Western: Amerika’nın ruhu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Sinema ile özdeş kabul edilen western, aslında sinemadan çok önce, daha ‘west’in kuruluş yıllarından itibaren ‘ucuz’ bir tür olarak edebiyatın içinde doğmuş bir hikâyeleme. Başka bir ifadeyle Amerika, daha kurulma esnasında bile efsaneye başvurmuş; abartıyı, yalanı, hileyi, desiseyi, kahramanlık yerine sahte kahramanlığı binasının harcına katmaya özen göstermiş bir yapı… Tapınma düzeyinde yüceleştirme ve abartma takıntısı, Amerikan zihniyetinin esas yapı taşlarından.

Söylediklerimizin ipuçlarını, Amerikan Sineması’nın belirleyici sektörü durumundaki Hollywood’un dünyaya ‘armağan’ ettiği western türünde kolaylıkla görmemiz mümkün.

Biraz efsaneye özgü anlatımla karıştırılmış halk deyimleriyle bezenerek yazılan uzun hikâye ya da romanların çok tutmasıyla önce bir çeşit ‘fars’ olarak kumpanya ürünü halk tiyatrosuna ve sirke oradan da sinemaya aktarılan western, aslında bağımsız bir tür olmaktan çok, destanın bir alt türü.

Gerçek ile gerçeküstünün, -hatta gerçekdışının- tarih ile mitin içiçe geçtiği, önemli bir tarihsel olayı veya kahramanı anlatma iddiasıyla aslen övmeye dayalı destanın, bir ‘ta kendisi’ olmaktan öte kimi özelliklerini içeren, buna karşın bazı yönlerini dışarıda bırakan içeriği yüzünden western filmleri farklı bir tür kabilinden ele alınmayı hak ediyor. Bu farklılığı pekiştiren iki başka unsur daha var: Destan türüne ait yönlerle akrabalığı bile kalmayan western filmi örneklerinin varlığı ve türün aslında bütünüyle Amerika’ya özgülüğü… Bu ‘özgü’lük üzerinde ileride duracağız.

Yağmayı örten efsane

1750’li yıllardan itibaren iyice yağmaya dönüşen yeni kıtanın keşfi, birçok ilginç hadiseye ve hayli tüyler ürpertici gelişmeye sahne olmuştu. Yerli halk akıl almaz işkencelere, türlü katliamlara ve soykırıma maruz bırakılmış, üstelik daha sonraları bu kan dökmeyi mazur gösterebilmek için birçok ‘efsane’ ye gerek duyulmuştu. İşte bu efsanelerin sinemaya sızmış hâli, western ‘batıyla ilgili’, ‘batıya özgü’ anlamına gelmekte. Buradaki batı, Kuzey Amerika kıtasından çok, bu kıtanın batı kısmı, hatta uzakbatı bölümü… Bu bölgede göçler öncesinde yalnızca Kızılderililer yaşamakta.

İlk göçenler kıtanın daha çok doğu uçlarını seçmişti. Atlantik kıyısı yerine kıtanın iç kısımlarına kayma 18. yüzyılın ortalarından sonra artmış ve bu süreç içinde yaşananlar, western türünün ana olay eksenini belirlemiştir. Böylesi kan ve gözyaşıyla dolu bir yayılma, daha doğrusu gasp hikâyeleri, nasıl olur da en çok tutulan, bazen en duygulu, kimileyin en insancıl temalarla örtülü filmler hâline gelebilirler?

Batıya göç edenlerin, eski kıtada yaşama şansı kalmamış, başarısız, hatta çoğunlukla kanunsuz insanlardan müteşekkil bir suçlu güruhu olduğunu, toplum dışına sürülmenin biraz uzak menzillisine maruz bırakıldıklarını hatırdan çıkarmamak gerek. Bu yüzden gittikleri yerde misafir gibi davranmak yerine, ev sahipliğine soyunmuş, hatta asıl insan havalarına bürünmüş, aslen hiç de dindar olmadıkları hâlde, oradaki insanların Hristiyan olmamalarını gerekçe sayarak giriştikleri soykırımı dini bir misyon havasına büründürmüş, daha sonra da önce edebiyatta daha sonra da sinemada bu katliamın tarihin gördüğü en büyük fetih ve zaferlerden biri sayılması gerektiğinin uzun süreli inandırmacasına girişmişlerdi.

Kovboy palavrasının Aslı ve Faslı

Yüzyılımızın başına dek süren göç olayları sırasındaki en basit bir yaprak kıpırdaması bile, sanki George Lukas’ın özel efekt stüdyosundan çıkma bir etki doğururcasına destana dönüştürülmüş, yapılan zulümler hayli ustaca balçıkla sıvanabilmiştir. Aslında western türü, içinde tarihin nadir şahit olduğu bir toplu kıyımın çikolataya banmış yalan kırıntılarından başka bir şey değil.

Uzakbatıda yaşanan yerleşme sorunlarının, biraz macera, biraz gerilim, biraz insancıllık, dostluk, dayanışma, dürüstlük gibi temalar kullanılarak örülen western filmleri, temelde basının henüz gelişmediği, hatta göçmenlerin birçoğunun okuma yazma bile bilmediği bir dönemde yaşanmış ve halkın hayal gücüne mâlolmuş söylentilere, halk hikâyelerine ya da şarkılara dayandığı için de gerçeklikten ve elbette gerçekçilikten, hatta gerçeksilikten hayli uzaktır. Örneğin türün en beylik sahnelerinden iki kovboyun kasabanın ana caddesini ortalayarak karşı karşıya gelmesi ve tabancalarıyla düello etmesi bile, bütünüyle tarihi gerçeklere aykırıdır. Çünkü o yıllardaki tabancalar, bırakın uzun menzili, düzgün nişan tertibatından bile yoksundular.

Doğru anladınız; bütün o düello sahneleri palavra.

Daha sonra ilkin amatör araştırmacılar, peşinden tarihçiler olaya el koyduklarında, gerçekten öylesine uzaklaşılmıştı ki artık tarih başka bir telden, efsaneler başka bir telden çalmaya başlamıştı. Western filmleri de doğallıkla tarihi olana değil söylentilere dayandırıldığında halka yakınlaşabileceğinin ayırdında olan insanlar tarafından üretilmekteydi. Zaten gezgin tiyatro ve sirklerde ilgi gören western hikâyelerinin sinemaya geçmek için tüm şartları hazırdı. Bu yüzden de modern anlamıyla ilk sinema filmi sayılan hareketli görüntü, ‘Büyük Tren Soygunu’ bir westerndir.

Amerikan gerçeğini örten tür

Western filmleri aslında Batı için çekilen ve Batı’ya özgü bir tür. Fakat konu Batılı insan olduğu için, ilk elde asıl ‘müşteri’ sayılmadıkları hâlde öteki toplumlar tarafından da benimsenmiş ve kısa zamanda kendi hayranını doğurmuş bir ‘efsane’ hâlini alır. Çünkü Batı tarzı hayatın görünen adsız kahramanlarının atası ünlü kahramanların hayatlarıdır anlatılan. Bundan dolayı da anlatılanın sorgulanmaya, tarihle ilişkisinin kurcalanmaya ne diye gereği olsun ki! Kızılderilisi, kahraman şerifi, kanunsuz silâhşörü, ‘saloon’u, piyanisti, bar işletmeci leydisi ve kovboyuyla akıllarda yer eden western filmleri, harekete sırtını dayayan, hızlı ve sıkı yapımlardır ve bu yüzden, aksiyon filmlerinden pek uzak sayılmasalar gerek.

Bir tür olarak western’in ana izleği, Amerikan halklarının birbiriyle, hem evsahibi hem misafir açısından ‘tanışması’, karşılıklı çıkar kökenli bir bütünlüğe doğru gitmeye başlaması temelinde seyreder. Göçmenlerin bilinmeyen diyarda çektikleri zorluklar, ardından Bağımsızlık Savaşı ve peşinden Kuzey-Güney Savaşı; bu süreçler içinde yaşanan toplumsal oturmamışlık sorunları, kasabayı basan çeteler, şerifi darağacına çeken kovboylar, banka soygunları ve hızlı silâh çekmeye dayalı ölüm-kalım yarışları, altına ve bakir topraklara hücum, önce posta arabaları güzergâhı, sonra da demiryolu inşaatı sırasında çıkan yerli engellemelerine karşı beyaz halkın süvari destekli mücadeleleri…

Bütün bu hikâyeler anlatılırken ‘destansı’ bir hava yakalayabilmek için, destandan devralınan ama ondan daha hızlı, daha canlı bir anlatım kullanılır.

Türün dilini anlamak

Destanda daha ağır bir ritmle tırmandırılan gerginlik ve hemen peşinden gelen gevşemeye dayalı ‘düzayak anlatım’, western filmlerinde dekor, kostüm, görüntü düzenlemesi ve türe özgü -zamanla- oturan çerçevelemeyle zenginleştirilmeye çalışılır. Hem kadrajdaki varlıkların, hem de kameranın hareketiyle filmin kendisine de canlılık katılır. Posta arabasını kovalayan Kızılderili savaşçıların çığlık attıkları ya da kasabadaki evlerin çatılarına konuşlanmış kovboyların çatışmasından doğan silâh seslerinin bulunduğu sahnelerde, amaçlanan heyecanı daha iyi verebildiği için kurgu iyice hızlanır; görüntü yönetmeni çerçevelemeye azami dikkat eder.

Böylece western filmlerinin o bitmek tükenmek bilmeyen birbirinin aynı örneklerinin, sürekli izleyici bulması başarılır.

Her türlü o tür kılan örneklerin yanında, o tür içinde değerlendirilen ama daha çok türün kendine özgülüklerini ‘kullanan’, hatta heba eden örnekler de vardır ve bunlar genel toplamda çoğunluğu oluşturur. Western filmlerinin de sayısal çokluğuna karşın önemlilerinin, içerikte ya da anlatımda yenilik getirenlerin sayısı sınırlıdır. Yozlaşmış örnekler dramatik yapı açısından daha çok kalıpçı bir özellik arz eder ve türe özgü görsel unsurlarla, çocukları ya da çocuk karakterdekileri avlamayı hedefler. Amaç, western ortamını kullanarak en beylik anlamında çerezlik macera filmi çekmektir; bu yüzden barlarda uçuşan sandalyeler, meydanda kapışan kovboylar, çember hâline gelen ünlü göçmen arabalarına saldırıya geçen Kızılderililer, kasabayı basıp şerifi tehdit edip yıldıran haydutlar, soygundan sonra hızla atlarına binip uzaklaşan soyguncuları takip için gönüllü toplayan kahraman şerif, hızlı kovboy gibi görüntüler sergilenirken, heyecandan başka bir değerin peşinde koşulmaz. İyiler mutlaka haklı çıkar; kötüler daima yenilir yoz westernlerde.

Zaten sahte bir zemine oturan tür, iyice yapay bir konu ve karakter çizimiyle tamamen değersizleşir.

‘Konu aynı, yalnızca at değişik’

Bugün ilk kabul edilen western filmi, 1903 yılında Edwin S. Porter tarafından çekilen ‘Büyük Tren Soygunu’ adlı film. Film öylesine büyük bir başarı kazanır ki, o yıllara özgü ifadesiyle ‘konunun hiç değişmediği, yalnızca binilen atın değiştiği’ bir yığın kısa film çekilir peşinden. Türün ilk büyük yıldızları da kısa zaman sonra parlamaya başlar: William S. Hart ve Tom Mix, bugün bile akılda kalan isimler. (Bizde en ünlü çizgiromana isim babalığı yapan bu oyuncu, bir aktör olarak pek bilinmez.) Fakat türün gerçek anlamıyla kendi efsanesini doğurabilmesi için, 1920’li yılları ve başta James Cruze olmak üzere türe çok farklı soluklar getiren John Ford gibi yönetmenleri beklemek gerekecekti.

Bu yıllar aynı zamanda türün en kötü örneklerinin de birbirini kopyaladığı bir dönemi açar ve neredeyse bütün Amerikalı yönetmenler, meslek hayatları boyunca en az bir kere western çekme zorunluluğu hissederler. Doğaldır ki bu yılların filmlerinde Amerika kıtasının fethi yüceltilir ve göçmenler, bazı hataları, hatta kimi kötü yönleri olsa bile, sonuçta doğruyu buldukları için birer isimsiz kahraman olarak gösterilir.

Bu taçlandırma dönemi 1945’lere dek sürer ve bu tarihten sonra daha bir eleştirel yaklaşımın öne geçmeye başlandığı gözlemlenir. Böylelikle o dönemin ve kovboyların üzerinde o güne değin oluşturulan efsanevi dokunulmazlık hâlesi, yerini yavaş yavaş önce etik sorgulamalara, ardından psişik etmenlerin ciddiye alınmasına, en sonunda da estetik kaygıların gözetilmesine bırakır: Western filmlerine eleştirel bir tavır sergilemenin vakti gelmiştir çünkü.

Türün sonu mu?

‘Şişirilen’ kovboyların yapıp edecekleri kahramanlıkların anlatıldığı filmlerin çeşitlemesi sınıra dayanmış, artık onların da birer insan olduklarının hatırlanma vakti gelmiştir.

1960’lara gelindiğindeyse western’in söyleyecek bir sözü kalmadığı, türden geçinen yönetmenlerce bile anlaşılmış ve tür yavaş yavaş öteki türlerin gölgesinde yaşamaya sürüklenmiştir. Fakat türün o güne değin geçirdiği aşamalara karşın hâlen ayakta kalmasını, bir ‘efsane devleti’nin tarihine dayanarak açıklamak gerek. Ancak pek sahih olmayan böylesine bir kaynakça üzerine bina edilen bir halkın karakteri, o ünlü kendine güven özelliği içerebilir; başta orta sınıf olmak üzere insanların kendilerini ve atalarını birer kahraman gibi hissetmeleri sağlanabilirdi. Bu yüzden de western türünü bir coşkun kahramanlık şarkısı diye anlamak yerine, bir mit üretme mekanizması diye almak zorunlu.

Son yıllarda sayıları artan yeni örnekler, türün sihrinden yararlanmayı başaran ama türe hayat öpücüğü kazandıramayan girişimler. Evet, western türünün sonu geldi; darısı mucidinin başına.

Yazan: Hasanali YILDIRIM

Gerçek Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Niçin Evet Diyorum? / Vehbi KARA

Referandumda “evet” oyu vereceğim çünkü halkım mevcut darbe anayasası ile yönetilmeye layık değil. Bir kısmını …

Kapat