Ana Sayfa / Yazarlar / “Yaşadığın Günlerin En Hayırlısı ile Seni Müjdelerim.”

“Yaşadığın Günlerin En Hayırlısı ile Seni Müjdelerim.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“ANNENİN SENİ DOĞURDUĞUNDAN BERİ YAŞADIĞIN GÜNLERİN EN HAYIRLISI İLE SENİ MÜJDELERİM.”

Ka’b bin Mâlik (ra)
gözlerini kaybettiği zaman ona eşlik eden
oğlu Abdullah şöyle anlatıyor:
Babam Ka’b bin Mâlik’i Tebük Seferi’ne katılamayıp,
Resûlullah’tan ﷺ ayrı (nasıl Medine’de) kaldığını anlatırken dinledim,
(Allah ondan razı olsun) şöyle demişti:

Tebük Savaşı dışında Allah Resûlü’nün ﷺ hiçbir savaşından geri kalmamıştım.
Yalnız Bedir Gazası’nda bulunamamıştım. Bu savaşa katılamadığı için hiç
kimse kınanmamıştı. Resûlullah ﷺ ve Müslümanlar, sadece Kureyş’in (ticaret)
kervanını takibe çıkmışlardı.

Allah onları, önceden bir karşılaşma planı olmaksızın düşmanlarıyla bir araya getiriverdi. Akabe gecesinde İslâm’a bağlı kalacağımıza söz verdiğimizde Allah Resûlü’nün ﷺ yanında ben de vardım.

Bedir Gazvesi, insanlar arasında her ne kadar Akabe gecesinden
daha meşhur ise de, ben Akabe’de bulunacağıma (keşke) Bedir Savaşı’nda
bulunsaydım demem. Tebük Seferi’nde Resûlullah’la ﷺ birlikte savaşa iştirak
edemeyişimin hikâyesi ise şöyledir:

Hiçbir zaman fizikî ve maddi durumum o günlerdekinden daha iyi olmadı.
Bu gazveye kadar hiçbir zaman iki binek sahibi olmamıştım.

Bu sırada ise iki binek hayvanım vardı. Ayrıca Allah Resûlü ﷺ bu gazaya gelinceye kadar, herhangi bir gaza için hazırlandığında gidilecek yeri söylemez, başka bir
yere gider gibi görünürdü.

Bu sefer çok uzak bir yere hareket ettiğinden ve
bu gazayı aşırı sıcak bir mevsimde yaptığından, kalabalık bir düşmanla karşı
karşıya gelme ihtimalini dikkate alarak durumu açıkladı.

Savaşın özelliğine göre hazırlıkta bulunabilmeleri için Müslümanlara gidecekleri yeri söyledi. Resûlullah’ın ﷺ ordusundaki Müslümanlar o kadar çoktu ki, isimleri büyük bir kitaba sığmayacak kadar kalabalıktılar.

Ka’b sözlerine devam ederek şöyle dedi:
Herhangi bir kimse, asker arasından sıvışsa, bu işin vahiy nâzil olmadıkça

anlaşılamayacağını zannedebilirdi.

(Yukarıda zikrettiğimiz üzere) Allah Resûlü ﷺ bu seferi, meyvelerin yetiştiği
ve (serin) gölgelerin (çok) arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı.

Ben de bunlara çok düşkündüm. Resûlullah ﷺ ve onunla birlikte Müslümanlar
hazırlığa başladılar.
Ben de hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiçbir şey
yapmadan dönüyordum ve kendi kendime, bu işi ne vakit olsa yapabilirim,
diyordum.

Bu hâlim devam etti. Herkes işini ciddi tuttu. Derken bir gün
Resûlullah ﷺ Müslümanlarla birlikte erkenden yola çıktı. Ben ise henüz
hiçbir hazırlıkta bulunmamıştım.

Ertesi gün sabahleyin hazırlık için yine
çıktım. Yine hiçbir şey yapmadan evime döndüm. Benim bu hâlim devam
etti. İnsanlar orduya erişmek için acele etti, fakat savaş vakti geçmişti. Yola
çıkıp arkalarından yetişmeyi düşündüm.

Keşke yapmış olsaydım, fakat o
da mümkün olmadı. Resûlullah ﷺ bu gazaya gittikten sonra, halk arasına
çıktığımda kendime arkadaş olarak ancak münafık damgası vurulmuş
kimseleri, yahut Allah’ın mazur gördüğü aciz kimseleri görmek beni
kederlendirdi.

Allah Resûlü, ﷺ Tebük’e varıncaya kadar beni anmamış,
Tebük’e varınca orada topluca otururlarken:
–Ka’b b. Mâlik ne yaptı, demiş.
Bunun üzerine Selimeoğulları’ndan bir adam:
–Yâ Resûlallah, ﷺ cübbesine ve endamına bakıp gururlanmak onu yola
çıkmaktan alıkoydu, demiş.

Bunun üzerine Muâz b. Cebel, adama:
–Ne çirkin bir söz söyledin, demiş. Sonra Peygamber’e, ﷺ dönerek,
–Yâ Resûlallah, ﷺ Allah’a yemin ederim ki, onun hakkında iyilikten başka bir şey
bilmiyoruz, demiş.
Bunun üzerine Allah Resûlü ﷺ bir şey dememiş.

Bu hâlde iken beyaza bürünmüş, serap içinde dalgalanarak gelen bir adam görmüş ve:
–Ebû Hayseme olaydı, demiş.
Bir de ne görsün, o adam gerçekten Ensar’dan
Ebû Hayseme imiş…
Bu zat, bir savaş hazırlığı sırasında, bir sâ’ (ölçek) hurma
tasadduk ettiği için münafıklar tarafından alay konusu edilen kimsedir.

Ka’b şöyle devam etti:
–Resûlullah’ın ﷺ Tebük’ten dönüp Medine’ye yöneldiğini haber aldığımda
beni bir kaygı sardı.

Yalanlar düşünmeye başladım; yarın Allah Resûlü’nün ﷺ
hışmından nasıl kurtulacağım, dedim.
Yakınlarımdan aklıma gelenlerin
fikirlerine müracaat ettim. Uydurmayı düşündüğüm bütün yalanlar
“Resûlullah ﷺ dönüp geliyor.” denildiği zaman, kafamdan dağıldı gitti.

Nihayet bunların hiçbirisi ile ondan kurtulamayacağıma kanaat getirdim. Ona
doğruyu olduğu gibi söylemeye karar verdim.

Allah Resûlü ﷺ döndü. O, seferden dönünce önce mescide uğrar ve orada iki rekât namaz kılar, sonra halkın işlerini görüşmek için otururdu.
Resûlullah ﷺ bu işleri yapınca,
sefere katılmayıp, geri kalanlar yanına geldiler, mazeretler ileri sürdüler,

Onu inandırmak için yeminler ettiler. Bu durumda olanlar seksen küsur kişiydi.
Resûlullah ﷺ bunların zahirde gösterdikleri mazeretleri kabul edip onlarla biat
tazeledi ve onlar için istiğfar ederek içyüzlerini Allah’a havale etti.

Nihayet ben geldim. Selâm verdiğimde bana (baktı ve) acı acı gülümsedi, sonra:
–Gel, dedi. Bunun üzerine yürüyerek yanına geldim ve önünde oturdum.

Bana şöyle dedi:
–Niye savaşa katılmadın. Binek satın almamış mıydın? Ben de şöyle dedim:
–Ey Allah’ın Resûlü, ﷺ Allah’a yemin ederim ki dünyada senden başka
birisine özür beyan edecek olsaydım, mutlaka onun hışmından kurtulmayı
becerirdim, zira nasıl söz söyleneceğini bilirim.

Vallahi biliyorum ki bugün yalan söyleyip seni memnun edersem de Allah Teâlâ seni bana gücendirebilir.
Eğer doğrusunu söylersem sen bana kızacaksın. Ama ben doğru söyleyerek
hakkımda Allah’tan hayırlı sonuç beklerim.

Yemin ederim ki savaşa katılmamak için hiçbir mazeretim yoktu. Hiçbir zaman, seninle beraber olamadığım bu zamandan daha güçlü ve zengin de değildim.

Resûlullah ﷺ :
–İşte bu doğru söyledi. Haydi, kalk, hakkında Allah’ın hükmü vahyedilinceye
kadar bekle, dedi. Ben de kalktım. Selimeoğullarından birçok kişi peşime
takıldı ve:

–Allah’a yemin ederiz ki bundan önce hiçbir günah işlemediğini biliyoruz.
Savaşa gitmeyip geride kalanlar gibi Resûlullah’a mazeret beyan edemedin.
Suçun için Allah Resûlü’nün istiğfarı kâfi idi, dediler.

Beni o kadar payladılar ki, bir ara Resûlullah’a ﷺ geri dönüp kendimi yalanlamayı
düşündüm. Sonra onlara sordum:
–Benimle birlikte bu cezaya uğrayan başka kimse var mı?
–Evet, seninle beraber iki kişi daha cezaya uğradı, dediler.
Mürâre b. Rebî’a el-Âmirî ile Hilâl b. Ümeyye el-Vâkıfî, dediler.

Bedir Gazası’na katılan ve örnek olabilecek iki iyi ve salih adamın adını bana söylediler. Bunları söyleyince ben yoluma devam ettim. Allah Resûlü, ﷺ bu gazaya katılmayıp,
geride kalanlar içerisinde bizim üçümüzle konuşmayı (insanlara) yasakladı.”

Ka’b şöyle devam etti:
“Bunun üzerine ahali bizimle konuşmaktan çekindi ve bize karşı tavırlarını
değiştirdiler. Hatta memleketim bana yabancı gelmeye başladı, tanıdığım
yer olmaktan çıktı.

Bu şekilde elli gün geçirdik. Diğer iki arkadaşıma gelince,
onlar sindiler; ağlayarak evlerinde oturdular.

Ben bunların en genci ve en
ısrarcısı olduğumdan evimden çıkar, cemaatle namaza gelirdim ve çarşılarda
dolaşırdım.

Fakat kimse benimle konuşmazdı. Resûlullah’ın ﷺ yanına gelir
ve namazdan sonra oturduğu yerde ona selâm verir de kendi kendime,
“Acaba selâmımı almak için dudaklarını kımıldattı mı?” der,
sonra ona yakın
bir yerde namaz kılar (ve namaz içinde) Peygamber’e ﷺ gizlice bakardım.
Namaza daldığımda Allah Resûlü ﷺ bana bakar ve kendisine baktığım zaman
da benden yüzünü çevirirdi.

Müslümanların bu suretle benimle ilişkiyi
kesmeleri uzun sürünce, gidip en çok sevdiğim kişi olan amcamın oğlu Ebû
Katâde’nin bahçesinin duvarını atladım ve ona selâm verdim. Vallahi o da
selâmımı almadı.

Bunun üzerine:
–Ey Ebû Katâde, Allah için sana soruyorum. Allah’ı ve Resûlü’nü ﷺ ne kadar
çok sevdiğimi biliyor musun? Sustu, sorumu tekrarladım ve “Allah için sana
soruyorum.” dedim. Yine sustu. Yine sorumu tekrarladım: “Allah için sana
soruyorum.” dedim.

–Allah ve Resûlü ﷺ daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözümün yaşı dolup taştı,
arkama dönüp bahçeden uzaklaştım.

(Günün birinde) Medine çarşısında geziyordum. Yiyecek satmak için
Medine’ye gelen Şamlı çiftçilerden birisi:

–Ka’b b. Mâlik’i bana kim gösterir, diyordu. Halk da beni gösterdi. Yanıma
geldi ve bana Gassân Meliki’nin mektubunu verdi. Ben de eli kalem
tutanlardan olduğum için mektubu okudum. Şöyle diyordu:

“Selâmdan sonra derim ki, Efendinin seni sıkıntıya soktuğunu haber aldım.
Allah seni hukukun çiğnendiği ve kıymetin bilinmediği bir yerde bırakmasın.
Yanımıza gel, sana eşit muamele ederiz.” Mektubu okuyunca bu da bir bela
dedim ve mektubu ateşe atıp yaktım.

(Durumumuzla ilgili) vahiy gelmeksizin elli günün kırkı geçince

Allah Resûlü’nün ﷺ elçisi geldi:
–Resûlullah sana eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi. Bunun üzerine:
–Ne yapacağım, onu boşayacak mıyım, dedim.
–Hayır, ondan ayrı oturacaksın, ona yaklaşmayacaksın, dedi. Peygamber ﷺ
iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi.

Bunun üzerine eşime, anne ve babasının yanına gitmesini söyledim ve “Allah, bu konuda bir hüküm verinceye kadar onların yanında otur.” dedim.

Hilâl b. Ümeyye’nin eşi, Allah Resûlü’ne geldi ve:
–Yâ Resûlallah, ﷺ Hilâl b. Ümeyye düşkün bir ihtiyardır. Hizmetçisi de yoktur.
Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsünüz, dedi.
Peygamber :
–Hayır, görmem fakat sana yaklaşmasın, dedi.

Kadın da şöyle cevap verdi:
–Vallahi onun kımıldayacak hâli yoktur. Allah’a yemin ederim ki, başına gelen
o durumdan beri hiç durmadan ağlıyor, dedi.

Ka’b şöyle devam etti: Ailemden bazıları;
–Eşin için, Resûlullah’tan ﷺ izin isteseydin olmaz mı? Hilâl b. Ümeyye’ye
hizmet etmesi için onun hanımına izin vermiş, sen de hanımın için izin istesen
ya.” dediler.
–Ben gencim, bu hâlimle izin istersem bilmiyorum ki Allah Resûlü ﷺ bana
ne der, dedim. Bu şekilde de on gün kaldım; halkın bizimle konuşmalarının
yasaklandığı günden itibaren elli gün geçti.

Ellinci gecenin sabahında
evlerimizin birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ’nın
bizimle ilgili olarak andığı üzere canımın sıkıldığı ve yeryüzü genişliğine
rağmen, bana dar geldiği hâlde otururken Sel Dağı’nın tepesinde birisinin
bağırdığını işittim.

Çok yüksek bir sesle “Ey Mâlik’in oğlu Ka’b, müjde
müjde!” diyordu. Bunun üzerine kurtuluş gününün geldiğini anladım ve
secdeye kapandım.

Resûlullah, ﷺ sabah namazını kılınca, tövbemizin Allah tarafından kabul
edildiğini halka ilan etmiş.

Bunun üzerine ahali müjdeli haberlerle bize
koştular. İki arkadaşıma da müjdeler gitti. Biri bana atla koştu. Eslem’den
bir adam da benim tarafıma yaya koştu ve adı geçen dağa çıktı; bunun sesi
atlıdan evvel bana ulaştı.

Sesini işittiğim adam gelip beni müjdeleyince
sırtımdaki iki elbiseyi de çıkardım ve müjdesine karşılık olarak ona giydirdim.
Allah’a yemin ederim ki, o gün bundan başka elbisem de yoktu. Emanet
iki elbise alıp onları giydim.

Allah Resûlü’nü ﷺ görmek için yola düştüm.
İnsanlar bölük bölük beni karşılıyor; tövbemin kabulünü tebrik ediyorlar
ve “Allah’ın affı sana kutlu olsun.” diyorlardı.

Mescide girdim. Resûlullah ﷺ
cemaatin ortasında oturuyordu.

Talhâ b. Ubeydullâh (ra) kalktı ve koşarak
gelip elimi sıktı, beni kutladı.

Allah’a yemin ederim ki muhacirlerden
Talhâ’dan başkası kalkmadı.
Ka’b, Talhâ’nın bu nezaketini hiç unutmazdı.

Sözlerine şöyle devam etti:

Allah Resûlü’ne ﷺ selâm verdiğimde sevincinden yüzü parlıyordu ve şöyle dedi:
–Annenin seni doğurduğundan beri yaşadığın günlerin en hayırlısı ile seni
müjdelerim.

–Yâ Resûlallah, ﷺ sizin tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı, dedim.

–Benim tarafımdan değil, Aziz ve Celil olan Allah’ın katından, dedi.

Sevindiği zaman Allah Resûlü’nün ﷺ yüzü daha da nurlanır, hatta ay
parçası gibi olurdu. Çok sevindiğini bundan anlardık.

Resûlullah’ın önüne oturduğumda:

–Ey Allah’ın Resûlü, ﷺ tövbemi tamamlamak için bütün malımı Allah ve Resûlü
uğrunda tasadduk edeceğim, dedim. Peygamber ,

–Malından bir kısmını çoluk çocuğun için bırakman daha hayırlıdır, dedi.

Ben de;
–Hayber’deki hissemi onlara bırakıyorum yâ Resûlallah! ﷺ Allah beni ancak
doğru sözlülüğüm sayesinde kurtardı.

Hayatta kaldığım müddetçe hep
doğruyu söylemek de tövbemin tamamıdır, dedim.

Allah’a yemin ederim ki Resûlullah’a ﷺ bu sözleri söylediğim günden
beri doğru sözlülük yüzünden Allah Teâlâ’nın, kimseyi benden daha güzel
mükâfatlandırdığını bilmiyorum.

Yine yemin ederim ki Resûlullah’a ﷺ bu
sözleri söylediğim günden bugüne kadar bilerek hiç yalan söylemedim, kalan
ömrümde de Allah Teâlâ’nın beni yalandan koruyacağını umarım.
Ka’b devamla şöyle dedi:

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
“And olsun, Allah, Peygamber’in ve içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeye
yüz tuttuktan sonra,
güçlük anında ona uyan muhacir ve ensarın tövbelerini
kabul etti. (Evet) bir kere daha onların tövbelerini kabul etti.
Çünkü O,
onlara karşı çok esirgeyendir ve çok merhamet edendir.
Savaşa katılmayıp geride kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti.
Yeryüzü
bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş,
vicdanları da kendilerini sıktıkça
sıkmış, böylece Allah’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını
anlamışlardı.
Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de kabul
etti. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.
Ey iman edenler, Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.”(Tevbe suresi 116,117 ayetler)
meâlindeki âyetleri inzâl buyurdu.

Ka’b şöyle devam etti: “Allah’a yemin ederim ki Cenâb-ı Hak beni, İslâm
nimetine mazhar ettikten sonra,
Resûlullah’ın huzurunda doğru
söylediğimden dolayı,
yalan söyleyip helâk olanlar durumuna düşmekten
kurtararak bana bundan daha büyük bir nimeti vermedi.
Vahiy nâzil olduğu
zaman da Allah Teâlâ, yalan söyleyenler hakkında kimseye söylemediği ağır
sözü söyledi. Ve şöyle buyurdu:

“Yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerine ilişmemeniz için size Allah adıyla
yemin edeceklerdir. Artık onlara ilişmeyin. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının
karşılığı olarak varacakları yer de cehennemdir.
Kendilerinden razı olasınız diye size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı
olsanız bile Allah o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz.” (Tevbe suresi, 95. ayet)

Ka’b sözlerini şöyle bitirdi: “Biz üçümüz, Resûlullah’ın yeminlerini ve
biatlarını kabul edip istiğfar ettiği kimselerden geriye bırakılmıştık. O, bizim
durumumuzu geri bıraktı ve nihayet Allah Teâlâ bu hususta yukarıdaki şekilde
hüküm verdi.
Allah Teâlâ “Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul
etti.”9 buyurdu. Allah’ın zikrettiği bu “ayrılış”tan maksat, bizim gazadan geri
kalmamız değil, aksine Peygamber’in, kendisine yemin edip özür beyan
edenler içerisinden özürlerini kabul ettikleri kimselerin durumunu bizim
durumumuzdan ayırıp geriye bırakmasıdır.” (B4418 Buhârî, Megâzî, 80; M7016 Müslim, Tevbe, 53)

Diğer bir rivayette; “Peygamber , Tebük Seferi’ne perşembe günü çıktı.
Yola perşembe günü çıkmayı severdi.” (B2950 Buhârî, Cihâd, 103)

Başka bir rivayette, “Ancak gündüzün, kuşluk vakti seferden evine dönerdi.
Seferden döndüğünde ilk önce mescide girer ve iki rekât namaz kılar, sonra
orada (biraz) otururdu” denilmektedir. (M1659 Müslim, Müsâfirîn, 74)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yeni Fetöleri “Önlemek” İçin.. – 2

Başımıza sarılabilecek yepyeni FETÖlere mani olmak için yaklaşık bin yıldan beri üstüste biriken “gubar”ı; ilmi …

Kapat