Ana Sayfa / Yazarlar / Yaratılışın Hikmet ve Gayesi: Elhamdülillâh

Yaratılışın Hikmet ve Gayesi: Elhamdülillâh

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

YARATILIŞ HİKMET VE GAYESİ;
EL-HAMDÜLİLLAH

Günahsız Ağızla Hamdetmek

Cenâb-ı Rabbül Âlemin Hz. Musa’ya;
“Yâ Musa bana günahsız bir ağızla hamdet!” diye buyurdu.
Musa (a.s.);
“Ya Rabbi bende öyle bir ağız yok ki, sana nasıl günahsız bir ağızla hamdedeyim. Şükredeyim.” dedi. Bunun üzerine Allahü Teala;
“Başkalarının ağzıyla dua et, şükret. Çünkü sen başkalarının ağzıyla günah işlemiş olmazsın, öyle hareket et ki diğer insanlar gece gündüz sana dua etsinler.
Veya kendi ağzını temizle, Allah (c.c) adı temizdir. Onu zikreden ağız temizlenir” buyurdu. (Mevlana-Mesnevi)

Hamd isteğe bağlı olarak, iyilik yapmak veya onun başlanğıcı, onun yapılmasına sebep olan bir güzelliğe karşı yürekten gelen bir hisle sahibine saygı göstermeyi yansıtan bir güzel anıştır.

Bir hadis-i şerifte: “İnsanlara hamd etmeyen (teşekkür etmeyen ve onları minnetle anmayan) Allah’a da hamdetmez” hadis-i şerifi mutlak şekilde hamdin emredilmiş olduğunu göstermiştir.

Miraç hadislerinde de Hz. Muhammed ﷺ’in Ümmeti “Hammâdün” yani çok hamd edenler ünvanıyla lakaplandırılmışlardır!..

Hamd ve şükür ikisi de bir hak ve hakikat sevdasının sağladığı sevinç ve dolayısıyla ahlaki olmakla birlikte, hamdde özlem anlamı, şükürde ise sadakat manası dahi nettir.

Hakikat öyle etkilidir ki sadece yakından değil, uzaktan hayal edilmesi sebebiyle bile etkisini gösterir. Ancak vuslatın, hakikate ulaşmanın öyle şaşırtıcı kendinden geçirici bir hali vardır ki bu noktada hakikat kendisinden başka herşeyi siliverir.

Hakikatle özdeşmeyenler ona tahammül gösteremezler!..

Bunun için insan onu kendisinden çok karşısında gördüğü zaman değerini anlar.

Öyle ya güneş doğunca göz kamaşır, izlenip süzülüp kalp ve şuur cephesinde süzülmeyince insan onu göremez.

Bundan dolayı şuurlu bir hakikat ehli olmak son derece güç, mükemmel bir müslüman olmak çok zordur…

Nitekim Hak’ta fani olan Hz. Ömer El-Faruki (r.a): “Hak Ömer’e dost bırakmadı”. dediği zaman bu güçlüğü vurgulamıştır. Peygamber Efendimiz ﷺ): “Hamd şükrün başıdır. Allah’a hamd etmeyen şükretmemiş olur” buyurmuştur.

Bu şartlar çerçevesinde dil ile yapılan güzel zikirler, saygı gösteren ifadeler, özel tanzim ifadeleri hep birer hamd’dır.
Çünkü kavuşulan nimeti söylemek bir övünme aldanışı değil, nankörlüğü silen büyük bir fazilettir.
Daha doğrusu hamd herkesin ermek istediği fakat pek az kimsenin erebildiği
en yüksek bir kemalat zirvesi, olgunluk deryasıdır!..

Çünkü beşeri bakış açısından bütün mutluluklar iki kelimeyle özetlenebilir;

Tena’um ve in’am; yani nimete kavuşmak ve başkalarına iyilik yapmaktır.

Nimete kavuşan bu durumunu idrak ediyorsa nimete takdir edebilir ve takdir etmek kalbinde bir mutluluk hazzı meydana getirir. Bu haz arttıkça coşku oluşur ve dilden hamd dökülür ki bu makama hamd sunma makamı denir.

Yani “hamidiyet makamı” demektir.

Bundan sonra bu verilen nimetten iyilik yapma, başkalarına da bu nimeti ulaştırma onlarında hamdini arttırma daha büyük bir zevki, daha büyük bir mutluluğu insana yaşatır.

Buna lütufta bulunma makamı,yani “Mahmudiyet Makamı” denilir.

“Veren el alan elden üstündür” kaidesince Mahmudiyet Makamı, Hamidiyet Makamından üstündür.!..

Cenab-ı Hakkın ezeli vaadindeki,

“Andolsun ki şükrederseniz,elbette size nimetimi arttırırım” (İbrahim Sûresi -7) ayet-i celilesince;

devamlı

hamidiyet mahmudiyete, sürekli çoğalarak artan mahmudiyet;

Makam-ı Mahmud’un lütfuyla ebediyete katlanır.

Yani bu gerçek şudur ki, Makam-ı Mahmud özellikle Peygamberliğin noktalandığı,

Efendimize ﷺ) vaaddedilmiş olan,

O’nu hamidiyetten mahmudiyete yükselten en yüce bir makamdır ki, en büyük şefaat makamıdır!..

Bu makamda Livau’l-hamd=Hamd sancağı Onun güvenli eline teslim olunmuştur.

Ahirette Makam-ı Mahmud’un şefaat feyziyle Livau’l-hamd altında toplanacak olan ümmet, Allah’a ait hamidiyetten paylarını alacak

ve cennetliklerin da’valarının sonu da “Elhamdülillahi Rabbil alemin” olacaktır.

Öyle ya zaten ayette de şöyle buyuruluyor:

“Onların dualarının sonuncusu da alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun”sözüdür. (Yunus Sûresi, 10. Âyet)

Böyle Hamidiyet ve Mahmudiyet niteliklerini kişiliğinde toplayan Allah’ü Teâlâ’nın
Habibinin Ahmet oluşu, Muhammed ﷺ oluşu,

mana itibariyle hamdin mahiyetinin Muhammed’e ﷺ ait bir gerçek oluşu;

bütün bu gerçek hakikatlerinin sahibi olan Allah-ü Teala’ya ait bir Rahmani lütuftur!… (Elmalılı-Derleme)

Elhamdülillah
“Evvelâ: Bu kelimenin kendisinden önce geçen Rahmân ve Rahîm isimleriyle münasebet yönü şudur;” (İşaratü’l-İ’caz)

Rahman ve Rahim isimleri kendilerini ayrı ayrı, çeşit çeşit nimetlerin delilleriyle açıkça, her bir göz adedince gösterince, onları hamd ve şükrün takip etmesi gerekir…

“Saniyen: Şu cümlesi, herbiri Yaratılışın esas nimetlerinden birine işaret olmak üzere, Kur’ân’ın dört sûresinde tekrarlanmıştır.” (İşaratü’l-İ’caz)

“O nimetler de, “neş’e-i ûlâ (İlk hayat) ile neş’e-i ûlâda beka (hayattar bir ömür), neş’e-i uhrâ (Diriliş- ikinci Hayat) ile neş’e-i uhrâda beka (İkici Hayatta ebedi bir ömür)” nimetlerinden ibarettir.” (İşaratü’l-İ’caz)

“Salisen: Bu cümlenin Kur’ân’ın başlangıcı olan Fatiha Sûresine fatiha, yani başlangıç sûresine başlangıç yapılması neye binaendir?

Cevap – Kâinatın ve dolayısıyla insanların yaratılışındaki hikmet ve gaye, “Ben cinler ve insanları ancak Bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sûresi, 56. Âyet) ferman-ı celîlince, ibadettir.” (İşaratü’l-İ’caz)

Hamd ise, bütün ibadetin toplu bir göstergesi ve bu bütünün- yani koca bir ağacın fihristesi olan çekirdeği gibi- küçük bir parçasıdır.

Elhamdülillah’ın bu makamda zikri, yaratılışın en son gayesinin zihinlerde önceden düşünülmesi ve yaratılış gayesi olan ibadetin;

ve varlıkların yaratılış hikmet ve gayesi olan Yaratıcı’yı bilip tanımanın (marifetullah’ın) özlü bir görüntüsüdür.

Demek bu makamda hamdin zikredilmesi, varlığın yaratılma gayelerini düşündürmektir…

“Rabian: Hamdin çok manalarından en çok bilineni Cenab-ı Hak’ın Kemal sıfatlarını bildirmek, göstermektir. Şöyle ki
Cenab-ı Hak, insanı, kâinata kapsamlı bir nüsha ve on sekiz bin âlemi kuşatan şu büyük âlemin kitabına bir özet olarak yaratmıştır.
Ve Esma-i Hüsnâ dan herbirisinin tecellî yeri olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın ruh cevherinde emanet bırakmıştır.” (İşaratü’l-İ’caz) 

Meselâ, Rahim isminin tecellisi olan Mana aleminden bir kalp,
Hakim isminin bir tecellisi olan Hakikat aleminden bir akıl,
Adl’dan bir vicdan,
Hafîz’den hafıza,
Semi’den işitme duyusu,
Basardan görme duyusu,
Kelamdan konuşma kabiliyeti,
Hakem’den zaman, mekan ve fiillerde dengeleme- yerine oturtma, ölçme,tartma istidadı.v.s.

“Eğer insan, maddî ve manevî herbir azalarını Allah’ın emrettiği, yaratılış hikmet ve gayelerine uygun yere sarf etmekle, her bir azası ayrı bir hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa etse ve şeriâte imtisal ederse insanın cevherinde emanet bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. (İşaratü’l-İ’caz) 

Allah’ın emrettiği, yaratılış hikmet ve gayelerine uygun yere sarf etmekle” (İşaratü’l-İ’caz) derken;

Meselâ insan, lisanını zikirle güzelleştirip,
doğrulukla kaim etse,
kalbini baki’ye bağlayıp, faniye Baki adına teveccüh etse,
Aklını hakikatlerin tefekkür ve idrakıyle nurlandırsa,
vicdanını şerre karşı hayrı, batıla karşı hakkı tasdik etmekle adalet ettirse,

Kısacası, Allah’ın sevdiklerini sevip, sevmediklerini sevmese, peygamberinin yolundan gitse, men ettiklerinden uzak dursa;

“Şeriâte imtisal ederse,” (İşaratü’l-İ’caz) ibaresi de konu bütünlüğü açısından gayet dikkatle telaffuz edilmiş, önemli bir esas olarak burada zikredilmiştir. Şöyle ki;

Nasıl ki, yaprakların canlılığı, parlaklığı, büyüklüğü; dalların uzunluğu, genişliği, gençliği ile orantılıdır, Keza dalların bu özelliği de gövdenin dinçliğine ve azametine bağlıdır.

Gövdenin bu dinçliği de köklerin, toprak, su ve güneşle ancak ve ancak çok sağlam bir dosluk alışverişiyle kaim olabilir.

Aynen bunun gibi Hayat ağacımızın kökleri hükmünde olan Şeriatın; her bir emrini tam bir teslimiyetle emredildiği gibi yerine getirmeden,
farz olan o emr-i ilahinin hakikatine varmak,
o hakikatın nuru ile yükselip bir isme ayine olmak,
yani marifetullaha mazhar olmak,
sadece bir kuru bilgi, bir hayal veya boş bir gururdur!..

Mesela; Namazın ilgili farzlarını yerine getirmeden, namazın hakikatini idrak etmenin, huşu ve huzusunu hissetmenin, bir nevi namazda miracı yaşamanın mümkün olmadığı gibi…

“İnsanın Cevherinde emanet bırakılan o vediaların her birisi kendi âlemine bir pencere olur.” “İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. (İşaratü’l-İ’caz) 

Vicdanında Adaleti tecelli ettiren Adl ismine,
Hak aleminden açılan bir pencereyle,
adalet tecellinde hak terazisiyle adil isminin tecellilerine bir ayna olur!…

“Fikirlerini tevsi’ ve intizam altına alan, ibadettir.” Hakikatince;
Fikirleri geliştirip, hikmetli , istikametli ve hakikattar bir tefekkür değerine ulaştıran, ibadettir;

O halde, aklını hakikatlerin tefekkür ve idrakıyle nurlandırsa,

Hakikat âleminden kendine açılan pencereyle hakikat ehli biri olup, ona çok hikmet verilir.

Ayet-i Kerime’de denildiği gibi;

“Allah kime hikmet vermişse ona pek büyük hayırlar vermiştir.”

Böylece aynı zamanda Hikmet tecellisi ile Hakim isminin tecellilerine bir ayna olur!..

Çokça zikriyle Zâkir ismine,
Şefkat ve merhametinden dolayı Rahim ismine,
Allah’a Aşk ve muhabbetinden dolayı
Vedud ismine, doğruluğundan dolayı Sadık sıfatına,
sabrından dolayı, Sabur sıfatına,
Rabbine karşı aczlik hissinden Kudret sıfatına,
fakirlik idrakinden Rahman isminin tecellilerine bir ayna olur!..

“O vakit insan, ruhuyla, cismiyle görünen ve görünmeyen aleme bir özet olur ve her iki âlemde de tecellî eden, o insan da da tecellî eder.” (İşarat-ul İcaz)

Adem (a.s) la insanlığı lutfedilen ‘esmaların talimine mazhar olma’ şerefi; bütün alemlerin bir numunesi, bir mümessili gibi o insanı gaybın ve şuhudun bir özeti yapar.

Koca bir kainatın hizmet ve masrafı ile işte o noktaya varması beklenen insan için tek bir formül var; o da ‘HAMD ETMEK’.

İşte bu hamd etme cihetiyle insan, Cenab-ı Hak’kın Kemal sıfatlarının tecellilerine ayna olmakla şereflendiği gibi,
hem görünmeyen (iman-itikât eden) hem görünen- gösteren (beyan eden) olma,
yani Zahir ve Batın aleme hulasa olmak denilen

Sıfat-ı İlahiye’ye mazhar olmak vasfıyle kulluk mertebesine çıkar!..

“Nitekim Muhyiddin-i Arabi’nin kaydettiği bir kudsi hadîs-i şerifin beyanında Cenab-ı Hak;
“Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir ayna olsun ve o aynada cemâlimi göreyim” demiştir.” (İşaratü’l-İ’caz) 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Safer Ayı Belâ ve Uğursuzluk Ayı mıdır?

Safer ayı 30 Eylül pazartesi günü başladı ve 28 Ekim'e kadar devam edecek.  Birgün Peygamberimiz …

Kapat