la çalıştım. Bütün zâlimâne tâziplere karşı tevfik-i İlâhî ile dayandım. Geri çekilmedim.» (Şuâlar sh: 446)
10- «Benim şahsımın, hem Risale-i Nur’un şahs‑ı mânevîsinin sermayesini, kendilerini Risale‑i Nur’un hizmetine vakfedenlerin vermek, hususan nafakasını çıkaramayanlara vermek lâzımdır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 200) tayınlarına
11- «Ecnebîlerin entrikalarıyla ve muhalif komitecilerin dolaplarıyla mevcut ve münteşir müteaddit cemiyetlerin hiçbirisiyle, Risale-i Nur’un hiçbir şakirdinin münasebettarlığını gösterecek hiçbir madde bulunmaması, gayet zahir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i İlâhiyeye ve İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.), Risale-i Nur’a ait keramet-i gaybiyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmâniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki mâsum ve mazlum kardeşlerimizin dergâh-ı İlâhiyeye açılan elleriyle doldurup, geri çevirip, atanların başlarında mânen patlattırdı. Bizlere, yalnız ehemmiyetsiz, sevaplı, hafif birkaç yara bereden başka olmadı. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zararla kurtulmak harikadır. Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinçle mukabele etmek gerektir.
Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz çünkü müfsidlerin plânlarına göre, yüzde yüz mahv idi. Demek bundan sonraki hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakf etmeliyiz. (Tarihçe-i Hayat sh: 239) Şekvâ değil, şükrettirecek rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalışmalıyız.»
12- «Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kumandanı olarak esir düştüğü Rusya’da Moskof Çarlığına karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda “Âhirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı” diye ölümü istihkar eden böyle nimet-i uzmâsına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zulümden zulme de sürüklensek, ömrümüzün nihayetine kadar şükran secdesinden de kalkmasak, bize yine ucuzdur.» (Tarihçe-i Hayat sh: 701)
13- «Risale-i Nur talebelerinin müdafaaları ve bu talebelerin İslâmiyete hizmetleri esnasında, gizli İslâmiyet düşmanı, insafsız, cebbar zâlimlerin entrikalariyle maruz kaldıkları işkencelerden yılmamak, şahıslarını düşünmeden, yani, şahsî refahlarını İslâmın refah ve saadeti için fedâ ederek, sıddıkıyetle sebat etmeleri ve eşedd-i zulme mukavemet etmeleri, âşikâr bir delil teşkil etmektedir.
Evet, hem yirmi beş seneden beri Risale-i Nur’la imân hizmetine, bütün varlığını vakfeden ve şimdiye kadar “gaddar din düşmanlarının” çok defalar tecâvüz ve taarruzuna ve taharriyata mâruz kaldığı halde, yirmi beş senedir inziva içinde,Risale-i Nur’un nâşirliğini yapan Nur kahramanları ağabeylerimiz, bizlere birer nümune-i imtisal olan, imân ve İslâmiyet fedâileridir.» (Sözler sh: 766)
14- «Risale-i Nur’un verdiği sermaye ile, şimdi mânevî Medresetü’z-Zehranın dört beş vilâyetinde hayatını Risale-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayınatına acip bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiyatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. İnşaallah Risale-i Nur’un tab’ serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkişaf eder…
…kaç senedir dört beş vilâyet vüs’atindeki mânevî Medresetü’z-Zehranın fedakâr talebelerinin tayınatını Risale-i Nur kendisi hediye etti.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 216)
15- «Üstadımız Said Nursî’nin Risale-i Nur eserleri basılmaktadır. Hissesine düşen bir miktar kitap fiyatlarını Üstadımız, hayatını Nurlara vakfedip nafakasını çıkaramayan Nur talebelerine tayın olarak vermektedir. Kendisi de bugün artık herkesin malûmu olmuş olan âzamî bir iktisat ve kanaatle yaşamaktadır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 218)
16- «Ben de beyan ediyorum ki:
Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi, hem mucizatlı Kur’ânımızı tab ettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’ân’ın tevafukla ve fotoğrafla tab’ına ait.* Yanımızdaki sermaye ise, Risale-i Nur’un sermayesidir. O sermaye, Cenab-ı Erhamürrahimîne hadsiz şükür olsun ki, yetmiş küsur sene evvel, o zamanın âdetine muhalif olarak, kendim fakirliğimle beraber onların tayınlarını verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbânî olarak, o zamandan elli altmış sene sonra Cenab-ı Erhamürrâhimîn o örfî âdete muhalif kaidemi mânevî ve geniş Medresetü’z-Zehranın hâlis ve nafakasını temin edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlâhî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayınlarıdır ve tayınlarına sarf edilecek. Ve kaç senedir benim yaptığım gibi, benim mânevî evlâtlarım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum. İnşaallah tam Risale-i Nur intişara başlasa, o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur’a vakfeden şakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve mânevî Medresetü’z-Zehra ve medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak, benim bedelime bu hakikate, bu hale mânevî evlatlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nura kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 234)
17- «Bediüzzaman, iki buçuk sene kadar Sibirya taraflarında esarette kalır. Bütün hayatını, fîsebilillâh Kur’ân’a, İslâmiyete, Sünnet-i Seniyenin ihyasına hasr ve vakfeden bu fedakâr-ı İslâm, buralarda da kat’iyen boş durmaz. İçerisinde bulunduğu muhiti tenvir ve irşad için çalışır. Bu müddet içinde kendisiyle beraber esarette bulunan zabitlere dersler veriyordu.»(Tarihçe-i Hayat sh: 115)
18- «Hem madem, Risale-i Nur bu asra has hususiyetler taşıyor. Hem madem binlerce âlimlerin takdirleriyle karşılanıyor. Hem madem, Kur’ân’ın dellâllığını yapan kahraman Üstad, eşine rastlanmayacak bir mükemmeliyetle, dürüst adımlarla, hakikî prensiplerle, bütün hayatını iman ve İslâmiyete vakfetmiş, dünyevî hiçbir menfaat aramadan sırf Allah rızası uğruna çalışmıştır. Hem mâdem, bütün kuvvetiyle Nur talebeleri de, iman ve İslâmiyete Ehl-i Sünnet dairesinde hizmet için hayatlarını dahi çekinmeden veriyor ve süflî menfaat peşinde değildirler. Ve madem yüz binlerce Nur talebeleri bütün tazyik ve tehditlere rağmen bu hakikati fiilen ispat etmişler.»(Tarihçe-i Hayat sh: 624)
19- «Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve Üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya sâfiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir” gibi birtakım kandırışlarla, sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip,nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar.
Risale-i Nur, dikkatle okuyan kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki, bütün böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas münafıkların maksatlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hâsıl ediyor. Fesübhanallah! Hattâ öyle Nur talebeleri meydana gelmektedir ki, asıl halis niyet ve kudsî gayeden sonra, bir sebep olarak da, münafıkların mezkûr plânlarının inadına, rağmına dünyayı terk edip kendini Risale-i Nur’a vakfediyor ve Üstadımızın dediği gibi diyorlar: “Zaman, İslâmiyet fedaisi olmak zamanıdır.”» (Tarihçe-i Hayat sh: 690)
20- «Yine bu azîm sırr-ı ihlâsa binaendir ki, Risale-i Nur talebeleri, iman ve İslâmiyet hizmetinde ağır şartlar ve kayıtlar ve tahdidatlar içinde muvaffak oluyorlar ve hayatlarını Risale-i Nur’a ve Üstadlarına vakfetmişler. Risale-i Nur’u, sermaye-i ömür ve gaye-i hayat edinmişlerdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 700)
21- «Risale-i Nur’un yüksek değerini anlamakta veya onu işitip tanımakta biraz gecikmiş olan gençler içleri sızlaya sızlaya şöyle demektedirler: “Şu geç uyanan kıymettar gençliğimifâni, geçici şeylerle zayi etmeyeceğim. Ancak ve ancak Kur’ân’a ve imâna hizmet uğrunda, sevgili Allah’ım ve sevgili Peygamberimin emirlerine itaat yolundaki hizmetlere vakfedeceğim. Ancak böylelikle, bu muvakkat gençliğimde bâkî bir gençliği elde etmiş olacağım.» (Gençlik Rehberi sh: 226)
22- «Risale-i Nur’un hizmetine hasr-ı vakit eden rükünlere ve çalışanlara zekâtla yardım etmek de Risale-i Nur’a bir nevi hizmettir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 223)
23- «Basiretli Nur nâşirleri, otuz beş sene evvel Risale-i Nur’daki yüksek hakikatleri görmüş, o kudsî dersleri almış ve o zamandan beri ihlâs ve sadakatla gizli din düşmanlarına göğüs germiştir. Nur kahramanlarının haneleri müteaddit defalar arandığı ve kendileri defalarca hapislere atılarak orada şiddetli azaplar ve sıkıntılar çektirildiği halde, elmas kalemleriyle Risale-i Nur’un bu kadar senedir nâşirliğini yapmışlardır. İstedikleri takdirde dünya nimetleri kendilerine yâr olduğu halde, her türlü şahsî, dünyevî rütbelerden, varlıklardan feragatle, ömürlerini Risale-i Nur’un hizmetine vakfetmişlerdir.
“Acaba, Risale-i Nur şakirdlerindeki bu cehd ve kuvvetin, bu feragat ve fedakârlığın ve bu derece sebat ve sadakatın sebebi nedir?” diye bir sual sorulursa, bu sualin cevabı muhakkak ki şu olacaktır: Risale-i Nur’daki cerh edilmez yüksek hakikatler, iman hizmetinin yalnız ve yalnız rızâ-yı İlâhî için yapılması ve Bediüzzaman Hazretlerinin âzamî ihlâsıdır.»(Tarihçe-i Hayat sh: 165)
Hayatlarını Nurlarla Kur’an hizmetine hizmetine vakfeden, ilk talebelerden iki zatı numune-i misal olarak zikreden Üstad der ki:
“Bu iki zât hakikî talebelerimden ve ciddî arkadaşlarımdan… Vehizmet-i Kur’an’da arkadaşlarım içinde talebelik ve kardeşlik ve arkadaşlığın üç hâssası var ki, bu iki zât üçünde de birinciliği kazanmışlar.
Birinci Hassa: Bana mensub her şeye malları gibi tesahub ediyorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve te’lif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Âdeta cesedleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakikî manevî vereselerdir.
İkinci Hassa: Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en büyük, en mühim maksadları, o nurlu Sözler vasıtasıyla Kur’an’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en mühimmi, hakaik-i imaniyeye hizmet olduğunu telakkileridir.
Üçüncü Hassa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim ve eczahane-i mukaddese-i Kur’aniyeden aldığım ilâçları, onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassis oluyorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gayreti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbine gelen şübehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleridir.
…
Cenab-ı Hak bunların emsalini ziyade etsin ve onları da muvaffak etsin ve tarîk-ı haktan ayırmasın, âmîn.
اَللَّهُمَّ وَفِّقْنَا وَ اِيَّاهُمَا وَ اَمْثَالَهُمَا مِنْ اِخْوَانِنَا لِخِدْمَةِ الْقُرْاۤنِ وَ اْلاِيمَانِ كَمَاتُحِبُّ وَ تَرْضَى بِحَقِّ مَنْ اَنْزَلْتَ عَلَيْهِ الْقُرْاۤنَ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلاَةِ وَ اَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَا اخْتَلَفَ الْمَلَوَانِ وَ مَا دَارَ الْقَمَرَانِ
Said Nursî (Barla Lahikası – 23)
Risale-i Nur eserlerinden kısmen alınarak nakledilen mezkûr beyan ve tavsiyeler, Risale-i Nurla Kur’an ve iman hizmetine hayatını vakfetmek fedakârlığı, kıyamete kadar devam etmesi gereken ve BediüzzamanınHazretlerinin vasiyetnameleriyle de te’yid edilen değişmez bir esastır.
Bu değişmez esası tam yerine getiremeyen talebeler, hayatını hizmete vakfeden İslâm fedailerine, tam bir muavenet, tesanüd ve teşvik ile bu fazilete ortak olup manevî şirkete dâhil olurlar.
* On bin liradır. (Bediüzzaman)
ittihad.com.tr