Ana Sayfa / HABERLER & Yorumlar / Yazarların gözüyle Mehmed Âkif

Yazarların gözüyle Mehmed Âkif

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Taha Kılınç’tan Gökhan Özcan’a, Yusuf Dursun’dan A.Vahap Akbaş’a, Fatma Pekşen’den Hakan Kağan ve Okay Tiryakioğlu’na bir dizi yazara Akif’i nasıl bildiklerini sorduk.. (Asım Gültekin)

André Gide, bir yerde, yazarların “toplumun vicdanı” olduğundan söz eder. “Toplumun vicdanı olmak!”, iddialı olduğu kadar bir çırpıda içi boşaltılabilecek bir kavram… Öyle ki tarihin her döneminde ideoloji ve yaşam tarzı tercihinden bağımsız olarak tüm kesimler tarafından (ya da çoğu kesim tarafından) benimsenen soy aydınların varlığını inkâr edemeyiz. Siyasi, ekonomik, felsefî… sayısız çatışma alanında hakem yahut sözcü işlevi gören; tarihe kayıt düşen bu isimler olmasaydı toplum dediğimiz karmaşık sistemi ayakta tutan önemli bir bağ eksik kalırdı.Mehmet Akif

Olağanüstü ve sabun köpüğü gündemleri hiç bitmeyen memleketimizde, toplumun vicdanı olmayı başarabilmiş figürler her zaman için var olmuştur. Tanzimat’tan bu yana resmî ideolojiler ve sosyal gerçeklik çoğu zaman uyuşmasa bile (belki de bundan ötürü) bu böyledir.

İstiklal Marşı’nın sadece Türkçe konuşan insanları heyecanlandırdığını kim iddia edebilir ki?

Mehmet Akif Ersoy (1873-1936) bu toprakların yaşadığı büyük krizde gözlem ve tespitleriyle yerel kalmayı başaran; İslamcılığını teoriden pratiğe taşıyan görüşleriyle de evrenselliği yakalayabilen tutarlı bir düşünürdür. Milletin tarihten silinmeye mahkûm edildiği bir anda/yerde doğan İstiklal Marşı’nın özüne indiğimizde, sadece Türkçe konuşan insanları heyecanlandıran bir metin olduğunu kim iddia edebilir ki?

Öte yandan Akif’in kalemiyle dünya ve ahiret görüşü arasında kurduğu sarsılmaz bağ, Safahat’ını pek az kitabın layık olmayı başardığı bir noktaya taşımıştır: Anadolu’nun en ücra köşesindeki evlerde bile şu iki kitap muhakkak bulunur: Kuran-ı Kerim ve Safahat.

Bir dizi yazarımıza bu eylem ve fikir adamını “nasıl bildiklerini” sorduk. Aldığımız cevaplar Mehmet Akif’in toplumun vicdanı olmayı nasıl başardığı hakkında da ipuçları taşıyordu.

Taha KılınçTaha Kılınç: “Yıllar içinde yakından tanıdığım ve çok sevdiğim Akif’i o bakışlar hep tasdik etti”

Safahat’la tanıştığımda henüz ilkokula bile gitmiyordum sanırım. Rahmetli dedemin Arapça ve Osmanlıca eserlerle dolu zengin kütüphanesinde, kapağında Akif’in buğulu bir portresinin bulunduğu kalınca bir kitap hatırlıyorum. Okuma-yazma öğrendiğim dönemde, o kitabın sonlarında yer alan İstiklal Marşı’nı gördüğümde nasıl şaşırdığım; ‘İstiklal Marşı Şairi’nin başka şiirlerinin de bulunduğuna inanamadığım dün gibi aklımda. İlkokul yılları boyunca Safahat’ı okuyup anlamadıysam da Akif’in İnkılâp-Aka etiketli o gri kitabın kapağındaki derin bakışlarını hiç unutmadım.

Dedemin kütüphanesinde Akif’le ilgili bir eser daha vardı: Tercüman Gazetesi tarafından okurlara sunulan Mehmet Akif ve Safahat kitabı. O, çocuk muhayyileme daha çok etki eden bir eserdi; resimlerini, küçük anekdotları, şiirlerden alıntıları -anlamasam da- tekrar tekrar gözden geçirdiğimi hatırlıyorum.Mehmet Akif

Yıllar geçip de Mehmet Akif’in hayatına ve eserlerine yakından baktıkça, Anadolu’nun bir sahil kasabasında, okuyan insanların pek az olduğu bir iklimde başlayan bu ilk izlenimler peşimi hiç bırakmadı. Akif, o gri kapaktan bakıp durdu bana. Yıllar içinde yakından tanıdığım ve çok sevdiğim Akif’i o bakışlar hep tasdik etti. Ya da zihnimdeki o bakışlar, Akif’in portresini oluştururken bana hep eşlik etti.

Tanıdığım ve çok sevdiğim Akif:

-Kur’an’ı -öyle lafta değil- gerçek anlamda düstur edinmiş bir insandı.

-Dünya Müslümanlarının dertleriyle dertlenen, sorunların kaynağına inmeye çalışan, her şeyden önemlisi de çare üretmeye çabalayan bir mütefekkirdi.

-İslam’ı şahsiyetinde cisimleştirmişti. Örneğin, buluşma sözünü verdiği arkadaşına mahcup olmamak için randevu mekânına gidip yağmurda saatlerce bekleyecek kadar sözünün eri, buluşmaya gelemeyen o arkadaşıyla tam altı ay konuşmayacak kadar da kırılgandı.

-İnandığı gibi yaşama uğruna ülkesini terk edebilecek kadar gözü pekti.

Geçiş dönemi mütefekkiri tipi incelenmeli

İlk tanışmamızın üzerinden belki 25 sene geçti. Hâlâ Akif’e olan hayranlığım, sevgim ve ilgim devam ediyor. Dünya Müslümanlarının zor zamanlarında, tam anlamıyla bir geçiş döneminde yaşamış olan Akif’in fikirleriyle, eserleriyle eleştirel ve tarafsız bir şekilde incelendiği bir edebî-düşünsel ortamın oluşması ise en büyük hayalim.

Üzerinde bulunan “milli şair” unvanının da etkisiyle Akif’in Kur’an ve İslam anlayışı üzerinde, bu anlayışın ortaya çıkardığı “geçiş dönemi mütefekkiri tipi” üzerinde yeterli çalışmaların henüz yapılmadığı kanaatindeyim. Onu bu toprakların insanlarının çoğunun hiç anlamadığını, kendisinin “Asım’ın Nesli” diye özlemini çektiği nesillerin de onun düşünce ufkundaki bazı burçlara tırmanmayı henüz başaramadıklarını düşünüyorum. İleriki zamanlarda belki birileri çıkar, Akif’i Asım’ın Nesli’ni özlerken çizdiği çerçeve ile yeniden anlatır bizlere. O zaman Akif’imizi çok daha yakından tanıyacağımıza ve daha fazla seveceğimize eminim.

Peki, Safahat’tan bir seçme yapacak olsam ve tek hakkım bulunsa hangi mısraları seçerdim? Bu soruya herkesin başka bir cevabı olabilir. Benim cevabım ise, uzun yıllardır aynı: Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,/ Günler şu heyulâyı da er geç silecektir./ Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,/ Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?

Yusuf DursunYusuf Dursun: “Safahat, inancın, azmin, sabrın ve kararlılığın sembolüdür”

Mehmet Akif ve Safahat, bir yazar ve eserinin nasıl bütünleştiğinin müstesna bir örneğidir. Safahat’ın her sayfasında; inancı, ideali ve acılarıyla yaşayan bir Akif portresiyle karşılaşırız. Üstat, “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.” derken ne kadar vakursa, “Bir baksana gökler uyanık yer uyanıktır/ Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır.” derken de o kadar bilge bir kişiliğe bürünür. Onun, hayal ile alışverişi yoktur. Bu bakımdan Safahat’ın her mısraı bütün yalınlığıyla gerçek hayatı yansıtır. Bu; acılı, çileli, cehaletin ve fakirliğin kol gezdiği bir hayattır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bu hayatın insanları, Batı’nın tek dişi kalmış canavarına karşı iman dolu göğüslerini siper etmekten bir an bile geri durmazlar. İşte Akif’in dayanağı da budur.

Safahat; inancın, azmin, sabrın ve kararlılığın sembolüdür. Safahat; şiirin ve manzum hikâyenin şahikasıdır. Safahat, aruzun en güzel örneğinin sergi yeridir. Safahat, Türk milletinin başucu kitabıdır. Bu yüzdendir ki Kur’an-ı Kerim’den sonra her evin yüksekçe bir yerini süslemektedir. Yapılacak iş bellidir: Kur’an’ı nasıl anlamaya çalışarak gündelik hayatımıza tatbik etmek zorunda isek Safahat’ı da okumalı, okutmalı, gündelik hayatımıza tatbik etmeliyiz.

Fatma Pekşen: “Mehmet Akif’in ardında bıraktığı eserlerin bizlere birer lütuf olduğunun bilincini taşıyorum”Fatma Pekşen

Mehmet Akif Ersoy, özel alâka duyduğum, saygıyla andığım bir mütefekkirdir. İlkokula adım attığımız dönemlerde, al bayrağımızla birlikte zihinlerimize yerleştirdiğimiz bir koca şairdir. Ne bayrağımızı onsuz düşünebiliyorum, ne onu bayraksız…

Evimiz bir ilköğretim okulunun tam karşısında. Pazartesi sabahları erkenden, Cuma akşamları tatile girilirken, anma programlarında vs. muhakkak, artık millî olmuş bu marşın okunduğunu duyarım. Eğer balkonda ya da bahçedeysem hemen saygı duruşuna kalkarım. Kımıldamadan, ciğerlerime vatanımın havasını doldura boşalta marşa iştirak ederim. İçimden merhuma minnet hisleri duyarken gözüm al bayrakta, yüreğim yurdumun dört bir yanında olur.

Şiir ezberleme gibi bir güzellik vardı eskiden. Diyebilirim ki en fazla ezberlenen şiir, Mehmet Akif merhumun “Kahraman Ordumuza” adıyla yazıp milletimize armağan ettiği İstiklâl Marşı’dır. İlköğretim çağındaki miniklerden tutun da sakalında tek tel siyah kalmamış dedelere kadar büyük bir şevkle okunmaya devam edilmektedir.

Çocuklarımın küçüklüğünde, uyku öncesi onları ayağımda sallarken “Çırpınırdı Karadeniz”, “Tuna Nehri Akmam Diyor”, “Sivastopol Önünde Yatan Gemiler”, “Yemen Türküsü” gibi yüreğimizi derinden etkileyen türküleri/marşları söyler, dualarıma, ninnilerime iki kitabı katık ederdim. Kütüphanemizin ilk kitaplarından olan bu iki eserin birisi Safahat, ikincisi ise Necip Fazıl merhumun Çile’si idi. Belki çocuklar o yaşlarda ne manaya geldiğini anlayamazlardı ama millî manevî tohumların o dönemlerde atılması gerektiğini düşünürdüm. İyi ki de düşünmüşüm. İleriki dönemlerde yanılmadığımı gördüm.

Her dönem özel bir ilgi duyduğum, sadece İstiklâl Marşı’yla değil, “Çanakkale Şehitlerine”, “Bülbül”, “Bayram”, “Mahalle Kahvesi” gibi pek çok şiiriyle de ustalığını ispat etmiş bir büyüğümüz olarak gördüğüm bu kıymetli şair/mütefekkir/vatanperveri rahmetle anıyorum.

Gene onun sözleriyle “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” derken, fikrine uygun bir hayat sürdürmüş olan bu âlim şahsın ardında bıraktığı eserlerin bizlere birer lütuf olduğunun bilincini taşıyorum. Ne mutlu bize ki onun gibi nice münevverimiz bağrımızda yatıyor, milletimizin, vatanımızın manevî bekçiliğini yapıyor…

Gökhan ÖzcanGökhan Özcan: “Bizi hissiyatımızda birleştiren bir kişiliktir Mehmet Akif”

Mehmet Akif’in hemen herkes tarafından “vatan şairi” olarak anılması, hatırasının bu topraklarda ne kadar büyük hüsnü kabul gördüğünün delilidir. “Vatan” kavramını tartışırken bile bu kadar büyük bir uzlaşma noktası yakalayamayan bir toplumuz biz; ama Mehmet Akif’i hiç tartışmıyoruz.

Kim olursak olalım ya da kendimizi nasıl tanımlıyor olursak olalım Mehmet Akif bizim için vatan şairidir, Safahat da hamuru bu toprakların hissiyatıyla yoğrulmuş bir vatan şiirleri güldestesidir. Çanakkale ya da Yemen dendiğinde bu toprağın her insanının içine nasıl ateş düşüyorsa, burun direkleri nasıl sızlıyorsa, Mehmet Akif şiirinin yaptığı tesir de hemen hemen budur.

Bizi hissiyatımızda birleştiren bir kişiliktir Mehmet Akif. Sadece Safahat ile değil, sadece şiirleriyle değil, insanlığıyla da öyledir. Kişiliği üzerinde hiçbirimizin bir tartışma, bir çekince üretemediği kadar saf ve berrak bir duruşa sahiptir.

Aradan onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen, vatanımıza sevgimizi, istiklalimize bağlılığımızı onun kadar güçlü ifade edebilen, bu noktada Akif’i aşabilen bir başka isim çıkaramadık. Bu anlamda Akif’in sözünün, şiirinin, duruşunun ve hissiyatının zamanlar üstü bir gücü ve zenginliği olduğunu kabul etmeliyiz.Hakan Kağan

Hakan Kağan: “Onun için yok olmak, imanını yitirmenin karşılığıydı”

“Uluslar, büyük oğullarıyla nefes alır.” der Dağlarca. Büyük oğullar; zor zamanlarda, herkesin ne olduğunu anlamaya çalıştığı hengâmede ne yapılması gerektiğini söyleyen oğullardır.

Gün ışığıyla gecenin karanlığının birbirine karıştığı o zor günlerde yaşadı Akif. Savaşlarda, sürgünlerde yok olma yoluna girmiş milletinin önüne çıkıp; “Ümit kalesini yıkan imanını yıkmış olur.” diye haykırdı. “Her yan karanlık!” diyenlere; “Batan doğanı müjdeler!” diye karşılık verdi. Kadim zamanlardan beri kuraldır: Güneş, gecenin en karanlık anında doğar.

Bir nefer olarak Necid Çölleri’nde seyahat ettiği günlerde yolu el-Muazzam istasyonuna düştü. Bir gecelik konak yerinde Çanakkale Zaferi’nin müjdesini aldı. İstasyonun arka bahçesindeki hurmalıkta gözyaşlarıyla sabahı ederken “Çanakkale Şehitlerine” şiirini yazdı. Sam yelleri, kum fırtınalarından başka gözyaşlarına şahit olan olmadı.

Var olma mücadelesinde ön saflardaydı Akif. Zira yok olmak, imanını yitirmenin karşılığıydı Akif’te. Milletinin hürriyetini görmeyi tek kazancı sayıp köşesine çekildi. Paylaşıma katılmadı. Ve bizler çok sonradan öğrendik; İstiklal Marşı’nı yazdığı günlerde bir paltosunun dahi olmadığını.

Ve hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz; gönüllü gittiği sürgünde yüreğinden geçenleri.

Vahap AkbaşA. Vahap Akbaş: “Yalnızca eseri değil hayatı da bir mektep”

Mehmet Akif, O’na erişebilenler, O’nu anlayabilenler için bir mekteptir. Aile çevresi, yetişme tarzı, hayata ve edebiyata bakışı, dostlukları, okumaları, öğrenme çabaları, donanımı, ahlâkı, kişiler ve olaylar karşısında ilkeli duruşu, eserinin içeriği ve oluşum şekli, değerler karşısındaki duyarlılığı, kısacası her yönü ile örnek alınabilecek ender şahsiyetlerdendir.

Aydınların fikrî çelişkiler yaşadığı, karakter zaafı içinde olduğu ve toplumunun değerlerinden koptuğu bir zamanda Akif’in ilkeli, kendi içinde bütünlük taşıyan, tutarlı ve o derece zengin hayatı, dikkatli takipçileri için başlı başına bir öğreti niteliğindedir.

Demem şu ki, Akif, yalnızca eseriyle değil, hayatının bazı ayrıntılarıyla da bize sürekli bir şeyler öğretmektedir. Mesela, nelerin nasıl okunması gerektiği, öğrenme aşkı ve bunun için nelere katlanılabileceği, kariyerimiz ne olursa olsun, lisandan edebiyata, spordan musikiye kadar zengin bir kültüre nasıl sahip olunabileceği, memleketin dertleriyle dertlenme, fedakârlık, diğerkâmlık, sorumluluk, ahde vefa, sarsılmaz inanç gibi değerlerin özümsenmesi ve daha birçok hususa dair bize bıraktığı gerçek hayat kareleri… Bunlar, birçok öğretmenden ve ders kitabından daha etkili değil midir? Tabii bunun için özellikle Akif’in hayatına birinci elden tanıklıkları ve bizzat onun eserlerini “kayadan taş söker gibi” okumak gerekir.

Safahat, Mehmet Akif’in abidevî şahsiyetinin, bu şahsiyetin ince eleğinden süzülmüş fikir ve hislerin toplamıdır. İnandığı, düşündüğü gibi yaşayan; yaşadığını, düşündüğünü yazan bir şairdir Akif. Bu bağlamda, sevdiği toprakların, inandığı uygarlığın “hazan devri”ne tanıklık eden şairin devrine tuttuğu dev bir aynadır Safahat. O aynada çöken bir imparatorluğun dramı, dünya Müslümanlarının hâli, bu hale düçar olunmasının sebepleri bütün açıklığı ile yansımaktadır. Safahat, bu hicranlı dönemin duyarlı tanığının gönlünün sesidir aynı zamanda. Bundan dolayıdır ki bir yönüyle de baştan sona bir uyarı ve yakarış kitabıdır.Okay Tiryakioğlu

Okay Tiryakioğlu:”İhlas yüklü bir Allah ve vatan eri”

Vatan aşkını, en katı kalpleri dahi titretecek seviyede mısralarına aktarabilmesi, sanatının yetkinliğinden olduğu kadar, samimiyetinin de büyüklüğündendir. Özel yaşantısında da ciddiyetsizlik ve samimiyetsizlikten uzak, ihlâs yüklü bir Allah ve vatan eri olan Mehmet Akif’in, yirmi yaşından sonra, altı ay içinde Kur’an’ı ezberleyerek hafız çıkması, onun tüm utkularındaki ihlâsın en temel örneğidir. Milli Mücadele’nin en çetin günlerinde şehir şehir dolaşmış, kimi zaman hasta, kimi zaman beş parasız olduğu halde her türlü zorluğa şikâyetsiz katlanmış ve halkın direnişe katılmasında büyük pay sahibi olmuştur.

İstiklalin ardından, “milli marşı” ancak Akif’in yazabileceği meclisteki genel kanaattir. Ancak o, birinciye verilecek 500 liralık ödülü samimiyete aykırı gördüğünden, başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, yoğun ısrarlar sonucu şiirini gönderir ve tartışmasız şekilde birinci olur. Para ödülünü Dar’ül Mesai Vakfı’na bağışlaması ve yoksulluğuna rağmen, Ankara’nın kışında paltosuz dolaşacak fedakârlığı göstermesi, onun tüm hayatına yaymayı başardığı örnek samimiyetinin gelecek nesillere kalacak mirası olması açısından çarpıcıdır.

dunyabizim

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Mi’rac Gecesi Hakkında Yazılar, Bilgiler

Mübârek Miraç Gecesi hakkında sitemizin zengin içeriğine ulaşmak için lütfen alttaki başlıkları tıklayınız. 1. Tıklayınız …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman ve Eseri Risale-i Nur / Vehbi KARA

Bediüzzaman ve onun muhteşem eseri Risale-i Nur Külliyatı hakkında çok farklı düşüncelere rastlamak mümkündür. Hayatının …

Kapat