Ana Sayfa / Yazarlar / Vicdanın, tevhidin bürhanları arasında sayılması nasıl olur?

Vicdanın, tevhidin bürhanları arasında sayılması nasıl olur?

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

SORU: “Dördüncü Bürhan: Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisákı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyârâtın mültekásı, VİCDAN denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet, fıtrat ve vicdan akla bir penceredir; tevhidin şuâsını neşrederler.” (Mesnevi-i Nuriye, Nokta)

– Vicdanın tevhidin bürhanları arasında sayılması nasıl olur?..

Tevhidin dört büyük delilinden Kur’an-ı Zîşan, Hz. Muhammed, (ﷺ) Kitab-ı kebîr denilen kâinat, birisi de şuur sahibi varlıkların vicdan ve fıtratı oluyor. ‘Bozulmamış fıtrat, çürümemiş vicdan asla ve kat’a yalan söylemez.’ Bu dört nüktede vicdanın tevhide nasıl şahitlik ettiğinin izahı yapılıyor.

“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’ her birinin bir gayetü’l gayâtı var:
İradenin -gayesi- ibadetullahtır. (Makamı rızaen-lillâhtır)
Zihnin, -gayesi -mârifetullahtır. Makamı (‘Arif-i-billah’ bir akıldır)
Hissin, -gayesi -muhabbetullahtır. Makamı (Hubb-u lillah bir kalptir.)
Lâtifenin, -gayesi- müşahadetullahtır. (Makamı Fuad’dır)
Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gayâta sevk eder.” (Şuâât)

RUH, vucüd üzerindeki muhkem kudretini, maddi âlemine beyin vasıtasıyle, manevi âlemine de vicdan vasıtasıyle hâkim olmakla sağlar.
Nasıl ki şu âlem dört ana unsur ve bu unsurların birleşmesinden meydana gelmiştir; aynen öyle de vicdanın da dört ana unsuru ve dört havassı vardır. Bunlar;
İRADE, ZİHİN, HİS VE LATİFE-İ RABBANİYE’dir.
Vicdanın ve ruhun hayatı ve devamı, ancak bu dört unsurun varlığı ve birleşmesiyle sağlanır.
Vicdanı vicdan ve ruhu ruh yapan, bu dört unsurun vazifelerini görmesi ve gayelerini yerine getirmesidir.

”İRADENİN İBADETULLAHTIR”; “(Şuâât)

“Bir de sana “ruh” hakkında soru sorarlar. De ki: “Rûh Rabbimin emrindedir, O’nun bileceği işlerdendir. Size sadece az bir ilim verilmiştir.” (İsra, 17/85)
Diğer bir ifadeyle: “Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir.” (Sözler/29. söz/2. Maksad)

Ruh, İRADE sıfatının hâkim olduğu emir âleminden gelen bir komut ve emirdir veya bir kanundur. Bu emir ve kanuna da kudret sıfatı harici bir vücut ve ceset vererek onu somut ve görünür hale getirmiştir. Bu emir ve kanuna da kudret sıfatı hâricî bir vücut ve ceset vererek onu somut ve görünür hale getirmiştir. İnsan mahiyetinin aslı ve esası ruhtur. Ruh basittir, bölünmez, parçalanmaz, ölmez, dağılmaz, yaşlanmaz;
ceset ise sayılan vasıfların tam aksidir.
İRADE olmadan, insan rüyasında hac yapsa, sadaka verse, Kur’an okusa ya da başka bir ibadetle meşgul olsa ibadet yapmış sayılmaz. Bunun sebebi, ibadetin irade ile yapılabileceği, uykuda ise iradenin olmamasıdır!..

Bir kimse oruç tutmaya niyet etmeksizin bütün malını mülkünü dağıtsa, yemese ve içmese hayır yapmış olamaz. Demek zekatı zekat , orucu oruç yapan ve kişiye zekat verme ve oruç tutma sevabını kazandıran şey, sadece yememesi ve içmemesi değildir. Asıl sevabı kazandıran şey kişinin niyetidir. Niyet de İRADE’(Cüz’i İrade)ye tâbidir.
“VİCDANIN ANÂSIR-I ERBAASI VE RUHUN DÖRT HAVASSI OLAN
“ZİHNİN VAZİFESİ MÂRİFETULLAHTIR; “(ŞUÂÂT)

“Bu seyr ü sülûk-i kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlâhî ve tefekkürdür. Bu zikir ve fikrin mehâsini tâdâd ile bitmez.” (29. Mektup 9. Kısım)

Marifetullah,
Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine, bütün isim ve sıfatlarına dair ilim demektir!…
Zihnin amacı: Marifetullah, yani Allah’ı eserleri ile işleri ile tanımak ve bilmektir.
Zihin bunu Akılla yapacaktır. Aklın teknesi fikirdir, fikir teknesinde ilahi bir tefekkürle, akıl Rabbini tanıma ve bilmeyi becerebilir. Böylece Zihin Allah’ı bilmek ve tanımakla amacını gerçekleştirmiş olur.
Yani Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak ve bu isim ve sıfatların tecellisini âlemin varlık, birlik ve kudret aynalarında seyredebilmek makamına da,
‘ARİF’İ-BİLLAH’ denir!…
Zaten, Risale-i Nur’da ‘Arif’i-billah’ makamındadır!..
Zihinden maksat ise, Esma-i İlahiye’yi keşfedecek olan akıldır!..

Üstadımız Altıncı Söz’de şöyle diyor:
“…Mâlik-i hakikîsine satılsa ve O’nun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar…” (6. Söz)
İşte aklın vazifesi arif olup, Allah’ın isim ve sıfatlarını varlık üzerinde okumaktır!…

“Bütün mevcudat, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır.” (2. Söz)
Her bir varlık bir kitaptır. Akıl, o kitapta yazılmış olan Esma-i İlahiye’yi okumalıdır.
Her bir mahlûk bir tezgâhtır.
Akıl, o tezgâhta dokunan sıfat-ı subhaniyeyi keşfetmelidir.
Her bir varlık bir aynadır. Akıl, o aynada tecelli edeni görmeli bilmeli tanımalıdır!..

-Demek ki bu durumda, herbiri bir ismi okutan bu şirin kitabları okumak ve Marifetullah’ta ilerlemek için, zikir fikir ibadetine kuvvet vermek gerekir;
“…fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir.” (İşârâtü’l-İ’câz)
(Fikirleri geliştirip, bir tefekkür değerine ulaştıran, İBADET’tir)

“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassından biri olan
“HİSSİN, VAZİFESİ MUHABBETULLAHTIR..” (Şuâât)
Hissin amacı: Muhabbetullahtır. Bu ise kalbple beraber yapılır. Yani kalp hissiyatın kaynağıdır. Sevgi, nefret gibi duyguların yeri kalptir.
Kalb ise kendisine ihsan ve iyilik yapanı sever. Sevgi ise Allah’a yönelmelidir. Zira Allah’ı bilen Rahmetini ve nimetini tanıyan onu sever.
Bir şey ya bizzat sevilir veya neticeleri itibarıyla sevilir. Kemal ve güzellik bizzat sevilir.
Bu ise tanımaya bağlıdır ve istifadeye göre artar. His Allah’ı sevmekle amacını gerçekleştirmiş olur.
Zaten zihin vazifesini yaparak Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarını keşfettiğinde, ister istemez kalpte Allah sevgisi doğacaktır.

Allah’a dair bilgiler, Allah sevgisinin tohumudur. İman bir kalbe girerse, Ve o kalbe Allah’a dair bilgiler dolarsa; Marifetullah çiçekleri açar, O çiçekler, tanıyıp bilmekten gelen aşk ateşinde, tatlı olgun meyveler gibi, MUHABBETULLAH’ı netice verir!..

Kişi sevdiğini, tanıdığı ve bildiği nispette sever. Rabbin’ı de kadar tanırsa, o nispette sever.
Demek, ilk vazife zihnindir. Zihin Allah’ı tanımalı ve marifetullahta yükselmeli ki, kalp de vazifesini yapsın ve Allah sevgisinde ilerlesin.

***

“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassından biri olan,
LÂTİFENİN, VAZİFESİ MÜŞAHADETULLAHTIR: “İnsandaki latifeler hakkında ciltler dolu kitaplar yazılmıştır. Kısaca şöyle diyebiliriz: İnsanoğlunun bedeninde manevi merkezler vardır ki, bunlar; kalb, ruh, sır, hafî ve ahfâdır.
İşte bunlar “letâif” olarak isimlendirilir.
Rabbaniyenin amacı; Müşahedatullahtır. Yani Allah’ın isim ve sıfat aynasında, sonra ruh ve duygular aynasında, sonra göz, kulak, dil, burun ve dokunma (yumuşaklık-sertlik, soğukluk- sıcaklık gibi) duguları ile açılan sonsuz alemlerdeki Esmanın tezahürünü müşahede etmek.
Bâtınî duygularla kendisine açılan sevgi, muhabbet, ebediyet, hayal, hafıza, istek ve arzuların aynasında Allah’ın eserlerinin ve şuunatının tezahürlerini duyguları ile (gözle manzaraları seyrettiği gibi ) her duygunun insan ruhuna açtığı pencerelerden müşahede etmektir.
Latife-i Rabbaniye Rabbini tanıyan duygular demektir. Duygular Rabbimizin eserlerini müşahede ederek imanla ona yönlirse her şey “marifet-i ilahi” olur.
Zira her şey Allah’ın iradesi, ilmi ve kudreti ile yaratmasıyla vücut bulur ve her şey eserin ustasına delâleti gibi Allah’ın varlıkta tecelli eden esmasına ve müsemması olan Allah’a delildir. O’nu gösterir.

Duygular fısk ve sefahet ve gafler ve küfürle Allah’tan uzaklaşırsa bu defa mahlukata yönelir ve şirke düşer, enaniyete ve tabiatperestliğe dönüşür ve manen gıdasız kalır.
Huzursuzluk ve zulmetle hastalanır ve nihayet ölür, yani amacı dışına çıkar. Huzursuzluğun ve doyumsuzluğun sebebi budur.
Bu nedenle “Duyguların merkezi olan “Kalp Allahı anmakla huzur bulur.” (Râ’d, 28) O halde anmak ve zikretmenin hakikati TANIMAKTIR ve tanımakla (marifetullahla) YÂKÎN’e vâsıl olmaktır!..
“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’yi,
“TAKVA DENİLEN İBADET-İ KÂMİLE, bu DÖRDÜNÜ TAZAMMUN EDER. “(Şuâât)
TAKVA denen ibadet-i kâmile bu dördünü tazammun eder. Yani kişi farzları yapmak ve haramlardan kaçmakla korunur ve Sünnete uymakla kemale erdirilir, İlimle özellikle ilimlerin şahı olan “Marifetullah ilmi” olan imanı inkişaf ettiren ve “Tefekkürü” netice veren bilgilerle terakki ve tekamül eder.
Bu nedenle en değerli ibadet ilim öğrenmektir ve “ilmi beşikten mezara kadar öğrenmek” gerekir. Zira ilimin amacı ve sonucu Marifetullahtır. Allah’tan uzaklaştıran her ilim “Faydasız” Allah’a yaklaştıran her ilim de “Faydalı” ilimdir.
Peygameberimizin (asm) “Faydasız ilimden sakının” dediği ilim gaflet ve dalalete götüren her nevi ilimdir.
“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’yi,
ŞERİAT, ŞUNLARI HEM TENMİYE, HEM TEHZİP, HEM BU GAYETÜ’L-GAYÂTA SEVK EDER.” (Şuâât)

“Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gâyetü’l-gàyâta sevk eder.” Yani Şeriat’a dair emirler olan Farz ve sünnetlere tam riayet, haram ve günahlardan sakınmak, bütün bu duyguları geliştirir, kötülüklerden temizler, amacına sevk eder. “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar!..” (En’am-125) Kulu Allah ve ahirete imana yönlendirir, İnsanı insan eder ve a’lâ-yı illiyyîne sevk eder. Bediüzzaman (r.a);
“Namaz latife-i Rabbaniyenin nesîmini -Rahmani tecellilerini- cezb ve celbeder” (İşaratü’l-İ’caz) demektedir.
İnsandaki latifeler imanla Allah’a yönelirse latife-i Rabbaniye olur,
gaflette kalırsa o zaman latife-i insaniye olur…

İşte bu sebepten vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his,” olan ilk üç havas’tan sonra letâif-i Rabbaniye’ye ait letaiflerin her türlü günah ve haram kirlerinden uzak ve arı tutulması ile hakiki vazifelerini yapabilir.
Ve asli görevleri olan “müşahadetullah’ı, takva denilen ibadet-i kâmile” ile, şeriatın farz ve sünnetlerini ihya ederek; “Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.” (12. Söz) yaratılış sebebi olan gayetü’l-gayâta “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) de kâinatı yarattım. (Acluni, Keşfü’l-Hafa, II/132)” bilinmek istemekte ki sırra” uçurabilir!..
Hz. Zekeriyâ a.s şöyle demiştir;
Bir şeyini kaybedip de, kaybettiğini aramaya koyulan kimse; kendini öz’ünü kaybettiğinde onu aramazsa ona şaşarım, hayret ederim.
Davud’a şöyle vahiy geldi; Ey Davud evini temizle ki Allah oraya nazil olsun.
Davud da şöyle dedi; Rabbim, senin azametin ve celaline yaraşan ev hangi evdir? Buyurdu ki; “Mü’min’in kalbidir!..” orayı nasıl temiz tutarım?.. Rabbim buyurdu ki; “Benim adıma olmayan herşeyi -mâsivâullahı- terk et!..”
Kalbe, beytullah ve arş-ı Samedanî de denilmiştir. Bir cevher-i mücerret olan kalb, bütün âlemleri içine alacak kadar geniş olmasındandır ki, İslâm âlimleri, “İnsan, âlemleri içine alan bir nüsha-i kübradır.” demişlerdir.

Kalbe, İslâmiyet’in mahalli olması hasebiyle SADR,
Rü’yetullah’a mazhar olmasıyla FUÂD,
dini bilmenin ve imanın mahalli olması noktasından HABBET-ÜL-KALP
ve esma-i ilâhiyeye ayine olması bakımından da MEHCETÜ’L-KALP denilmiştir.

Kalp, imanın mahalli, marifet ve muhabbetin, sıfat ve esma-i ilâhiyenin tecelligâhı, bütün feyizlerin ma’kesi ve manevî duyguların merkezidir.

İşte “Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mü’min kulumun kalbine sığdım.” sözü, yani onun ile bilindim, anlamına gelmektedir.

Âyine-i Samed olan kalp, beden ikliminde itaat olunan bir melik gibidir. Cenab-ı Hakk’ın marifet ve muhabbetine mazhar ve ayna olan bu kalbin değeri, bütün tasavvurların fevkindedir.

“Allah Teâla Hazretleri Hadis-i Kudsi’de şöyle ferman buyurdu:
“Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ona düşmanlık edene düşman olurum!…. (Buhârî, Rikak 38.)

ALLAHÜMME AMİN!..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Arınma ve Yenilenme Ayı Ramazan Yaklaşırken…

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ Ramazan Kur’an’ın nâzil olmaya başladığı aydır. Kur’an ve gufran iklimidir. …

Kapat