Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Nurdan Hatıralar / “Yarın tahliye olacaksın, yatağını bağla”

“Yarın tahliye olacaksın, yatağını bağla”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

1943 senesinde Denizli Hapishanesinde Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle beraber aynı anda hapis yatan 1925 doğumlu bir zatın, Buldan’da hayatta olduğunu duyunca çok heyecanlandım. Hemen Buldan’a gidip hatıralarını kaydettik. Anlattıkları o kadar önemli ve farklıydı ki Buldan’a ikinci defa gidip, eksiklerimizi tamamlama ihtiyacı duyduk. Adı geçen zat Memiş Orhan Ağabeyimizdir.

Memiş Orhan, Denizli Hapishanesinde Hz. Üstad’la yatmış, ona abdest suyu dökmüş, birisi kendisine aid olmak üzere iki kerametine şahit olmuş. Ama Memiş Ağabey o gün de, bu gün de dünya çapında gelişip büyüyen hizmetin, bütün dünyada okunan Risale-i Nur’un neredeyse hiç farkında değil. Memiş Ağabeyin bizi cezbeden tarafı da bu oldu aslında. Tatlı bir Denizli şivesiyle o kadar tasannusuz, tekellüfsüz, sâfiyane, olduğu gibi fıtri bir ahvalde anlattı ki yaşadıklarını; bizi adeta o günlere götürdü. Fıtriliğini bozmak endişesinden dolayı mahalli şivesini, ifadelerini olduğu gibi yazmaya çalıştım.

          Ömer ÖZCAN

Memiş Orhan Ağabey’in hapishane hatıralarından…

(…)

Yarın tahliye olacaksın, yatağını bağla

Yarın için benim mahkemem vardı. Halil’e “Yarın benim mahkemem var, bugün ben yakıvereyim hocanın mangalını” dedim. Benim maksadım “Neylersen neyle, yarın çıkacak mıyım, çıkmayacak mıyım, ben onu soracağım hocaya, içimden geçen o.” O da “Tamam yakıver” dedi. Halil’le aramız iyiydi.

Mahkemeden bir gün evvelsi, hocanın mangalını yakıverdim, ibriğini mangalın üstüne koyuverdim. İkindi vakti abdestinin suyunu döktüm eline, nasip oldu. Her namaz vaktinde abdest alırdı. Abdest aldırdığım yer yemekhanenin içi.

Bediüzzaman geldi elini kolunu sıvadı, oturak vardı, onun üstüne oturdu. Ben döküverdim ellerini yıkadı, yüzünü yıkadı falan, sıra ayağına geldi. Eğildiydim döküvereyim diye. “Evladım ayağa su dökülmez” dedi. İbriği koyuverdim yere. İbriği aldı, ayaklarına bir eliyle su döktü, bir eliyle kendisi yuğdu. Peşkiri vardı, ellerini, yüzünü sildi. Ben ayakta dineliyorum gayri, gitmedim, bekledim.

Abdest aldıktan, elini yüzünü sildikten sonra Bediüzzaman oturdu, ben dineliyordum. Bir şey diyeceğimi anladı “Evladım sen bir şey konuşacaksan konuş bakalım” dedi. İlk konuşuverdiği bana bu oldu. Ben konuşmadan diyor bunları bana. Ben söylemeden bileceğini biliyordum gayri zaten. Ne dediğimi hatırlamıyorum, herhalde hocam demişimdir. Ahmet ağa diyecek değildim herhalde. Ben daha askere bile gitmemiştim. “Yarın mahkemem var, onbirinci mahkeme (duruşma) acaba yine tevkif mi oluruz, tahliye mi oluruz?” dedim. “Sen sabahtan evvel erkenden kalk, millet yatarken her yerine su değesiye kadar gusül abdesti al. Götüremeyeceğin bir şey varsa arkadaşlarına ver, üzerine koyma, yatağını bağla. Sen yarın çıkacaksın” dedi bana. Sonra o kalktı gitti. Onunla benim konuşmam bu kadar oldu. O sırada benim derdim dışarı çıkmak olduğundan başka bir şey konuşmak aklıma bile gelmedi. Yatağını bağla dedi ya, asıl o sevindiriyordu beni. Ben güleçtim herhalde, Halil benimle eğleniyor; “Sen biraz evvelsi gibi değilsin” diyordu bana.

Sabah gardiyanlar yarım saat kala “Mahkemeciler!” diye bağırırlardı. Bağırdılar… Kimin o gün mahkemesi varsa salona çıkar, kelepçeleri takarlar, hep beraber yürüyüşe… Benim gece belki iki saat, üç saat uykum vardı. Kalktık sabahleyin. Ben çanak, kaşık ne varsa verdim, yatağımı bağladım. Yatağımı bağladığımı görünce Halil “Yahu sen ne yapıyorsun?” dedi. “Ne var?” dedim. “Yatağı bağlıyorsun” dedi. “Belki tahliye olacağım” dedim. Yalnız tahliye olanları koğuşa katmıyorlar, müdür odasına gidiliyor ama çıkana hapishane yasak. Yani düşmanı varsa bıçaklayıveriyorlar içerde, çıkarmıyorlar. Hapishanenin türlü türlü işleri var.

Bir ay daha kalsaydım hapishanede, hocadan her şeyi öğrenirdim

Hâsılı hâkim söyledi, söyledi… Üle biz dokuz ay yatmışız, iki buçuk ay ceza verdiler bana. Arayanımız yok, soranımız yok. Onbir mahkemeye çağırdılar, karar vermediler. Hâkim iki buçuk ay ceza verdi, kırk lira masraf, o günün parasıyla çok para. Hâkim bir şey dedi ama gayri kendi dalgamdan ben anlayamadım. Jandarmalar vardı biri bir yanımda, biri bir yanımda. Biz çocuğuz hâlbuki daha. Onlara “yanınıza almayın” demiş. Har zamanki İkinci kapıdan değil, jandarmalarla bodruma doğru gidiyoruz. Jandarmalar sen bu kapıya git dediler bana. Diğer kapı mahkûmların hapishaneye gittikleri kapıydı. Allah’a şükür biz çıktık… Bekledim dışarıda bunlar bir şey der diye, hâlbuki ben bırakılmış. Geldik Buldan’a. Eğer ben bir ay daha kalsaydım hapishanede, hocadan her şeyi öğrenirdim.

Hapishanenin düzeni çok bozuktu, Bediüzzaman gelince durum çok değişti

Hocalar gelmeden önce hapishanenin düzeni çok bozuktu. Bediüzzaman gelince durum çok değişti.

Beylerbeyli Süleyman; O bizim babamızdı gayri. Büyük hapishaneler daima iki yarıdır. Tavaslılar ve Beylerbeyli taraftarları. Bunlar bir ara çatıştılar… Bu yanda olanlar Sarayköy, Buldan, Yüreğir Süleyman Beylerbeyli taraftarları; diğer yanda Tavaslılar. Tavas’tan üç kişi Beylerbeyli’nin düşmanı… Recep bey diye gardiyanın biri, Sarayköy’ün köyündendir. Beylerbeyli iş görüyordu bu gardiyanla; onlardan ya, bıçağı mıçağı kattırıyordu hapishaneye. Ötekilerin de (Tavaslılar) vardır gardiyanları, bir sürü gardiyan var ya… Tavaslı Hasip, Süleyman’ın muğberiydi (düşmanı)…

O mahkûmların konuştukları yerde su vardı saplı tenekelerle. Alıp gidip milleti çıkarıp koğuşları yıkarlardı. Bir gün Tavaslılar koğuştan çıkmışlar, tabi kapıyı kilitlemişler çıkmışlar. Beylerbeyli’nin sucuları da koğuşu yıkamaya çıkmış. Çıkınca onların koğuşlarının kapısını salladılar, kilitli. Bir gürültü çıktı, bıçaklar hazırlanakonmuş, hasip çıktığı gün bıçaklanacakmış meğer. Bir patırtı, Beylerbeyli’nin Ağır Ceza’nın sucuları onlardan ikisine delik açmışlar. Hem kabadan, hem bacaktan bıçaklayıp geliyorlar. Çocuk koğuşunun kapısı böyle o kapının karşısında. Arkadan bıçağı yiyorlar, aynı harara (balya) girer gibi giriyor ‘çatırt’ diye bıçaklar. Kaba ete giriyor… Laz Dursun vardı, şöyle burma bıyıklı bir adam, sürgün gelmişti bir yerden, Beylerbeyli’nin yanına geldi. Laz Dursun, Beylerbeyi ile bir münakaşa etmiş, takunya ile pataklaşıvermişler Süleyman’la. Dursun düşman olarak Tavaslıların tarafına geçmişti; biz “Eyvah! Tavaslılar kuvvetlendi” diyorduk. Ama o öylesine geçmişmiş oraya, dalavereci; hapishanenin çok dalavereleri vardır. Laz Dursun’da bıçak yok, sandıktan bir kırık almış, yarmış, jiletleri sokmuş yarı yarıya kadar, orayı çivilemiş. Kurnaz adamdı. Çeki çekiveriyor Tavaslılara, o bıçaklanan adamların yüzlerine… Tavaslılara arkadan bıçaklar giriyor, önden jilet yiyorlar. Neyse bu kısım bu kadarla yetiversin gayri artık…

Bediüzzaman Beylerbeyli’nin ekmeğini yemedi

Hapishanenin kabadayısı Beylerbeyli Süleyman bizim hemşerimizdi, babamız gibiydi orada. Beylerbeyli yemek çıkarıyordu akşamları. Bediüzzaman geldikten sonra bir gün gardiyanı çağırıyor, hocaya ekmek gönderiyor kahvaltıda. Hoca ekmeği yememiş. Süleyman, Bediüzzaman’ın yanına gitmiş konuşmuş, öğrenmiş sebebini. Beylerbeyli açık açık değil de, akşam karanlığında, sabah karanlığında -gardiyan adamı olduğundan- hocaya geçebiliyordu gizlice.

Denizli’den birisinin bahçe arasında evinin önünde bir azadı (meşe ağacı) varmış, onun gölgesinde oturur, kalkarmış. Odun kesen hırsızlar çoktu; geceleyin ay aydınlığı ile adamın gitmişler bağ evine, -herhalde insan yoktu o sırada- ağacı odun etmişler, getirip satmışlar fırına. O ekmek de, o odunun ateşine denk gelmiş meğer. Bediüzzaman o ekmeği hiç yememiş.

Ağacın sahibi hırsızı arıyor, yüreği yanık. Bediüzzaman haramdan gelen ağaçta pişen o ekmeği yer mi hiç. Benim hapishaneden çıkacağı mı biliyor da, o ekmeğin o odundan piştiğini niye bilmesin.

(…)

Ağabeyler Anlatıyor’dan

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Bediüzzaman’a İlk Ziyaretimi Yeis İçinde Yaptım”

Merhum Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI anlatıyor: BEDİÜZZAMAN’A İLK ZİYARETİMİ YEİS VE BİTKİNLİK İÇİNDE YAPTIM Bediüzzaman …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ehad’den Ekber’e

Kim demiş, "Rengi kara olanın kalbi de karadır" diye?.. Miladi 7. asrın başlarında Mekke'de İslâm …

Kapat