Başımıza sarılabilecek yepyeni FETÖlere mani olmak için yaklaşık bin yıldan beri üstüste biriken “gubar”ı; ilmi tozlanmaları silkelememiz şarttan öte bir zaruret…
Madem ki “İttihad cehil ile olmaz.” Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiye, “Bu zamanın en büyük farzı” olan “ittihad-ı İslam”ı temin hamasi nutuk ve “iddia”larla değil, ilmi icraatlarla olacaktır.
“Zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır.” ve “Zaman tarikat zamanı değil, cemaat (topluluk) zamanıdır.” ifadeleri bu devirdeki hak ve hakikat yolcularının “Cadde-i Kübra”sını işaretliyor gibidir.
Çağımızın, İslam ve imanı ihya edici manasındaki Müceddidi Said Nursi (RA.)’a ait bu beyanlar ve istihraci hükümler, başında bir hoca, şeyh veya vaizin – reformistler gibi- bulunduğu yapılar, eğer ilk kuruluşta kasıtları yoksa, sonradan içlerine “nâehillerin” sızmasıyla “bid’a”lara sapabileceğinin de öngörüsüdür.
“Hizmet olsun da nasıl olursa olsun…” diyen bir eski dosta telefonda bunları söyleyince epeyce şaşırmış, ancak bizi ve Üstad’ın yetiştirdiği “saff-ı evvel” ağabeyleri suçlayarak birilerini temize çıkarmaya çalışmıştı. 7 Haziran seçiminden önceydi bu sohbet (!) ve bu dost belki de aradan geçen yıllar içerisinde pişman olmuştur. “Hin-i meşrutiyette tevbenin kapısı açıktır” zira…
Nur Üstad Bediüzzaman’ın, zatının layık olduğü “Müceddid”lik sıfatını sadece bir mektubunda kabul edişíndeki sır da buradadır. Bu “manevi” makamı “şahsı namına değil”, “Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi” namına kabul etmesi bırakalım siyasi ve idari bir makamı, menfi hareketle elde etmeyi, kendisine verilen “manevi makamatı dahi feda”ya mecbur olduğu figanını aleme neden salmıştır?
Bir grubun başındaki hoca ya da şeyh veya kendini amir makamında bilen bir ağabeyi, birileri istimal etmek için “şeytan gibi dessasça” sağdan yaklaşarak veya “enesi okşanarak” (Desise-i Şeytaniye) gaflete atılsa da, bir Kur’an- Hadis Müfessiri Eserlere bağlı “manevi bir şahıs” hiçbir vakit aldatılamaz. ( Fert dahi bile olsa mağlup olduğu bir akım ancak Külliyat’a müstenit camia tarafından mağlup edilebilir.)
Bundandır ki Risale-i Nur’un birinci talebelerinden Zübeyir Gündüzalp:
“Risaleleri kendi karihasındaki malumat ile açıklayan kardeşler, bilmeden, cemaatı kitaba değil şahsa bağlar.” der ki ÇOK hsklıdır. Bilinir çünkü; Risale-i Nur’u en iyi açıklayan yine kendisi ve Kur’an-Sünnettir.
Üstad bu manevi makamlardan “istiğna” ile bir, eserlerinin belli bir coğrafyaya ve kitleye değil, bütün ümmet ve insanlığa ait olduğunu izhar; iki, eserlerinin “Kur’an’dan lemaan eden” BİR “mu’cize-i Kur’aniye” olduğunun itirafı; üç, istikbalde gelecek olan, İhlas Risalesi’nde “sizler” diye hitap ettiği “kardeş”lerini kitaba, yani ona-buna değil eserlere bağlayarak, “hizmetin tarz-ı telakkisi”nin ne olduğunu gösterme niyeti; dört, beş, altı… Hikmetlerini sırala sıralayabilirsen!..
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024
Lütfen beni abonelikten çıkartın.
Hülya TALU
Biz abone yapmıyoruz, bildirim almak istemiş olabilirsiniz. Bu tamamen bizim dışımızda bir seçimdir. Tarayıcınızdan bildirim isteğinizi kaldırmanızı tavsiye ederiz.