Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Feyizli Sözler & Kıssalar & Dualar / Vefat Yıldönümünde Mehmet Akif’in İç Portresi

Vefat Yıldönümünde Mehmet Akif’in İç Portresi

MEHMET AKİF’İN ÎÇ YÜZÜNÜN PORTRESİ

Evvelâ insanlara, sonra ahlâklarına düşman olmuyordu; insanların ev­velâ ahlâklarını sevmiyordu, sonra kendilerini.

* *

Kimsenin hususiyetini konuşmazdı. Yalnız heyeti içtimaiyeyi çekiştirirdi. Fakat şahısların kirli hususiyetleri, cemiyeti içine alacak kadar, Akif’in gözünde büyürse kaleminde mânevî bir pazı ile bu kocaman lekeye hücum ederdi ve bu lekenin içinde karıncalanan cüz’ü fertlere de.

**

«Kendi olmayan» lara kızardı. «Benzemek» sinirlendiği şeydi; hayatının, bir kısmı da bu öfkeden ibarettir.

**

İki yüzlülere garazdı. Fakat yaşı ilerledikçe :

— İki yüzlüleri artık sever oldum; çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görünmeye başladı, diyordu. Ve yaşlandıkça herkesden kaçıyordu. Daha yavşasaydı, yalnız kalacaktı; cemiyetle karşı karşıya tek bir adam.

**

Kalabalıkta «yok» denecek kadar sessizdi. O, kendisiyle iki kişi olduğu­nuz zaman «var» dı. Muhaverelerin sevimsiz gayesi olan «kendini göstermek» zaafına kaymıyarak konuşur, içiniz onun ufak cümleleriyle dolardı.

**

Gençliğinde, onu, uzvî iptilâlardan din ve pehlivanlık kurtardı. Pehlivan­lığa bünyenin fazileti diye bakıyordu. Dine gelince:

— Dindar olmasaydım, gençliğimde ahlâksız olabilirdim. Faziletin İçti­maî bir mefhum hâline girmediği genç yaşta insanı din tutar, diyordu.

**

Ölümümde terekesi muhtasardı: Bir kat esvap, yepyeni bir şapka (haya­tında tek şapkadır), bir mavzer tüfeği ve bir istiklâl madalyası (bu ikisini ilk Büyük Millet Meclisinde âzâ iken almıştı), yastığının altında birkaç lira, bir fakfon saat. Çalınmasına, meşin bir kordonun mâni olduğu saat.

Bu saat çok mühimdi. Kendi, verdiği sözü bu saatle tutar; sizin beş daki­ka geç kaldığınızı da bu saatle ispat ederdi; ve bu saatin yalnış olduğunu söyleyemezdiniz: Yeni Câmi ayarı idi.

**

İki adamı sevmezdi: Fazla terbiyeli ve fazla terbiyesiz olanı.

Nezâket, ona, insanların gizlenmeye muhtaç olan bir taraflarını örten bir şey gibi görünüyordu.

Gözünde fazla nazik olan adam gizli adamdı.

**

Zaafı, zamanını sevmemekle başlar, kuvveti de budur. Asrından nefret, onu başkalarından ayırdı; ve bu sayede izdihamda kaybolmadı. Adı anılın­ca cemiyetten ayrı tek bir adam gözönünde durur. Onu, böyle, herkesden iaşka bir insanın tenhalığı ile düşünmemize sebep olan İçtimaî yüzünün gü­zel tarafı bu çehrenin yalancı olmamasıdır

**

Dünyaya gelmekte geç kalmış gibi muztarip bir yüzü vardı. Fakat bu ısdırabını hiç bir lûtfun ve idbârın önünde gizlemedi. Bu mâzi hicranını bir îmanın sayhasındaki çıplaklıkla yüzünde taşıdı. Ancak bu, ne bir menfaâti vasıtası, ne de bir gururun dâvâsıdır: Mehmet Akif, Mehmet Akif olduğunu bilmiyecek kadar, sade adamdı.

**

Mâzide oturur, mâzide yatar, kalkar bir kelime ile ve kendi tâbiri ile ma­zide yaşar: «Ben zâten mâzide yaşar bir adam olduğum için eski âşinaları anmağa vesile ihtiyacından varesteyim.»

Gençken mâzimiz yoktu. Fakat yaşlandıkça arkamızda bir mâzi birikir. Ve bunu severiz. Akif, yaşı arttıkça, bu şahsî mâziyi cemiyetin mâzisi ile ka­rıştırarak sevdi.

Hayatın akıp gitmesinden mustariptir. «Şu sedirin üstüne öğleyin uzan- miştim; bir de baktım ki akşam olmuş» der.

Ahlâkı, kendi sandığı gibi, dâima din ahlâkı değildi. İstiklâl Marşı için verilen ikramiyeyi almayışı; arkadaşının çocuklarını kendi çocuklarına bakamadığı bir zamanda evine alışı, bunlar, dinin emriyle değil, vicdan zev­kiyle tahammül edilen faziletlerdir.

**

Görünmeyen taraflariyle, Âkif, daha faziletli idi.

Çocukluktaki «din», insandan, tamamen çıkmaz. Beş yaşında mukaddes tanıdığımız bir türbe kandili elli beş yaşında da inkârımızın karanlık köşe­sinde ruhânî bir nokta gibi durur. Fakat Akif’in çocukluğuna giren her nok­ta hayatiyle beraber yürüyerek uzun bir çizgi oluyordu.

**

Yalan söylemeye muhtaç olmayarak hayatını baştan başa anlatabilir..

**

«Para» yı bilmiyordu. (Bu mefhumu, sade, Umumî Harpte biraz heceledi; fakat sökemedi.) İnsanların, ekseriya çirkin oldukları para meselelerinde- Âkif çok güzeldi.

**

Seciyesiz olmaktan, hattâ kazara olmaktan ödü kopar. Çünkü o zaman, kendisinden iğrenecek; kendisiyle yaşamıyacak; hayat. Ona, bir kalleşle iç‘ içe yaşamanın azabını verecek. Dünyanın bazı büyük şairleri gibi ahlâksız olmaktan korkmıyacak kadar cesur olamaz; fakat cemiyetten korkmaz; ken­dinden korkar.

**

Evi bir seciye pehlivanı kadar çıplaktı. Vatanı o derece kendinindi ve o kadar güzeldi ki Çamlıca gibi yüksek bir noktadan memleketine bakınca gu­rur duyuyordu. Bu gururda hükümdar azameti ve milyoner hotkâmlığı vardı: Dekovillerini, fabrikalarını seyreden zenginin hotkâmlığı.

(Fotin Efendiye misafir gelen bir Avrupcdı, lcadiye tepesinden İstan­bul’a bakarak hayran olduğu gün orada olan Akif sapsan oluyordu.)

* *

Bu satırlar Akif’in manevî bir resmi olmak iddiasında değildir; ondan çizgilerdir: Onun resmi, onun yazdığı şu mısradır:

Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecektir!

Akif’in fazileti, malûm olmaktan rahatsız olurdu. O kadar olurdu ki, yine deminki iki vakada duracağım: Arkadaşının çocuklarına bakması, İstiklâl’ Marşının ikramiyesini almaması, bu faziletler onun tarzı değildir: Hugo’nun eserlerine benziyor bunlar. Onun gizli fazileti bu edebiyattan rahatsız olma­lıydı. Marşın parasını alacaktı; ve herkes, onu, bu ikramiyeyi almış bilecek,, halbuki O, bu parayı meçhul zaruretlerin adreslerine meçhul bir adam ola­rak dağıtacaktı. Ölen arkadaşının çocuklarına da babalık ettiğini kimse duymayacaktı. Akif’in seciyesinin üslûbu budur. Duyulan kahramanlıklar onun: değildir.

Kaynak: Mithat Cemâl Kuntay, Mehmet Âkif)

***

Mehmet Akif’ten Kısa Dersler

“İnsan çalışmakla mükellef, başarmakla değil.”

“Gaye uğrunda çalışmak, didinmek, nihayet ölmek! O ne güzel meşgale, o ne hoş eğlence, o ne mesut son imiş.

“İnsan bir gayeye ulaşmak için, mesaisini bir mevzua hasretmeli, dağıtmamalı.”

“Dindar olmasaydım, gençliğimde ahlâksız olabilirdim. Faziletin İçti­maî bir mefhum hâline girmediği genç yaşta insanı din tutar,”

“İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir.

“İngilizler’in dünyaya hâkim olmalarının sebebi, fenalar fenalık yapınca, iyiler derhal önüne geçerler; bir kenara çekilip yan gelmezler.

“İyilik mefhumu bizde menfidir, müspet değildir. Mesela, bir adam iyidir dediğimiz zaman, “Şunu yapmaz, bunu yapmaz, kimseye bir fenalıkta bulunmaz” manasını kastederiz. Yoksa “Şunu yapar, bunu yapar, şöyle iyiliklerde bulunur” manasını düşünmeyiz.”

“Ah biz Şarklılara vazife hissini hissettirecek bir aşı keşf olunsa!.. Nereye gittimse, insanlarımda vazife hissi göremedim. Bu şuurun uyandığı gün, Şark yakasını kurtarmış demektir.

“Hiçbir şey, tek başına çalışmakla kãbil olamıyor. Bugün hayat öyle bir şekil almış ki tek başına çalışan bir adamın alnından damlayan terler, tıpkı gözyaşı gibi dökülüp gidiyor, hiçbir fayda temin etmiyor. Ne zaman, bir yere gelmiş binlerce alın birden terlerse, işte o vakit, bu çalışmanın yeryüzünde bir eseri, bir izi görülebilir.

“Bakıyorum, ayrı ayrı pek iyi adamlarız. Bizi medeniyette dünyalar kadar geri bırakan milletlerin fertlerinde, bizdeki büyüklükler yok. Sonra bakıyorum, bir yere gelince, bir hey’et-i içtimaiye teşkil edemiyoruz. Çünkü o terbiyeden mahrumuz.

“Kur’an, ‘Bu dünyadan nasibini unutma!’ buyuruyor. Hz. Peygamber de (s.a) “Dünya ne güzel bir binektir, ona binin ki sizi ahirete yetiştirsin. İçinizden hayırlısı, dünyasını ahiretine, ahiretini dünyasına feda eden değil, her ikisi için de çalışandır. Helal mal talebinde bulunmak, cihattır.”

“Hz. Peygamber (s.a), bir gün ashabıyla otururken, bakmışlar ki babayiğit bir genç, erkenden kalkmış, çalışıyor. Ashab-ı Kiram, “Ne olurdu, şu delikanlının çalışması Allah yolunda olsaydı” demişler. Hz. Peygamber (s.a), ‘Böyle söylemeyin. Eğer bu genç, başkasından ihtiyacını isteme zilletinden kurtulmak için çalışıyorsa, Allah yolunda çalışıyor demektir. Çalışamayan anne-babası için çalışarak, onlara bakıyorsa yine Allah için çalışıyor demektir. Yok, eğer zengin olarak ötekine, berikine kurum satmak için uğraşıyorsa, şeytan yolunda çalışıyor demektir’ buyurmuş.”

“Zengin, orta halli, züğürt, elhasıl hepimiz mektepsizlikten, maarifsizlikten şikâyet ediyoruz. Fakat hiçbirimiz bu derdin çaresini bulmak istemiyoruz.”

“Yedi bacanak gidiyorlarmış. Saatlerce süren sükût canlarını sıkmış. ‘Ne olurdu, bir adam olsa da biraz laf etseydik!’ demişler… Biz de tıpkı böyleyiz. Milyonlarca herif, bir yere toplanmışız. ‘Ah bir hayır sahibi çıksa da çocuklarımız için mektep açsa!’ diyoruz.”

“Avrupalılar, ele geçirmeyi kararlaştırdıkları memleketin ahalisi arasına, evvela tefrika sokarlar, senelerce milleti birbiriyle boğuştururlar. Sersem ahali, bu suretle yorgun düştükten sonra, gelip çullanırlar. Bugün de işte bize karşı, aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerdeki siyasetleri budur. Hindistan’da, daha evvel Endülüs’te, sonraları Cezayir’de, İran’da hep böyle yaptılar. Takip ettikleri siyaset, hep aynı siyasettir, hiç değişmez. İngilizler, Hindistan’da halkın arasına ayrılık tohumu atmak için, bakınız nasıl bir oyun oynuyorlar: İngilizler, Hindistan’daki Müslümanlara, Kurban Bayramı’nda öküz (inek) kesmelerini söylerler… Sonra da Budistlere, ‘Bakın, onlar sizin kutsal hayvanınızı kesiyorlar; siz de domuz kesip başını camiye bırakın’ derler. Sonra da aralarında çıkan kavgayı keyifle seyreder, sömürge yönetimini de kolayca yürütürler…”

“Hayatta tahammülü olmayan yük, mihnet yüküdür. Yüklenmek mecburiyeti olunca, hiç olmazsa, mihnetine kıymet vermeyen adam seçilmeli.

“İhtiyaç, insanın kendi eliyle üzerine örttüğü bir ağdır. Hiç olmazsa, ağın gözlerini büyük tutmalı; kurtulamazsa, bari elleri, ayakları, başı dışarıda kalsın.”

“Eski, eski olduğu için atılmaz, fena olursa atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz, iyi olursa alınır.” 

“İnsan, hayatta iki şeyi bilmelidir: Biri haddini, diğeri de hesabını. Ben haddimi hep bildim ama hesabımı bilemedim.” 

“Dost kazan, düşmanı annen de doğurur.”

“Milletler topla, tüfekle, ordularla, tayyarelerle yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki bağlar çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatına, kendi çıkarını temin etmek kaygusuna düştüğü zaman yıkılır.”

“Sahipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır.”

“‘İş bitti, sebatın sonu yoktur!’ deme, yılma.

Ey millet-i merhume, sakın ye’se kapılma.”

“Bizi düşmanlarımızın külli kuvvetleri perişan etmedi; belki onların taliaları başımıza bu felaketi getirdi. O talia ne idi biliyor musunuz? Ordularından senelerce evvel, hududumuzun dahiline soktukları tefrika (ayrılık gayrılık fikirleri) idi!

“Tarih tekerrürdür, derler. Pek doğru. Üzülecek bir cihet var ki o da tarihin tekerrürü sözü, bize gelince, musibetin tekerrürü gibi bir mana ifade ediyor.”

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” 

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Halâ Cahiliye Hükmünü mü Arıyorlar?”

"Halâ Cahiliye Hükmünü mü Arıyorlar?" Yüce Allah biz kullarına nasıl bir ahlaka sahip olmamız, nasıl …

Kapat