Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Yanıbaşımızda Dünya Çapında Bir Nahhat – Oymacı: Mehmet HAMZAOĞLU

Yanıbaşımızda Dünya Çapında Bir Nahhat – Oymacı: Mehmet HAMZAOĞLU

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Mülâkat

Yanıbaşımızda Dünya Çapında Bir Ahşap Oyma Üstadı ve Nahhat

MEHMET HAMZAOĞLU

..Biz eskilere yetişemedik. Ben şu anda göremiyorum yani, sanat olarak. Mesela Konya’da Alaeddin Camisi var, Türkiye’nin tapusu, deniyor. Yani mesleği bilmeyen “Güzel” der. Ha biz korkuyoruz onlara bakarken. Ne kadar ince işçilik yapılmış. O zamanki sanat daha ileride, böyle teknolojik imkan da yok. Yani şu anda ben kendim için değil, Türkiye’deki hiçbir oymacının daha o seviyeyi yakalayamadığımızı söyleyebilirim. Sanat açısından, teknik açısından nasılsa, çok ileri safhadalar.

 

Biz: Bu, güzel bir soru sayılmaz, fakat yine de bize biraz kendinizden ve sanatınızdan bahseder misiniz?

M.H.:Ben Mehmet Hamzaoğlu. Mesleğim oymacılık. 30 yıldır oyma işleri yapıyorum. Oymayla iştigal ediyorum. Oyma dediğimizde, tarihî oymaları tercih ediyorum. Osmanlı Dönemi, Selçuklu Dönemi, oymalarını tercih ediyoruz. Çeşitli tablolar, oymalar yaparak halka, alanlara veriyoruz. Kastamonuluyum. Şu anda bu işin artık emeklisi sayılırım. Altmış yaşındayım.

Ahşap oymacılık derken, ahşap oymacılığın bir tarihçesi var. Ahşap oymacılık bundan 3000 yıl öncesine giden, dünyada sadece Türklerde olan bir sanat. Bu da Avrupa sanat bilimcileri tarafından ve Japonlarca Orta Asya’da kurgan ve pazırık kazıları yapıldı, öyle tespit edildi. Hatta İpek Yolu Belgeseli de bunu dünyaya tanıttı. Orada yapılan kazılarda yer altından çıkan evlerde, kapıları oyulmuş, pencereleri oyulmuş, direkleri oyulmuş… İşte bu dünya sanat bilimcileri, 3000 yılın ötesinde olması hasebiyle karar veriyorlar ve dünyada ilk defa ahşap oymacılık Türk milletinde başladığına. Tabi Türkler bunu geliştirmişler. Osmanlı’nın son zamanlarında artık terk edilmeye başlanan bir sanat. Biz de bu işi geriden alarak, talebeler yetiştirerek canlandırmaya, halkın bilgisine göreneğine takdim etmeye başladık. Yani böylece, kendi kökümüzün, Türk milletinin sanatını yapmaktan iftihar ediyoruz. Seviniyoruz, araştırıyoruz. İnsanların da bu tür şeylere özenmesini arzuluyoruz. Tarih dediğimiz; insanların, milletin tapusudur tabi. İnsanlara bizim tarihimiz şu şöyle bu böyle demekle olmaz, ama yaptığınız sanat dünyada tek örnek oluyor, sizin mührünüz. Kullandığınız ahşaptan tutun motiflerden alın, sadece Türklere ait olması. İşte bu da benim kanaatimce tapu senetlerimiz. 3000 yıl önce milletimizi konuştuğumuz zaman, işte sanatı bu, tarihi bu… Herhangi bir belge sunabilmek yani.

 

Biz: Nahhatlık yönünüz de var…

M.H.: Tabi. Nahhat, özellikle yine Osmanlıca bir terim. Nahhat, ahşaba hat oyan kişi demektir. Hattat kâğıda yazan nahhat yani benim mesleğim bunu ahşaba oyarak yapan. Kâğıttakinin ömrü çok olmamakla beraber ahşaptaki eserin ömrü çok uzundur. Mesela; Konya’da Selçuklulardan kalma ahşap hat oymalar var. Bugün Mekke’de Medine’de 600-700-800 yıllık Türklerin yaptığı oymalar var. Yani yapılan sanatın daha uzun kalıcılığını sağlayan bir meslek yani.

Biz: Kastamonu’da bu sanatın tarihçesi nedir? Eski zamanlardan kalan eserler var mı? Ustalık silsile halinde devam ediyor mu?

M.H: Tabi, var var. Doğrudur yani. Burada rahmetli bir ustamız vardı, dünya çapında. Meşhur oymacılardan. Kastamonulu tabi. Biz onda yetiştik. Onda çırak olduk, onda kalfa olduk, ondan (ustamdan) icazet alarak mesleği kendi başımıza yapmaya başladık. Onun izniyle tabi. O da icazet de çok harika bir şey tabi.

Talebeyi yetiştirir ustası, “Hadi sen artık usta oldun, sana müsaade ediyorum. Kendi işine başla.” diye böyle bize işte; “Mehmet Hamzaoğlu yanımda şu kadar yıl çalışmıştır.” Efendim “Kendisi başarılıdır. Bu işi hakkıyla kendi başına yapmaya ehil olmuştur” der, imzasını atar. Biz de ona hem icazeti alırız hem de şöyle farklı bir ortamda yemek şu bu ikram ederiz. Bir de bize dua ederler. “Cenab-ı Hakk işinizi muvaffak etsin oğlum. Herhangi bir takıldığın şeyde yine gel” diye. “Öğrenmeye devam et” der. Böyle bir geçmişimiz var. Kastamonu’da tabi bu ilk defa Kastamonu’da özenmişti, ustamızdı. Rahmet olsun. Çok kişi yetiştirdi. Biz de onlardan biriyiz.40 küsur tane talebe yetiştirmiştir Kastamonu’da. Tabi başarılı olanlar da çıkmış, başarısızları da çıkmış. Ama biz daha evvelsi hocamla görüştük. Osmanlı çok güzel bir terim kullanmış: “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir” Yani ustanın, sanatkârın alacağı gıdanın maddisi, manevisi var. Manevi gıdası herhangi birisi geldiği zaman yaptığı eseri görecek; “Yaa eline sağlık, ne kadar güzel olmuş.” demesi ona bir manevi gıdadır, paradan önce yani. Ama daha sonra da tabi illaki para kazanmak lazım, bu her meslekte böyledir. Siz mesela öğretmen olmuşsunuz devlet maaş vermiyor, bir gün parasız ders vereyim, iki gün parasız ders vereyim ama hayatta mutlaka maddi gelire ihtiyaç var. Dolayısıyla o öğretmenlik mesleği yürümez. Ama devler size hadi maaşını da vereyim, talebeleri okut dediği zaman devam ediyor yani. Bizim de böyle. Sanat, müşterisi olmazsa efendim, devam etmez. Bu da böyle bugünkü tabiriyle teşekkür etmezse, “Ya neymiş bu, bir şeye de benzemiyor” falan derse, o zaman senin moralin bozulur, o sanata devam edemezsin.

Ahşapta öyle bir özellik var ki… Tamamen canlı doku, kesildikten sonra da içindeki canlı dokunun yaşadığı ilmen tespit ediliyor. Hava geçiriyor, birtakım özellikleri var ahşabın. Mesela otuz sene boyunca ben bu işle iştigal ettim, buna çalıştım. Binlerce kişi geliyor şu dükkânıma, “Yok canım bu benim hoşuma gitmedi.” diyeni hiç görmedim.


Biz: Sanatınızın zor yanları neler?

M.H: Bir defa her meslekte olduğu gibi, sevdiğin zaman ve aşkla yaptığın zaman hiçbir zorluğu yoktur. Diyelim ki biz bir tabloyu, bir eseri, bir sandığı bir ayda iki ayda meydana getiririz. Şimdi iki aylık bir yorgunluk kabul edelim. Ama meydana çıktığı zaman ya da satışa arz ettiğimiz zaman bütün yorgunluk geçmiştir. Tabi zorluk değil de incelikler var. Mesela, ahşap türü çok. Biz oymada meyvesine yağ üreten.. Ağaç yerden suyu alıp işte gövdede yağ oluşuyor. O yağ meyveye geçiyor. Mesela ceviz ağacı yağlıdır. Bu yağlı olan ağaç hem uzun ömürlüdür, hem haşarat yani kurtlanma kolay kolay olmaz. Hem de çok set olduğundan kurt da kesmez yani. Evet, çok dayanıklı olur, çok uzun ömürlü olur. Ve ceviz ağacının da böyle birtakım sırları var. Eee ceviz ağacı hocam, şimşek çakma anında o elektriklenme nasılsa, yanında ne olursa olsun fotoğrafını çekiyor. Bütün katmanlarda, bu da ilmi bir şey. Ahşabın özelliği, tabi ahşabı kaliteli bulmak, onu işlemek her halükarda tabi zorlukları var ama biz bunlara zorluk demiyoruz. Bir şey meydana çıkacaksa onun zorluğu güzeldir yani.

Biz: Cevizden başka kullandığınız ağaç türleri var mı?

M.H. : Kestane, kayın var sırasıyla. Yağlı ve sert yapılı ağaçları kullanıyoruz ki uzun ömürlü olsun. Kavaktır, çamdır bunlar kolayca yıpranabilen, çok uzun ömürlü olmayan ağaçlardır. Biz çok uzun ömürlü ağaçları, diyoruz ya işte, bu tür ağaçların 700-800 seneden bu tarafa kalan pırıl pırıl eserleri var.

Biz: Öğrencileriniz olduğunu söylemiştiniz…

MH: Var. Şu anda ben çalışamıyorum. Tabi yetiştirdiklerimiz oldu. Şimdi de var. Bizi çok uzun zaman valilik olsun, devlet olsun bu konuda çok ısrar ettiler. Ama artık devletin okulu var. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı el sanatları okulu var. O el sanatları okulunda sekiz aylık periyotlarla, iki yıllık dönelerle talebe geliyor, arada oyma işleri diğer el sanatlarıyla eğitiliyor, diploması veriliyor. O şahıs artık kendi bölgesinde ister ustalık yapıyor, ister bir yerde çalışıyor. Diplomalı oymacı talebe…

Biz: Sergileriniz oldu mu?

MH: Sergilerimiz tabi zaman zaman oluyor. Mesela İzmir Fuarı’nda… Devletin, El Sanatları Genel Müdürlüğü var. Oradan geliyorlar, biz oralara kayıtlıyız: bizim ne yaptığımızı biliyorlar. Mesela genellikle yurtdışı fuarlarına davet ediyorlar. Ve büyük yerlere davet ediyorlar. Bazılarına katılabiliyoruz, bazılarında maddi imkânlar sorun oluyor tabi yani. Devlet sağ olsun düşünüyor, yani oymacı veya diğer esnafı böyle tüccar falan gibi kabul ediyor. Biz şikâyet etmiyoruz. Para da istemiyoruz. Mesela hocam, Amerika’ya, Rusya’ya çeşitli yerlerde bizi bu yıllık büyük fuarlara davet ediyorlar. Davet kâğıdının altında otel, size ait, uçak bileti size ait, işte şu size ait… Sadece bize teşhir etmek için iki metrekare yer hakkı tanıyorlar. Eee tabi biz küçük esnafın bugün bir Amerika’ya gidip yirmi gün ya da bir ay durması 3-4 milyarın içinde yani. Bu açıdan biz katılamıyoruz. Katılma şansımız da yok zaten. Yani birtakım ülkelere çok şeyler yaptık. Arabistan’da dediler ki bana, seni toptancıya götürelim, burada parça parça satmana gerek yok. Götürdüler Cidde’de çok büyük bir toptancıya. “Beğendik, alalım biz bunu. Tamam, hemen başlayalım, sen bana ilk parti 2000 tane tablo getir.” dedi.(gülüyor). Şimdi tabi bilmiyor yani. Bir el sanatında bir tablonun on gün, on beş gün, bir ayda çıktığını bilmiyor ki. Bizim devletimiz de böyle… Yani benim şimdi 2000 tane yapabilmem için on sene emek vermem lazım. Bu şans yok tabi. Şimdi devletimiz de zannediyor ki günde binlerce fabrikasyon gibi bir şeyler üretilecek, orada kazandığıyla da giderlerini kendisi karşılasın, gibi. Tabi böyle yok yani. Sanatkârın nasıl yetiştiğini bilmek lazım. Eskiden dikkat edilirmiş bunlara..

Mesela bir hattat bir Kur’an yazıyor, o Kur’an-ı Kerim hattı bütün dünyada dolaşıyor. Matbaadan matbaaya el değiştirmesi şimdi milyarlar oluyor. İşte falan hattatın eseri bu. Yani özendirmişler sanata eskiden. Bu iş böyle kızım. Yani çok derin tabi.

Sanatkârın yetiştirilmesi hakikaten zor. Her yetişen sanatkâr da böyle sıradan, sadece ustadan gördüğüyl kalmamalı, daha ileri götürmesi gerekiyor. Teknik yöndn, sanatı yönünden.. Asrımızın teknolojilerinden istifade etmesi lazım. Mesela şu ağaç nasıl olur da çürümez, ne zaman keseriz de çürümez, nasıl uzun ömürlü olur, nasıl sağlam olur? Bunları… Motifi nasıl güzel daha güzel olur? Daha nasıl insanların gözüne, gönlüne hitap eder. Bütün bilgileri de yanına alarak işte el mahareti olan sanatını da böyle birleştirirse güzel bir sanat. Ve uzun yıllar da konuşulacak, görülecek yaptığı eserler de.

Biz: Sizin için özel yeri olan bir eseriniz var mı? Kasaba Camisi’nin kapısı mesela?

M.H: Aslında Kasaba köylüyüm. Hâlâ yerimiz var. Küçüklüğümde ilkokulu orada okudum. Zaten bu sanata sevgim oradan başlıyor. O cami çok harikadır. O dünya çapında, hatta onda üç şebekeli oyma var. Şu anda burada etnografya müzesinde. Ben her gün varırım, onun kapısına, tam okula karşı karşıya. Böyle bakarım. O zamandan Osmanlıca yazılmış, işte nahhat, nakkaş Ankaralı Mahmut . yaptıran da Mahmut Bey, Candaroğlu Mahmut Bey. Ustası da Mahmut. İşte Nakkaş Mahmut diye yazmış, Osmanlıca. Merak ettim onları, öğrendim mesela. Ankaralı ustanın Kastamonu’da bir de İbni Neccar Camii var burada. Oranın da kapısını yapmış. Neccar da marangoz demek. Ustalık eseriymiş bizdeki, Kasaba Köyü’ndeki. Onu göre göre öyle yani çok severek küçüklüğümüzde birden bu mesleğe atıldık böyle. Hakikaten çok severdim yani. Ve sonunda öyle bir tabi bu ustaların şu anda bakmaktan korkuyorum bile. Yani yaptığı oymalar o dönemde o şimdi zannediyorum 670 küsur sene olmuş. O caminin yapılışı, kapının yapılışı.Tarihini de atmış üstüne.Yani hep böyle aşkla şevkle yapılan işler yani.

BİZ: Yaptığınız bazı eserlerin o dönemdekilerden geri olmadığını ifade edenler var…

MH: Yok efendim. Yani inanın biz onlara yetişemedik. Biz yetişemedik. Yani yapılan çok ince çok güzel hatlar var. Böyle harika. Biz onlara yetişemedik. Ben şu anda göremiyorum yani. Sanat olarak. Mesela Konya’da Alaeddin Camisi var, Türkiye’nin tapusu, deniyor. Yani mesleği bilmeyen “Güzel” der. Ha biz korkuyoruz onlara bakarken. Ne kadar bu ince işçilik yapılmış. O zamanki şey daha ileride böyle teknolojik imkan da yok. Yani şu anda ben kendim için değil Türkiye’deki hiçbir oymacının daha o seviyeyi yakalayamadığımızı söyleyebilirim. Sanat açısından, teknik açısından nasılsa, çok ileri safhadalar.

BİZ: Osmanlı-Selçuklu ayırırsanız, hangisi ustalıkta daha ileri?

MH: Efendim. Selçuklulardan önce de var, Türklerde. Onlardan da bu devam etmiş. Selçuklularda çok mükemmel dereceye gelmiş. Fakat Osmanlı’da artık zirveye ulaşmış bu işler. Yani onlar tabi birbirlerine bağlantılı geldikleri için, bir de yani usta-çırak sistemi çok önemli burada. Şimdi diyorum ya ustalar da ketum, saklıyor sanatını. Niye saklıyorsun ki yani? Mutlaka göstermek lazım. Bu dönemde bu var. Yani nasılsa, pek ustalar en ince teferruatlarını göstermek istemiyorlar. Nasılsa bazı şeyler hep öyle kaybolup gidiyor. Ama o insanlar artık o talebesini bir evladı gibi, bırakın talebeyi evladını, yaptığı ürünlere evladı gibi bakıyor. Ki onu yapan değil mi yani nasıl, değer verilmiş. Haa! Elhamdülillah birtakım eserleri o zaman yapmışlar, yani padişah olsun, dönemin insanları olsun şu beş lira denildiyse, “Yok senin hakkın beş lira değil yüz lira.” diyorlar. Onu tam tatmin ediyorlar. Belki o gün çok para verdi, ama yüzlerce senedir, hele şu son yüzyılda adam Amerika’dan bu kapıya bakmaya geliyor. Avrupa’daki ilim tahsil edilen üniversiteler bakmaya geliyor. Niye sırf buna bakmaya geliyorlar? Dolayısıyla ne oldu, Türk ekonomisine bir katkı oldu. Hâlâ da devam ediyor katkısı. Bir kenarda durmuyor, âtıl bir şekilde. Yapılan bu eserleri özellikle görmeye geliyor, nereye gidiyor? Eski tarihi yerlere bakmak için geliyor. Yoksa dağ taş her yerde var. Onların o güzellikleri hâlâ bizi de besliyor.O sanatlar bizi de doyuruyor.Hepimiz hisse sahibi oluyoruz, muhterem kardeşim.

BİZ: Verdiğiniz bilgiler ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

MH: Benim teşekkür etmem lazım. Bu tarz şeylere ilgi duymanız kâfi yani. İlgilenmek, tabi bir sanatı öğrenmek kuru kuru değil yani. Bir şey çıkıyor meydana ama bunun ilmi var, tahsili var, kültürü var. Yani gerisi bunun çok. Ama şunu meydanda gördüğünüz zaman bir kere bakıyorsunuz, basit gibi. Onun için sizlerin merak etmesi, gelip bir kayda alması bunlar çok hoş şeyler yani. Gelecek için. Değil mi…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Erdem Akça ile İktisad Risalesi Üzerine (Mülâkat)

Erdem Akça ile Bediüzzaman Said Nursi’nin İktisad Risalesi Üzerine Söyleşi Funda DEMİRER Funda Demirer: Konumuza geçmeden …

Önceki yazıyı okuyun:
Kategorizasyon, Ülfetin Anasıdır / Ahmet AY

Kategorizasyon, Ülfetin Anasıdır / Ahmet AY ….. Biraz hassasiyetle düşününce biliyorum ki, TDK’nın sözlüğü ile …

Kapat