Yedi hurmanın bereketi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Selim GÜNDÜZALP

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi.”
Arif Nihat Asya

BEREKET, öyle bir sırdır ki, ne akıl anlar, ne göz tartar. Sadece hissederiz, yaşarız onu. Rakamlar, sayılar biter orda.
Bir avuç yiyecek, bir orduya yeter de; bir sofra dolusu nimet, kıymet bilmeyene yetmez. Bir ömür, kısa ya da uzun olsun, bereketle çok olur. Ömrün içine bereket girerse,
o bereket ömrün mayası olur, hayata hayat katar.
Bizim enişte fırıncıdır. Sordum kendisine:
“Ne kadar ekmeğe, ne kadar maya katarsınız?” diye.
Bir çuval (50 kilo) una 250 gram maya kattığını söyledi.
Yani 170 tane ekmeğin mayası, bir avuç.
Bir sohbet, bir söz, bir yazı, Allah için oldu mu, o da bu bereketten nasibini alır.
•••
Asr-ı Saadet’te de böyle değil miydi? O asırda insanların
sayısı az olsa da, mayası çok fazlaydı. Onun için, ortaya çıkan mahsulât da bereketliydi. O devrin mü’minleri, gözü pek ve kuvvetliydi. Ruhları Rasulullah’ın (asm) sohbetiyle, duâsıyla mayalanmıştı.
Onlar için göze alınmayacak hiçbir şey yoktu. Hz. Peygamber’in (asm) her sözü, Kur’an’ın her âyeti, onların âlemlerine nur ve rahmet saçarken, gönüllerine de hayat bahşediyordu. Onlar, bundan zevk ve feyiz alarak coşuyordu. Düşmanlarının kalbi de gittikçe katılaşıyordu. Varlıklara can veren, hayat getiren rahmet, elverişli yerlerde güller açtırır, sümbüller ve çiçeklerle bezer.

Bereket böyledir. Aynı otlakta yayılan iki ceylanın yediği, birinin göbeğinde misk olur, diğerinin içinde ise gübreye dönüşür.
“Arı su içer bal akıtır, yılan su içer, zehir döker.” (Bediüzzaman, Münazarat)
Aynı ırmağın kenarında, aynı su ve topraktan gıda alarak büyüyen iki kamıştan birinin içi şekerle dolar, diğeri ise bomboş bir kaval olarak kalır.
Ömrün en bereketli çağları, bazen gençlik yılları olur, bazen de ihtiyarlık yılları. Ne mutlu o kimseye ki, gençlik çağını ganimet bilir de, Rabbine karşı olan şükrünü, borcunu ödemeye çalışır.

•••

Ele geçen günü ganimet bil ey nefsim! Sakın ‘Yarın gelsin de yapayım’ deme. Nice yarınlar geçti. Nice günler geçti. Elde fırsat, elde hayat, elde imkân varken,
ekim zamanı geçmeden uyan, kulluğa ve hizmete koyul.
Besmele ki, ekmeğimizin bereketiydi. Besmele ki,
işimizin, aşımızın da bereketiydi. Besmele ki, ömrümüzün
de bereketiydi.
Topu topu bir iki saatlik bir ders, bir sohbet dinleriz.
Ama o günün ya da o gecenin mayası olur, meyvesi olur o ders, o sohbet. Hayatımızda nice hayırlı kararların alındığı ve uygulandığı bir an olur.
Ağaca bir yıl katlanırız vereceği meyveler için. Bazen o bir avuç meyve için. Bazen de hiç vermez ya… Vermek ağacın elinde mi? Verirse Allah verir O gönderir gayb hazinesinden. Tablacı hükmünde olan ağaç da uzatır bize ellerini. O en güzel meyvelerini, o en harika gayb hediyelerini takdim eder Allah namına.

Meyveyi ağaçtan bilmemek, meyveyi Allah’tan bilmek, en büyük bereket değil midir?
Evet, bizim gördüğümüzün dışında bir manevî yasa, bir ilâhî kanun vardır bu dünyada. Onunla yürür işler.
Onunla güzelleşir ömürler. Berekettir o, bereket! Ne göz tartar, ne akıl anlar. İnsan saymaya bir kalksa, akıl şaşar,
afallar. Bereketin hesabını yapacak, onu ölçebilecek bir âlet keşfedilmedi henüz.
Bereketin artmasına her asırda, her günde ve hele şu zamanda çok daha fazla muhtacız. Maaşların artmasını,
kesat giden işlerin açılmasını ve hizmetlerin yolunda gitmesini istediğimiz kadar, bereketin de artmasını istememiz gerekiyor.

Evet, azın bereketi çok olur. Aza kanaat eden, zengin olur. Rahmetin en güzel hazinesi olan şükrü yaptığı için
bereketi bulur.
Şükür ki, verilen her nimetin yerli yerinde kullanılmasıdır.
Hayat, kuru bir gayret olmaktan çıkar. Başıboş koşuşturmalardan uzaklaşır adımlar. Hayat, bereketle hareketlenir. Hayat o zaman hayat olur, hedefini bulur.
Bereket kesildiğinde, ruh çıkmış, hayat gitmiş gibi, bir şeylerin eksildiğini hissederiz hayatımızdan. Süt gibi kesilir. Süt kesilince lor olur. Hayattan bereket kalkınca,
hayatın tadı kaçar, hayatın gayesi yok olur.
Geçen gün yeni hizmet binamızın inşaatında çalışan ustalar, sular kesildiği için paydos ettiler. Sesler bir anda
duruverdi.
Bereket de böyle bir şey. Hayatımızın içindeyken pek anlamıyoruz. Çekilip gittiğinde de kuru kavak, orta yerde
kalakalıyoruz. Bereket, hayatımızın her şeyidir.

Bir şeyler ters gitmeye başlayınca, bereketin önemini o zaman anlarız.
Delikli cepte para durmaz. Ne girerse girsin, delikli cepte durmaz; dökülür gider. Bereket mayadır. Azı tutar, çok eder. Mıknatıs gibi demiri kendine çeker.
Zamanın bereketli olmasını niyaz ediyoruz Rabbimizden.
O zaman bir ömre bile sığmayan işler, bir âna sığabilir.
“Hem bâzan olur ki, bir tek kelime, bir tek tesbih,
öyle bir saadet hazînesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış. Demek bâzı hâlât oluyor ki, bir tek âyet Kur’ân kadar fayda verebilir.” (Bediüzzaman, Sözler)
Bunu bereketten başka neyle izah edebiliriz? Hakkına razı olanların payına düşen, az da olsa, çok olur.
Hakkına razı olmayanların payına düşen, çok da olsa, az olur. Elindeki nimete şükredenlerin ve onu ihtiyaç
sahipleriyle paylaşanların verdikleri bitmez, azalmaz.
Çünkü bereketin musluğu kapanmaz. Berekette bir sır vardır ki, azı çok eder. Veren el vermeye devam ettikçe, Allah da o ele vermeye devam eder.
Hastalardan, yaşlılardan öğreneceğimiz çok şeyler var. Az bir gelirle ama bereketle geçinenlerden alacağımız çok dersler ve ibretler var. Dikkat ile, niyet ile, gayret ile, bereketi hayatımıza katalım. Hayatımızı mayalayalım inşaallah.

Besmele ki, ekmeğimizin bereketiydi.
Bizden uzaklaşıp nereye gittiyse, o bereket, yine dönsün, gelsin aramıza. İşlerimize, hizmetlerimize yeniden bir ruh ve hayat katsın.
Bir parça ihlâs, nasıl ki bu nuranî hizmetin hak olduğunu gösterir ve ispat ederse, bir parça bereket de hayatımızın
hayatı olur, hayatımıza hayat ve anlam katar.
Bereket varsa bir ömrün içinde, kısa da olsa o ömür uzun olur. Bereket yoksa, uzun da olsa, o ömür kısadır.
Ömürler de böyledir, günler de böyledir. Günler, ömürlerin minyatürüdür.

Berekete çok muhtacız. Sık sık söylerdik bir duâ cümlesi olarak eskiden: “Allah bin bereket versin. Maşallah barekallah.” derdik. Dilden değil, gönülden söylerdik.
Çünkü söylemeyince bir şeylerin eksildiğini hissederdik.
Bereketin kaçmaması için çaba sarf ederdik.
Bereketi duâyla baş tacı ederdik.
Her şeyde bereketin izini sürmeliyiz. Bereketsiz işlerden elimizi çekmeliyiz. Bereket nereye gittiyse, onu tekrar dünyamıza davet etmeliyiz.
“Yâ Rab! Şu Rasul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan et!” (Bediüzzaman, Mektûbat)

Hayatımıza inceden inceye tefekkürü sokan, Allah sevgisini katan, düşüncemizi ve ömrümüzü bereketlendiren ey Hazreti Üstadımız, binler rahmet duâsı sana, milyonlar selâmlar sana…
Asr-ı Saadet’ten bir bereket mucizesi ile yazımızı da bereketlendirelim inşaallah:

Bitmeyen hurmalar

İrbâd (ra) anlatıyor: “Gerek barış, gerekse savaş anlarında Rasulullah’ın (sav) kapısından ayrılmaz, Onun bana vereceği emirleri yerine getirmek
için beklerdim.
Tebük’te iken bir gece ihtiyacımız sebebiyle bir yere gitmiştik.
Geri döndüğümüzde Rasulullah (sav) ve diğer sahabiler akşam yemeklerini yemişlerdi. Rasul-i Ekrem (sav):
‘Akşamdan beri neredeydiniz?’ diye sordu. Ben de durumu izah ettim.
Biraz sonra Cuâl b. Sürakâ ve Abdullah b. Mugaffel el-Müzenî de çıkageldi. Yemeğe katılamayan üç kişiydik ve üçümüz de çok açtık. Bunun üzerine Rasulullah (sav), hanımı Ümmü Seleme’nin (r.anha) çadırına girdi ve yiyebileceğimiz bir şey aradı;
ancak hiçbir şey yoktu. Sonra Bilâl’e (ra) seslenerek:
‘Yiyecek bir şey var mı?’ diye sordu. Bilâl (ra) deriden mâmul erzak çıkınlarını silkeleyerek bir şeyler var mı diye bakmaya başladı. Sonunda çıkınlardan toplam yedi tane hurma çıkmıştı. Rasul-i Ekrem (sav) bu hurmaları yayvan bir tabağa döktü. Ardından ellerini hurmaların üzerine koyarak
besmele çekti ve:
‘Bismillah deyin ve yiyin’ buyurdu. Bizler de yemeye başladık. Hem yiyor, hem de çekirdekleri sayıyordum. Benimkisi elli dört tane olmuştu. Bir elimle hurmaları ağzıma götürmeye hazırlanırken, diğeriyle de çekirdeklerini çıkarıyordum. Diğer arkadaşlarım da benim yaptığımı yapıyorlardı.
Onların her biri ellişer hurma yemişlerdi. Artık doymuştuk ve ellerimizi çektiğimizde tabağa konulan yedi hurma olduğu gibi duruyordu.
Rasulullah (sav):
‘Ey Bilâl! O hurmaları çıkının birine koy.’ buyurdu.
Ertesi gün olunca Rasulullah (sav) o hurmaları tekrar bir tabağa koydu ve:
‘Bismillâh diyerek yiyin’ buyurdu. Bizler de besmele çektik ve doyuncaya kadar yedik. On kişi kadardık.
Yemeği bıraktığımızda hurmaların yine hiç eksilmemiş olduğunu gördük.
Rasulullah Efendimiz (sav):
‘Eğer Rabbimden hayâ etmeseydim, sizin her biriniz Medine’ye varıncaya kadar bu hurmaları yerdi de yine bitmezdi.’ dedi.
Medine’ye vardığımızda küçük bir çocuk bizi karşıladı. Rasul-i Ekrem (sav) bu yedi hurmayı ona verdi.
Çocuk hurmaları yiye yiye yanımızdan ayrıldı.” (Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, s. 180; Ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6/116.)

•••

Mucizeler, inananlar için vardır ve ona inananlarla beraber yaşar. Bereketten nasibimiz de, ona inandığımız,
onu saydığımız ve onu hayatımıza kattığımız kadardır.

Bereketli ömürler ve bereketli günler duâsıyla.

Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ Rasûlallah…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Dünyada da Âhirette de Güzellik

Doç. Dr. Durak Pusmaz Peygamber Efendimizin ashabından biri hastalanmış, Efendimiz de âdeti gereği onu ziyarete …

Kapat