Ana Sayfa / Yazarlar / Yutkunarak doymak, yutkunanı duymak / Orhan SALCI

Yutkunarak doymak, yutkunanı duymak / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

Yutkunarak doymak, yutkunanı duymak

İnsanız işte.. Konuşulduğunda dilden, susulduğunda halden anlarız, anlamalıyız.

Bu bir kabul, hüsnü kabul, hüsnü niyet. İnsana yakışan hal, bu hal. “Arif olan anlar”. Peki, herbirimizin içinde bir “arif” olmalı, arif bir tarafımız olmalı değil mi? Bilemiyorum. Biliyorum aslında ama zülfüyare dokunmamak için susuyor, yutkunuyorum.

Merhum, büyük söz üstadlarımızdan Abdürrahim KARAKOÇ’un “…yutkundu, eğdi başını.” dizeleriyle biten şiirinde ustalıkla anlattığı hali yaşıyorum.

Sokaktaki bir kedinin halinden… ya da masum bir yavrucağın gözlerinden, bakışlarından, ellerinin vücudunun neresinde nasıl durduğundan, sesinden, yürüyüşünden hem onun, hem onun emanet edildiği kimselerin varlığından yokluğundan, açlığından tokluğundan birşeyler anlayamaz mı yüreğimizin titrek yanı?

Bir zalimin karşısında mazlumun, cahil bir densizin karşısında edepli birinin, boğazında düğümlenip yutkunduğu, boğazını yırtarak yuttuğu kelimelerin rengi, manası, ağırlığı anlaşılmaz mı halinden, hal dilinden?

Mazlumlar, güçsüzler, çaresizler ve yüksek ruhlu insanlar çoğu zaman hal dilleriyle konuşur. Ağızlarından çıkan sözlerinanlattığından çoktur, derindir yutkunarak içlerine attıkları, akıttıklarının manaları… “görene” ile “köre ne?” ayrımındaki gibi “duyana, anlayana” dır elbet.

Pekçok insanın “yutkunduğu”, yutkunarak konuştuğu bir konulardan biri, hacı-hocalar üzerinden dindarlara karşı ifrazat patlaması nevinden, işkembeleri ağızlarından boşalıyormuşçasına çirkin hal ve tavırlarla dile getirdikleri “hocaların karnı beş olur, ne kadar yese biri boş olur” sözü ya da bostana giren hoca ve manda hikayesi ile dışa vuran haldir…

İşin ve sözün aslı ve olması gereken, Peygamber Efendimiz (s.a.v)in yemek yemedeki bir düsturu ve tavsiyesidir. Yani özetle; “Müslümanın karnı üç olur, az yer biri boş olur.” Onu taatla, sabırla, kanaatla doldurmuştur, doldurmalıdır. Yoksa atılan iftira ve çamurda olduğu gibi gözünün açlığı karnının tokluğundan ileridir değil; “gözünün ve gönlünün tokluğu açlığından ileridir, önceliklidir” düsturunun tersyüz edilmesidir.

Böylesi boşboğaz ifade ve ithamların nedenini düşünmeden edemiyor insan. Bizim milletimiz, düşmanı bile olsa yedirdiği yemeği başa kakacak bir millet değilken, hürmet ettiği, çocuğunu, hatta namazını emanet ettiği hocasına verdiği yemeği böylesi ifadelerle başa kakabilir mi? Bu ifadeleri bol bol kullanan insanlar evlerinde kaç tane hacı-hoca ağırlamışlardır, kaç tane hacı-hoca ile aynı sofrayı paylaşmışlardır tahmin etmek güç değildir aslında.

Düşündükçe işin başka bir boyutu daha geliyor aklıma.

Mesela..Yaşanmış bir hikaye.

Bundan 60-70 yıl kadar önce, memleketimizin her tarafı gibi köyümüz halkının da müthiş geçim sıkıntısı yaşadığı yıllar. Köylü kış aylarında hem namaz kıldırsın, hem çocukları okutsun diye köye hersene hoca tutarlar, maaş olarak arpa buğday verirler. O sene hoca dışardan, başka bir köyden getirildiği için “keşik” yapar sırayla evlerinde doyurur, misafir ederler.

Sırası gelen bir aile, hoca keşiği için yemek yapacak malzeme bulamayıp komşudan ödünç alacak kadar fakirdir. Akşam için yemek hazırlıkları yapılırken evin küçük çocukları akşam misafir hoca ile beraber ve onun sayesinde karınlarının güzel bir yemekle doyacağı ümidiyle yemeğin kokusuyla bile bayram eder adeta. Tatmak isterler, tattırılmaz, yemek isterler, yedirilmez. Akşam olsun, misafir gelsin bi hele…Hatta akşam sofraya bile oturtulmazlar. Misafire hürmetsizlik olurdu ya eskiden. Akşam misafir hocamız gelir, sofra kurulur. Hane sahipleri bile yüklenmezler yemeğe, misafir aç kalkmasın, ayıp olmasın diye akşam karanlığında bazan kaşıkların tabak ve ağızları arasına boş gidip geldiği de olur. Çocuklarsa köşede büyüklerin doyup sıranın kendilerine gelmesini beklerler. Büyükler yer, onlar yutkunurlar. Ama nasılsa birşeyler artar, bizim için birazını ayırır yemezler diye düşünürler içlerinden. Sofra kalktığında çocukların ağızlarına koyacak bir lokma bir şey kalmamıştır. Misafir hoca da fakirdir, açtır. Misafirdir neticede hane sahibi buyrun diye ısrar ettikçe ayıp olmasın diye yemeye devam eder. Sofradakinden başka bir şey olmayacağını, çocukların sabahtan beri o yemeğin kokusunu çekip tadına bakamadıklarının farkında değildir belki. Ve yer, yerler. Onlar yer, çocuklar yutkunur. Çocuklar sabahtan beri hayali yutkunurken artık yıkılan hayalleri için yutkunurlar, yokluğu, açlığı, muhtaçlığı yutkunurlar ama misafir hoca bundan habersizdir.

Habersiz midir?. Buda bir hüsnü niyet. Fakat hoca o çocukların nazarındaki halinden, imajından kesinlikle habersizdir.

Benzerlerinin yaşanmadığını iddia etmenin pek mümkün olmadığı bu ibretlik olaydaki açmazlar mıdır insanımızı hocalara, hacılara, dindarlara düşmanca hisler beslettiren yoksa hacıların, hocaların başka açmazlarımızır?

El cezâu min cinsil amel”. Ceza, suçun(amelin) cinsindendir.

Hem sünnet, hem ilahi, fıtri kanunlar olduğunu düşündüğüm merhamet, diğergamlık (isar), feraset, basiret … gibi düsturlara riayesizliğimiz midir bizi töhmet altında bırakan? İlaveten nebevi sünnet olan “az yemek, açların huzurunda tok oluncaya, geğirinceye kadar, keyifle yememek” edebinden mahrum olmaklığımıza gelen ilahi şefkat tokatları mıdır?

Bugünün karnı tok, sırtı pek, kibri göbeğinden çok şişmiş insanlarının edepsizce, hürmetsizce, insafsızca ettikleri laflar karşısında susup yutkunmak haysiyetsizlik sayılabilir. Ancak hatırada bahsi geçen yutkunarak doyan o masum yavrucuklar gibi bugün dünyanın pekçok yerinde ve belki yakınımızda, yanıbaşımızda görmediğimiz, görmek istemediğimiz aç ve muhtaç masumcukların hal dileriyle yutkunarak söyledikleri, sitem yüklü, belki hakaret ve lanet yüklü sessiz sözlerine karşı payımıza düşen edeple susup yutkunmak olmalı.

Beşer zulmeder, kader adalet eder. Bize sataşanlar art niyetlerinin cezasını elbet çekerler ama bizim de ceza çekmeye mahkum oduğumuz suçlarımız var ki bu ceza kaderi ilahi tarafından çektiriliyor hepimize.

Asgari ücretle geçinen, emekli maaşıyla geçinen, hatta işsiz mü’minlerin gözleri önünde, kulakları dibinde maaş hesabı, kredi faiz hesabı yapan, lükse meftun, keyfe aşık, sadakayı, zekatı başkasına nasihat etmekten ibaret gören hacılarımız, hocalarımızın, dindarlarımızın kulakları çınlasın. Zaten masum ve mazlumların, aç ve muhtaçların yutkunuşlarındaki sessizlik edepsiz ve cahillerin ukalaca sözlerinde yankılanır, yankılanıyor.

Bu hafta “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”. Hayırlara vesile olsun inşallah.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Ayna Daire / M.N.BİNGÖL

Mehmet Nuri BİNGÖL mneminler5@mynet.com AYNA DAİRE Dünyalar başkaydı, duygular bir başka alem; ya oyunlar... Gökyüzü …

Kapat