Yazarımız Mehmet Nuri Bingöl’le Mülâkat

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Konuşanlar: Nizip Sosyal Bilimler Lisesi Yayın Organı “Araf” ekibi

SOSYAL BİLİM’CİLERİN “SİZE GÖRE” SORGULAMASININ “BİZE GÖRE” CEVAPLARI

Nizip Sosyal Bilimler Lisesi Yayın Organı “Araf” ekibinin M. Nuri Bingöl’le mülakatı

“Sizi yazmaya yönelten nedir?”         

BİNGÖL: Yazma yaşım oldukça küçük. 14 ya da on beş.  İlkokuldan beri devamlı ve kitap seçmeden – en büyük hatam bu belki de- okuma faaliyetim, bu şekilde kendini ifade etti sanırım. Zaten, lise mezuniyetime kadar –doğru dürüst- Birecik dışına çıkmamıştım. 14 yaşımda bazı edebiyat dergi ve gazetelerin edebiyat ekleriyle tanışınca yazma iştiyakım açığa çıktı denebilir. İstanbul Edebiyat Türkoloji Bölümünü kazanınca da orada gördüğüm yazma teknikleri de bu arzumu arttırmıştır belki de… Mezuniyetten sonra ulusal ölçekli bir gazetede 6 ay çalışmam bu uğraşımı arttırdı diyebilirim. Sonraki öğretmenlik hayatımdaki kimi vatan toprağında çektiğim gurbet ve yalnızlık da hikâye türündeki denemelerimi çoğalttı diyebilirim.

“Yazarken hangi konularda yazıyorsunuz ve konularınızı nasıl seçiyorsunuz, konu seçiminiz tesadüfi mi? Hayatta karşılaştığınız olaylar konu seçiminde ne kadar etkili oluyor?”

BİNGÖL- Sanat hadisesini ne estetikten, ne de insandan; dolayısıyla insanın organize şekli olan cemiyet hayatından koparamazsınız. Hocam Mehmet Kaplan’a bir hikâyemi okumuştum. Hikâye biraz romantizm kokuyor, biraz da toplum hayatına pek kesif bakıyordu. Ayrıca ele alınan vaka da ülkemizle ilgili değildi; hadise Polonya’daki hürriyet hareketlerini özgünlük içinde vermeye çalışıyordu. Ben hikâyeyi okurken, Hoca Osmanlıca bir metni latin harflerine aktarıyor; arada bir de gözlüğünün üzerinden bakıyordu. Kısaca diyebilirim ki konularım sadece ne romantik, ne de kupkuru bir realizme sahip bence. Toplum hayatını da “kişi”nin realitesi olduğunda ele alıyorum ancak.

Şunu merak ediyoruz. Mehmet Kaplan  hocanız Hikayenizi beğendi mi?

BİNGÖL: Pek değil… Üslub ve özgünlüğü takdirle beraber, “Buradaki hadisede biz yokuz Nuri” dedi; “ayrıca toprağımızın kokusunu veren bir realizm de bulunmuyor. Tarık Buğra’nın ilk romanı bu hikâye gibi ülke dışını anlatıyor, İtalya’da geçiyordu hâdiseler. Adı Siyah Kehribar’dı; bilirsin.  Sana dediğim ve yaptığım tenkidin aynısını yaptım ona da… Beş yıl sonra Küçük Ağa’yı; o şaheser romanı yazdı. Senin de bu vatanın realitesini anlatan ve Stendhal’ın Kızıl ve Kara’sı gibi bir roman yazmanı ne çok isterdim.”

Kimsenin okumayacağını bilseniz yine de yazar mıydınız?

BİNGÖL: İşin gerçeği, asla yazmazdım. Şöyle bir hayat gerçeği var. “Bir sanatçı kendi eserlerine müştak seyircilerin olmasını ister.” O seyirciler –ya da okuyucu- olmadan, yazmanın ne manası kalır ki… Meselenin vicdani tatmin boyutunu unutmuyorum ama o boyut bile yazdıklarınızı okuyan kişilerin varlığıyla alakalıdır.

“Yazarken kurguyu önceden mi belirlersiniz yoksa akışa mı bırakırsınız?”

BİNGÖL: Taslak olmadan düzenli bir eser ortaya çıkaramazsınız elbet. Yazarken, insanın içinde birikenler tabii ki kimi vakit serazat hislerle iradenizi dinlemeyebiliyor. Hikâye daha özlü bir çalışma. Tıpkı şiirde olduğu gibi, hikâyeyi telif ederken de kelimeleri seçiyor, ses ahengine dikkat edici elemelerden geçiriyor, hikâyenin bütünlüğüne tam mânasıyla hakim olduğunuzdan daha eleyici olabiliyorsunuz. Kısa sürede ortaya çıktığı için de neşir noktasından da doyuma ulaşıyorsunuz. Roman öyle mi halbuki lk kitaplaşan romanımı, meslek meşgalesi ve kimi dış tesirlerden dolayı, ancak on yılda tamamlayıp, üç yılda neşrini sağlayabildim. Demek ki planlama ve redakte yazarı daha çok meşgul ediyor.

“Sizce herkes yazabilir mi? Yazmak sadece bir yetenek işi midir? Sonradan kazanılamaz mı?

BİNGÖL-Bu soruya tek cümleyle cevap vereceğim. Her insan konuşabilir ama dediklerini yazıya dökebilecek bir cehti gösterebilir mi?

“Yazmak isteyen ancak yazmaya nasıl ve nereden başlaması gerektiğini bilmeyenler için tavsiyeleriniz nelerdir?”

BİNGÖL: Önce okuyunuz. “Yüzeysel” okumadan ziyade, “tahlilci-çözümlemeci” bakışla okumalar, bence “kişisel” gelişim açısından da gereklidir. Külliyat bırakmış zatları takip etmek ve eserlerine bir bütün olarak bakmak zaruridir. Mesela Yahya Kemal’in bütün eserlerinden mana çıkarmak dururken, filan şiirindeki bir mısrayla, onun hakkında karar vermek, en azından insafsızlıktır; münevver kişilere yakışmaz bu bakış. İnsan dolmadan boşalamaz. Edebiyat dergi ve ekleri takip edip yaşayan yazarlarla tanışmak; eserlerine muttali olmak önemli…

“Yazma ritüelinizden bahseder misiniz? Örneğin hangi ortamda, hangi materyallerle, hangi müzikle nasıl bir mekânsal bağlamda yazmayı tercih edersiniz?”

BİNGÖL: Sessiz bir “ortam” gerekli en en önce.  Yazacağınız konu ile alakalı iyi bir araştırma yapmadan yazmaya başlamak, yemek tarifini bilmeden mutfağa girip, kollarımızı “çemremeye” benzer. Müziği önemsemem. Mekanın sükuneti ehemmiyetli elbette.

“Yazmak sizin için hayat boyu sürecek bir serüven mi yoksa yazmayı bırakmayı düşündüğünüz bir zaman var mı?”

BİNGÖL: İnsanın diğer varlıklardan ayıran en mühim hususiyeti düşünmesidir. Bir yazar, eğer gerçekten yazar ise, devamlı düşünmelidir. Zaten düşünen bir kalem erbabının, bunu türlü biçimlerle sayfalara döküp neşretmemesi mümkün değildir.

“Okumakla yazmak arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?”

BİNGÖL: Bunun cevabını, birinci sorunun cevabında belirttim zaten. Özellikle büyük yazarların üslubunu kavramak için, eserlerinin tümünü, yani külliyatlarını okumanız gerekir.

“Bir yazar olarak okuduğunuz ve beğendiğiniz yazarlar kimlerdir, En son hangi kitabı okudunuz?”

BİNGÖL: Daha çok düşünen ve realist yazarları seviyorum. Son okuduğum Kitaplar: Sultan Vahidettin Han (Ahmet ANAPALI), İstiklalden İstikbale (M. Nuri YARDIM), Elif Öğretmen (Hüseyin YILMAZ), Yağmur Kanla Başladı (Üstün İnanç) ve İbn-i Haldun Mukaddimesi…

“Hayat hikâyenizi türlü röportajlarınızdan öğrenebilsek de, bir de sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz?”

BİNGÖL: Kronolojik hayat hikâyemi, sadece bir başlangıç ve muhayyel bir bitiş noktasından ibaret görüyorum. Bu mesele için, Şanlıurfa Birecik’liyim ve Edebiyat öğretmeniyim demekle yetineceğim. Bence, sanat ve edebiyatla uğraşan birinin asıl hayatını edebiyat ve düşünce âlemi teşkil etmelidir. O zaviyeden bakınca, asıl hayatımı 14. yaşımdan itibaren başlatıyorum. İlk şiirimi o yaşımda yayımladım; bu alışkanlık hikaye sahasındaki çalışmalarıma basamak oldu. Ardından bir “ulusal” gazetenin açtığı hikaye yarışmasında 2. olunca cesaretim arttı. Daha sonra –özellikle- hikaye çalışmalarım sürdü. O devirde yazdıkların çoğuna hikâye denemesi diye baktığımdan hemen hemen hepsini koruyamadım. İstanbul Edebiyat Fakültesi’ni kazanınca bu çalışmalarım daha fazla mâna buldu. Tefrika edilen kimi roman çalışmalarım da bu devreye rastlar. İstanbul Gençlik Teşkilatı bünyesinde çıkarılan Köprü dergisinin iki yıl gönüllü editörlüğünü yaptım.  Mezuniyetten sonra 6 ay çalıştığım “ulusal” ölçekli bir gazetenin edebiyat servisindeydim; Elif kültür-edebiyat ilavesi üzerinde çalıştım en fazla. Neşredilen romanım Sürgündeki Çeçenya ile Nur Üstad biyografisi, Anadolu’daki Edebiyat öğretmenliği yıllarını –ancak- ihtiva etmiştir. Kimi yıllıklar ve derleme eserlere iktibas edilen yazıları saymıyorum.

“Elinizde herhangi bir çalışma var mı?”

BİNGÖL: İlk başta öğretmenlik mesleğimle uğraşıyorum. Sonra da kimi çalışmalarla… Bunların ikisini bir yayınevinin görüşüne sundum. Biri 21 hikayeden oluşuyor ve tümü de 15 Temmuz direnişinin ruhunu aksettiriyor. Bir nehir roman sıralamasının iki çalışması da elimde ama… 1980’lerde’ortaya konan Afgan kahramanlığı karşısında bozguna uğramış Sovyetlere karşı direnen inanan insanların asıl düşmanı ihtilafı ve çarelerini sunuyor epizotlarında. Türkiye’yi sarsan darbelerin ardındaki zihniyetleri sembollerle aktarmaya çalışıyorum. Öbürüyse çeşitli Türk boylarının Güney Sibirya’daki sürgün hayatından Afgan dağlarına can atışları, önceki roman kahramanlarından Murad Beg’in bakışıyla naklediliyor. Devamı ise… O da bende kalsın.

“Sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz efendim.”

BİNGÖL- Asıl ben teşekkür ederim. Çünkü sizin gibi gençlerin edebiyat dünyasına alaka göstermelerine şahit olmak beni nihayetsiz sevindirdi ve gelecek adına çok ümitlendirdi. Hele sizlerin, son 10 yıl içinde açılan Sosyal Bilimler Lisesi öğrencileri olmanız, Türkiye’nin kültürde de çağı yakalamaya hazırlandığını gösteriyor. Bu intibayı uyandırdığınız için, asıl ben teşekkür etmeliyim size. Demek eğitimci-yazar olarak emeklerimiz boşa gitmeyip, meyveye duruyor. Elhamdulillahi haza min fadli rabbi. (Bu Rabbimin fadlinden bir lütuftur; hamdolsun.)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ali Erkan KAVAKLI: “Cehaletle varılacak bir yer yoktur” (Mülâkat)

ALİ ERKAN KAVAKLI: BİLGİ İNSANA YOL GÖSTERİR!  Herkesin hayalidir; hem eğitim hayatında, hem iş hayatında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Göz kanlanması neden olur, nasıl geçer? Tedavisi ve öneriler

Göz kızarıklığı da denilen göz kanlanması gözdeki damarların şişmesi veya tahriş olması durumudur. Gözün yüzeyinde bulunan küçük …

Kapat