Ana Sayfa / Yazarlar / Vicdan-ı Umumî

Vicdan-ı Umumî

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Vicdan-ı umumi

Mehmet Akif,

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim

Onu dindirmek içinkamçı yerim çifte yerim

Adam aldırmada geç diyemem aldırırım 

Çiğnerim çiğnenirim Hakkı tutar kaldırırım

Biri ecdadıma saldırsa hatta boğarım

Boğamazsın ki, hiç olmazsa yanımdan kovarım

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam

Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam

Vicdan, kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir. Vicdan, birçok dinde, birçok felsefi akımda, mistisizmde önem verilmiş bir kavramdır. Günümüzde kimileri “kamusal vicdan” ifadesini  kullanır bu toplumun vicdanı demektir. Felsefeye göre, iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil, kişinin bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri sürer, seküler anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer. Friedrich Nietzsche’ye göre vicdan, borçlanma ahlakına bağlı olarak gelişmiş, “söz verebilen bir hayvan yetiştirme” amacıyla icat edilmiş bir kavramdır. Neo-spiritüalist görüşe göre ise, ruhun ancak belirli bir gelişim aşamasında (hayvanlık ara aşamasından sonraki insanlık aşamasında) açığa çıkan, ruhun gelişimi oranında derece derece gelişen bir yeteneğidir.

 Kamusal vicdan yani vicdan-ı umumi olmayan toplumlarda haksızlıklar duymayarak görmeyerek büyür tıpkı bugün bizim gördüğümüz gibi.Bir siyasi iktidarın vicdan-ı umumiyi rahatsız eden şeyler karşısında ilgisiz davranması Allah’ın gazabını harekete geçirir. Kızlarla erkekleri ayrı otursun diyen bir müdür görevden alınıyor, üç beş6tane velinin dışında kimse tavır koymuyor. Nerde vicdan-ı umumi. Devleti temsil edenler her ölen ekabirin cenazesine omuz verir, bu gariban müdüre sessiz kalır.

Peygamberimize müslüman olmak isteyen Hz. Ebubekir’in babası Hz Ebubekir ile birlikte gelirler, Resulullah arkadaşına “Ya Ebubekir ben bu yaşlı adamın yanına gitseydim keşke  üzüldüm” der, “onu yorduk.“ Bir Yahudinin cenazesine ayağı kalkar, “Ya Resulallah o Yahudi” derler. Şefkat Bahri Efendimiz hilkat-ı kainatın maksad-ıesasisi, zübdeyi âlem, anlatamaz onu kalem. Resulullah “ama  o insan” der.Ya Resulllah bizi senden ayırma, ne olur kör topal seni severek ölelim.

Bediüzzaman sürgünler, tarassutlar, zulümler içinde  yaşamış hapishanelerindeki hayatı bile iç içe zulümlerle dolu, hapishane yetmiyor odanın camları kırık, buz gibi, resmen öldürmek için herşey düzenlenmiş, hiç şikayet etmemiş, ulülazm peygamberler gibi çok büyük zulümlere beddua ile bile karşılık vermemiş, Taif’de taşlanan peygamberimize göklerin, yerlerin, denizlerin melekleri “Ya Resulallah izin ver felaket olalım, yerleri yaralım onları yutalım. O buradan gelecekte gelecek müslümanların hatırına onların gazabını teskin eder.

Burdur’da karakolun bahçesinde bir köşede yorgunluk ve bitkinlikten bitap düşmüştür, birisi onu arar Bediüzzaman Said Nursi nerde der, karakoldaki bir kimliksiz adam galiba şu yığıntı der, ihtiyarlara hürmet bu ya. Hüseyin Cahit Yalçın icraatların milletin mazisi ile bağını kopardığını söyler, yaşlı ha yaşlı Sinop’a sürgün edilir, Zübeyir abi bir gün üstadın böyle panik halinde oraya buraya gittiğini görür, ne var üstadım” Hüseyin Cahit ölüyor da son nefesinde Allah’tan rica ediyorum, ona imanını bağışlasın, bunu bana Kırkıncı Hoca Anlatmıştı. Hüseyin Cahit’in babası Muhiddin-i Arabi hayranıdır, kendi de bütün hayatı boyunca haksızlığın karşısında olmuş bir azametli adam. Ben de Iğdır’da ilerlemiş yaşıma rağmen müthiş saygı görüyorum, ne yapalım Bediüzzaman talebeliği kolay değil. Saltanat sürenler, zulüm görenler diye ikiye ayrılır insanlar. Dostoyevski, Namık Kemal, Kemal Tahir, Nazım, 

Menderes, Demirel hep zulüm görenler kervanından. Menderes azledilir elleri bağlı Eskişehir hava alanında bir takım ünvanlı aşağılık adamlar tarafından tekmelenir. Cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil.

Bediüzzaman vicdan-ı umumidir, ateizmin, nihilizmin, faşizmin, komünizmin mantıksız ırkçılığın karşısında sadece ümmetin değil bütün kitaplı dinlerin hukukunu savunur. Ataları at sırtında bile namazı terketmemiş savaş meydanında dahi namazı tehir etmemiş bir milletin çocuklarının bilmem yüzde kaçı Alllah’ın huzurundan küçük bahanelerle kaçıyor ama yemek olunca kimse tehir etmiyor, zevklerde acele, ibadette ne acele müflis gidersen öteye.

Bir karıncanın hukuku var, bir kedinin hukuku var, bir ağacın hukuku var. Bir ağaca birinin elbisesi ilişir elbiseyi kurtarsa ağaç zarar edecek Şeyhülislam Zenbilli Ali Cemali’ye gidilir, ağaç zarar ederse elbise kesilir der, İstanbul’da yüzyıllık bir milletin hafızası ağaçlar kesilir devleti aliyenin bir kişisi bu katliama karşı duramaz, zalim izzetinde mazlum zilletinde göçüp gidiyorlar, olur mu Allah’ım. Vicdan-ı umumiye tercüman olamayan cüzdan-ı umumiye tercüman olur. Varsa para yoksa para, vicdan nerde kalkta ara.

Risalei Nur’un hukuku ayrı bir konu, onunhukuku onu insanların önüne onların hayatlarını değiştirecek bir boyutta sunmaktır. Büyük eserler insanlarıdeğiştiren eserlerdir. Batının büyük klasikleri hala bugün bütün dünyada okunmaktadır, üstelik onları bir savunan grup yok, Balzac hâlâ yüz yılı aşkın bir süredir bütün dünyada okunmaktadır, bizim edebiyatımızın bir Balzac’ı olmadı, ama Bediüzzaman hem dünya hem de metafizik konularda çok derin bir okyanus, gerçek değişimleri içinde barındıran bir eser. Onun hukukunun gerektiği gibi dünyanın, kamuoyunun, edebiyat ve sanat dünyasının önüne sunamadık zannedsersem, ben bana hayran ben bana kurban demek gibi bir ilgimiz var onlarla. Bir Tolstoy’un Diriliş romanı ile Bediüzzaman’ın aşir risalesini karşılaştıralım bakalım hangisi diriliş, Bir Savaş ve Barış ile Ayet ül Kübra’yı mukayese edelim bakalım nasıl yaklaşmışlar işte demek istediğim onun hukukuna uygun bir tanıtım tarzımız olmalı, onun yüceltmek ancak bu şekilde mümkün.

Yine peygamberimizden bahsedelim, insanlara İslamı tebliğ ederken kendisiyle ve ona inananlarla alay edilmiş hakarete uğramış geçtiği yollara dikenler dökülmüştü. Açlığa mahkum etmek için boykot uygulanmıştı. Yapılan eziyetler bunlarla sınırlı kalmamış nihayet öldürülmek istenmişti. Aişe Validemiz bir defasında Resulullah’a hitaben Uhud savaşından daha fazla sıkıntıya  düştüğünüz bir gününüz oldu mu? diye sorunca Peygamberimiz şöyle cevap vermiştir. Ey Aişe hayatımda Kureyş’in sebeb olduğu sayısız zorluklar ile karşılaştım. Fakat Akabe günü karşılaştığım durum hepsinden zordu. Gördüğüm bastı üzerine  Taif’e gitmiş, korunmamı İbn-i Abdi Lalil’e teklif etmiştim. O buna yanaşmadı Ben de elemli kederli, nereye gideceğimi ve ne yapacağımı bilemez bir halde Mekke’ye dönüyordum Karn-ı Salib denilen yere gelince  başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Bir bulutun beni  gölgelediğini gördüm. Dikkatlice baktığımda  bulutun içinde  Cebrail’in olduğunu farkettim. Bana Ey Muhammed asm Allah milletinin senin hakkında söylediklerini duydu seni korumaktan kaçındıklarını gördü, O sana şu dağlar meleğini gönderdi. Onlar hakkında ne yapılmasını dilersen emret, dedi. Eğer şu yalçın dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını istersen emret dedi, Bunun üzerine şöyle dedim

Hayır ben Allah’ın o müşriklerin soyundan  hiçbir şeyi ortak koşmayıp yalnızca Allah’a kulluk eden nesiller yaratmasını dilerim.

Rahmet peygamberi kendisine ve misyonuna karşı haset, kin ve düşmanlıktan dolayı haklarında onlarca ayetin indirildiği münafıkları ve onların lidei Abdullah b Übey b Selül’ü bile defalarca bağışlamış vefat edince  teberrüken ona gömleğini vermiş ve cenaze  namazını kıldırmış ve onun için Allah’tan af dilemiştir.

Üstad davasına uzun süre hizmet etmiş bir arkadaşı için kendisine birisi o artık dava ile ilgilenmiyor demiş, Üstad ise “Sus kardeşim o benim davama yıllarca hizmet etmiş bir kardeşimdir” onun hukukunu göz ardı etmemiştir.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kastamonu Nüfus ve Göç Sorunu? 

Kastamonu Nüfus ve Göç Sorunu?  Prof.Dr. Serkan DİLEK Kastamonu Üniversitesi  TUİK tarafından açıklanan Adrese Dayalı …

Kapat