Ana Sayfa / Yazarlar / Yazık ki Oldurmakta Değil Öldürmekte Mahiriz

Yazık ki Oldurmakta Değil Öldürmekte Mahiriz

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazık ki Oldurmakta Değil Öldürmekte Mahiriz

Ev ve özellikle dükkan kiraları el yakıyor..
El yakıyor ifadesinin çok masum hatta komik kaldığı bir haldeyiz işin aslı..
Kastamonu cadde boyunda dükkan kiraları 20-30 binlerden başlayıp iki yüz binleri aşmaya başladığını öğrenince adeta küçük dilimi yutacak oldum..

Yeni bir işyeri açmak, hazır bir işyerini devralmak isteyen biri henüz ‘bismillah..’ deyip dükkanını açmadan, beş kuruş siftah etmeden yüzbinlerce belki milyonlarca lira harcayacağı muhakkak..
Yatırım bedeli artı işletme maliyeti derken milyonlarca lirayı, umutlarını, geçimini bir işyerine bağlayan, borçlarını oradan ödemesi gereken bir işletmecinin
200 bin lira dükkan kirası yanında personel maaşları, sigortaları, vergi masrafları, faturalarını vb de ekleyince aylık beş yüz bine yakın sabit gideri olacağı muhakkak.

Böylesi bir girişimcinin para kazanabilmesi, ev geçindirebilmesi, işini büyütüp başka yatırımlara da yönelebilmesi için ne alıp ne satması, o dükkana günlük kaç kişinin girip çıkması, her girenin kaçar liralık alış veriş yapması, o işyerinin kasasına günlük, aylık kaç lira girmesi, alıp sattığından yüzde kaç kar etmesi gerekir düşünebiliyor musunuz?

Cadde boyunda bir işyerin varsa yaşadın.
Fabrika kurmana, üretim yapmana, ekip biçmene, ticaret yapmana, elini sıcak sudan soğuk suya sokmana gerek yok.
El çalışsın sen ye.
Oh ne ala memleket..
Böylesi bir memlekette, böylesi bir ortamda sanayi, üretim, ticaret ziraat gelişir mi?
Parası olan bankaya, daireye, dükkana yatırır, kendisi de yan gelip yatar..
Gelsin paralar..
Adeta bedavadan gelen paralarla her yıl yeni daire ve dükkanlar alınır, şehrin bütün sermayesi eve, arsaya, dükkana ya da faize yatırılır.

Kiracının eşinerek, didinerek, sırtından terleyerek kazandığı parayı dükkan sahibi kim bilir nerelerde, hangi işlerde, hangi mekanlarda harcar tahmin etmek zor değil.

Bir süre sonra Kastamonu sıkıcı gelir, dar gelir. Parayı bulan daha büyük, daha moderen şehirlere, tatil beldelerine taşınır, paraları oralarda ezer, yatırımlarını oralarda yapar ve öyle de yapı yapıyorlar zaten.

Kastamonu’dan her yıl bu şekilde il dışına çıkan servetin kaydı tutulabilyor mudur bilmiyorum.
Ama eminim her ay, her yıl bu şehir için can suyu olabilecek, bu şehri kalkındırabilecek milyonlarca lira bu şekilde buharlaşıp gidiyordur bu şehirden.

Bazıları doyumsuz, bazıları acımasız, bazıları iyi niyetli olsa da ufuksuz, vizyonsuz servet sahipleri bu şehrin servetini, emeğini belki bilmeden ve istemeden de olsa kiralarla sömürüyorlar, ölü alanlara yatırıyor, batırıyorlar, hem kendilerini, hem de bu şehri bitiriyorlar.
Yazık ki bunlara dur diyecek bir sistem yok, kanun yok. Hiç kimsenin ve hiç bir kurumun dur deme yetkisi yok.

Peki bu insanları toplayıp daha kârlı yatırımlar yapmaya teşvik edecek, iş öğretecek, yatırım öğretecek, bu insanların ufuklarını açacak, vizyon sahibi yapacak kişi ve kurumlar da mı yok?

Parası olanı bankalar biliyor, buluyor, adeta paralarına konuyor da bu şehrin esnaf odaları, sanayi odaları, ticaret odaları, işadamı örgütleri, STK’ları, siyasetçileri, akademisyenleri bu insanları toplayamıyor, eğitemiyor, gözlerini, ufuklarını açacak, bu şehre, bu ülkeye katkı sağlayacak projeler üretemiyor, bu insanları verimli yatırımlara yönlendiremiyorlar mı?

Her hasat mevsiminden sonra sarmısak ekenler, her kurban sonrası hayvan yetiştirip satan insanlar daha karlı yatırım alanları bilemedikleri için kazandıklarıyla yeni arsalar, daireler, yeni arabalar, traktörler, evlerine yeni mobilyalar alma telaşına ve yarışına düşüyor, düşürülüyorlar.

Oysa on-yirmi kişiyi biraraya getirip cüzi semayelerle sarmısakla, pancarla, kendirle, mantarla, meyve ve sebzelerle yani tarım ve hayvancılığın değişik alanlarıyla ilgili tesisler, işletmeler, küçük çaplı da olsa fabrikalar açma konusunda rehberlik edilebilir..

Ek, sula, çapala, çıkart, sat..
Üç beş kuruş tarla sahibi, üç beş kuruş gübre satan, üç beş kuruş yevmiyeci kazansın, günü kurtarsın, yeyip içsin şükretsin..
Bu mudur?
Bu kadar mıdır?
Elbette bu da güzeldir ama yetmez, artık yetmiyor.
İşçi ya da işveren, yılın tamamında yüzlerce kisinin çalışabileceği, herkesin çok daha büyük paralar kazanabileceği işletmeler açılsa ve herkes dört mevsim çalışıp on yerine yüz kazansa olmaz mı?
Elbette olur.
Çok da güzel olur ama biz oldurmak yerine eldeki fırsatları da öldürmekte çok mahiriz..

Acı ama ibretlik bir örnek..
Geçtiğimiz sene, enflasyon ve kiraların henüz patlama yapmadığı günlerde bir abimizden duydum ki, Kastamonu’nun en merkezi yerlerinden birinde açılıp pandemi sürecinde kapanmış bir kafenin mülk sahibi dükkanına 135 bin lira kira istiyormuş.
80 bin veren olmuş ama kirayı az bulmuş, vermemiş.
Dükkan halen boş.
Eminim bu gün 250-300 bin lira kira istiyordur.
İşletilse şehrin göbeğinde bir cazibe merkezi olabilecek bir mekan iki yıldır şehrin göbeğinde izbe, harabe, metruk bir halde duruyor, adeta şehri kirletiyor.
Neden?
İşyeri sahibinin keyfi öyle istiyor, paraya ihtiyacı yok. Tok satıcı.
Bir şehirdeki her mülk, her bina, her fırsat sadece tapusu, kaydı üzerinde olana ait olamaz.
Bütün şehrin, bütün milletin onun üzerinde hakkı vardır..

Uğurlu Hastahanesi’nin kapanmasının, bu güne kadar açılamamasının en mühim üç sebebinden, müsebbibiden biri yine bu borç-alacak, kira vs sorunu olduğunu herkes biliyor, herkesin bilmesi gerekiyor.
Elbette herkes alacağını düşünür, menfaatini düşünür.
Ama alacağı yüzünden, yanlış hesap ettiği kârı, menfaati yüzünden bir memleketin kaderiyle oynamak çok farklı ve çok acı bir durum değil mi?

Uğurlu Hastahanesi borç-alacak yüzünden kapatıldı ve yazık ki 15 yıldır kapalı. Bundan sonra açılma ihtimali de yok görünüyor. Hastahane çürüdü, makineler çürüdü.
Alacaklı şahıs alacağını halen alamadı.
Kağıt üzerinde alacak miktarı şişmeye devam ediyor ama elde var sıfır.

Alacaklı olan şahsın parası kadar ufku, yüreği, vizyonu, memleket sevdası olsaydı ya da birileri onu hastahanenin kapatılmamasına ikna edebilseydi bu güne kadar bir kuruş borç ve alacak kalmadığı gibi bu şehrin insanlarına sağlık konusunda mağduriyet yaşatılmaz, pek çok çalışan işsiz kalmaz, hayatları alt-üst olmazdı.
Mağdur insanların ahını almak yerine duaları alınır, kazançta bereket olurdu. O şahsın cebi ve yüzü güldüğü gibi binlerce insanın da yüzü gülerdi, gönlü de gülerdi..
Öldükten sonra da belki Rabbimiz ve melekler de onun yüzüne gülerlerdi.

Hem alacaklı firma, hem hastahane sahibi, hem hastane çalışanları hem de bu şehir çok şeyi kaybetmek yerine tam tersi çok şeyler kakazanacaklardı.
Zor muydu?
Elbette ki zor değildi, imkansız değildi.
Tam tersi çok kolaydı, çok akıllıcaydı, çok da karlıydı..
Ama yazık ki olmadı, olamadı, oldurulamadı..

Parası olanın, yetkisi olanın yolu tıkayan kayalar gibi bu şehrin kalkınmasının önünde öylece bırakılması kimseye hayır getirmedi, getirmez..
Bu kadim şehre, bu aziz millete bu durum yakışmaz..
Bu memleketin, bu milletin önünü tıkayan taşları, kayaları birilerinin kaldırması gerek artık..
Yoldaki zararlı taşları kaldırmak sadakadır..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
4 Madde İle Hicri Takvimin Doğuşu

Hazırlayan: Gökhan Temur Medine’de İslam devletinin kurulmasından Hz. Ömer (r.a.) devrine kadar müslümanlar bazı önemli …

Kapat