Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Kelimeler & Kavramlar / Vecd, gaşy, cezbe, istiğrak, meczub kavramları hakkında

Vecd, gaşy, cezbe, istiğrak, meczub kavramları hakkında

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Vecd, gaşy, cezbe, istiğrak, meczub

CEZBE

Sürüklemek, kendisine çekmek. Sâlikin beşerî vasıflarından soyutlanma ile ilâhî sıfatları kazanma ve tecellileri müşahede etmesi anlamında bir tasavvuf terimidir.

Cezbe; Hakk’ın, kulunu kendisine çekmesinden hasıl olan istiğrak, derin şaşkınlık ve hayret sûretlerinde görünen manevî bir haldir.

Cezbe, kulun Hakk’a külfetsiz yaklaşması ve ilâhî inayetler ve lütuflar gereği hareket etmesidir. Aynı zamanda o, riyazet ve ibadete devamla duyguların yok edilmesidir. Cezbe, Allah’ın kulunu kendisine çekmesi, kulun Allah’a kavuşmasıdır.

Cezbe iki türlü olur. Bunlar da:
1.
 Hafî (gizli) cezbe, (kulun Hakk’ı sevmesi)

2. Celî (açık) cezbe; (Hakk’ın kulu sevmesi)dir.

Cezbeye tutulanlara meczûb denilir. Meczub; Hakk’ın rızasını kazanan, Hak tarafından yakınlığına lâyık görülen, her türlü hevâ ve heves lekesinden temizlenen ve bu sayede sülûk makam ve mertebelerine çalışmadan ve yorulmadan erişen ergin kimsedir. Bunlar, gayb esrârına vâkıf velîler olarak telâkki edilir. Bundan dolayı meczûb olanlardan çekinilir, gönülleri kırılmaktan sakınılır. Şathiyyat denilen sözleri hakkında sükût tercih edilir. Cezbede şart olan, istidattır. Bu istidat, Allah vergisidir. Kazanmakla elde edilmez. Sâlikte istidât ve kâbiliyet olmazsa, sadece riyâzet ve tasiye ile Hakk’a kavuşmak nasip olmaz.

Cezbeyi akıl hastalıklarından biri diye gösterirlerse de cezbe cinnet değildir; meczub da mecnun olamaz. Çünkü cezbe, hali değişken bir kimsenin idrakinin mutad beşer idrakinden daha da yükselerek, keşf-i hakâyıka doğru gitmesidir. Cinnet ise, beşer idrakinin manasız ve düzensiz bir şekilde aşağılara düşmesidir. Cezbede yükselme, cinnette alçalma vardır. (Osman Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun, İstanbul 1942, s. 31-35).

Tasavvuf erbabınca manevî yolculuğa seyr-i sülûkla çıkılır. Burası, fena mertebelerinin (Tevhid-i Ef’âl, Tevhîd-i Sıfat ve Tevhîd-i Zât) kazanılıp tadına varıldığı kısımdır. Cezbe ise, Bekâ makamlarının (Cem’, Hazretü’l-cem ve Cemü’l-cem’)tadına varıldığı bölümdür. Sülûk mertebelerinde urûc; cezbe makamlarında da tedellî (nüzul) müşahede edilir. Sülûkun başlangıcı cezbenin nihayetidir. (H. Fehmi Kumanlıoğlu, Muhammed Nürü’l-Arabî, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 1988, s. 60).

Bekâ billâh ismi verilen seyr-i fillâh, cezbe makamıdır. Burada, Hakk’ın sıfatlan ve ahlâkıyla süslenip ufuk-‘ul a’lâ’ya ulaşılır. (Selçuk, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, İstanbul 1984, s. 174).

Cezbeye tutulanlara Üveysi-meşrep de denilir. Şurasını ifade etmek gerekirse; mutasavvıflar, teklifi düşüren cezbe halini ve bir kimsenin bu mânâda cezbeye tutulmasını hoş görmezler; hatta tutulmuş olanları da kurtarmaya çalışırlar. Onlar, cazib olmayı meczup olmaya tercih ederler.

(Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU)

☆☆☆

Vecd

İradesi dışında sâlikin kalbine ansızın gelip beşerî vasıflarından soyutlanmasına yol açan hal anlamında bir tasavvuf terimi.

Sözlükte “yitiğini bulmak, istediğine kavuşmak, güç yetirmek; aşk ve iştiyak sarhoşluğu içinde kendinden geçmek, yüksek heyecan duymak” anlamlarındaki vecd kelimesi tasavvuf terimi olarak “kasıt ve zorlama olmadan Allah’ın bir ihsanı şeklinde sâlike gelen ve onu kendinden geçiren mânevî çarpıntı” (müsâdefe) demektir (Kuşeyrî, s. 190). Hakk’ın varlığını idrak eden ve kalbinde O’ndan başkasına yer vermeyen sâlik bu çarpıntı ile beşerî sıfatlarından sıyrılır. Kur’ân-ı Kerîm’de müminlerin rablerinden korkarak, derileri ürpererek vecd ile Kur’an okudukları haber verilmiş (ez-Zümer 39/23), Hz. Peygamber’in ve ashabın Kur’an okurken veya dinlerken yaşadıkları vecd hallerine dair birçok rivayet aktarılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 33). “Gerçek şu ki gözler kör olmaz, lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur” âyetini (el-Hac 22/46) te’vil eden sûfîler kalpte bulunan üzüntü ve sevinç türünden her duygunun kalbin işitmesi, görmesi ve ürpermesi anlamında birer vecd olduğunu, vecdi Hakk’a yakınlaşma ile gerçekleşen ilâhî emir, vâridât ve tecellîlerin doğurduğunu, vecdin ortaya çıktığı ilk yerin kalp olup kalpten bedenin bütün organlarına titreme, nâra atma, inleme, derin nefes alma, donup kalma, bayılma, sükûna erme şeklinde sirayet ettiğini, gerçek vecdin ileri derecedeki Allah ve peygamber aşkı ile irade sağlamlığından meydana geldiğini belirtmişlerdir (Serrâc, s. 293).

***

Vecdin birbiri ardınca vuku bulup sâlikin bütün varlığını kaplamasına “galebe” denir. Vecd geçici, galebe kalıcı bir haldir. Vecd, cezbe ve istiğrak birbirine yakın hallerdir. Vecdde kısmen de olsa kulun gayretinin bir payı söz konusudur. Cezbe vecde göre daha güçlüdür ve tamamen Allah vergisidir. Sûfîlere göre vecd sâlikin halleri arasında kabul edilirken istiğrak sülûkünü tamamlamış ve velâyet mertebesine ulaşmış kişi için söz konusu edilir.DİA)

Gaşy: Kelime olarak bayılma, kendinden geçme anlamlarına gelir. Vecd kelimesi ile müteradiftir.

☆☆☆

MECZUB

“Çekilmiş, çekiciliğe kapılmış” kimse anlamında veliler hakkında kullanılan bir tasavvuf terimi. Bu veliler topluluğu ilahi çekiciliğe kapılmış olmaktan ötürü kendilerine sahip olamayan, çevreleriyle uyum sağlayamayan, düşünme ve anlama yeteneklerini yitirmiş olmaktan dolayı şeriatın buyruklarını uygulayamayan bir zümre sayılır.

Tasavvuf ölçülerine göre, mürid, ya süluk yoluyla ya da cezbeyle yükselişe geçer. Eğer belli bir şeyhe bağlanmışsa onun gözetimi altında yol alacağı için, süluk ettiği bu yolda sağlıklı bir ilerleme ve gelişme kaydedecek; bunu yapmayan meczub olacaktır. Tasavvuf’ta cezbeyi ve sülukü birleştirebilen bir üçüncü mürit grubu daha sözkonusu edilmektedir.

Herkesin yeteneğine göre gerçekleşen cezbe, bütün varlıkların kayyumu olan Yüce Allah’a yönelip orada yok olmayla elde edilen bir hal olarak tanımlanmaktadır. Meczub da Yüce Allah’ta yok olan, fena bulan kimse olmaktadır. Bu görüşe göre, tarikat mensupları ya mürididir ya da muradıdır. Meczuplar, bu ikinci gruptan olup, muhabbet ve incizab (sevgi ve çekicilik) yoluyla bir başka şeye ihtiyaç duymadan en büyük matluba (Yüce Allah’a) varabilmiş kimselerdir.

Meczub’un bu şekilde tanıtılmasına karşın, tarikat bağlılarından bir bölümü de cezbeyi dilememek ve meczublardan uzak kalmak gereğini vurgularlar.

Meczublar seyirlerini tamamlayamamış kimseler olarak tanımlanırlar. Onlar Hakk’a erme ve O’nun aşk ve muhabbetinde boğulup kalmadan dolayı halkı irşat ve davet sahiline çıkamazlar. Keşifleri sırasında karşılaştıkları aşk şimşekleri ve erme iştiyaklarına rağmen, makamlarının buna elverişli olmayışı karşısında, kalplerindeki istek ateşine dayanamadıklarından uyumsuzluğun verdiği bir hali yaşarlar.

Meczub; nefsi elinden alınmış, bu yüzden nefsine malik olamayan, sürekli Rabbı ile meşgul bulunmaktan dolayı kendini idare edecek hale dönemeyen, fıkıhçılardan şüphe içinde olup, onlara güvenmeyen ve kendisini çeken yüce Allah’ın hidayet edeceğini de düşünen bir kimlik içinde olan kişidir.

Meczub’un teklife esas olan akıldan mahrum oluşundan ötürü insanların en aşağı mertebesinde bulunduğu ve teklif ile ibadeti düşüren hali dolayısıyla müminler zümresinin dışına çıktığı noktası sürekli tartışma konusu olmuştur. İslam şeriatının teklif için esas aldığı akıl, dünyanın idaresini sağlayan akıldır. “Bu akıl kaybedilirse, insanlık mertebesinin en aşağısına düşüleceğine göre, nasıl veli olunur” sorusuna mutasavvıflar şöyle cevap verirler: “Meczub her ne kadar aklını kaybetmişse de, ilahi nurlar denizine batmıştır ve bu durumu sebebiyle de hislerle bilinen alem üzerinde az durması ona zarar vermez. Çünkü, meczub’un elde ettiği vüsul sebepleri kesilmiş ve teklifler düşmüş olmakla birlikte, makamını koruduğu sürece kendine özgü şer’i hükümleri vardır. Bu bir yaşama biçimidir, haldir, yaşayan daha iyi bilir.”

Tasavvufun meczuba temel bakışı bu olmakla birlikte, şer’i tekliflerden kaçabilmek için meczub takliti yapanlarla ilgili yergiler de yapılmıştır.

Zübeyir YETİK

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Hisbe, İhtisab – Hisbe Teşkilâtı ve Muhtesib

Hisbe ( الحسبة ) Arapça’da “hesap etmek, saymak; yeterli olmak” anlamlarındaki hasb (hisâb) kökünden türeyen ihtisâb …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ey kardeş! Zırh ve silah, namaz ve takvadır / Nur’un İlk Kapısı’ndan

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَايَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ (Hâşiye) Ey birader! Düşman …

Kapat