Ana Sayfa / Uncategorized / Yemen’e Giden de Bir Gün Döner / Orhan SALCI

Yemen’e Giden de Bir Gün Döner / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

Yemen’e Giden de Bir Gün Döner

Kullühüm tehte’t-türab”

Geçtiğimiz günlerde Kastamonu’muzda sarıklı, cübbeli, bazılarının renkleri esmer, bazılarınınki siyah, dilleri başka bazı insanlar göründüler. İlk bakışta, hallerinden imanlı, ahlaklı, mütevazi insanlar oldukları ayan beyan belli oluyordu. Bazılarıyla tanıştık, Yemen den gelmişler. Bizim dedelerimizin gidip gelemediği Yemen’den..

Kırık dökük Arapçamızla konuşmaya, hasbihal etmeye çabaladık. İnsanlığın gönül dili bir, kelimeleri anlamasak, eksik anlasak ta, her derdimizi anlatamasak ta gönül dillerimiz tercüman olunca anlaştık.

Selamı yayma konusunda çok gayretli olduklarını;
hediyeleşmeye önem veren insanlar olduklarını; (çocuklar dahil muhatab oldukları herkese küçük de olsa hediyeler verdiklerine şahit oldum) Namaza çok ehemmiyet veren insanlar olduklarını gördüm.

Kastamonu’muzdaki camilerin çok, cemaatlerinin az olması (memleketlerine nispeten) oldukça dikkatlerini çekmiş olmalı ki, dolaylı yollardan da olsa cami-cemaat durumu hakkında soruları yoğundu.

Burada camiler çok, alimler, evliyalar çok lakin… sözlerini gayri ihtiyari ben devam ettirdim; lakin kullühüm tahtet türab. (alim evliya çok lakin hepsi toprak altındalar). Güldüler, gülüştük. Dilimizin döndüğünce nedenleri hakkında konuştuk. Tabii üstünün de o kadar boş olmadığını da ilave ederek..

İslam kardeşliğini çok önemsiyorlardı.
Dedelerimizin gidip dönemediği topraklardan; dedelerimizin İslam davası uğruna, İ’la-yı kelimetullah yani Allahın ismini heryerde yüceltmek sevdası davası uğruna, hak, hakikat, tebliğ, irşad, emr-i bil ma’ruf uğruna buralara kadar geldiklerini görünce pek çok derdim birden depreşti.

Arapçamı geliştiremediğime hayıflandım. Bir arkadaşımız ise, yüzlerce yıl Osmanlı idaresi altında yaşamalarına rağmen o insanlara Türkçe öğretemeyişimize, onların da başta sömürgeci İngiliz milletinin dili olmak üzere pek çok Avrupa dili bildikleri halde Türkçe bilmemelerine üzüldüğünü ifade etti. Nedenleri ne olursa olsun bu durum da başlı başına bir dert, ızdırap…

Henüz yüz yıllık ortak acı hikayemizi hatırladım; Yemen’e giden ve dönmeyen ecdat. Bizim dedelerimizin dönemeyip kurban oldukları yol, Yemen’in ve halkının da dönüp kurtulamadıkları bataklık bir yol oldu yazık ki. Sözde bağımsızlık sevdasının tahrik ettiği ihanetler.. Karşılığı sömürge olmak, kendi içinde de bölünmek, yıllar sonra savaşarak birleşmek, birleşmek uğruna savaşıp kan dökmek. İslam dünyasında ender görülen komunist bir rejim, zalim idareler doğuran kısır döngü.. kurtulup kendi özüne bir türlü dönemeyen kara talihli bir nesil..
Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede…” diye de düşünmedim. İslam davası uğruna buralara kadar gelme fedakarlığı gösteren insanlar beni mutlu etti.

Ülkemizdeki cemaatlerin gayretlerinin, fedakarlıklarının ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Onlar da ülkenin, hatta dünyanın her köşesinde insanlığa İslamı, ahlakı, fazileti, Allaha iman hakikatını duyurma yolunda büyük fedakarlıklara katlanıyorlar. Kıyafetleri farklı olmayınca fark edilmeyen yüz binler gönül erleri var, elhamdülillah.

Ancak nefsim başta olarak bazılarımızın gayretsizliği, himmetsizliği yüzünden; yazık ki bazen cehaletimiz, bazen rekabetimiz, bazen gafletimiz yüzünden himmet- hamiyet sahiplerine yardım emek bir yana, önüne engeller çıkardığımız için ulaşılamayan yerler de var, ulaşılamayan insanlarımız da var.

Hz. Mevlana nın “gel, ne olursan ol yine gel” hitabını, samimi davetini yeterince yapamadığımızı hissettirdi bu misafirler. Artık biz değil, kahvehaneler, meyhaneler, kumarhaneler, faizhaneler, kerihhaneler, batakhaneler, çağırıyorlar herkesi; “gel, kim olursan ol, gel. Hacı çocuğu, hoca çocuğu olsan da gel…” ve bizim insanlarımız, evlatlarımız bu candan davete canı gönülden icabet ediyorlar.

Yeni tanıştığım bir emniyet personeli, “Ramazan, Kur’an ayı mı yoksa kumar ayı mı belli değil” diye dert yandı iki gün önce. Bazı kahvehaneler sabaha kadar açık ve kumar oynanıyor, oynatılıyor. Akşama kadar (oruçlu olduğu, ibadet halinde olduğu için için) evliya, sabaha kadar (günah ve isyanlarda) eşkıya…

Ehli İslam evladının bu halinin müsebbibi, sorumlusu kim? Bu insanları buralara kim gönderdi, kim davet etti, kim, neden engellemedi? Biz kardeşlerimizi, evlatlarımızı, nesillerimizi düşmana teslim eden kardeşler miyiz? Biz, birbirine zulmetmekten zevk alan zalim ruhlu, hamiyetten, merhametten nasipsiz insanlar, kardeşler mi olduk?

Âemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v), “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim, bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

Kumar zulüm değil mi?

Kaybeden; çoluk çocuğuna, hatta kendine, /emeğine, kulluğuna, imanına/; kazanan, parasını aldığı kişiye, onun çoluk çocuğuna, o parayı yediği, yedirdiği nefsine, evlat ve iyaline… zulmetmiyor mu? Dinine, kutsalına, kulluğuna hakaret, ihanet ve zulm/etmiyor mu?

Peygamber efendimizin hadislerinde büyük övgülerle bahsedilen “Karz-ı hasen” yani borç vermek hasleti, adeti, ibadeti, unutularak, unutturularak birbirimize zulmediyoruz. Azıcık borç para için kapımıza yüzü kızararak gelen din kardeşimizi utançla, pişmanlıkla, yalan bahanelerle, bizden sonra gideceği yerin bankalar, tefeciler olacağını bile bile boş döndürerek din kardeşimize zulmediyor, onu düşmana teslim ediyoruz. Düşmanların biri, bizi günahlara, dolayısıyle ateşe sürüklemeye çalışan Şeytan, diğeri, modern sömürü aracı/ağı olan faiz sitemiyle emeğimizi, sermayemizi, umutlarımızı, dini duygularımızı, inanç ilkelerimizi sömürmeye azmetmiş, dünya sermayesinin hakimi de olan İslam düşmanı ülkeler ve insanlar..

Peki neden?
Paramızı haram yolla (bile olsa) çoğaltmayı sever olduk /çünki,/ helal olan, sevap olan bize dünyalık vaat etmiyor.

Paralarımızı yastık altlarında seviyoruz, bankada seviyoruz. Bir din kardeşimizin ticaretine yarasın istemiyoruz, darlıktan kurtulmasına yarasın istemiyoruz. Biz kardeşliğe de inanmıyoruz /sanki/ aslında. Menfaat diyor yüreğimizi işgal eden şeytan. Menfaat yoksa, sevap nedir ki (HAŞA)?

Ticarette, her türlü alış verişte sadakati yok ederek katmerli zulümler üretiyoruz farkında olarak ya da olmayarak. Akrep gibi kendi kendimizi zehirleyerek, merhum Nasrettin hoca fıkrasında olduğu gibi; aldığımızı, ya hiç yada zamanında vermeyerek, sözümüzde sadık olmayarak bindiğimiz dalı keserek zulmediyoruz kendimize, toplumumuza, geleceğimize, inancımıza..

Allah versin kardeşim” diyoruz.. Allah acısın diyoruz. Allahın, bize verirken kardeşlerinizle zekatla, sadakayla, borç vermek suretiyle paylaşın diye emrederek zaten verdiğini bile bile, malımızda fakirin fukaranın hakkı olduğunu bile bile “Allah versin” diyoruz. Allahın verdiğini zimmetimize geçirdiğimizi bilerek, “ben çalıştım, ben kazandım, o da çalışsın, kazansın”, diyoruz. Mal kazanmanın çalışmakla olmadığını, sırf Alahın lutfu, ihsanı, ikramı, takdiri ve İMTİHANI olduğunu bile bile..

Kur’an’da Rabbimiz, geçmiş ümmetlerden de dersler verirken “maymun” ve “domuz”a dönüştürdüğü insanlardan, kavimlerden bahsediyor. Malla, servetle imtihan edilip imtihanı aşağılık bir şekilde kaybeden insanlar yaşamış ve göçüp gitmişler. Ancak defter henüz kapanmamış; sureten olmasa bile sireten, ahlaken maymunlaşmak, domuzlaşmak her daim mümkün olmalı ki Rabbimiz ısrarla bizi uyarmakta devam ediyor.

Yemen’den gelen esinti dilimi çözdü, ârife işaret yetecekken fazla söyletirdi.

Sürçü lisan eyledikse affola…

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
İnsan ve Oruç / Mehmet Ali Bulut

Mehmet Ali Bulut İnsan ve Oruç Oruç! İnsan makinesini rektifiye eden yegâne faaliyet… O ne …

Kapat